19 Mart 1937 CUMHURİYET Anadoluda Bir askerimizi San'at tetlcikleri çiğniyen vatman Windsor Dükü Londraya dönerse eski sarayında oturacak 22 mayısta Viyanada evlenecek olan eski Krala, Veliahdliği zamanındaki hizmetlerine mükâfat olarak toptan para verilmek isteniyor Rakamlar arasmda ehir Meclisi, içinde bulunduğumuz yıl bütçesini kalem kalem gözden geçirdi, rakam rakam inceledi ve topyekun kabul etti. Bu netice, keseyi açmak, hayırlı işler uğruna bol bol para saçmak manasmı tazammun ettiği için sevinmeğe değer ve bize de candan, yürekten «kutlu olsun» demek düşer. Fakat bütçede; hesab melekesi, hesab bilgisi kara cümleden ileri gitmiyenleri, hele bütçe inceliklerini kavramaktan âciz olanlan düşündürecek rakamlar da yok değil. Meselâ Konservatuarın 48,881 lira geliri ve 48,881 lira gideri olması gibi!.. Bu hoş sesli müessesenın masrafı, diyelim ki, muayyendir. İradı nasıl yuvarlak bir hesabla tayin olunabiliyor?.. Zannımda aldanmıyorsam Konservatua nn ne dükkânı, ne de apartımanı vardır. Sabit bir gelir temin edecek kaynaklan da yoktur. Ancak arasıra tertib olunan konserlerle biraz irad elde edilıyor. Böyle seyyal denilebılecek cezirli, medh bir gelirin müessese masrafını santımi santimine karşılıyacağını tasavvur etmek, bilmem ki, ne dereceye kadar doğrudur! Ya Mezbahanın 1,667,000 lira irada karşı gene 1,667,000 lira masrafa bağlanması?.. Eğer haberde veya tertıbde yanlışlık yoksa Mezbahanın yüz binlerce lira kurban eden bir müessese olduğuna inanmak lâzım gelecek!.. Biz, daha düne kadar Mezbahanın Belediyeye bol irad temın ettiğini sanıyorduk. Meğer o, bir yandan alıp bir yandan sarfediyor ve Halic kıyılarmın havasmı ifsad etmekten başka birşeye yaramıyormuş. Diyarbekir Kalesi AMÎD YOLUNDA 23 Dün cürmü meşhud mahkemesinde bir sene hapse mahkum oldu Evvelki akşam Harbiyede vuku bulan ve bir askeri mizin ölümile neti celenen feci tram vay kazasının mesulü olan vatman, dün cürmü meşhud dördüncü asliye mah kemesine sevkedil miş ve muhakemesi Mahkum olan ikmal edilerek bir vcıtman Hüseyîn sene hapse ve 30 lira para cezasına mahkum olmuştur. Sorguya çekilen vatman Hüseyin, askerin beklenmiyen bir yerden ansızın çıktığını, bu kazanın mevkiin hususiyeti yüzünden vukua geldiğini, bundan çok müteessir bulunduğunu söylemiştir. Bundan sonra şahid olarak sırasıîe Şişli nahiye müdürü Hulusi, Antero, komiser Nazmi, Cemil ve Ramazan, polis Niyazi, Zeki, Ahmed ve Osman, temizlik kontrol memuru İsmail, biletçi Rüş tü, İhtiyat Zabit mektebi talebelerinden Altay, Kemal, Şem'i ve Sıtkı dinlenmişlerdir. Biletçi Rüştü, tehlike zili çaldığı halde tramvayın durdurulmadığmı söylemiş, İhtiyat Zabit mektebi talebesinden Al tay da kazayı görür görmez vatmana (dur) diye bağırdıklarını ve vatmanın bu sırada hareket etmediğini söylemiştir. Diğer talebe Kemal ise hâdıseyi görür görmez, askeri, tekerleklerin altından kurtarmağa teşebbüs ettiğini, fakat tramvayın durmaması yüzünden buna muvaffak olamadığmı, tramvayın, askeri 30 adım kadar sürüklediğini bildirmiştir. Iddia makamı da maznunun cezalandırılmasını taleb etmiştir. Neticede