11 Nîsan 1937 CUMHURÎYET Tedris ve Terbiye Köy ve göçmen evleri inşaatı için Köy kalkınması Askerlikte hazırlanan köy gencleri köylerde çocukları nasıl yetiştiriyorlar Yazan: Kâzım Nami Duru Birkaç aydanberi dikkate değer bir tecrübe karşısmdayız: Askerlik eden köylü gencler içerisinden yetiştirilen köy öğretmenlerinin rolü. Geçen yıl, Maarif Vekâleti Eskişehirin Çifteler çiftliğinde askerlikte okumağı, yazmağı öğrencn genclerden seksen beş kadarını topladı. Başlarına bir ilk tedrisat müfettişile her on ere bir muallim mektebi mezunu tecrübeli öğretmen tayin etti. Ziraat Ve kâleti de birkaç ziraatçi gönderdi. Bu seksen beş er, burada, kendilerine hazırianmış bir program dahilinde, üç ay okudular, toprak üzerinde çalıştılar. Bu teşebbüs, birçoklarımıza garib göründii. Erler, kendilerinden istenilen şeyi yapabilecekler miydi? Yirmı, yirmi bir yaşına kadar köyde kal. Belki biraz okuma yazma da öğren. Seni, asker ocağma çağırsınlar. Bir buçuk yıl askerliğin karışık makineleri ve talimleri arasında durmadan uğraş, didin. Modern silâhları kullandıktan, onları temizlemek için sö küp takmağı becerdikten, bugünkü erden beklenen bir hayli güç meziyetleri edin dikten sonra köyiine don. Biraz sonra «fseni köy öğretmeni yapacağız» diye yeni bir işe çağırsınlar. Askerlikte belki de acemi yetiştirmeği öğrenmişsindir, amma köy çocuklarını yetiştirmek, köyde bir sosyal terbiye âmili olmak senin becere bileceğin bir iş midir? Haydi bir dene. Bakalım sonu ne olacak! utangaç köy çocukları nerede? Kiminin ayakları çıplaktı; kiminin otomobil lâs tiğinden yapılmış pabuçlan vardı. Birkaçmda sarı iskarpin gördüm; fakat hepsı de şehir talebesi gibi, gri önlüklü idi. Kızlann saçlan taranmıştı. Yüzünüze suallerinizi bekliyen bir eda ile bakıyor lardı. Bu çocuklar, (Saray) köyünden de ğildiler; o günkü ders mevzulan köy sınırlarını tetkik olduğu için bunlar, yanm saat kadar uzaktaki (Mahmudiye) köyünden geze geze buraya gelmişlerdi. Köy meydanlığım temizlemekte olan (Saray) lı arkadaşlarını görmeğe gel mişlerdi. Onlar da gecikmediler, eğit menlerile birlikte koşa koşa çayıra gel diler. Otuz otuzbeş kadardılar. Kıyafetçe, Mahmudiyeliler gibiydiler. Altmış kadar köy çocuğu arasında kaldım. Bazı şeyler okuttuk; bazı şeyler sorduk. Bu köy çocukları, üç ay içinde ellerindeki (Birinci yıl kitabı) nı okumağı, yüze kadar birer, üçer, beşer saymağı, küçük sayılarla zihnî cem ve tarh yapmağı, Türk olduklarını, bayraklanm öğrenmişlerdi. Kitabdaki resimleri, çıtır çıtır izah edi yorlardı. Bu kadar az zamanda şehir çocukları da ancak bu kadar öğrenebilir lerdi. Çocuklar bize birkaç millî şarkı söylediler, birkaç manzume okudular. Hiç sıkılmıyorlardı. Umulmıyan bir serbestlikte idiler. Şaşırdım, sevindim; fakat Böyle bir şeyin henüz başka yerlerde şoförümüz benden yufka yürekli imiş: tecrübe olunduğu yok; acaba erler bunu Ağladı. yapabilecekler mi? Muvaffak olurlarsa, Köylüler, eğitmenlerine öyle ısınmış memleketin pek önemli bir meselesi yüz lar ki, onun dediklerini yapıyor, istedikgüldürecek kadar halledilmiş olacaktı. lerini yerine getiriyorlar. Köyün sokak Teşebbüsün alâka uyandırdığı nisbette