25 Haziran 1937 CUMHURİYET Hemen bütün bostanlar birer mikrob yuvasıdır İstanbulda pis sarnıç sularını Hamidiye diye satan sucular mı var? [Bastarafi 1 ind sahi!ede\ oralarinı telvis etmesine meydan vermemek, 7 Marul ve sair çiy yenen bostan mahsullerinin topraklannı izale için bostancılar tarafından ilk elde yıkanmasına mâni olmak. Çünkü bostancılar akar sulan olmadığından bunları havuz ve de polarıjıda yıkamakta ve bir mikrob ya tağı olan bu yerlerdeki pislik ve mikroblar her daldırılan şeye yapışmaktadır. Bu tedbirler alındığı takdırde tifo hastalığının çok azalacağına eminim. Bu tedbirler alınırken bir taraftan da aşı tatbikatını çok genişletmek, halkı hıfzıssıhhaya riayete alıştırmak lâzımdır. Bir yerde hastalık zuhur ederse vakit geçırmeden Belediyeye müracaatle bütün hastalık mıntakasında bulunanların aşı lanmasını temin etmek de bir hemşerilik vazifesi olarak telâkki edilmelidir. So • kaklarda satılan sjerbetlerin de herhalde ya Terkos, veya Hamidiye suyile yapıl masmı temin etmek de Belediyeye te rettüb eden vazifelerden biridir. Şunu da arzedeyim ki Sıhhiye müdiriyeti şehrin sıhhatile çok yakmdan alâ • kadar olmaktadır. Meselâ tifonun biraz genisledığini hisseder etmez, daha h:ç kimsenin malumatı yokken derhal gere ken sıhhî tedbirler: almış ve vâsi mikyasta aşı tatbikatına başlamıştır. Diğer ta raftan bize de karantina koğuşumuzu tifo hastalarına tahsis etmememizi emretti.» Bazı bostanlann lâğım sulannm îstilâi altmda olduğunu bilmiyorum. Eğer bu .akise cidden bir faciadır. Kabili şürb iulara gelince en başta demir borularla :vlerimizin ta içlerine kadar getirildiği ıçin sıhhî ve mikrobsuz olan bir Terkos yardır. Sarnıc ve toprak borularla getirilen Kırkçeşme sularını şüpheli sular meanında saymak lâzımdır. Elhasıl şehir tam manasile sıhhî bir durum alıncıya, su ve kanalizasyon meeleleri halledilinciye kadar yapılacak sey bence halkı tenvir etmekten ibarettir. Halk kendisini korumasım, hatta hasta lığın ne şekilde sirayet ettiğini bile bil miyor. Halkevlerinde verilecek konfe ranslarla mı olur, radyo ile mi olur, bu propaganda işini içtimaiyatçılar daha iyı bilirler, fakat herhalde halkı ikaz ve ona ahaffuz çarelerini öğretmek lâzımdır.» Titoya karşı harb Iktısadî harehetler Yaş meyva ve sebze ihracı Bulgarlar bu sene Almanya ve îngil:ereye 200,000 kilo çilek ile 3 milyon kilo temizlenmiş çilek eti ihrac etmişlerdir. Halbuki dünyanın en kokulu ve lezzetli çileklerini istihsal eden memleketi mizden bu sene harice 100 kilo çilek bile hrac edilememiştir. Bizim ihracat tüccarlarımız her nedene harice portakal müstesna yaş meyva ve sebze ihrac etmeğe bir türlü cesaret edemiyorlar. Bir ıkisinin bu yolda yaptığı ufak tecrübeler zararla nericelenince hepsi birden ürktü ve bu işin muhakkak zararla neticeleneceğini zannederek bir daha bu işe ehemmiyet vermediler. Bulgarlar Avrupaya yaş meyva ve sebze ihracatına bundan yedi sekiz sene evvel başladılar. Onlarm da ilk tecrübeleri bizim gibi zararla neticelenmişti. Fakat Bulgarlar bu ilk tecrübelerden me yus olup da bu çok kârlı işten vazgeç medıler. Bilâkis ilk zararlar onlara bir ders oldu ve onlara Avrupa piyasalan nın ihtiyaclarını, rakib malların evsaf larmı ve rekabet edebilecekleri noktaları öğretti. Ve yedi sekiz sene içerisinde Bulgarlar bu işde o kadar ileriye gittiler