CUMHURİYET TÜRKCE BiLMıYEN TöRKLER! 4600 kişi 67 senelik bir cehd sonunda nihayet özdillerini öğrendiler Bu; Türkçe konuşmıyanlara güzel bir örnek olabilir On yaşındaki kızcağız acı acı gülüm süyor: Ben ninemle konuşamam... Neden?.. Dargın mısınız?.. Yoo... O, türkçe bilmez ki.. Ak saçları başörtüsüne sımsıkı sarılı, iki büklüm, yetmışlık nınenın, torununu göstererek söylediği karmakanşık rum cayı tercüme ediyorlar: Ben bununla konuşamıyorum.. Ve boynunu bükerek içini çekiyor: Ayıb. Çok ayıb amma ne yapa yım... Dilimi bilmiyorum ki.. Hakikat acıdır, derler. Fakat bunun kadar, hatta, çok acı hakikatler de pek azdır galiba. Düşünün ki; kurulduğu gündenberi, yüz yıllardır tertemiz kanına su katılmamış halis muhlis, südbesüt Türk olan bir yuvadayım ve bu yuvanın en yaşlısı olan nine bir kelime türkçe bilmediği için, lürkçeden başka dil bilmiyen torunile konuşamıyor. Bu çatının altında üç nesil yaşıyor: Yetmişlik büyük ana, kırkla otuz arasmdaki evlâdlar, ve onla yirmi arasında torunlar. îhtiyar türkçe bilmiyor. Orta yaşlılar Yanyadan getirdikleri rumcayı nineye tercümanlık etmek için kullanarak, türkçe konuşuyorlar. Ve küçükler türkçeden başka dil bil' miyorlar. Şimdi belki dilinizin ucuna gelmiştir: îyi amma... Nerededir bu garib aile? Istanbuldadır efendim, îstanbulda.. Haydarpaşadan trene atlayınca Pendikte inin, bakın orada bu evlerden kaç tanesini bulacaksmız. Onları tanıtırken peşinen söylemeliyim ki, bu işte hiç kimsenin kabahati, günahı yoktur. Biz, bu davada, sadece, tarihin izbe sinde yatan bir cesedin, Osmanlı împa ratorluğunun yakasına yapışarak hesab soracak vaziyetteyiz. Evet, şu İstanbuldaki türkçe bilmiyen Türklerin karşısmda da, suçlu, gene odur. Çünkü (memaliki mahrusei şahane) nin birçok vilâyetlerinde olduğu gibi Yanyada da Türklerin öz dillerini unutmalanna göz yuman, seyirci duran odur. Ninenin oğlu, Osmanlı idaresi alhndakı Yanyanm halini üç cümle ile anlatı yor: Hükumet idadisinde türkçe gibi bize rumca da okuturlardı. Resmî vilâyet gazetesinin yansı türkçe, yarısı rumca idi. Mahkemelerde türkçe gibi rumca da konuşulurdu. İşte böylece devam eden bir hükumet Yanyayı Yunanlılara bıraktıktan sonra, on beş senede bu idare altında kalan Yanya Türklerinden 4,600 nüfus, 18 temmuz 340 ta Pendiğe geldikleri zaman birdenbire öz yurdlanndan cüda düşmüş insanlar halinde şaşırmışlar, sonra Pendiği, dillerile bir Rum köyüne döndürmüşlerdi. Yıkılan bir saltanatm ne mal olduğunu anlamak için bu hikâyacik bile kâfi değil midir? Bu vaziyette Pendiğe yerleşen kar deşler, şaşkmlık devri geçer geçmez, derhal kendilerine gelmişler ve kendi kendilerine öz derdlerile çetin bir mücadeleye girişmişlerdir. « Evvelâ küçüklerimizi kurtarmagj düfündük ve onları mekteblere yerleştirdik. Arkasından evlerimizde türkçe konuşmağa başladık. Bilhassa yavrularımıza yabancı bir dil duyurmamak için kendimizi çok zorladık. Nihayet sokakta, çarşı pazarda, umumî yerlerde türkçe konuşmak mecburiyetini ileri sürdük. Meselâ aramızda kararlaştırdığımız veç hile, yanılıp ta türkçeden başka bir dille hitab edene, kim olursa olsun cevab vermedik. Ve nihayet bir