ları, meydanı temizlenmiş. Köyün ya orıjınalliği vardı. lçimde az çok tereddüd nından geçen yol kısmma kum döküyor, le, Eskişehire, oradan Çifteler çiftliğine çamurları kurutuyorlar. Caminin duvangittim. Erleri iş başında gördüm. Ah, bir na yaslanan okul binası, otuz otuz beş şeyler öğrenmişler. Yüzlerine bir eğit çocuğu alabilecek kadar geniş. Portatif menlik vakarı gelmiş gibi geldi bana. sıraları eğitmen kendi elile yapmış. Du Tereddüdümün yarısından çoğu dağıldı. varlarda büyüklerimizin resimleri, TürBende de «kim bilir?» le karışık bir ümid kiye haritası, ders mevzularına aid resimdoğdu. , ,, , ,.., , ler. Karatahtanm yanında müteharrik Geçen ilkteşrin içinde buralardan yet harfler. Kibrit kutulan içinde hesab o miş dokuzu Ankara ilinin köylerine da yunları. ğıtıldı. Bunlar, bir buçuk ay kadar ha îtiraf edeyim: Bu kadannı beklemi zırlık yaptılar. Köylerdeki okullarını açyordum, ummuyordum. Okur yazar er tılar; işe başladılar. Şimdi, bunları köyde çalısırken de görmek, ne iş yapabil lerden seçilen genclerle köy kalkınması diklerini anlamak lâzımdı. Geçen aylar işi başarılmağa başlıyordu. Gelecek yıliçinde birkaç defa bu köylerden bir iki lar büyük vaidlerle dolu idi. Sekiz on sini gezmek istedim. Havalar bozdu, evliden yüz evliye kadar otuz otuz beş yağmur yağdı, çamurlu yollardan köyle bin köy, ancak böyle bir teşebbüsle kalre gitmek mümkün olmadı. Nihayet, bir kınabilecekti. Gönlüm mutmain, bir gün kaç gün önce, Ankaradan Çankırıya gıden yolun biraz garbindeki Saray kö başka köyleri de gezmek arzusile şehre döndüm.. jrüne gittim. Otomobilimiz, bir sırtı aştıktan sonra, şöyle ovamsı çorak bir kırın ortasında (Saray) köyünü gördüm. Çayırlıkta bir çocuk kalabalığı, yere saplanmış değnekler üzerinde üç Türk bayrağı gördüm. Yaklaştık. Otuz kadar, mekteb gömleği giymiş kız erkek çocuk, ikişer dizilmiş lerdi. Otomobilden indim; çocuklann yanma gittim. Yedi ile on onbir yasları arasında çocuklar. Üstleri başları temiz. Gözleri parhyor; yağız yüzlerinde Türk köylüsüne mahsus vakardan başka, bir şeyler görmüş, bir şeyler öğrenmiş kim selerin vakan var. Sizi görünce kaçan o Bir mühendisimiz deli bir keşifte bulundu Mayısta Londra bir çiçek bahçesi halini alacak istifaHalk, Nezaretler ve bütün bahçıvan teMimar Sinan ammer, Türklere barbar demek sekkülleri, taç giyme merasiminde pafırsatını hiç kaçırmamıştır. Bu kelımenın medenıyetten uzak ve yitahtı çiçeğe boğmak üzere çalışıyorlar medeniyete düşman manasını ifade ettiğiKüçük Veliahd de ayrı bir bahçe hazırlıyor! ni hepimiz biliriz. Demek ki ünlü tarihçi asil milletimize herhangi medenî bir kabiliyeti yakıştırmak istememiş ve mensub olduğu milletin Türkler hakkında beslediği kuyruk acısınm hıncını bu suretle çıkarmağa çalışmıştır. Işte bu zihniyette ve bu hissiyette bir adam, mimar Sınanın yarattığı Süleymaniye şaheseri için bakınız ne diyor: «Yedi yüz bin düka altınından ziyade bir para harcanarak yapılan bu bina, pek muhteşem bir san'at abidesidir. Mimarî güzellik bakımından taşıdığı zenginlikle, yapılışındaki harikulâde zarafetle Ayasofyanın yanında galibane arzı vücud edebilir. Ayasofyanın Süleymaniyeye rüçhanî