14 Birincikânun 1936 CUMHURÎYET İZMİR MEKTUBLARI Bu sene ramazan Izmirde Amerika pamuğundan pek sönük ğeçti! senede 33 bin balya Fakat mahsul iyi fiatla satılmış olduğundan bütün halk bayram hazırlığı görüyor istihsalât var Manisada pamuk zer'iyatı artırılacak Buralan daha temiz hale getirilemez mi? Belediyenin nümunelik bir asrî hamam yaptırarak bu tarzda olanları teşvik etmesi ve mevcudların da bu şekli almasına çalışması zor bir iş değildir îstanbulda han yapılıyor, apartıman yapılıyor, rıhtım, köprü, iskele, hal, mezbaha, sinema, kübik evler, yeni yeni mahalleler yapılıyor, hatta vapur yapılıyor.. Fakat hiç hamam yapıldığını işittiniz, gördünüz mü? Leblebici kıl torbasını bıraktı, ekmekçi küfesini unuttu, hamal sırığından vazgeçti, ciğerci teldolabla geziyor, bekçi sopasını, saka kırbasını attı. Fakat şu canım Istanbulda, hamam hâlâ eski hamam, tas hâlâ eski tastır. Ve ne zaman, en yenisi, gencliğini yarım asnn çok gerisinde bırakmış şu hamamlardan birine girecek olsam, loş kubbelerin altında, gümbürdiye gümbürdiye açılıp kapanan kirli ve ıslak kapıların arahğından, göğsü kıllı, gerdanı muskalı, bıyıkları burulmuş bir yeniçeri ağasınm sırıtişını görür gibi olurum. Evet, herşey değişti, yememiz, içmemiz, yatıp kalkmamız, oturmamız, giyinmemiz, eğlencelerimiz, zevklerimiz, tabiatlerimiz... Herşey değişti. Sade yıkanmamıza, temizlenmemize gelince; hâlâ eski hamam, eski tas... Hâlâ üç asır evvelin beli kuşaklı, ayağı şalvarlı, gedik pabuclu, gözleri sürmeli ağasından kalan sedirlere kuruluyor, onun nalınlarmı geçiriyor, peştemalına bürünüyor, ve tıngır mmgır, çatlak mer merleri aşarak, onun göbektaşına serili yor, onun narasile titremiş göz göz kubbelerin altında, onun kurnasının başma çömeliyor ve parmaklannm solgun izlerini taşıyan bakır taslara sarılıyoruz.. Ve asıl garibi, sonra da, temizlenmiş insanlann edasile birbirimize; güle güle kirlen!.. diyebiliyoruz. Belediye kaldınm yapamaz, lâyıkile çöp toplıyamaz, ihtikâra mâni olamaz, yağ, süt sahtekârlıklannın önüne geçe mez, şehir sulannı temizliyemez, dilencileri ortadan kaldıramaz, stadyom kura maz, açıkta denize girmeği menedemez.. derler. Fakat şu hamamlan olsun, ortaçağ kılığından kurtarmanm yolunu da bulamaz mı.J Biliyorum, on beş günde, ayda bir belediye memurları hamamlara uğruyorlar. Üç ayda bir muayene olmağa mecbur tutulan hamam işçilerinin vesikalarına bakıyorlar, hamamların temizliğine nezaret ediyorlar, hatta kanuna, nizama aykırı bir hareket görürlerse ceza da yazıyorlar. Yani bugün, Istanbuldaki hamamlar belediyenin gözü önündedir, kontroluna tâbidir. Binaenaleyh, belediyenin noktai nazarına göre temizdirler, demektir. Şimdi, gelin, şu temiz hamamlan bir de biz görelim: Ve meselâ, daha soyunur soyunmaz kuşandığınız şu peştamal.. Bilir misiniz ki, bu, aylardanberi sabun yüzü görmeden belden bele dolaş mış bir kir ve mikrob yuvasıdır. Kimbilir, onu sizden evvel, belki bir frengili, belki bir uyuz kuşanmıştır. Ve ondan size geçerken şu peştamalın tâbi olduğu temizlik muamelesi sadece soğuk sudan geçerek kurumaktan başka birşey değildir. Sonra, şu küflü musluklardan, şehir lâğımlarına kanşarak gelen Halkalı, Kırkçeşme, Taksim sularının şarıl şarıl aktığı