vatman Hüseyin; dikkatsizIık ve tedbırsizlıkle ölüme sebebiyet vermek suçundan bir sene hapse ve 30 lira ağır para cezasına mahkum olmuş ve tevkif edilmiştir. tarafından kurulmuş olduğu hâlâ kat'î olarak tesbit edılmemiştir. Nisbeten yakmlara aid bazı kayıdlar var. Meselâ: Hicretin ondokuzuncu yılında (M.640) Arablardan Ganemoğlu İyaz tarafından Bizanslılardan alınmış olan Amid kalesi 358 sene sonra Türklere geçmiş. Selçuk hükümdarlanndan Alp Aslanm Suriye şehrine giderken oradan geçmesi ve kendisini hediyelerle istikbale çıkan kale muhafızı Arab kumandanının huzurunda Alp Aslanm kalenin duvarına elini sür dükten sonra göğsüne sürmesi çok manidardır ki bu hâdiseden birkaç sene sonra da ( H . 477) 1084 te kale Türkler ta rafından zaptedilmiştir. Divaribekir K&lesı VE Abideleri Diyartekir surlarüe şehir içindeki eserleri gösterir kroki Amide doğru [•] 25/1/936 Malatyadan kalkan trenimiz saat yirmi sularında bizi Elâzize bıraktı, burada birkaç saat vakit geçirerek sabaha karşı ayn bir katarla Diyarbekire doğru tekrar yol almağa başladık. Elâziz tetkikatını dönüşe sakladığım için ben bu muvakkat mahrumiyete katlanarak ayrılmıştım. Şimdi Gölcük kenarındayız, bu güzel gölü cenub sahilinden, tulî istikametince takib ederek Ergani madenine doğru yol almaktayız, adeta enginleşmek istiyen, mavi bir suyun muhteriz ve yumuşak dalgalarile yaladığı sahil volkanik ve haşm bir arazinin orijinal güzellikleri ve değişikliklerile süslenmiş, trenimiz bati ve ihtiyatlı ilerilemekte... Bu betaetin muvakkat sebebleri varmış ki birkaç ay sonra zail olarak katarlar normal süratile gidip geleceklermiş.. Fevzipaşadan Diyarbekire kadar pek yeni olan bu hat Cumhuriyet idaresinin yarattığı şaheserlerden birisidir, Cumhuriyet nafıasının bilfarz başka hiçbir icraâtı olmasa da bu hatla tarihe bir mefharet sahifesi açmış denebilir.. Trendeki yolcular arasmda bu hatta çalışanların 'kıymetli elemanlarından olduğunu anladığım bir mühendis arkadaştan aldığım malumata göre Fevzipaşadan Diyerbekire kadar birkaç saatlık yolda tamam yetmiş iki tünel açılmış... Tabiî buna yakm da köprüler sayılmakta... Binbir heyecan altmda yerinde dura maz bir halde pencereden pencereye koşuyorum. Trenimiz bir tünelden çıkıyor, bir köprüye atılıyor, biraz sonra diğer bir tünele dalıyoruz. Köprüler içinde büyükleri küçükleri olduğu gıbi pek yükseklen de var... Altımızdan geçen irili ufaklı ırmakların bu haşin vadilerde köpüre köpüre akışmda munis ve muti bir tezad var... Tabiati yağız yüzlü bir yeniçerinin alnında büklümlerinı çözen eşinin saç ları gibi... Bu ağacsız, ve yeşilliksiz ve tabiatin en sert ve haşin maceralanna sahne olmuş susuz topraklarda, bu ırmaklar birer şefkat ve nüvaziş sembolü gıbi akıyorlar.. Bakır madenlerinin pek ciddî tesisatı îstasyondaki faaliyetten ve civarda kor kunc yamaclara medeniyetin birer ta hakküm kelepçesi gibi sanlmış yollardan belli... Bufcünellerden,bu köprülerden hulâsa bütün gördüklerimden aldığım intıbalar da bitaraf değilim, bunlann hepsi birden millî gururumu kamçılamaktalar.. Cumhuriyet idaresinin Türk mühendisine, Türk