müddet te ceza usulünü tatbık ettik.» Biri ilâve ediyor: Bu işte en büyük hizmeti gene bizden olan belediye reisimiz yapmıştır. Ve zannederim ilk cezayı da kendi elile gene kendisile eşine yüklemiştir. Netice? İşte meydanda. Bugün ortada kala kala, uzun yıllann esaretinden kendılerini kurtaramıyan birkaç bahtsız ihtiyar kalmıştır ki onların da vebali Osmanlı İm paratorluğunun boynundadır. Rumca bilmiyenin afallayıp kaldığı altı yedi sene evvelki Pendik çarşısını bilirim. Orada bir de bugün dolaştım. Konuşanlara kulak verdim, dükkânlara girdim, kahvelerde oturdum. Ve gördüm, anladım ki, burada esen bir hayırlı rüzgâr, yabancı ne varsa, çoktan silip götürmüş.. Şimdi, asıl neticeye gelebiliriz: Madem ki Pendikte, türkçeden başka dil konuşmağı âdet edinmiş 4,600 kişilik bir kütle, altı yedı sene içinde bu işi kendi kendine halletmiş bulunuyor. O halde türkçe konuşmalannı istediğimiz hatta kendilerinin de ayni şeyi istedıklerini söyliyen yurddaşlar, (Pendik) i bir örnek olarak gözönüne alamazlar mı? Bu işte eğer dedıkleri gibi hüsnü ni yetleri varsa bu örnek onlann işine çok yarıyabilir. Zannediyorum ki, hele bu nefis ba har günlerinde, Pendik, dillerine derman arryanlann birer kerecik olsun uğrama lan lâzımgelen bir tetkik, tetebbü ve şifa yeridir. Duymadıklarımız ve bilmediklerimiz Sesi değiştiren alet Bell Telefon şirketi lâboratuarı direktörü doktor Bevvett, bir alet icad etmiş. Aletin marifeti insan sesini değiştir mek. Gerçi, ilk bakışta, değersiz ve mana sız bir ihtira gibi görünüyorsa da, bu aletin marifeti sadece sesin ahengini değiştirmekten ibaret olmadığı için, vereceğimiz hükümde telâşlı davran mıyalım. Bakınız doktor Bewett'in cihazı ne işler görüyormuş: Evvelâ erkek sesini kadın, kadm sesini erkek yapıyor. Soprano sesi, baso sesi gibi kalınlaştınyor. Ayni sesi, muhtelif perdelerde üç, dört kişinin sesi gibi işittiriyor, yani bir tek muganninin okuduğu şarkıyı size bir koro halinde dinletiyor. Hulâsa, doktor Bewett, insan sesini almış, bir hamur gibi yuğurmuş, şekilden şekle sokmuştur. Bugün için, bu cihazın pek fazla tatbik mahalli yok gibidir. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Yalnız, her ihtira için olduğu gibi, bu nevzad hakkmda da, beşeriyete zararı değil, fay dası dokunur bir yenilık olmasmı te menni edelim. Hikmeti vücudü hakikati başka türlü göstermek olduğuna gö re hayırdan ziyade şerre alet olacak gibi görünüyorsa da bunu önceden kes tirmek mümkün değildir. Gerilla hakkında iki hatıra [Baştarafı 1 incı sahifede] nüz anlıyamadığı duyguların çarpıştığını hissediyor, fakat bunlara ne müsbet ve ne menfi bir türlü mana veremiyor. O, küskündür. O, kederlidir. O, ruhundan gelen anlaşılmaz bir mana ile asidir. Fakat kime karşı? Ve ne için? Bunu, o da bilmez. Bir'gün ona, yakın arkadaşlarmdan biri: Sen, diyor, kalk borusunda bir türlü uyanmıyorsun, dahiliye zabiti karyolanı sarsmadıkça kalkmıyorsun. O, cevab veriyor: Hakkın var... Anlıyamadım; ben sana bu anlaşılmaz hayatının sebebini soruyorum, sen bana: Hakkın var, diyorsun. Ben sana karşı haklı olup olmadığım yolunda bir iddiaya girişmedim ki... Sendeki