kurnalar.. Bunları yıkıyarak boşaltmak için diblerinde delikleri yoktur. Emin misiniz ki, içini avuclarınızla ovarak sözde yıkadığınız ve tas tas alarak boşaltırken, dibinde mutlaka biraz kirli su bıraktığımz şu kurnada beş on dakika evvel bir hastalıkh çamaşırlarını yıkamamıştır. Ve şu sırtınızda dolaşan lif, göğsünüze yapışan kese... Kimbilir kaç çeşid mıkroba gebedir. Bakın duvarlardan süzüle süzüle inen hamamböcekleri seke seke size doğru ileriliyorlar. Hele rastgelenin sicim sicim kirini bıi aktığı göbektaşı. Daha sonra tahtakurulu, envai haşeratlı, nihayet gene kimbilir hangi tenlere döşek olmuş son merhaleniz. Uzatmıyayım, bir kelime ile hamamlarımızda su pis, peştamal, havlu pis, lif, kese pis, kurna pis, köbektaşı pis, herşey pistir. Bu vaziyet karşısında; berberlerin taslarını kaldırmağı, ahçılara külâh giydir meği, hamalları bir kılığa sokmağı ve daha bunlar gibi birçok teferruatı düşünebilen belediye, hamamların temizlenmesi için, bugüne kadar, hiç birşey yapmamıştır, diyebiliriz. Ve bu saydıklarım, büyük bir ekseriyeti umumî hamamlardan başka yıkanacak yeri bulunmıyan bir şehir halkının sıhhatine, temizliğine ehemmiyet verildiği anda, hele belediyece hiç te masrafı mucib olmadan derhal yapılabilecek şeylerdir. Belediyemizin îstanbulda nümune bir veya birkaç asrî hamam kurdurarak, bu tarzda hamamların çoğalmasmı teşvik etmesi, ve mevcudların yavaş yavaş bu şekli almasına çalışması da zor bir iş değildir. Bu işe sarfedilecek para, az zamanda geri alınabileceği, hatta kâr da getirebileceği için, zannederim, bu da kolâylıkla yapılabilir. O halde bütün bunlar neden ya pılmıyor mu, diyorsunuz?.. Ne bileyim ben... Yapılmıyor işte. * * * îstanbul hamamları Fiil olan isimlere dair ene sarftan bahsedecek değilim. Has, cins, zat, fail, meful, zaman. mekân, alet, tafdil, mübalâğa, mensub, tasgir, işaret, mevsul isimler, artık mekteblerde bile okunmuyor. Onları gazete sütununa geçirmek gülünç olur. Benim fiil olan isimler demekten maksadım, kullanılışta aslen bir şahsın adı olduğu bilinmiyen ve bir hâdise, bir fiil, bir hareket ifade eden isimleri hatırlatmaktır. Bu, içtimaî tahavvüllerin, eriyişlerin ve kalıb değiştirişlerin dikkate değer bir örneğidir. Fiil olan isimlerin meselâ Nobel mükâfatı, Mustafabey armudu, Hafızpaşa yumruğu gibi şeylerle de alâkası yoktur. Bunlar, nev'i şahsına münhasır denilen cinstendir. Merak mı ettiniz, öyleyse bir örnek vereyim: İşte boykot!.. Boycotte bugün selâmı, sabahı kesmek, temasta bulunmamak, alışveriş etmemek manasına gelen Boycottageın kısaltılmış şekli olarak kullanılıyor. Çoğumuz, boykot edildı, boykot yapıldı, diyoruz. Halbuki 1875 tarihine kadar dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir dilinde böyle bir kelime yoktu. Büyük Napolyon bile meşhur kara ablukasını kurup Ingiltere ile bütün Avrupanın ticarî alâkasını kesmek hulyasını güderken boykot ve boykotaj kelimelerini kullanmamıştı. Çünkü ne o ismi biliyordu, ne de o ismin delâlet ettiği mefhumu idrak ermişti. Fakat bugün Senegalliler de boykotu biliyorlar ve kelleleri kızınca yapıyorlar. Işle bir ismin fiil olması bu suretle tahakkuk ediyor. Maksadım keyfiyete işaret etmektir, bununla beraber mevzua münasebetini