işçisine Türk parasile başarttığı bu yüce işler Türk enerjisinin, Türk zekâsının hulâsa Türk gücünün ne yaman şey olduğunu haykınyor ya... Işte beni saa dete erdiren bu ses ve bu sesin ifadesi oluyor ki ben bu saadetin bir nebzesini dahi naçiz kalemimle ifadeye muktedir değilim.. Onu niçin kekelemelerimle karilerimi yormaktansa işin en doğrusunu yapacak yurddaşımın buraları kendi gözile görmesini tavsiye edeceğim, tavsiyem herkesedir, kitablan arasında gömülmüş alimlerimizden, mekteb tatillerini nasıl geeçireceklerini düşünen çocuklarımıza, senede bir aylık mezuniyetlerini nasıl geçireceklerini tasarlıyan memurlarımıza, en samimî tavsiyem budur. Cumhuriyetin muazzam millî başanlarını gitsinler de yaratıldığı gündenberi yetim ve metruk kalmış bu topraklarda görsünler, göğüsleri iftiharla kabaracak ve işin samimiyetine b'lçü bulamıyacaklardır. * * • Saat on altıdan sonra yolumuz düz bir ovaya düştü. Diyarbekire, bu tarihî Amid şehrine yaklaşıyoruz, biraz sonra arayan gözler Amid surlarını görmeğe ve yekdiğerine göstermeğe başladılar.. Yaklaşıyoruz, nihayet surları vüzuhla görmeğe başladık. Diyarbekir surlarının bir seyyaha uzaktan yaptığı tesir çok kuvvetlidir. Hele trenden inip te araba ile burclara doğru yürüdüğüm vakit, ninemin efsaneler diyarindan bana sunduğu tarihî hikâyeler: Kan kaleleri, Hayber kaleleri ve Hazreti Alinin kale kapısını bir elıle koparıp küffar ordusuna atarak yüz binlercesini helâk ettiği... Işte bu hikâyelerin çocukluk ruhumdaki azamet ve dehşeti hep birden hislerime hücum etri... Benim ne mimarlığım, ne de san'at aşinalığım, hepsi birden silinmiş, ninemin dizinde, onun gözleri içine bakarak sarsıldığım dakikalan aynen yaşıyorum.. Meğerse ana ve nine kucağındaki telkin kudreti ne ya man şeymiş?.. Bunun içindir ki son bu luşlarda cemiyet herşeyden evvel kül türlü, şuurlu analar istiyor... Evet, evvelâ ana... Sonra mekteb.. Fort Belvedere şatosu Dün şehrimize gelen Daily Mail gazetesinin hususî muhabiri yazıyor: Yüksek salâhiyet sahibi bir mahfilden aldığım malumata göre kat'î olarak beyan edebilirim ki sabık Kral Sekizinci Edvarda aid Fort Belvedere şatosunun olduğu gibi ve kardeşinin bir zaman sonra gelip ikametine tahsis olunmak muhafazası şimdiki Kral tarafından emrolunmuştur. Şatodaki eşya hâlâ Windsor sarayında saklanıyor. Windsor Dükü Ingiltereye avdet ettiği takdirde Belvedere şatosunda ikamet edecektir. Diğer taraftan Düke saray tahsisatmdan verilecek maaş hakkında açık mü nakaşadan mümkün olduğu takdirde hükumet içtinab etmekle beraber bu meseleyi müzakere için seçilen komite azasından M. Lloyd George ve M. Winston Churchille, Gal Prensi bulunduğu müddetçe yaptığı hizmetlere mukabil Düke senevî 25 bin Ingiliz lirası tahsisat verilmesi hususunda nüfuzlarını istimal ede ceklerdir. Bundan başka Düke aynca toptan bir meblâğ itası da mevzuu bahistir. Sabık Kral 22 mayısta evlenecek Saray kazası Memurin Teavün Sandığı Amid surlarının tarihinde kimler gö riilmüyor ki.. İslamlann ve Türklerin en ünlü hükümdarlan, kumandanları buralarda macera yaşamışlar, Harunerre şidler, Salâhaddini