derin uykunun sebebi nedir, bunu söyler mi sin? Gene zabite böyle hitab ve itab eden yalnız bu arkadaşı değildi; onun bu hali gitgide birçok arkadaşlarının da dikkatini celbetmiş, bütün arkadaşları on<Jan bunu sormuşlardı. Bu hücum o dereceyi bulmuştu ki artık o, bunlara cevab ver mek, bu müttefikin ordusunu teskin et mek mecburiyetinde kalmıştı. Cevab şuydu: Arkadaşlar, yatağa girdikten sonra ben sizler gibi sakin uyuyamıyorum; sabahlara kadar gözüm açıktır; nihayet tam dalacağım zaman: «Kalk» borusu çahnıyor, onu da bittabi işitemiyorum, sağ elinde bir sopa tutan bir adamm karyolamı sarsmasile uyanır gibi oluyorum, uyandırıltyorum. O zaman keyfim ye rinde değildir, kafam ve vücudüm yor gundur. Dershanede buluştuğumuz ar kadaşlar benden daha çok zinde, ben den daha çok şendirler. Asker üniformalı bir hoca dershaneye giriyor, ders başhyor, bu hoca şöyle diyor: Efendiler, harb, muharebe, artık bunlar size malum şeylerdır. Fakat Gerilla nedir biliyor musunuz? işte en müşkülü budur. Gerilla kolay bir askerî hareket değildir. Gerillayı bastırmak ta, onu yaşamak kadar güç bir harekettir. Bu hoca, tabiye muallimi Trabzonlu Bay Nuri. Türk ordusuna erkânıharb yetiştiren Akademide senelerdenberi hocalık eden bu Bay Nuri centilmen, ce sur bir taktisiyen, bir stratej olarak ta nınmıştı. Herkes gibi, o gene zabit te, bu hocaya hürmette kusur etmiyordu. Tabiye hocasının Gerilla hakkındaki sözleri, onun kafasında yerleşmişti: Bunu öğrenmek istiyordu. Bir gün hocasından rica ediyor: Bu verdiğiniz dersi Türkiyenin muayyen bir noktasında olmuş gibi izah eder ve bu dediğiniz ted birlerin orada nasıl tatbik olunacağmı lutfen anlahr mrsınız? Bu rica o kadar nezaketle, ve hoca nın tabiatine o kadar uygun bir hassasiyetle yapılmıştı ki Bay Nuri, ertesi derste smıfa gelince, elli küsur talebeden mürekkeb olan mevcuda şu meseleyi veriyor: Efendiler, Osmanlı Imparatorlu ğunun devlet merkezi İstanbuldur. Hükumet İstanbuldadır. Meçhul sebebler den dolayı Boğaziçinin şark sahilinden îzmit ve onun şimalinole Karadenize çekilen takribî bir hat halinde bulunan mıntakadaki Türkler, payitahta isyan etmişler ve Gerillaya başlamışlardır. cayib şeyler... Köşkü siz alırsanız belki size gelmezler. Amma pek olur olmaz zamanda bu bodrum taraflarmda dolaşmayın, size öğüdiim olsun. Bahçeye çıkmışlar<lı. Müşteri çam ağamları altmdaki tarhlan gezerken köşkü ve bahçesini çok beğendiğini gizliyeme di: Hepsi iyi hoş, sade şu periler cinler midemi bulandjrdı. Benim böyle şeylere pek itikadım yoktur amma bizim akrabadan bir kadmcağız çarpıldı. O gündenberi korkarım... Bekçi sesini çıkarmadı. Bahsi kapat mayı daha muvafık buluyordu. Hatta açmış olmasma sefarethaneden kızacak Iardı belki... Bereket müşteri de pek ileri gitmiyerek bahçe ile meşgul olmağa başlamıştı: Bir de konuyu, komşuyu bilelim! dedi. Bekçi soldaki köşkü göstererek: Orası boş, dedi. Geçen sene bir paşa oturmuş. Kışm gitmiş. Bu yaz boş kalmış. Öteki tarafa gelince... Müşteri, bahçeden, duvann kenanndan bu yandaki köşkü gözetliyerek sordu: Orada da kimseler yok mu?.. 1 Bu küçük mmtaka halkı bu is yanı niçin