düşünerek boykotun fiil olmazdan önce niçin isim olduğunu da anlatayım: Irlandalılar Home rule müstakil hükumet talebile ayaklanmağa başladıkları zaman sırasile Daniel O'Connel, O.Connor ve Parnel gibi liderler bulmuşlardı. Silâhlı mitingler, pusulu suikasdler, açık çarpışmalar, kanh boğuşmalar Ingiliz kabinelerinin inadını kırmadığı ve Home rule için yapılan kanunî teklifler Avam Kamarasında boyuna reddolunduğu için Boycotte adlı bir Irlandalı yepyeni bir hücum ve taarruz silâhı aradı, Büyük Britanya ile ticarî alâkanın kesilmesi fikrini ortaya attı. îşte 1922 de kurulan hür îrlanda hükumeti bu fikrin kazandığı eserdir. Eğer, boykot, tngilizleri öldürmek yerine îngilizlerden mal almamak düsturunu ikame etmemiş ve îrlandalılarca o düstura sadakatle bel bağlanılmamış olsaydı bugünün hür îrlanda hükumeti henüz rüşeymî bir hayat geçirecekti, tarih sahnesine çı' kamıyacaktı. Fakat Mister Boykotun bu dahiyane düşüncesi gitgide bütün beşeriyetin malı oldu, Hindistanda bile pazara konuldu. Ayni zamanda fikir sahibinin hüviyefi ortadan silindi, isim fiile tahavvül etti. Şimdi boykot denilince îrlandalı vatanperver değil, siyasetle karışık içtimaî bir hâdise hatıra geliyor. işte benim fiil olan isimler başlığını kullanmaktan maksadım budur, vaktile bir ad olan Boykotla zamanımızda fiil ve hareket halini alan boykotun temsil ettikleri değisiklikleri hatırlatmaktır. Yann Simpson admın da böyle bir kıymet almıyacağını kim temin eder ki?.. Hararetli alışverişlere sahne olan İzmirde Kemeraltı caddesi îzmır (Hususî) Ramazan bıtıyor, bayrama üç dört gün var. İzmirde, ramazan, eski itiyadından, eski an'ane ve eğlencelerinden tamamile mahrum o larak 936 yılının son ayı içinde kaybo lurken, bayram da, bütün âdetlerile, masraiı, sıparişleri, çarşı hareketlerıle karşımıza çıkmış bulunuyor. Ramazan aylarında. geçen ve evvelkı yıl İzmir kahvelerinın bir çoğunda sahneler kurulur ve burada, incesaz takımları, sarılı, kırmızılı, pembeli, yeşilli, boyalı moyalı ramazanhk kadın hanendeler boy gösterirdi ve kahvehaneler; Çal söyle benim sarkımı sevdalı sesinle. Ve yahut; Bız Heybelide her gece mehtaba çıkardık. Mısralarım taşıyan malum şarkılarla çınlar, nargıleler tokurdar, kahveler, çaylar tazelenir dururdu. Müşterilerin hepsi de ramazan keyfi mi yapıyordu? Hayır, çoğunun ağzından ve burnundan yeni içilmiş rakı veya şarab kokusu sızardı. Bu sene, öyle sazdan, sözden eser yok. Bır iki kahvehane, tecrübesini yaptı ve bir kaç gece sonra onlarda da kemah, ud sesleri boğulup gitti. Fakat bayram hazırlığı hiç te öyle değil: İzmir çarşısı, Kemeraltından başlı yarak, Manifaturacılara, Odunpazarına kadar kesif bir kalabahkla uğulduyor. Vıtrin temaşasmdan mağaza içi ziyareti ve eşya mübayaasına intıkal eden bir alışveriş canlılığı göze çarpmakta. «Eskilere itibar olsaydı, bitpazarına nur yağardı> diyen atalarm ruhu ev velki seneler içinde eğer Bitpazarını ziyaret etmişse, muhakkak ki, nurun alânurun bile yağdığını görürdü. Se bebi de malum: Hayat darlığı, kazanç azlığı.. Ve bizim Bitpazarı esnafı, hakikaten son yıllarda epeyce iş yapmışlardır. Fakat bu sene hatta geçen seneden başlıyarak asıl çarşı, yani sermayenin ve yeni eşyanın dolup boşaldığı çarşı, belıni