ki Bulgaristan artık her sene harice 70008000 vagon yaş üzüm, 10001200 va gon domates, 15001800 vagon yaş erik, ilâh... ihrac etmektedir. Yaş meyva ve sebze ihracatı bugün Bulgaristanın haricî ticaretinde tütün, zahire ve yumurta hracından sonra gelmektedir. Bu suretle hem Bulgar hükumeti kendisine iyi bir döviz membaı hem de köylü zahirenin para etmemesi yüzünden kendisine çok kârlı bir iş sahası bulmuş oldu. Memleketimizin iklimi meyva ve sebze stihsalâtına Bulgaristandan çok daha müsaiddir. Bu itibarla biz Bulgaristan dan her veçhile çok daha nefis meyva ve sebze yetiştirmekteyiz. Yaş meyva ve sebzelerimiz muhakkak Avrupa piyasa larında beğenilecektir. Onun için de ihracatçılarımız bu ilk tecrübelerin verdiği ufak zararlardan kat'iyyen meyus olmasınlar, Bu zararların sebeblerini araştı rıp bu ise daha büyük bir cesaretle sanl sınlar. Sonunda mutlaka muvaffak olacaklardır. Af. TEZEL Aynı denizin iki tarafın» da iki çiçekten nümune Bir tarafta bahçıvanın yetiştirdiği gül yani Cote d'Azur, diğer tarafta tesadüfen elde edilmiş güzel çiçek yani Istanbul... Niçin ihtiyarhyoruz? facan çocuk, minimini kolunu arsız bir yay gibi gerdi, gerdi, elindeki topu, biraz ileride ikibüklüm yürüyen ihtiyarm tam kamburu üstüne uçurdu. Beşiğin mezara attığı bu şuursuz yumruk benim kalbimde bir sızı, oğlumun dudağında ise bir sual yarattı. Sızıyı hissettirmedim. « İnsan niçin ihtiyarlar?» diye soran oğluma cevab verdım: Çorab, giyile giyile eskimez mi> Ceket, taşına taşına yırtılmaz mı, tencere kullanıla kullanıla delinmez mi? Vücud de zaman geçtikçe yıpranır, eskir, yama tutmaz hale gelir. Alimlerin sözüne bakılırsa durmadan çalışan vücud makinesi içinde erimiyen, eritilemiyen bir takrm maddeler kalıyor ve bunlar yavaş yavaş bedenin iç örgüsünü Örtüyor, işte ihtiyarlık bu dışan atılmıyan maddelerin makineyi güzel işlemekten alıkoyması yüzün* den başlıyor, tıpkı bir saatin aletleri arasına toz dolması ve saati durdurması gibî birşey!.. Bu ha] olunca ilkin oynak yerlerin yumuşaklığı kaybolur, kemikler gevrekleşir, ağırlık azalır, boy kısalır, göz görmemeğe, kulak duymamağa başlar» unutkanlık yüz gösterir, ağzın tadı kaçar, parmakların duygusu sakatlaşır. Bir kısım alımler başka türlü düşiinüyorlar, ihtiyarlığin beden örgüsündckî zayıflamış hücrelerin makrofajlar tara« fından yenilmesinden ileri geldiğini söy» lüyorlar. îşte maymun aşısile insanlari gencleştirmek fikri bu kanaatten doğ» muştur. Fakat ihtiyarlığı durdurmak, ölümü geri atmak demektir. Ölümü geri at» mak, küre üzerinde tabitatin arzu ettiğî muvazeneyi bozmıya çalışmaktır. Halbu* ki o muvazene, hayatın sönmeden süriip gitmesi için lâzımdır. Ölüm kalktı mı hayat manasızlaşır. Onun için ihtiyarlamak zaruridir. Oğlumun bu dermeçatma sözlerden birşey anlamadığı, gözünü benden çevirip, önümüzden giden ihtiyarı topa tutmakla meşgul olan çocuğa dikmesinden belli idi. Bu sebeble sustum ve ben de o acıklı sahneyi takibe başladım. Ikibüklüm yürüyen ihtiyar, kamburuna değen her topun ıstırabını elemli bir bas. çevirişile haşarı çocuğa ihsas etmek istiyor ve afacanın geri dönen topu tekrar yakaladıgıni görmesine rağmen müdafaa vaziyetine girmiyerek yüriimekte devam ediyordu. Lâkin top, biraz sonra onu tekrar incitiyor ve bir melul lâhza içinde gene durmak ıshrarına sürüklüyordu. Canne şehrinin