Eyyubiler, Timurlar, Uzun Hasanlar, Şah İsmaili Safeviler, hep bu surlar önünde savaşmışlar, vuruşmuşlardır.. Nihayet (H.920) 1414 te gene bir Türk hükümdarı, Osmanoğullarından Yavuz Selimin Çaldıran dönü şünde bu kale gene Türklere geçmiş ve o gündenberi burası bir daha Türk elinDiyarbekir kaleleri hakikaten bu ef den çıkmamıştır. Mimar: sanelere kaynak olan kalelerden birisidir, SEDAD ÇETİNTAŞ tarihin hangi devrimk ve hangi kavim Biliyorsun ki benim dışanda, seksen tarakta bezim var. O işleri bitirmeden kendimi mektebe vakfedemem. Zaten bu işin kedi ne, budu ne? Açıkları zor kapatıyoruz. Benim cebime senin aylığın kadar bile para kalmıyor. Fakat nedir işte, bizim aile burada, mektebin kazanmdan geçiniyor. Şimdilik bir iş te kurmuşuz, hemen bozmıyalım, yürütelim diyoruz. Fakat iptidaî ktsmınm açığı genişliyor. Talebe azalıyor. Celâle sorarsan kabahat sende. Neyse, münakaşa etmıyelım. Ben Celâli de bilirim, merak etme. Saman altından su yürütür o. Ama ne yaparsın? Bak vaziyeti sana ahbabca anlattım. Yalanım varsa kahrolayım. Sen benim yerimde ol da bir karar ver. Odadan içeriye Celâl gırmişti. Müdür ona iki üç adımdan fazla attırmadan: Azıcık bizi yalnız bırak! diye bağırdı. Ve Celâl çıkınca Orhanın yüzüne baktı, güldü: Şimdi kudurur o! dedı, seni çekemiyor hiç! Rakib olarak bir senden korkuyor. Akhmdan geçmedi değil hani... İkinci müdürlüğü sana vermek... Fakat nazariyecisin kardeşim. Ne dersen de. Celâl kadar becerikli, açıkçası, dalavereci değilsin. Benim idare zihniyetim de budur: Alinin külahını Veliye, Velinin Külahını Aliye giydirerek işleri yürüt Diğer taraftan Daily Express'in yazdığına göre Windsor Dükünün Madam •J* *n •!* • Simpson ile 22 mayısta Viyanada evleŞehrimiz bütçesindeki bu rakamlar banecekleri kat'î olarak takarrür etmiş bu na bir hesab oyununu hatırlattı: Ispanya lunmaktadır. diktatörlerinden biri Maliye Nazırile üç Kral olduğu zamanlar kendisine hu arkadaşını yanına alarak bir gece eğlensusî kâtiblik vazifesini ifa eden Sir God tisine çıkar. Yanında Nazır var ya, para frey Homas dün Londradan gelerek Dük meselesini düşünmez. Fakat mükellef bir ile Viyanada ve Ingiliz sefirinin hazır kazinoya girilince aklı başına gelir, Nabulunduğu bir mecliste uzun uzadıya ko zıra sorar: nuşmuştur. Kaç lira var yamnızda? Söylendiğine göre Kral George izdi Yirmi? vac merasiminin tac giyme merasiminden Beş kişiye yeter mi bu para? sonraya tehirini rica etmiş ve Windsor Her birimize on üçer lira düştüğüDükü de, ailei Kralinin evlenme mera ne göre çok bile gelir! siminde hazır bulunmaları şartma talikan Diktatör, beş adama on üçer, on üçer bu ricayı kabul etmiştir. taksim olunacağı söylenilen bu yirmi lirayı havslasına sığdıramaz: Bu, der, nasıl hesab? Maliye Nazırı, koynundan bir kâğıd çıkarır, kalemi eline alır, sıra ile beş tane (13) rakamı yazar ve hesab kaidesine göre ilkin beş tane üçü toplar ve «15 değil mi» diye sorup «evet» cevabını aldıktan sonra birlerin sıralandığı haneye geçer, 16, 17, 18, 19, 20» diyerek işin içinden çıkar! Beledıye muhasebesince bütçeye konulan Konservatuar iradile Mezbahanın