yapabilir, nasıl yapabilir, nasıl idame edebilır? Osmanlı İmparator luğu devleti, bütün hükumet ve ordusile bu isyanı nasıl bastırabilir? Vazife: 1 ve 2 numaralarda gösterilen vaziyetin halli. Hocanın yüzü gülüyordu; çünkü talebesine ekstra bir tatbik meselesi vermişti. Halbuki bütün talebenin yüzü çatıktı; bu çetin ve nazik vazifeyi nasıl halledeceklerini düşünüyorlardı. Onlann içinde yalnız bir kişi, sabahlan kalk borusile bir türlü uyanamıyan zabit, işte O, aradığına kavuşmuş bir âşık gibi, çok memnun görünüyordu; çünkü O zaten kendisinin tahriki üzerine tabiye hocası tarafından ortaya atılan meseleyi halletmek için uğraşmış bulunuyordu. Hoca gittikten sonra sınıfta bir münakaşa başhyor: Sanki buna ne lüzum vardı? Durup dururken bu işi niçin kurcalamıştı? Bu sitemler hep o gene zabite karşı yapılıyordu. Atatürkü dinlerken 16 Mart 1937 Ümid dünyası bu! Zaharof'a Kahirede bîr varıs çıktı Londradan haber verildiğine göre, silâh kralı Bazil Zaharofun ölümün den sonra onun oğlu olduğu iddıasile ortaya çıkan Hy man Bamett ismindeki kunduracı, ve rasetini ispat edip Zaharofun mira sını almak maksa Sadık Şaşatı dile Fransız mahkemelerine müracaat etmek üzeredir. Hatta metr Marius Moutet'ye vekâlet vermiştir. Diğer taraftan, Kahirede, Bazil Zaharofa bir varis çıkmıştır. Bu yeni varis, Kahirenin büyük sigara fabrikalannrn birinde tütün çeşnicisidir. Ismi Sadık Şaşati'dir. Bankada parası, ve şehirde üç katlı bir de mülkü vardır. Sadık Şaşatinin iddiası şudur: « Ben Ermeniyim. 42 sene evvel Halebde doğdum. Bazil Zaharof be nimle ayni ismi taşıyordu, çünkü onun babasile benim büyük babam kardeşriler. Şu halde ben Bazil Zaharofun ikinci göbekten amcazadesiyim. Benim amcam, yani Bazil Zaharofun büyük amcazadesi elân Halebde ve hayattadır. 80 yaşmdadır ve iddialanmm hakikat olduğunu is pat edecek bütün vesaika sahibdir. Fa * kat fazla ihtiyar olduğu için onun yerine ben veraset iddiasmda bulunuyonım. Mücadelenin şiddetli olacağını biliyo •> rum. Lâkin kazanacağımıza eminira. Emvalin yeddi emine tevdiini istedim, iki ay sonra hakkımı ispat etmek için Fransaya gideceğim.» ya doğru cevab vermek benim için güçtü, bunu itiraf ederim. Fakat hiç tereddüd etaıeden şu kelimeler ağzımdan döküldü: Efendim, dedim, İngiliz raporlarında, meselenin biraz mubalâğa olun duğuna hükmediyorum. Fakat ne de olsa, yerinde yapılacak tetkiklerden son ra, icab eden en iyi tedbirler bulunabilir. Merak buyurmaymız. Bu sözlerden sonra, Mustafa Kemal, Cevad Paşanın gözlerine bakıyor. Ayni zamanda Sadrazam da, gözlerini Generale çevirmiş bulunuyor. Ona: Ne dersiniz? diyor. Cevad Paşa, çok tabiî bir tavır ve lisanla: Öyledir efendim, diyor. Böyle işler mahallinde hallolunur. Şimdiden kat'î ne söylenebilir? Hiç memnuniyet göstermiyen Sadra * zamın kafasında daha büyük bir endi « şeyi halletmek suali, sanki ifade oluna bilmek için şekil arıyordu. Birden oldukça heyecanlı bir sada ile, soruyor: Pekâlâ, siz bana harita üzerinde kumaiKİanınızın şamil olduğu mıntakayı gösterir misiniz? Mustafa Kemal, Sadrazamm vesveseye düştüğü noktayı derhal keşfetmişti. Cevab veriyor. Efendim, henüz