4 Ekim 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

4 Ekim 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

4 Birinciteşrin 1936 CUMHURIYET Dün refakatindekilerle Izmire vardı Bu camiin ne inşa ne de tamirinde Sinanın bir îzmir 3 (Hususî muhabirimizden) alâkası olmadığını gösteren deliller çok kuvvetlidir Nafıa Vekili otomobille Ayvalıktan geldi. Vali kendisini Ayvalıkta karşı ladı. Yanmda Zonguldak saylavı Halil, Afyon saylavı Haydar, Şose ve Köprüler Umum müdür muavini vardı. Nafıa Vekili, Dikili, Bergama, Menemen ve Karşıyakada hararetle karşı landı. Vekü bu seyahatte 1200 kilometro yol katetmiştir. Çanakkaleden sonra Edremid, Bür haniye, Ayvalık nafıa ve yol işlerini teftiş etti. Ayvalıkta İzmiri Bahkesire bağlıyacak olan Dikili Ayvalık şosesi etrafında Valimizden malumat aldı. Civardaki köylüler tezahürat yaptılar. Bu meyanda Altınova nahiyesi halkı, yeni kurulacak büyük bir köprüye Çetinkaya köprüsü ismini vermeyi kararlaştırdılar. Menemende Gediz köprüsü Menemen ovasının sulanması işleri etrafında Vekil malumat aldı. Nafıa Vekili îzmirde birkaç kün kalacaktır. Su İşleri Umum müdürü Namık, Fen heyeti umum müdürü Ratıb geldiler. Vekilin buradan ayrclışında ve îzmirdeki mesaisinde kendisine vekâlet edeceklerdir. Piyalepaşa camii üstad Sinanın değildir Nafıa Vekili Ali Çetinkaya BlR GEZINTÎDEN NOTLAR Içimizi sızlatan müze Abdülhamidin, Kayzere hediye ettiği Bergama müzesi bize bir zindan kesilmişti 4 [*] Kesik parmak ört yıl evveldi, Cem Sultanıa Üıayatını mevzu yaparak bir ro: ,man yazmak istemiştim. Lâtince bilen bir dostum beni teşvik ediyordu, me'7ıaz hususunda yardım edeceğini söyliîyordu. Ben romana başlayınca ; o, sözi'mde durdu. Bana, Cem SuJtanı Rodosta görmüş olan aziz Yahya tarikatı k ançılar muavini Caorcinin , nüsha ; lan a c(tık seyrekleşen eserini getirdi, kelime kelime tercüme ederek 'Tomanımı tarih bakımından kuvvetlendirjdi. O dost, gene Cem Sultar/in sergüzeşti dolayısıle Caorcinin bir e^erinden daha bah'etmısti. Rahıb muharrir bu eserinde, Siultan Beyazıdın rftsvet olarak Rodosa< yolladığı mukaddes bir elin tarihini, ona Rodosta yapılan merasimi anlatıyormus. Ben bu hikâyeyi romana geçirmedim.ı Peygamber Yahyanın beş yüz yıl IstaıaŞbuI manastırlarından birinde halka öptiiriilmüç, sonra Topkapı sarayına kaldırıltarak sçrvi ağacından yapılma kutular içinde saklanmış olan elinin Rodosa yolljanışını sükutla geçistirdim. însanlık âkemine ne verdiğini bilmediğirn bir ele romanımda yer vermemekte hctklıydım! * * * Bir gün üç dört arkadaş, Osmanlı tarihande hayli geniş bir yer tutan mubarek emanetler üzerine münakaşa ediyorduik. îcimizden biri, benim inanmaz görüııerek ikidebir dudak büküşüme sinirleadi: Yahu, dedi. Onların sıhhat vesikaları buruna bile çarpıyor. Hazreti Nuhmn tenceresinden, Hazreti îbrahimin kazanından öyle Iâtif bir koku çıkıyor l üatad Sinanın, Süleymaniye camijndeki direk bashğı Bu mevzu üzerinde ilk makaleyi birkaç ay evvel yazmış ve şu hakikatleri ortaya atmıştım: 1 Cami Selim II zamanının değil Fatih Mehmed zamanının escridir. 2 1573 yılı inşa tarihi değil tamir tarihidir. 