maruf plâjlarından bir görünüş Cannea: Haziran 1937 Ve herşeyden evvel modası çoktan çeçmiş şu ipridai felsefeyi bir kalem oradan kaldıralım: Tabiat güzelliği; ef sanesini hep bildiğimiz meşhur tufandanberi insan eli değmemiş bir deniz kenarı, şurada nasılsa bir araya gelmiş üç ağac ve burada nasılsa yeşenniş bir demet çiçek değildir. Çıçek, ağac ve deniz tabi ati güzelleşrirmek için insanların zevkine ve zekâsına teslim olunmuş masum bir Triumvira'dur. Bu Triumvira hendeseden mümkün olduğu kadar uzak ve binaen aleyh güzelliğe mümkün olduğu kadaı yakın bir şekilde tanzim olunduğu yerdedir ki insanlar tabiati hoş bulmuşlardır ve hoş buluyorlar. Bunun haricinde kalan tabiatse güzelliği üzerinde durulmıyan, içinde oturulmıyan güzelliktir. pılmış plâjlarla dolu bir mesafedir. Bu mesafede Monte Carlo, Anti Bes, JuanlesPins gibi küçük; Cannes, Nice gibi büyük şehirler birbiri ardısıra dizilidir; ve sahllerde temiz ve geniz gezme yerleri, çiçekler, palmiyeler... Buna birkaç da büyük otel, Casino ve saire ilâve ediniz. îşte Cote d'Azur. Ve işte şöhreti dünyaya yayılan yer. İnsan biraz da gayriihtiyarî düşü nüyor: Bizim nemiz eksik? tstanbulun tabiî güzellığile öğünüldüğünü çok defa duymuşsunuzdur. Hâdise doğrudur, fakat iftıhar haksızdır. Hâdise doğrudur çünkü İstanbulda harikulâde şeyler yapılmasına müsaid müstesna bir güzellik vardır. îftihar haksızdır çünkü bu harikulâde şeyler yapılmasına müsaid olan îstanbulda maalesef hiçbir şey yapılmamıştır. Bir bahçıvan emek sarfederek, uğraşarak, didinerek yetiştirdiği emsalsiz bir gülle mağrur olabilir. Fakat dağ başında rasgele kopardığınız bir çiçekle güzel de olsa öğünmeğe hakkınız yoktur. Kimyager tbrahim Etem Kimyager İbra him Eteme sordu ğum ilk sual onda bir hatıra uyandır dı. Sol elini hafifçe ılnından geçirdıkten sonra: « O hastalığa ben de bir defa yakalanmıştım. Diye söze başladı. Otuz sene oluyor, o za manlar Kasımpaşa Kimyager İbrahim da Bahrıyede çalı şıyordum. Evimiz de Aksarayda idi. Sıcak bir yaz günü Horhor caddesinden Saraçhanebaşına çıktım. Oradan Unka panı yolile Kasımpaşaya gidecektım. Susamıstım. Bir mahallebiciye girerek bir bardak şerbet içtim. Ve böylece tifoya tutuldum. Efendim, bence alınması lâzım olan ilk tedbir evvelâ sokaklarda satılan su, ayran ve şerbet gibi meşrubatın imalini sıkı bir kontrol altına almaktır. Tifo mikrobunun üremesine ve sirayetine en fazla müsaid olan sular sarnıc gibi, kuyu gibi havuz gibi akmıyan statik sulardır. Ne dereceye kadar doğru olup olmadığın bilmiyorum, bir arkadaşım anlattı. Çak makçılarla Mahmudpaşa arasında bir Sarnıclıhan varmış. Bazı sucular buradan adı kovalarla sarnıc suyunu alıyorlar ve pis bezlerden süzdükten sonra fıçılara doldurup bunu Hamidiye diye satıyor larmış. Meselâ Belediye bu gibi hâdi selerle de kat'î bir şekilde mücadele et melidir. Şunu da itiraf etmeli ki hükumet tif ve emsali sari hastalıklarla mücadele et mek için çok vâsi tedbirler almaktadır Bu tedbirler meyanında bilhassa aşı tatbikatı çok mühim bir mevki tutmaktadır Memleketimizde tifo aşısı da Avrupadak emsalinden kat'iyyen farksız bir mükem meliyette ihzar edilmektedir. Diğer taraftan radyo, gazete ve sai vasıtalarla halka tifodan ve diğer sari hastalıklardan nasıl korunması lâzımgel diği de öğretilmelidir. Bunun da hasta lığı önliyecek ve kökünden