doğrultur gibi bir vaziyet arzetmektedir. Bu da neden? Hiç şüphesiz, memlekette bır para oynayışmdan; daha doğrusu mahsulün para edip müstahsilin, köyden şehre ve pazara inerek bir şeyler satm almak kudretini iktisab edişinden.. Ege mıntakası, bu hususta çok hassas ve ifadeli bir miyardır: İktısadî vaziyetimizin inkişafım, a dım adım takib edebilirsiniz. Çarşı ve müstahsü münasebetindeki pratik cereyan, size istatistik, nazariye, gazete haberleri ve makaleler arasındaki çetrefil neticeden daha vazıh olarak, hem de daha doğru olarak, bir mana verebilir. Kemeraltı ve Çarşı otellerinin pencerelerini ve kapılarmı dolduran simalar, hemen umumiyet itibarile bu mıntakanın muhtelif yerlerinden bayramlık tedarikine gelmiş vatandaşlardır... Bir arabacı söylüyordu: Yahu, Allah devlete ve millete zeval verrhesin, beş gündür, bizim evde bayram var. Hayrola, bayram daha henüz ayak basmadı! Diye sordum. Keyifli keyifli güldü: İş var a bayım, iş. Çalışıyoruz ve çok şükür, baksanız a, şehir baştan aşağı işliyor, çalışıyor. Bu arabacınm, kendi kazancile tari fine kalktığı bu hayat kımıldanışını, bilhassa Odunpazarında, Arastada, Manifaturacılar içinde vüzuhla görüyoruz. Bu sene muhtelif mahsullerm satışla rından alınan normal fevkindeki neti ce, çarşımızın hazin, âtıl, düşünceli varlığını birdenbire canlandırdı. Hayat ve işle, düşünce ve nazariye arasındaki ezelî tezad ve yalanlamamn bu mes'ud tecellisini daha yakmdan görmek için. Arastaya girerken bir yabancı seslendi: Bayım, dedi, Manifaturacılara ne reden gidilir? Tarif ettim. Şunu, bunu almak isterdık te.. Ben de. dedim, o tarafa gidiyorum. Ve, vürüdük. Konuşuyorduk: Bu sene, iyi kazanclar oldu değil mi amca? Evet bayım, çok uğurlu gitti bu yıl! Biraz dişimizi sıksak, şöyle, bereketli üç yıl da geçirsek belimiz do&rulur, gider. Oğlun, kızın var mı? Bır askerlik oğlum var. Yakmda gidiyor. Anası evlendirelim, dedi. Ben bırakmadım. Eskiden âdetti, askere gitmeden oğlanları (oğullarımızı demek istiyor) evlendirirdik. Ya kucağmda, yahut ta karında birer yavru bırakır lardı. Hem de nasıl; çifti, öküzü, tarlayı, harmanı satar, savar da düğünü öyle yapardık. Düğün haftasına, elimizde beş para bulunmazdı. Muhatabım zeki bir köylü idi: Dört yıl önce, bizim köylü tütünü sattı, savdı. Benim yeğenim var. Cebi ne üç yüz lira koyup İzmire indi. Ayağına bir çift parlak çizme, sırtına bir takım elbise. bir ipek gömlek almış, paranın öbür tarafını deve yapıp geçmiş.. Anlamadım? Meyhanelerde, kazinolarda, bar mı, ne karın ağrısı yerdir onlar, oradaki kadınlarla yemiş.. Köye dönünce bir te miz haşladım: Ülen Receb. dedim, nene gerek senin parlak çizme, nene gerek senin ipek gömlek, nene gerek senin böyle yerler. Dedim, amma, iş işten geçti. Bu körolası âdet, bereket versin ki, yıkılıp gidiyor. Eskidenberi, para ele geçti mi, ver elini Gâvur İzmir, zıkkımlân, ka dmla düş, kalk, ve beş parasız köye Manisa (Hususî) Bugün bağ ola rak görülen yeşil Manisa ovasında eskiden çok miktarda pamuk yetiştirilir miş. 1888 yılına kadar 46 bin balya gibi oldukça kabarık yekunlu bir istihsal yapan buralan Amerikamn rekabeti üzerine işi üzümcülüğe dökmüştü. El tezgâhlarımn yerini alan dokuma fabrikalarımızm yardımile pamukçu