3 Bu tamiri dahi Sinanın yapmış olması şöyle dursun belki üstadın bu ameliyattan haberi bile olmamıştır. Benim bu iddialanm umumî kanaate muhalifti, bunun için efkâr üzerinde biraz sarsıntı ve biraz hayret uyandırdı. Böyle olmakla beraber bilgisine güvenilir şahsiyetlerden birisi çıkıp bu tezime itiraz etmedi. Hatta bazı zevattan takdirkâr sözler de işittim.. Zira işlenmemiş olan bu mevzu üzerinde ilim namına bir tek nokta dahi olsa bulup çıkarana bir sempati taşımak şuurlu insanların şiarıdır. Şimdi şu satırlarda evvelki iddiamı tevsik ve tavzih etmek isterim. Almanyaya giden Türk muallimleri heyet halinde Belgrad sefirimiz Viyanaya gitti Belgrad 3 (Hususî) Türkiyenin Bel grad elçişi Ali Haydar 20 gün mezuniyetle Viyanaya gitmiştir. kaide: Kemer taşları faslı müştereklerinin kemeri çizen pergârın sabit ayağının bastığı noktaya müteveccih bulunmasıdır, bu suretle kapının üstüne gelen kemer enli düşer, ve bu kemerin bastığı üzengiler ve altındaki kapı sökesi darlaşır.. Bu kaide umumî bir kaide olduğu halde Piyalepaşayı tamir eden mimann bu kaideden habersızce çalışmış olduğu ve kemerin kazık taşlarınm aynca daha üstten bir nokta alınarak bu noktaya tevcih edilmiş ve bu suretle kemerin ensiz ve zayıf bırakılmış olduğu görülmektedir. Vuzuhla mukayese edilebılmesi için Sinan eserlerinden Haseki Imaretinin kapısındaki kemer resmini de dercediyorum, Piyalepaşa camiini tamir eden mimann yaptığı bu hâdise vukufsuzluktan başka bir sebeb ve zarurete atfedilemez. B Dünya mimarisinde en şayanı dıkkat iki direk başlığı vardır. Bırisı Greklerin korentiyen başlığı dığeri Osmanlıların istilâktitli başlığıdır, bu hakikat bizlerce malum olduğu halde Piyalepaşadaki tamirat metrukâtı olan istilâktitli başlıklarda zevksizlik ve beceriksiz lik görülüyor ki Sinanın san'at ve zevk olgunluğu ile tabantabana zıd dır, bu zıddıyeti de sayın okuyucularıma yazı ile tarif etmektense resmin belâgatine sığmarak arzediyor ve Piyalepaşadaki bu başlıklardan bırısıle bızzat Sinanın Süleymaniyede yaptığı ayni kutur ve cesamette diğer bir başlık resmini dercediyorum. Biz Piyalepaşa camiini bu gibi delillere bakarak Koca Sinana maletmek gafletinden kurtulursak hem Sinanın sanat yücelığine lâzım olan hürmeti göstermiş oluruz, hem de binanm mensub olduğu san'at tarihini daha enginleştirmiş oluyoruz. Fakat herşeyin fevkinde bir iş daha yapmış oluyoruz ki tarihî hakikatlere hürmet... Şu halde benim mimarî ve san'at delillerine basarak bulabildiğim bu hakikatin kitablarda da yerini bulmak tarih alimlerine bir borc olarak ortaya çıkmaktadır, tez günlerde bunun da halledileceği muhakkaktır. Mimar *** Piyalepaşa camiinin plânında orijinal mtş olan direk başlığı denecek hiç birşey yoktur, bilâkis onda Türk mimarî tarihi bakımından lojik bir yandığı mühim bir nokta da 1572 yılıteselsül ve tecanüs vardır. Artıkların, nın inşa tarihi olmadığı halde maruz kalNisanoğullannın, Selçukilerin cami plân dığı mühim bir tamir ameliyesinin tarihi larına tamamile uygun bir şekilde kıble oluşu idi, bu iddiamın da kuvvetli delıllemihverine amud ve namaz saflarına mu ri şunlardır: A Ortadaki büyük direk babuclavazi olarak tertib edilmiş bir mustatilden ibarettir, eski Türklerin Diyarbekirde rınm Onaltıncı