kaldıraca sebebler arasında çok ehammiyetli yer vardır.» Doktor Siireyya Hidayet Doktor Süreyya Hidayet herşeyden evvel tifonun sira yetine mâni olacak tedbirlerin bir an evvel ve çok esaslı bi. şekildc alınma sına taraftar. Bu tedbirlerin başın da da asıyı sayan değcrli doktorumuz Dr. Süreyya Hidayet J | y o r k; : « Bizim memlekette şimdılik tifo nun kökünden yok edilmesi kabil değilse de daha ziyade genişleme ve sirayetinin önüne geçmek, vak'aları azaltmak mümkündür. Tifoyu ortadan kaldırmak için herşeyden evvel kanalızasyon ve su ışlerinin kat'î bir şekilde halli lâzımdır. Bu da tabiatile büyük zaman ve para meselesıdır. O zamana kadar yapılacak şey de dedığım gibi hastalığı mümkün mertebe mevziî bir halde bıraktırmaktan ibarettir. Biz Büyük Harbde aşının çok fayda sını gördük. 313 Yunan harbinde tifo yüzünden müthiş zayiat verdiğimiz halde Umumî Harbde bu yüzden zayiatımız hiç mesabesindedır. Binaenaleyh en kes tirme yoldan yapılacak iş, halka bu has talığm ve alelumum diğer sari hastalıkla rın temaslarla geçtiğini iyice öğretmek tahaffuz için icab eden tedbirleri göster mek ve aşının seve seve kabül ve tatbikm temin etmektir. Bir ferd hıfzıssıhha şart larını tam bir şekilde tatbık eder, vücudünü hastalıklara karşı mukavim tutacak olursa hastalık ona kolay kolay tesir edemez. ADLÎYEDE Bir tarla meselesinden çıkan cinayet Şilede bir tarla etrafındaki kazıklarm sökülmesi yüzünden Ali kızı Emine, Şükrıi kızı Emine, Rifat. Mustafa, Hanife kavga etmişler ve bu kavgada Hanife aldığı yaranın tesirile ölmüştür. Dün, Ağırceza mahkemesinde bu davaya bakılmış ve Müddeiumumî iddiasını söyliyerek, Hanifenin katil kasdile vurulmadığı anlaşıldığmdan suçlularm ona göre cezalandırılmasını istemiştir. Karar için muhakeme başka güne bırakılmıştır. Be§ sene üç ay hapse mahkum oldu 1932 senesinde Celâl adında bir hırsız Beşiktaş Belediye dıspanserinden mıkroskop, göz aleti ve diğer aletlerle Beşiktaş sulh mahkemesinden bir daktilo makinesi çalmıştı. Bundan bir ay evvel Emniyet ikinci şube memurlan tarafından yakalanan Celâl, Adliyeye teslim edilmiş ve mu hakemesine başlanmıştı. Dördüncü asliye cezada dün yapılan muhakeme neticesinde Celâl beş sene üç ay hapse mahkum olmuştur. Nitekim katırtırnaklarının tatlı sansına bürünmüş Alp tepelerine «güzel» diye bakıp geçiliyor, ve «ne güzel...» diye Cote d'Azur'de oturuluyor. Şu basit sebeble ki Alp tepelerindeki katırtırnakları üzerinde uğraşılmamıştır ve Cote d'A Ayni denizîn iki tarafında ve ayni mazur'de çiçek ve ağac ve deniz birbirine vi gökün altında bu iki çiçekten birer nütabiî olabilecek en tatlı şeklıle mezcolunmune var: Bir tarafta bahçıvanın emekmuştur. le yetiştirdiği gül yani Cote d'Azur. DiCote d'Azur, Cote d'Azur diye In ğer tarafta tesadüfen elde edilmiş güzel gilizler başta olmak üzere bütün gezen çiçek yani Istanbul. Avrupanın hayranı olduğu Akdeniz & a Yazık.., hili biz Türkleri ve hususile biz İstanbulFakat neye yarar? lulan ancak ve sadece kıskandırır. Çünkü Oğlum, beşikle mezar arasmdaki top Bütün bu şeyler o kadar yazıldı, o ka oyununun muttarid oluşundan galiba $ • bu satırlann yazıldığı Cote d'Azur bi *zim kenarında oturduğumuz Akdenizin dar söylendi, ve maalesef o kadar az din kılmıs olacak ki gözlerini nihayet bana Menton'dan. Nice'e 30 40 kilometro lendi ki... çevirdi, sualini