luk tekrar ihya edilmiş vaziyete gel miştir. Bugün Aklimate edilmiş Amerikan cinsi pamuğundan Manisada 12.250, vilâyet dahilinde de 33 bin balya alm maktadır. Manisanm pamuk ziraati için ayıra cağı saha belki pamuk yetiştiren bazı illerimizden dönüm itibarile az olacaktır. Fakat arazinin verim kabiliyeti bu farkı telâfi edebilecek kadar kuvvetlidir. Çiftçilerimize iyi pamuk tohumu vermek ve bazı çayların yaptığı zararların önüne geçmek suretile Manisa ovasmm verimi bir kat daha arttırılabilir. Başbakanımız İsmet İnönü geçen ay Manisayı teşriflerinde. çiftçilerimizle yaptıkları konuşmalarda bilhassa pa muk ziraatile pek yakından alâkadar olmuşlar ve Turgudlu ovasında bir dö nümden 600 kiloya kadar koza alındığını öğrenerek memnuniyetlerini izhar buyurmuşlardı. Salihliler bir dönüm den 1000 kiloya kadar aldıklarını an latarak rökoru kırdılar. Bu yıl pamukçularımızm yüzü hep sinden fazla güldü. Yeni sene için pa muk ekimine fazla hazırlık vardır. Çahşkan Manisa çiftçileri bu münbit topraklardan çok istifade ettikleri gibi, gene çalışkan bir unsur olarak aramıza karışmakta bulunan göçmen kardeşlerimizin de yerleştirilmekte olduklan bu topraklarda sıkmtı çekmiyecekleri ve bilâkis pek kısa bir zamanda müstahsil hale girecekleri süphesizdir. Çal kazasında iki cinayet İzmir 13 (Hususî muhabirimizden) Çal kazası bayratı ~Vasıf, hayvan muayenesinden dönerken kendisine refakat eden muhtar Alinin düşmanı olan İs mail yolda pusu kurmuş olduğu yerden arabaya ateş açmıştır. Atılan kurşunlar yüzünden arabao, ölmüş, muhtar Ali yaralanmıştır. Fa kat büyük bir tesadüf eseri olarak kurşunlar baytar Vasıfa isabet etmemiştir. Katil İsmail dağda tekrar bir pusu kurmuş, fakat bu sefer jandarmaların eli ne düşmüştür. Ayni kazadan düşmanlık yüzünden Cafer ve İzzet adında iki kardeş Şevketi koyun gibi boğazlamak suretile öldür müslerdir. dön! Ondan sonra da aman, zaman!.. Köylü, gayet doğru söylüyordu. Bu, bizim koylünün maalesef, yeni yeni kurtulmağa başladığı bir hastalık ha linde idi. Şimdi çarşıya inerken aklını başma alıp ta iniyor. Nitekim, muhatabım dedi ki: İzmire o da geldi. Eline on beş lira verdim. Bir kat elbise ile bir çift ayakkabı almış, bir buçuk lira artmış. Onunla da git, canın bir şey isti yorsa al, iç! Dedim. Manifaturacılar çarşısında ayrıldık. Bir çok tanıdıklarım, bana da tbuyu run» diyorlardı. Benim aldırış etmedi ğimi görünce, sadece bir gazeteci olarak dolaştığımı anladılar ve hemen hepsi de; Memnunuz, dediler, memnunuz. Çarşı, uykudan uyanıyor. İnşallah bu yılı hep böyle geçireceğiz. cundaydı. Yüzünü örterek, kendini kaybedercesine hıçkırıyor, sözüne devam i çin bütün kuvveti tükenmiş görünüyor du. Şefkatle saçlarını okşadığı zaman, o dizlerine kapandı ve elini gözyaşlarile ıslattı. Demir, başucunda onun sükunet bulmasım bekledi. Bir dakika sonra elini dudaklarına götürdü. Kendini bir çocuk gibi gözyaşlanna bırakmamak için güçlükle tutuyor ve gözlerini yumuyor du. Bulgaristandan gelen göçmenlerin yol parası Sofya (Hususî) Bu sene Bulga • ristandan yapjlan göçmen nakliyatında büyük bir yanlışlık olmuştur. Hükume timiz Vama ve Burgaz limanlarına gönderdiği vapurlarla göçmenleri memleketimize nakletmiş ve vapur sahiblerine