masrafı da, lâtifeye cevaz varsa, buna benziyor. M. TURHAN TAN Lindberg'in seyahati Saray (Hususî) Kazamızda iki senedir faaliyette bulunan Memurin Teavün ve Tasarruf sandığının senelik toplantısı yapılmış ve hesab görüşmeleri arasmda sermayenin bin beş yüz lirayı bulduğu memnuniyetle görülmüştür. Bu teşekkül bir taraftan sırf mek. Bu memlekette başka türlü sökmez. Yürümez başka türlü, birader. Bak meselâ bir mesele olsun, mektebin içmde, tarzı hallini bir sana sorayım, bir de Celâle... En makul, mantıkî, akilâne çareyi sen söylersin; en münasebetsiz görünen, fakat en kestirme çareyi de Celâl söyler. Onunki doğrudur, be Orhan, inan buna!... Çünkü pratiktir. Makul başka, pratik başka... Sana bir misal bulayım amma aklıma gelmiyor, şimdi... Birkaç kere böyle şeyler olduydu... Dur bakayım... Biraz düşündükten sonra bağırdı: H a h ! dedi, bak meselâ, o tabanca vak'ası.. Hani büyüklerden Kavak Ahmed mektebe gizlice bir tabanca getirmişti. Birkaç arkadaş mektebin korusuna çıkarak ağaclara nişan alır, patlatırlar. Polis mektebe gelip silâh seslerini tahkik etmek istedi. Ben sana da, Celâle de reylerinizi sordum. Sen bermutad gayet akilâne şu cevabı verdin: «Talebeyi polise teslim etmek doğru değildir. Bir disiplın vak'ası mektebin içinde halledılmelidir. Polise söylenecek şey, koruda, muallimlerin nezareti altında atış talimleri yapıldığı tarzında birşeydir. Yarın bu çocuklar askerî vazifelerini yapacaklar dır. Terbiyei bedeniye muallimleri arada memur ve muallimlerden ibaret bulunan hissedarlarının anî ihtiyadarmı karşılamakta, bir taraftan da azasına tasarrufun zevkini tattırmaktadır. Gönderdiğim resim, senelik toplantıda bulunanları bir arada göstermektedir. bir atış dersleri veriyor. Fakat kurşunsuz endahttır, fılân diyelim.» dedin. Biraz makul ama polis belki maarife yazar, müfettiş gelir, tahkikat, tetkikat... uzun hikâye; fakat müdafaa makul. Ha... bir de şöyle demiştin: «Bizde zaten asker muallimler de var. Onların nezareti altında...» diye makul bir yalan! Ama, gelgelelim, Celâl ne dedi? Güldü: «Yok canım, dedi, polis bu silâhı talebenin attığını ne bilecek? Korunun kapısı açık. Giren çıkan belli değil. Silâhı talebe atmamıştır, der, çıkarız. Neyle ispat edecekler?» İşte en kestirmesi, azizim. Anladın ya... Şimdi ben mektebi böyle bir adama daha kolay teslim ederim. Sana gelince... lâfı uzatmıyalım... sen gene mektebde kal istersen, birader. Fakat iki şartla: Maaşınm yarısını feda edersin. Çünkü biz mecburuz tasarruf yapmağa; Sabri Efendiyi de çıkaracağız. Ondan Farisî dersleri de boş kalıyor. Senin acemcen kuvvetli mi? Herhalde birşeyler becerirsin. Lugate bakarsın, edersin, yürütürsün. Bu dersleri de sen al. İkinci şart: Celâlle hoş geçinmektir. Bunun sırrı iki üç kelimedir be yahu: «Hay hay, çok doğru muvafık, başüstüne!» dedın mı, olur biter... Yapamazsan devletle... Arada bir bizi unutmazsm. Belki bir ders açılır, sana ihtiyacımız olur. Anladın mı, Amerikalı tayyareci Lindberg'le karısmm bugün şehrimize muvasalatları beklenmektedir. Amerikalı tayyarecinin saat kaçta Yeşilköye geleceği dün akşam