kubbesinin inşa tarzındaki cür'etle sütunlarmdaki ihtişamda ve eskiliğindedir. Fakat Süleymaniye bircok güzelliklerile ve kıymetlerile şimdi Ayasofyanın üst tarafında yükselerek onun vaktile Peygamber Süleyman mabedinden almak istediği rüçhan hakkını nez'etmek istiyor gibi görünmektedir.» Bize verilen malumata göre Belediyemizin kıymetli mühendislerinden birisi, köylü ve göçmen evleri için uzun bir araştırmadan sonra yepyeni bir usulü inşa keşfetmiştir. Bu usul, bundan sonra ya pılacak inşaatta bilhassa sayfiye yerle rinde inşa edilecek binalarda mühim bir rol oynıyacak kadar kıymetlidir. Bu tarzı inşaya aid elde ettiğimiz malumata nazaran yapılara muamele görmüş bir nevi kil halitasının betonarmede olduğu gibi tahta kahblara dökülmek suretile başlanır. Kerpiç ve tuğlada olan işçilık ve harç masrafı bunda kat'iyyen yoktur. Sıva işinin de kendi cinsinden adi ve çok ince bir şerbetlemeden ibaret olduğuna nazaran köylü evlerinde kalın sıva tabakalarınm yer yer dökülmesile hâsıl olan boşluklar ve çirkin manzara bu tarz binalarda mevzuubahis değildir. Bilhassa badana ve telvin işinin her köylünün kendi kendine ve hiçbir masrafa lüzum göstermiyecek şekilde yapabilecek kadar basit oluşu ve buna aid malzemeyi hemen yanıbaşında bulabileceği düşünülürse bu buluşun kıymeti büsbütün artar. Duvarların istenilen kalınlıkta yapı labilmesile her türlü ağırlığı taşıyacak kadar sağlam, mütecanis bir kütle halinde tecessüm edecek olan bu yapılar, tabiatin köylerde ve bilhassa açık sahalarda olan şiddetine karşı göğüs gerecek kadar me tindir. Keşfin en bariz hususiyeti köylünün her zaman kendi vesaitile böyle bir binayı yapabilmesi ve bilhassa köylümüzde pek ender tesadüf edilen dahilî telvin işinin kolayhkla kendi tarlasından tedarik edeceği bir nevi otla başarabilmesidir. Bu tarzda telvin edilen evlerde tahtakurusu ve pire gibi haşerenin bannmasına da kat'iyyen imkân kalmıyor. Bizim kendilerinden aldığımız izahata nazaran köylü için bundan güzel ve bundan ucuz ve daha sağlam bir tertib bulmak imkânsızdır. Köylü ve göçmenlerimizin meskenleri için de yakın bir alâka gösteren BakanIıklarımızın yeni bulunan bu tarzı inşadan istifade etmeleri ve bilhassa sayfi yelerde çok ucuz ev yaptırmak istiyen halkın da müstefid olması kabil ve muhtemeldir. Çiçek meraklısı Veliahd Prenses Elizabet [soldaki] kardeşi Prenses Margaret'le beraber bahçede... Romanya ile yapılacak ticaret anlaşması Romanya ile müddeti bitmek üzere olan ticaret anlaşması yerine kaim olacak yeni ticaret ve klering anlaşması yapmak üzere bir heyetimiz dün Ro manyaya gitmiştir. Heyetimiz, Türkofis müşavirlerinden Sami ve Natuktan mürekkebdir. Romanya ile son senelerde aramızda ticarî sahada iyi münasebetler teessüs etmiştir. Buna rağmen bazı pürüzlü nok talar olmuş, bu meyanda Romanyaya ihracat yapan ihracatçılanmız kur far kı dolayısile çıkan nokiai nazar ihtilâ fmdan dolayı paralarım alamamışlar dır. Yeni anlaşma ile iki memleket arasmdaki ticarî münasebat daha düz gün ve her iki taraf için de verimli bir hale gelecektir. Kâzım Nami Duru KÜLTÜR tŞLERl llkmekteblerde musiki, beden terbiyesi tedrisatı îlkmekteblerde musiki, beden