tekrar etti: DOĞAN NADİ sun'î kumla yaüzerinde kâh tabiî, însanlar niçin ihtiyarlarlar babaî îhtiyarın kamburunu belki ellinci defa incitip geri dönen topunu o sırada yerden kapıp elli birinci hücumu yapmağa hazır • lanan çocuğu gösterdim ve cevab verdimt Böylesi çocuklardan çıkacak geno likten uzaklaşmak için!.. Af. TURHAN TAN H: Ankarada M Yalına: Hurrem Sultan tefrikasının bence en büyük kıymeti yüzlerce ve yüzlerce vatan * daştan gördüğü yüksek alâkadır. O alâkayı gösterenlerln hepslne T« O meyanda slze de müteşekklrlm. M. T. T, ŞEHIR tŞLERl Gazi köprüsü inşaatı Nice'den güzel bir manzara son satırını aradı: «Ah, hayır, hayır, burada hatırlamı yacağım. Bitti. Gitmelıyim. Nereye? Bilmiyorum. Orhanm istediği kararı çoktan verdim. Onu seviyorum. Bunu aylardanberi Orhansızhğın bütün acıla rile anladım. Seviyorum. Tanıdığım hiçbir erkek için bu sözü bu kadar emin söylemedim. Eminim. Fakat gidemem. Orhana da gidemem. Çünkü bu, sevgilime değil, ekmeğime gıder gibi olacak. Orhan bunu anlamıyor. Hiç olmasza kararımı bilse. Bir mektub mu yazsam? «Onu bir daha görecek miyim? Allahım...» Orhan Vediaya baktı. Hasta o vaziyette yatıyordu: Başı karyola demirine yapışacak kadar arkaya sarkmış, boynu gergin, gözleri ve ağzı yarı açık. Yüzünde sıkıntı buruşuklan. Rengi ürkütecek kadar beyaz. Orhan yerinden kalktı, yatağa doğru koştu ve kolunu hastanın başı altından geçirerek onu kucakladı, başHU W omzunun üstüne koydu. V«d;a yanıyordu. Orhanın yaptıği (îeftanik sarsıntıdan başka t»»t&îrtn vucudünden hiçbir cevab germedl. Kalbi sık ve hafif çarpıyordu. Orhan onu öpmek istedi; fakat, kar şılıksız bir sevgi tasavvuru uyandırma sından korktuğu bu tek taraflı hareketi yapmağa cesaret edemedi. Kolunu ya Gazi köprüsü inşaatı için lâzım olan demir köprü ayaklarmm mühendis Pi« je'nin tesbit ettiği son tadilâta göre, dokülmesine başlanmıştır. Bu dökülm* muamelesi bir ay sürecektir. Bundaa sonra da bilfiil inşaata başlanacaktır.i Köprünün demir aksamı Almanyada ha« zırlanmaktadır. Geldikçe Balattaki imalâthanede montajı yapılacak ve yerle rine konacaktır. Muraâ Sertoğlu Cumhuriyetin edebî tefrikası: 109 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa Vedianm odasına girdıkleri vakit, hastabakıcı onun yastığını düzeltiyordu. Yatağın ayakucunda durdular. Hastnın başı karyola demirine yapışacak kadar arkaya sarkmıştı. Soluk ve zayıf boynu gergin duruyordu. Yorgan dizkapaklarına ka dar açılmış ve buruşmuş olduğu için, Orhan onun yepi bir ihtilâcla kıvranarak ba§ım geriye attığmı anladı. Gözleri ve ağzı yarı açıktı. Yüzünde sıkıntı buruşukları artmiştı. Rengi çok beyazdı. Orhan hastabakıcıdan gozlerile izahal istedi. Kız ağır ağır ona yaklaşarak: Siz çıktıktan sonra birkaç defa bagırdı, sıçradı. Karyoladan düşecek diye korktum. Başını hep geriye atıyor, karyola demirine çarpıyordu. Bir enjeksiyon yaptım. On dakika kadar inledi ve daldı. Necati gözlerini Vediadan ayırmıyorclu. Orhan arkadaşına baktı. Onun yü zünde, seyrettiği manzarayı büyük manalara bağhyan, içi dolu bir dikkatin keskin hareketsizliği vardı. Yüzünün çizgileri, çatılmış koyu kumral kaşlan kadar sert Peki. Ben sana gece buraya telefon ederim. Çağırırsan gelirim. Orhan elini uzattı ve Necati sessiz aynldı. Odadan çıkan hastabakıcı onun arkasından merdiveni inmişti. Orhan