hükumet kasasından on biclerce lira nav lun vermiştir. Burada göçmenlerin yap tığı bütün emlâk satışlarında göçmenin îstanbula kadar olan vapur masrafı bu emlâki alan Bulgarlara aiddi. Yani V a r na ve Burgazdan îstanbula kadar olan vapur biletinin ücretini göçmen her kaç nüfus olursa olsun Bulgarlar ödemeğe mecburdu. Bu suretle hükumetimizin kasasından çıkan on binlerce lira da Bulgarların cebine girmiştir! Eğer Varna ve Burgaz konsoloslanmız ve oralara gön • derilen iskân memurlarımız biraz gayret edip te vaktinde bu işi tahkik etmiş ol saydılar hükumetimizin kasasından çı kan bu on binlerce lira Bulgarlann ceb lerine girmemiş olacaktı. basıp ona duyurmadan çıktım. Tavanarasmdaki küçük yatak odasına kulak verdim. Durmadan dolaşıyor ve galiba birşeyler söyleniyordu. Bu sırada, içeriden hıçkırık sesleri işittim. Artık daha fazla dayanamadım, girdim. O, beni görünce birden ne yapacağını şaşırmış ve olduğu yere mıhlanıp kalmıştı. Hemen ellerine sarıldım, onu zorla yatağma yatırdım. Karyolanın kenarına ilişip teselli edecek sözler bulmağa çalıştım. O sırada bir küçük çocuk kadar zayıftı. Hıçkırıklarını tutamıyor: «Beni mahvedi yorlar.. Borclanmı hiçbir zaman vere miyeceğim. Mahkemelerde sürüneceğimi bilmiyorlar..» diyordu. Ben de taşkmca ağlıyordum. Ellerini öperek gözyaşları içinde bu borcları herhalde ödiyeceğime, onu kurtaracağıma yemin ettim. O ge • ceden sonra bir daha bundan bahsetmedi. Odada, yemekte, göz göze geldiği miz zaman adeta bir yük altında imiş gibi sıkılarak gözlerini indirdiğini hissedıyordum. Bu sıralarda bizi gecindirmek için ne yaptığını acaba evdekiler bir an olsun düşündüler mi? O zamandanberi hep onu takib ediyordum. Zavallı, ortadan kaybolduğu vakitler neler yapmıyordu! M. TURHAN TAN Evimize yanlıslıkla (fltre) zarfı bırakmazlarsa aravıp bulmak zahmetine de katlanabiliriz. Zarfın üzerine yazılması icab eden bir kaç kelimeyi lhmal etmezsek Hava Kurumunun kontrol işlerini kolaylastırmıs oluruz. 4 adcvm Cumhuriyetln içtlmaT romanı: 62 Yasan: Hllml Zlya Kimseye izahat vermeğe lüzum gör müyorum. îcab ederse evdekilerle bile selâmı kesmeğe razıyım. Fakat sizin ne düşündüğünüzü öğrenmek isterdim, de di. Beni suçlu mu görüyorsunuz ? Açık söyleyin! Demir, cevab vermede çok sıkıntı çekiyordu. Hakikaten bu haber herkesten fazla onu sarsmıştı. Kozahane müdürü, kadınlara düşkünlüğile tanınmış bir adamdı. Ecnebilikten istifade edip birçok succesler kazandığı söyleniyordu. Aile dostundan kendi işçisine kadar muhtelif sınıfla münasebeti vardı. Aldığı yüksek maaşı yalnız bu işlere sarfettiği, bazı kadınlann kocasından ayrılmasına sebeb olduğu, fabrikada çalışan kızlara tecavüz edip işi parayla kapattığı kulaktan ku lağa söylenirdi. Bu tehlikeli adam, sıkı şınca konsoloshaneye başvurarak kendini kurtarırdı. Daha geçende civar köylere yaptığı gezintide, arabasına kurşunlar atılmış ve omuz başından bir yara alıp eve kendini dar atmıştı. Konsolosluğun bütün gürültüsüne rağmen faili buluna mıyan bu vak'anın da ötekiler gibi gene kadın yüzünden olduğu ve ihtimal böyle birinin intikamına uğradığı tahmin ediliyordu. Onun bu daktiloluk işine verdiği kıymet, yazıların pek az ve ücretin yüksek olmasından belliydi. Bütün bunları