terbiyesi, resim ve elişi dersleri bu hu susta ihtısas sahibi olan muallimlere verdirilecektir. Ancak şubesi az olan mekteblerde bu dersler bir muallimin mesaisine kâfi gelemediği takdirde birbirine yakın müteaddid mekteblerden dahi ders verilmek suretile mesai müddeti doldurulacaktır. Bir mahkeme kâtibi rüşvet alırken yakalandı İzmir 10 (Telefonla) İkinci sulh ceza mahkemesi kâtiblerinden Hakkı mahkemede davası bulunan Veli ile karısı Emineden onar lira ve bir halı rüşvet istemiş. Kadm, Müddeiumumiliğe haber vermiş, yapılan cürmü meşhud neticesinde Hakkı aleyhine adlî takibata geçilmiştir. gelmıyor; ruhunun üstüne daha mavi zaruretlerin yaptığı tesirden geliyor. Değil mi? Bu adam, sadece, aç kalmaktan korkuyor. Zengin adam olsaydı da gene bu meslekte ve bu hâdise karşısında bulun saydı bambaşka hareket etmez miydi? Burada Süleymanı hakl bulmuyor mu sun? Necati hararetle cevab verdi: Her insanda yüksek duyguların kökleri bulunabilir; terbiye noksanı de mek, bir bakıma, insanm fena ihtiraslannı bastırarak bunlann üzerine iyilerinin hakimiyetini tesis etmekten âciz kalması demek değil midir? Fakat ben de bu adamı yalnız terbiye noksanile izah etmi yorum. Terbiye de zaten bir bakıma cemiyet hâdisesidir. B' adamm ahlâkî muvazenesizliğinde de, elbette, cemiyetin parmağı vardır. Sen düsünüyorsun: Bu parmağın mahiyeti nedir? İktısadî oldu ğunu görüyorsun. Çünkü bu adam aç kalmaktan korkmasa ne kuvvetliye karşı dalkavuk, ne de âcize karşı küstah olur, değil mi? Bir bakıma, evet. «Bir başıma kalsam şehi devranr kul olmam Viran olası hanede evlâdü ayal var.» Doğru. Fakat yalnız bundan ibaret mi? Düşün bir kere: Bu adam âmirlerine karşı itaatinde daha mutedil ve haysiyet sahibi olsa ne kaybeder? Meselâ bize o küstahlığı yaptıktan bir dakika sonra o zillete düş Yeni îngiliz Krah Londrada Bukinkham sarayına taşınır taşınmaz Britanya tahtının Velıahdi on yaşındaki küçük prenses Elizabet sarayın büyük bahçe sinden kendisine hususî bir yer aynlmasını babasından rica etmişti. Küçük Prenses burayı kendi elile işliyecek, çiçekleıini yetiştirecektir. Çiçek sevgisi ve umumiyetle bahçivanlık İngilizlerin eski an'anelerindendir. Küçük Veliahd babasına yap;!gı bu rica ile millî hissiyata tercüman olmuştur. Tetevvüc merasimi lngiltereyi uçsuz bucaksız bir çiçek bahçesi haline koya caktır. Başka yerlerde sevinc ve heyecan; türkülerle, çalgılarla, oyunlar ve şenliklerle izhar edilir. îngiliz ise, ağzma pi posunu takıp, kendi yetiştirdiği çiçeklerin, ağaçlarm, ormanlann karşısına geçıp seyretmeği sever ve onlarla tefahur eder. îngiliz mahçeleri bütün dünyada şöhret kazanmışlardır. Salorfları, sofraları çiçek ve yeşilliklerle süslemekfe îngilizin eşi yoktur. Bunun en karekteristik delili bahçe eğlencesi olan gardenpartinin în giliz icadı olmasıdır. Bütün îngilizler amatör çiçekçidirler. Fakat İngilterenin profesyonel çiçekçileri de pek meshurdur. Bunlann en ileri gelenlerinden bir grup iki aydanberi Kraliçenin tetevvüc günü elınde tutacağı çi çekleri yetiştirmekle meşguldiirler. Te tevvüç büketi kırmızı karanfiller, beyaz güller ve mavi zambaklardan yapıla caktır. Kırmızı, beyaz ve