ben de pek iyi bilmiyorum. Belki takriben... (Kiepert haritası üzerine elini koyarak) ihtimal şu kadar bir parça... Diyerek bazı vilâyetleri eliyle tahdid ediyor. Bu defa, daha manalı bir tarzda, Cevad Paşaya bakıyor. O da, Sadrazamm vehmini anlamıştı. Mustafa Kemal, elini haritadan kaldırırken Cevad Paşa ilâve ediyor: Efendim, mıntakanın ehemmiyeti yoktur. Paşa, bittabi o mıntakadaki kuvvete kumanda edecektir. Zaten nerede kuvvet kaldı ki... Cevad Paşa, cümlesini tamamlarken vaziyetin hiç te ehemmiyeti haiz olma dığını ima etmek ister bir tavırla, haritanın bulunduğu masadan uzaklaşır gibi oluyor. Mustafa Kemal, içinden Cevad Paşaya teşekkür ediyor. Generalin bu sözleri, Sadrazamı tatmin etmiş görünü yordu. Her biri, birer koltuğa çekiliyor. 2 Ağaç ve orman Fransız meclisine, bir ağaç ve orman kanunu lâyihası tevdi edildi. Bu münasebetle, bir Fransız gazetesi, ormanların ve ağacların ehemmiyeti, iklim üzerine olan tesirleri, su ve yağmurla ağac ve orman arasmdaki sıkı münasebetler ve saire hakkında yazdığı bir makale de, ağacın ve ormanın, çok eskidenberi bilinen faydalarını güzel misallerle izah ediyor. Ağac derdi bizim de derd terimizden olduğu için bu güzel misal lerden iki üçünü o yazıdan aynen alıyorum. Bu misallerden biri Chateaubriand'm şu meşhur sözüdür: «Ağacların ortadan yok olduğu her yerde, insanlar bu ted birsizliklerinin cezasını görmüşlerdir.> İkinci misal Fransız köylüsünün bir darbımeseli. Bu darbımesel dıyor ki: Orman suyu muhafaza eder. Su çayırı yetiştirir. Çayır sürüyü besler. Sürü gübre verir. Gübre buğdayı büyütür. Üçüncüsü gene bir darbımesel: <Or mansız memleket, damsız ev gıbidir.> Bu tarihten on yedi yıl sonra, 1919 mayısının 14 üncü günü akşamı, İstan bulda Vahidettinin SadTazamı Damad Feridin Nişantaşmdaki konağında, bir akşam yemeği. Buraya iki kişi davetlidir: Bunlardan biri, Mustafa Kemaldir. Ondan dinliyoruz: Muayyen saatte Sadrazamm ya nında bulunuyordum. Benden başka he nüz kimse yoktu. Birkaç cümlelik bir konuşmadan sonra, uzunca bir sükut başladı. Bu sırada, ben, Vahideddinin Sadrazamını tetkik ediyordum. Bir aralık saatine baktı: dim. Evet, Cevad Paşa Hazretleri geleceklerdi... İkinci davetli de bu idi. Gene sükut başhyor. Birkaç dakika sonra Cevad Paşa geliyor. Sadrazam, iki davetlısile birlıkte yemek salonuna geçiyor... Sofrada bu üç kişinin üçü de önlerine bakıyorlar. Acaba ne düşünüyorlardı? Yeni tarihin inkışaf ettirdiği hakikatlere göre, Sadrazam Dadam Ferid Paşa, dünyayı, Türkiyeyi, Türk milletıni asla tanımamış... Fakat efendisi Sultan tarafından, yüksek Türk camiasını idare için kendisine verilen vazifenin ağırlığı al hnda, duygusuz. Işitilen ses yalnız ça tallar ve bıçaklar değiştikçe, hizmet edenlerin beceriksizliği yüzünden hasıl olan gürültü.. Yemek bitiyor... Ortasında genişçe bir masa bulunan dar bir odaya geçiyorlar. Henüz ayakta dururken, Sadrazam diyor: Bir harita getirtsek te, Müfettiş Paşa onun üzerinde bana izahat verse... Masanın üstüne bir harita açılıyor. Anlaşılıyor ki Sadrazam, haritayı daha evvel ihazırlatmış. Kiepert'in atlası; içinden Anadolu paftası bulunuyor. Damad