geç vakte kadar malum değildi. Miralay Lindberg'ın bugün öğleden sonra şehrimize gelerek, bir müddet istirahat ettikten sonra derhal Sofyaya hareket edeceğı anlaşılmıştır. Orhan Beyciğim. Bak seninle açık ko nuştum. Orhan ayağa kalktı ve bir müddet hiç bir hareket yapmadı. Sonradan pişman olacağı bir kararın mes'uliyetinden ileride bütün benliğine değilse bile, muhakemesine beraet kazandırmak ihtiyacile, içine doğacak ilk arzuyu bekliyordu. Ona göre, hiç düşünmeden, istifada ya ısrar edecek veya karanndan dönecekti. Birdenbire elini uzattı: Teşekkür ederim, dedı, açık konuştuğunuz daha iyi oldu. Fakat ben yarm sabah mektebder ayrılacağım. Cumhuriyetin edebî tefrikası: 22 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa lar... neyse birader, pekâlâ. Tahsin kalır. Sana gelince... Müdür, her zamanki baştan savma üslubile, bütün ihtilâfları uzlaşma yohle değil, münakaşasız kapatarak halleden pişkin bir oportünist edasile söylüyordu. Her sözünün altında: «Adam sende, aldırma, yok canım, velev öyle olsa da, geç be, vızgelir, Allah Allah, bak bu biraz doğru, kimin umurunda? Eh, belki! Bu da geçer yahu!» tarzında, halk sajesine aid mülâhazalar gizli imiş gibi, ayni seriden olduğu için birinden ötekine çabuk geçen ve çabuk teessüs eden gevşek ve Iâübali pozlann rahatlığı içinde idi. Yalnız, «sana gelince...» der demez toplandı, kaşlarını çattı ve biraz düşündükten sonra: Yalan değil, dedi, ben bu mektebi Celâle teslim etmişim. Şimdilik ondan iyi vekâlet eden yok. O da iki kişiden şikâyetçi: Sabri Efendi bir, sen iki. Haklı mı, haksız mı, ben bunu düşünmem, birader. Idareyi ona teslim etmişim. Sana hak verirsem bu sefer onunla ben uğraşmalıyım. Söz aramızda, ben senin bu kadar hatib olduğunu da bılmiyordum be hazret? Sana biz lise kısmmda ders verme liymişiz ama hata etmişiz. Şimdi kadroları hallac pamuğu gibi atıyoruz. Parlak söylüyorsun be arkadaş! Bazılan da doğru! Köy o Tahsini çok tutuyor. Mektebe meccanen alayım diye bana belki on kışi gelip gitti. Bir çocuğa verilen ehemmiyete ben şaşmış kalmiştım doğrusu. O kayıkçı Mustafa hâdisesini de bilmiyordum. Demin Fazlı Bey burada idi de o anlattı. Münasebetsizlik. Ben o Halim Beyin kansını da iki defadan fazla görmedim. Pek öyle mendebur bir kadma benzemiyordu. Neyse, şimdi bir bardak suda fırtına çıkaracak değiliz a... Geçmiş, gitmiş... Tahsine dokunmayız. Bak sana açık söyleyim, sen onu bu kadar hararetle müdafaa etmeseydin ben kovacaktım. Fakat dün gece yatakhanede ağlamış filfin da... çocuklar acımışlar... üçüncü sınıftan bana bir heyet te geldi. Sana haber vermeden gelmişler... vaziyeti anlıyor Son derste üçüncü sınıfa girdi. Kendisi defteri imzalarken, çocukların da ilk hazırhk dakikaları içinde, sıraların gözlerini açıp kapıyarak, birbirlerile konuşarak, teneffüs hürriyetini dersin ilk dakikalarında uzatmalarına müsaade etmek âdetiydi. Bu mühlet bittikten sonra başını defterden yukarı kaldırır, gözlerini yan kapar, gürültü kesilinciye kadar uyur gibi durarak hiç kımıldamazdı. Gözka paklarını kaldırması için sessizliğin yerleşmesi lâzımdı. İArkast oar)