lâciverd İngilizlerin millî renkleridir. Tetevvüc günü elinde tutacağı bu büketten başka Kraliçeye «namuslu îngi'iz bahçivanlan birliği» kulübü tarafından daha kücük bir büket takdim edilecektir. Kırmızı Riçmod ve Krauford beyaz güllerinden mürekkeb olacak buket remzî bir manayı ifade etmektedir. Uzun süren «İki gül» muharebesinden sonra kırmızılar ile beyazların birleşıp îngiliz millî birliğinin tahakkukuna işarettir. Ana Kraliçe Meri'ye de çok sevdiği açık kırmızı renkli karanfillerden mürekmeseydi, hemen aşağıdan almasaydı, biraz daha vakur ve ciddî olsaydı memu riyetinden azil mi edilirdi? Hayır! Onun küstahlığı ve zilleti, onun ikiyüzlülüğü, onun günahkârlığı ve pişmanlığı, onun kendi içinde bir ahlâk muvazenesinden mahrum oluşu yalnız açlık endişesinden gelmiyor. Bu endişenin büyük tesirleri yok değildir. Fakat ne çıkar? Başka bir memlekette onun aldığ maaşı alan başka bir zabıta memuru niçin onun kadar zelil değil? Ayni iktısadî şartlar orada başka, burada başka insanlar yaratıyor. Çünkü millî şartlar orada başka, burada başka. Bu başkalık nedir? Işte bugünün tarihini yazacak adamın herşeyden evvel bilmesi lâzım gelen şey. Nedir bu başkalık? Bizde umumî bir ahlâk bozgunu va»\ Bu anarşiyi zaptedecek olan ideal yıkılmıya başlamıştır. Türkiyenin yaşıyacağına inanmıyan bir Türkün kaç türlü ahlâkî olabilir? Ya herşeyden geçen bedbin ve abus olur: Mektebdeki hayvanat muallimi Hüsnü Bey gibi; ya entrikalarla, sefil ikiyüzlü politikalarla yalnız nefsinin selâmetini arar: Celâl gibi, bu merkez memuru gibi; yahud da millet camialan dışında beşerî ideallere sarılır: Süleyman gibi. Rusyadaki hareket te Çarlıkla bera ber yıkılan bir idealin sarsıntısmdan doğdu. Osmanlı saltanatı da bir inkıraz buhranı geçiriyor. Bu memur ve onun bütün keb hakikaten çok güzel bir büket takdim edilecektir. Ana Kraliçe 1911 denberı tetevvücünün her yıldönümünde bahçivan birliği tarafından takdim edilen bu büketi masasının üzerinden eksik etme miştir. Londra ve civarınm umumî bahçelerinden ve şehrin karanlık ev avlulanndan tutunuz da büyük arazi sahiblerinin büyük bahçelerine varıncıya kadar îngilterenin her tarafında ve her köşesindeki bahçelerde bu sene îngiliz bayrağınm renklerini gösteren çiçekleri yetiştirme yanşı vardır. Tetevvüç resminin çiçek ayı bulunan mayısa tesadüf etmesi Îngiliz bahçivanlarını çok memnun etmiştir. Bahçelerinde parterlerinde kırmızı lâle, beyaz zambak, lâciverd unutmabeni yetiştirmeleri zor birşey olmıyacaktır. Bahçivanlık İngilizlerin, kriket, golf, tenis gibi millî iptilâlanndan birisidir. Kralıçenın tetevvüc günü giyeceği elbise için hazırlanan binlerce modeller içinde üzerinde îngiliz dominyonlarının remzi olan muhtelif çiçek motifleri bulunan elbise tercih edilmiştir. Tetevvüc günlerinde açılacak birçok sergiler arasında îngiltere împaratorlu ğunun her tarafından getirilen çiçeklerle dolu büyük bir çiçek sergisi de vardır. Tetevvüc günlerinde koca Londra bir çiçek büketi halini alacaktır. Caddeler, resmî daireler, büyük ticarethaneler baş tanbaşa çiçeklerle donatılacak, çiçeklerle süslenmemiş bir tek vitrin kalmıyacaktır. Bu kadar çalışmalarına rağmen Îngiliz