Feridle Mustafa Kemal haritanın ba şmda karşı karşıya. Cevad Paşa da Mustafa Kemalin yanmda!.. Mustafa Kemal, Damad Feride so ruyor: Ne noktai nazardan izahat taleb ediliyor? Meselâ, diyor, Samsun havalisinde ne yapacaksımz? Samsun havalisinde yapılması istenen iş, o havali Türklerinin başladığı Geril layı bastırmaktı. Mustafa Kemal anlatıyor: Bu sorgu Vallahi, hem var, hem yok. O nasıl şey öyle... Pencereler kapalı... Pek kimse görünmüyor. Hatta üstkatta kepenkleri bile var. Ne acayib köşk bu!.. Sayfiye yerinde bu kepenklere ne lüzum var?. Acaba nerede kaldı? dedi. Birine mi intizar buyuruluyor, de Ameliyat ve dikiş Ameliyattan sonra, açılan yaranın dıkilerek kapatılmasmın da, bizzat ameliyat kadar ehemmiyetli bir iş olduğuna şüphe yoktur. Bazı dalgm opera törlerın, hastalarm karnında açtıkları yarayı dikerken içinde lüzumsuz bir takım eşya unuttuklarma dair hikâyeler naklederler. Dalgınlığın bu derecesine cevaz olmamakla beraber, bu gibi fıkralar, ameliyattan sonraki dikişin ehem miyetine telmih sayılabilir. Flâdelfi doktorlarından profesör Wyllys Andrews, bu nazik ve tehlikeli işi otomatik olarak başarmak üzere bir makine icad etmiştir. Ameliyatı müteakıb, operatör ellerini yıkamakla meşgulken, yardımcılar dan biri hastanm yarasımn üzerine bu makineyi tatbik ediyor ve yara bir iki saniye içinde dikiliyor. Makinenin çok süratle iş görmesi sayesinde birçok ihtilâtlarm da önüne geçilmiş bulunul maktadır. Bu yeniliği anlatan Avrupa mecmu ası: <Acaba yakında, bizzat operatörün yerine makine kullanılmağa başlana cak mı?> diye soruyor. Yerinde bir sual! ladı, açamadı. Fazla meşgul olmağa lüzum görmiyerek geriye döndü. Kapıcıya: Mükemmel bir bodrum, dedi. Tertemiz, geniş... Aşağıda bahsettiğin ze vattan kimseye rasgelmedim. Kapıcı güldü: Her zaman görünmezler. Sen gördün mü onlan? Hayır, hiç görmedim. doğrusunu isterseniz seslerini işitince bir kenara çekilip kapımı kilidliyorum... Ne korkak şeysin sen be ihtiyar... Bu söze ihtiyar bekçi kızdı: Amma beyim, dedi. Cinlerle perilerle babayiğitlik para eder mi? Allah göstermesin, bir tarafım çarpılıverirse... O da doğru... Peki bodrumda bir merdiven daha gördüm. Kaprsını açamadım. Nereye çıkıyor o? Yandaki köşke. Bu iki köşk evvelden zengin bir adamın malı imiş. Birinde kendisi oturur, ötekinde kızile damadı, otururmuş. Onun için araya sade bod rumda bir kapı yapmışlar. Akıl bu ya... Anlaşılch... Sakm senin periler, bitişik köşkten girmesinler?.. Hayır, hayır... İşittiğim sesler in san sesine benzemiyor. Uğultu var, inilti var, ağlama, haykırma... Velhasıl alelâ KANDEMtR Donanmamızm yapacağı ziyaretler Karadenizdeki manevralardan avdet eden fılomuz, dün Gölcüğe avdet et miştir. Fılomuzun İtalyan. limanlarmı ziyaret edeceği hakkındaki haberler mevsimsiz olup böyle bir ziyaretin ileride yapılması ihtimali vardır. Bununla beraber, şimdilik verılmiş bir karar yoktur. Mayısta İngiliz Kralı Altmcı Corc'un tac giyme merasiminde yapılacak de niz şenliklerine Türk donanmasının davet edıldıği malumdur. İngiltereye, Yavuzun değil Mecidiye kruvazörünün gitmesi ihtimali daha kuvvetlıdır. İtalyan