odaya girdi, şezlonga uzandı ve son defteri açtı. Sahifelerde tarih yoktu ve satırlar iri harflerle, kâh mürekkeble, kâh da bir tecessümle beliriyordu. Dudaklarının kurşunkalemile, acele yazılmıştı: içi, dişlerinin üstüne dışarıdan bastmlı«Hakkın var Orhan. Fakat, hakkın yormuş gibi yapışık ve başı öne doğru olduğunu ben sana söyliyemiyeceğim. gizli bir ses arıyormuş gibi çıkıktı. İşte uçurum.» Orhan onu dışarıya çağırdı ve yüzüne «Ultimatom değil, yahud ültimatom. baktı. Necati, gözleri yere dönük: Evet, dedi. Sonra içini çekti ve hiç birşey söylemedi. Koridorun dibindeki odalardan birinden şırıltıları ve porselen kapların birbirine vurmasına benziyen sesler geliyordu. Bir hasta haykırdı. Necati elini Orhanm omzuna koyarak: • Haydi çıkalım, dedi, bize gidelim istersen... Orhan derin bir nefes alarak: Ben kalayım, dedi. Vedianın defterlerini okumak istiyordu, fakat bunu itiraf etmiyerek bakışlarında bir zaruretin münakaşaya razı olmıyan ısrarile tekrarladı: Kalayım. Farkı ne? Açık söyledi: « Vedia, kararını vereceğin güne kadar seni görmiyeceğim.» «Bir buçuk aydır Orhansızım. Dayanabilecek miyim? Rüştüyü de görmüyorum, görmek istemiyorum. Yengemle her gün aramız birkaç defa sessiz bozulup düzeliyor. «Dün bana dedi ki: « İhtiyar kızların acaba kaç tanesi fazla naz ettikleri için bedbaht olmuşlardır? «Hiçbiri, diyecektim, fakat sesimden öfkem belli olmasm diye sustum. Yeagemin karşısında her a^ bir kcrks •geçiriyorum. Ma şirmıi ağır birşey söyliyecek de beni büsbütün kıracak diye> Orhan sahifeleri çevirdi ve defterin vaşça aldı ve ayağa kalktı. Hiç kımıldamadan ona bakıyordu. Uzun müddet gözlerini ondan ayırmadı. Vedia böyle hareketsiz yatarken kımıl damaktan utanıyormuş gibi, Orhan, taklid ihtiyacına sürükliyen hislerle olduğu yerde kaldı. Gözlerini bile kırpmak isleFlorya ağacl&ndırıldı miyordu. Içeriden girip çıkan hastabakıFloryanm ağaclandınlması hakkında cının ayak seslerini ve kapı gıcırtısını duy hazırlanan ve şehircilik mütehassıs madı. Bir gün Vediaya ölüm hakkında Prost tarafmdan tasdik edilen projeni tatbikı ikmal edilmiştir. Plâjla civardane düşündüğünü sormuştu. Vedia: ki sırtlara lüzumlu ve elverişli ağaclarj « En çok nered* öleceğimi merak dikilmiş olduğundan önümüzdeki sen« ediyorum, dedi. büyüyecek olan bu ağaclar Floryaya « Niçin Vedia? başka bir güzellik verecektir. « Birkaç yer var ki oralarda ölmek Yeni basılacak paralar istemiyorum. Londranın maruf firmalarmdan The « Nereleri? mas de la Rue şirketinin mümessiller « Yalıda ölmek istemiyorum. Ankarada Maliye Vekâletile temaslar « Başka? « Sokakta, vapurda, trende ölmek da bulunduktan sonra şehrimize dön müşlerdir. Öğfrendiğmuze göre hâl istemiyorum. mevkii tedavülde bulunan kâğıd para « Başka? ları basan Thomas de la Rue şirketi ye « Hastanede ölmek istemiyorum. ni harflerle basılacak kâğıd paralar ha Hele hastanede. kmda bazı tekliflerde bulunmuştur. Mı; Orhan birdenbire bunu hatırlamıştı. rahhaslar yakında tekrar Ankaraya g* Vedia, hatta bir vasiyet ciddiyetile şun derek müzakerelere devam edeceklei ları da söylemişti: dir. « Ölüm tehlikesi geçirirsem beni Kızılaya üye devşirme hafta»ı hastaneden çıkannız... Beni... Sizin kendi evinize götürünüz, son dakikamda 1 temmuz 1937 de başhyacaktır. başımda durunuz... Vadediyor musu üye yazılınız! nuz? (ArKas\ var)