çiçekçilerinin en büyük endişesi ahalinin çiçek ihtiyacmı tatmin edememektir. Bazı Nezaretler binalarını bir nevi çiçekle süslemeğe karar vermişlerdir. Meselâ: Sıhhat Nezareti binası baştanbaşa gül ağacile süslenecek, belediye kırmızı ve beyaz çiçeklerle donanacak, Bahriye Nezareti binası gül ağacı ve lâciverd ortanca ile tezyin edilecek ilâ... İngilterede bu sene çiçekçiliğin ne halde bulunduğunu anlamak ister misiniz? Geçen seneler işsiz kalan binlerce çiçekçilik işçilerinden bu sene çahşmıyan bir tek adam yoktur. Hammer, bu son ciimle ile tarihî bir sahneye telmih ediyor. Malum olduğu üzere Ayasofya bugünkü şeklile Milâdm 537 nci yılında ve birincikânun ayınm yirmi yedinci gününde bitirildi. Bizans Imparatoru Justınien o gün, gayet güzel atlar koşulu bir arabaya binerek büyük saraydan debdebeli bir alayla çıktı, mabedın sonraları kral kapısı adını alan büyük kapısı önüne gelince Patrik Menas tarafından istikbal olundu, uzun bir lâhza muhteşem mabede baktıktan sonra feveran haline gelen bir gurur, bir sevinc ve bir heyecanla mihraba doğru atıldı, ellerini göke kaldırdı, «Allaha hamdolsun ki beni böyle bir eseri ikmale lâyık gördü. Ey Süleyman. İşte ben seni geçtim, sana galebe ettim» diye bağırdı. Hammer bu hâdiseye telmih ederken Ayasofyanın Kudüsteki Süleyman mabedinden üstün olduğunu kapahca ve mimar Sınan Süleymanıyesınin Ayasofyadan birçok sebeblerle güzel bulunduğunu ise açıkça söylüyor. İşte benim, dikkate değer bulduğum nokta, Hammerin bu itirafıdır. Türklüğün her faziletini inkâr etmeği milliyet borcu sayan ünlü tarihçi Süle>maniyenin azameti önünde iradesini kaybediyor, hıncını unutuyor ve Türklüğün hakkını veriyor. Bu hak, Türklüğün bilek kuvveti kadar irfan kuvvetine de istinad ederek yaşamış olması hakikati, kısmen cehalet ve kısmen garezkârlık yüzünden asırlardanberi inkâr olunmak istenilmiştir. Hammer, bu fikirlerin ilki veya sonu değildir, belki uzun bir zincirin iri bir halkası vaziyetindedir. Fakat o zincirde yer alan bütün garezkârlar, bütün müfteriler de Süleymaniyenin önünde gene Hammer gibi kendilerini kaybederek Türkün medenî kabiliyetlerindeki yüksekliği itiraf etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Hiçbir frenk tarihçisi yoktur ki Süleymaniyeyi görüp te Ayasofyayı yapan Trakyalı Antemyos'u, Miletli îzidor'u unutmasın ve mimar Sinanın vakur hatırası önünde eğilmesin. İ Cumhuriyetin edebî tefrikası: 45 BİZ İNSANLAR = Yazan: Peyami Safa Mimar Sinan, şüphe yok ki, Türk mimarlığınm kurucusu değildir ve o mimarlığın bütün şerefini kendi üzerinde toplamamıştır. Fakat şurası da muhakkaktır âmirleri neye ve kime inanıyorlar? Padi ki Türk mimarisi Sinanın şahsında kemal zirvesini buldu ve onun ölmesile mimarşaha mı? Hayır! Ne împaratorluğa, ne Iığımız kademe kademe alçaldı. millete... Birinden birine insanlar bir vaŞimdi biz, gene mimarlardan ayni zirtandaş haysiyeti gözeteceklerdir. Para veye yükseliş bekliyoruz. Sinanı her yıl diyorsun. O Fransız bayrağı çeken yalıdaki kadm aç mı? Aç kalmak korkusu anısımızın sebebi de ancak budur, bu divar mı? Fakat onun geçirdiği buhran ne leği tebarüz ettirmekten ibarettir. dir? Neden