ajansı Türk donanmasının îskenderun limanmı ziyaret edeceğini haber vermişse de doğru değildir. Bu ziyaret yapılacak olsa bile, Hatay anayasası kat'î bir şekil alıp tatbika geçilmeden evvel yapılması muhtemel değildir. fKöşe minderinin esrarı O da belli değil. O gün bugün sır olmuş. Müşteri ayağa kalktı. Üstkattaki odalan birer birer gezerken ev hakkındaki memnuniyeti artıyordu. Hele arkada bahçeye nazır odalardan ayrılamadı. Camlan kaldırdı, bahçeyi uzaktan sey retti. İğilerek sağda ve soldaki bahçeleri de gözden geçirdi. Soldaki bahçe adeta metruk bir halde iken sağdaki tertemiz ve çiçeklerle süslü idi. Bu köşkün bahçesine benziyordu. Müşteri derhal aşağı inip bahçeyi görmek istedi. Çifte merdiven altmdaki kaprya geldiği zaman sağda başka bir kapı daha görerek durdu. tmtm Zabıta romanı : 7 3 ^^^^^™diğinden mi? Hayır, üşenmek olur mu? Doğrusu orası bir tuhaftma gidiyor beyefendi. Nasıl şey o öyle?.. Bekçi anlatmak istemediklerini faşet meğe mecbur olmuş gibi esrarlı bir gülüşle: Orada iyisaatte olsunlar dolaşıyor.. Dedi. Yaşlıca müşteri bir kahkaha kopardı: Amma korkak ihtiyarsm sen... Diyerek kapıyı açtı. Merdivenlerden aşağı inmeğe başladı. Merdiven kaba taşlardan yapılmıştı. Fakat geniş ve temizdi. Yalnız aşağıya doğru inerken önünü görememeğe başladığından cebinden bir elektrik feneri çıkardı. Yaktı, boş ve geniş bodrumu gözden geçirmeğe başladı. Burası sokağa bakan iki küçük pencerenin tozlu camlarile göz gözü göremiyecek derecede aydınlanıyprdu. Bu ne kapısı? diye sordu. Buradan bodruma iniliyor. Geniş mi bodrumu? Çok geniş; amma istiyorsanız buyrun siz bakın, ben oraya inemem. Bekçi sustu ve bahce kapısmı açarak Müşteri karşı tarafta başka bir merdikenarda durdu. Müşteri merakla: ven görünce aşağıya kadar indi. Bu mer Neden inmek istemiyorsun ? Üşen diveni çıkn, bir kapı buldu. Kapıyı zor Bekçi bir göğüs geçirdi ve bir ağacın kütüğüne yaslanarak: Ne vakit hareket edeceksiniz? Efendim, dedi. Burada da meşhur bir Rus doktoru otururmuş. Adını pek Ne vakit emir buyurulursa... Ben beceremiyorum. Yaşlı başlı bir adam harekete hazırım. imiş. Kadınlan güzelleştirir; ameliyat ya Zatı şahaneyi ziyaret ettiniz mi? par, dehşetli para kırarmış. Beyoğlunda Hayır irade buyurulmadı. muayenehanesi, hastanesi bile varmış. îrade buyuruldu. Ben tebliğ edi • Bir de gene muavinile bu köşkte kış yaz yorum. Yann kendilerini ziyaret ediniz. otururken bir zamandanberi görünmez Ayrılmak zamanı geliyor, orada bir olmuş. adamı bırakarak sokağa çıkan iki davet Şimdi köşkte kimseler yok mu? li, Mustafa Kemal ve Cevad, kolkola Var. Hizmetçileri... bir ahçı ile bir yürüyorlar, gecenin karanlıkları içinde.., uşak. Nişantaşı caddesinin piyade kaldırımı ü Nasıl adamdır bunlar? zerinden Teşvikiyeye doğru sıkı adımlar Efendim, bu profesör mü, doktor la ilerliyen bu iki arkadaştan biri ötekine, mu neyse, çok meşhurmuş. Bir zamanlar, pek samimî bir lisanla soruyor: Bir şey mi yapacaksm Kemal? evi hiç boş kalmaz; yaz, kış müşteri do Evet Paşam, birşey yapacağım... larmış. Allah muvaffak etsin! Hizmetçilerle görüştün mü hiç ? İArkası var) Mutlak muvaffak olacağız!..