düşünürken artık Nurun gözlerine bakamıyor, sinirinden önündeki kâğıdı bir yığın garib, kanşık çizgiyle dolduruyordu. Nur, şüphe yok bu dakika zihninden geçenleri pek iyi sezdiği için kulaklarına kadar kızarmış, sesi titriyerek devam etti: Eminim beni mücrim sayıyorsu nuz. Belki de hakkınız var. Fakat, ne olursa olsun dinlemelisiniz! Demir, birdenbire ayağa kalkarak onu ellerinden tuttu. Kanapeye doğru çekti: Çekinmeyin, sonuna kadar dinli yeceğim dedi. îkisi de oturdular. Elleri Demirin a v birine katacak gibi hırslanır, kimseyi bulamazsa kapıyı çarpıp giderdi. Kaç kere hırsını yenemeden odasına kapanıp sabahlara kadar uykusuz oturduğunu bi" lirim. Bir gün, geç vakit dönmüştü. Ablam gene komşudaydı Eniştem evrakla meşguldu. Büyük odada onu karşıla dım. Dokunulsa pathyacak kadar hid detli görünüyordu. Böyle zamanlarında ne yapacağımı şaşırıyordum: Ses çıkar masam alâkasızım diye kızardı. Hatırını Nur, başmı kaldırmadan, hıçkırıklı sorsam, ona sanki eğleniyormuşum gibi gelir ve içerlerdi. O gün gene tereddüd bir sesle söylüyordu: içinde ayakta, göz ucile takib ederken, ... Matbaasını kapattığı vakit babamın Kâmil Efendiye bir yığın borcu o birden bana döndü: Hepiniz başka türlü öldürüyorsuvardı. Onlan hiçbir zaman ödeyemedi. îki sene evvel annemiz ölünce tesellisiz, nuz! diye bağırdı. Fena halde üzüldüm. kendini kahvelere, içki yerlerin verdi. Sıhhatinden başka şey düşünmediğim Son zamanlarda ne hale geldiğini bir halde, beni böyle azarlamasına taham görseydiniz! Eniştem, makine gibi a mül edemedim: dam intizamı bozulmasın diye onu Çok yazık! Beni anlamıyorsunuz görmek bile istemiyordu. Ablam ro dedim. Hiddetle üstüme yürüdü. Yummandan baş kaldırmıyor, bazı akşamlar ruğıle beni tehdıd etti. Kendinde değılkomşu evlerinde toplanıp sabahlara ka di. Fakat nedense ben bunu düşünme dar poker oynuyordu. Bir zaman oldu den, kapanıp ağlamağa başladım. ki sıkıntısını artık kumar ve içki ile bo O, biraz sonra çekilmiş, ötekiler de şaltamaz oldu. Kapıyı yıkarcasına çalar, yatmışlardı. O gece bir türlü uyuyamaAyşe biraz gecikse daha bahçeden hid dım. Yukarıda, asabî adımlarla dolaş detle haykırmağa başlar, bütün evi bir tığını farkediyordum. Ayağımın ucuna Ecnebi gemilerine kumaş örnekleri gö türüp günlerce yağmur altında kaldığını öğrendim. Son zamanlarda bu yüzden sürekli, anud bir öksürüğe tutulmuştu. Daha sonra siz geldiniz. Bir gazete çı karmaktan, yeni şeylerden bahsettiniz. Bu, onun için kurtuluş demekti! Görü yorsunuz, ne zamandır kendini delice bu işlere verdi. Artık bütün eski derdlerini unutmuş görünüyordu. Fakat alacaklı * lar unutmuyor!. Günü gelince kapısını çalıp onu mahkemeye sürüklemekten vazgeçmiyecekler.. Kâmil Efendi için bu uğursuz gün yaklasıyor. Babamı kıskıv rak tutacak, Niyazi Efendi gibi onu da köle yapmak istiyecek. YarabbÜ... diye yüzünü ellerile kapadı. Hıçkırmamak için kendini zorla tutuyordu. Bir saniye sonra yeniden başladı: Biliyorsunuz! Oğlu benimle ev lenmek istiyordu. Eniştemin, onlarla anlasarak, bulduğu en güzel çare: Beni feda edip evi kurtarmak.. Fakat, bu kur tuluş mu?.. Omrümüzce bu adamın hükmüne girip ayrı ayrı onun kölesi olsak ta acaba kurtulacak mıyız? Hayır, imkânı yok. İArkası var'] I