uşağma «vahşî Türk!» diye saldırmıştır? Onun zebunküşlüğü ve küstahlığı açlık korkusundan mı? Hayır! O da büvük bir inanma buhranı geçiriyor. Süleymanm bir başka türlüsüdür. Süleyman sınıf ihtüâline ve o kadm da Avrupa medeniyetine, hatta Avrupa emper yalizmine sarılmak istiyor. Bu kadına sorarsan bütün felâketlerimizin sebebi ka dmlarm tesettürüdür, bizde kaçgöç olmasıdır; Avrupaya esir olalım, zararı yok, tek Pierre Loti'nin Desenchentee'leri kurtulsunlar. Çok tuhaftır ki bu kafalar «Hürriyet ve îtilâf» softalarile ayni politika çemberi içinde kalmışlardır. İngiliz Muhibler cemiyeti azaları arasında öy leleri vardır ki, akide olarak birbirlerine Vahidettin ve Mustafa Kemal ihtilâfı derecesinde düşmandırlar. Tarihin öyle bir devresindeyiz ki iktısadî dava belki en sonda geliyor. Orhan durdu: Korkunc bir devre! dedi. (.Arkast var) Caddede, hiç birşey konuşmadan, e peyce yürüdüler. Kalabahğın seyrekleştiği bir noktada Necati mırıldandı: Kız, neydi adı, Vedia değil mi?öteki kadınm telefon etmesine mâni ol malıydı. Orhan cevab vermedi. Madam Sofi nin onları herhangi bir tahkikatın sıkıntı sından kurtarmak için kolonele telefon etmeğe lüzum görmesi ve Vedianın da buna razı olmasından ziyade Orhanı düşündüren şey merkez memuruydu. Ayı boğan îbrahim! lâkabını hem bir şeref, hem de bir tehdid gibi haykırmıştı. Buna bir terbiye meselesi diyip geçilebilir; fakat herifin telefonl. emir aldıktan sonra küstahlığın zirvesinden, birdenbire zilletin eteklerine de yuvarlanışı, kendi şahsına aid bir ahlâk veya seciye düşkünlü ğünden ziyade bir cemiyet vak'asına benziyordu. Orhan biliyordu ki de\rrinin bir çok asayiş memurları bu Tayfur ve bu Ayıboğan îbrahim gibi zebunküştürler; biraz iğilene tekme atmak ve biraz yukandan alana yalvararak eteğine sanl mak onlarda müşterek bir mizac haline gelmiştir. Kendilerinden kuvvetlı olana karşı ziyan ettikleri gururu daha zayıfların izzetinefsini yağma ederek telâfiye çahşırlar. Niçin? Korkarlar. Aç kalmaktan korkarlar. Etek öpmeleri bundandır, kendilerinden daha aşağılara etek öptürmek istemeleri de bundandır. Açlık korkusu. Gel de Süleymana hak verme. Necati de buradaki iktısadî amili kabul etmiyecek mi? Sordu: Merkez memuruna ne dersin? Necati birdenbire durdu: Iğrenc! dedi ve yürüdü. Onun kuvvet önünde iğilmesine ve köpekleşmesine ne dersin? Bu bir şahsî ahlâk. terbiye. mizar meselesi mi? Sonradan gördük: Bu adamda yüksek duygular yok değil. Pişmanlığında samimiydi. Ter döktü. Ağlıyacaktı. Hayır! Bu hoyratlık ve zebunküşlük onun ruhundan M. TURHAN TAN Bursa muhabirimizin nikâh merasimi Bursa muhabirimiz Musa Ataşla Bayan Şefikanın nıkâh merasimi evvelki gün Bursa Belediye Nikâh salonunda her iki tarafın aileleri huzurile yapıl mıştır. Merasimin şahidliklerini Bursa gazetecilerinden Rıza Tücer ile Derviş Edesen yapmışlardır. Arkadaşımızla refikasını tebrik eder, sonsuz saadetler temenni ederiz. Koçhisarda faydalı yağmurlar Koçhisar (Hususî) Burada aym üçündenberi devam eden yağmur gün lerdenberi intizar eden halkı sevinc içinde bırakmıştır. Kazanm bazı mın takasına mühim mıktarda kar yağmış tır. 23 Nisan Çocuk Haftasının baslangıcıdır.