asır Türk mimarisine tayaptıkları Ulucami bu esasm bir mübalâ mamile muvafjk olarak fakat dörder parğalısı olduğu gıbi Osmanlıların Murad ça taştan oyulup dekoratif bir maksadla II zamanında Edirnede yaptıkları Üç sonradan uydurulmuş olması (eğer orijişerefeli cami plânı da bu esasın biraz nal olsaydı umumî mimarî ve konstrüksiyon kavaidine göre bu babuclar yekpare kompliks bir şeklidir. olarak direklerin altında bulunmuş olaPiyalepaşa camii Osmanlı • mimarisi nin îstanbula hediye ettiği ilk eserlerden caktı.) B Tamir mahsulü kısımların başolduğuna dair kuvvetli delilleri haizdir: langıc Türk mimarisi hususiyetlerinden A Içeride sağlı sollu mahfilleri taşıyan ve gene dışarıda sağlı sollu terasları ayrılarak Onaltıncı asır Türk mimarisi taşıyan ayakların tekniğin vereceği emni konstrüksiyonuna tamamile uygun olması.. yet fevkinde kalınlıkları haiz olması. Bir mühim nokta daha ileri sürmüştüm B Bu ayakları yekdiğerine bağlıyan kemerlerin Selçuk mimarisinden Os ki o da 1573 te yapılmış olan bu tamir manhlara intikal etmiş dişli tezyinatı doğ amelıyesme Sinanın eli sürülmemiş olmarudan doğruya orijinalitesini kaybetme sı keyfiyetiydi. Bunun delillerine gelince: den muhtevi olması.. A 1573 tarıhinde Sinanın, padışaC Birçok kalın kemerlerin ve kon hın müthiş tazyıkı altında Edirnedeki şatrforlann tamamile tuğladan ve birçok heser Selimiyenin kubbesini kilidlemekle ana duvarların moloz taşı ve tuğladan ka meşgul olduğunun tarihen sabit olduğunu arzetmiştım. îlmî san'at tahlıline genşık işlenmiş olması. D Minarenin temelsiz olarak ke lince; gerçi 1573 te yapılmış olan tamirat mer bosluğuna tesadüf etmiş bulunması.. her nekadar Onaltıncı asır Türk mimari(Şimdiki minarenin temel ve kaidesi On si kavaidine muvafık ise de o tarihteki altmcı asır konstrüksiyonuna uygun ola Sinanın san'at olgunluğile zıd hatta Sinanın hiçbir eserinde görülmedık bazı becerak sonradan ihdas edilmiştir.) gb'rülmektedir. E Ortadaki büyük kubbe direkle riksizlikler bulunduğu rinin bazsız yani pabucsuz dikilmiş olma Meselâ, Piyalepaşa camiinin sonradan yapılmış olan kapısına bakalım: sı. îşte bunlar kat'iyetle ifade eder ki bu Gerek Sinan, gerekse Sinandan evvelbina Osmanlı mimarisinin başlangıc dev ki Türk mimarlan kapıların üzerine çerine mensubdur. virdikleri sepet kulpu kemerlerinde şaşBu binadaki hususî görüslerimin da maz bir kaideden aynlmamıslardır. Bu Piyalepaşada beceriksizce yapıl Mümessillerile bizi gittiğimiz yerlerdt karşılıyan ve seyahatimizi himayesi al tına alan Akademişes Avustavşdinst yani «Alman akademik (talebe ve mual lim) mübadelesi ofisi» tarafından verilmiş programa göre Berlinde kalacağımız birkaç günümüz şu suretle dolmuş ola caktı: Otobüslerle şehirde dolaşmak, Kayzer Frederik müzesine gidip orada İslâm ve Bergama müzelerini ve vaktın müsaadesine göre Kayzer Frederik müzesinin bazı kısımlarmı görmek, otobüslerle Alt Landsberge gidip orada iş dairesinde iş başçavuşu doktor Yunatm buna dair vereceği konferansta bulunmak, Berlin den gene otobüslerle devlet spor meydanlarını yani 1 ağustosta başlıyacak büyük Olimpiyad yerlerini gezmek, akşama do£ru Belediye dairesinde şehir namına ka bul olunmak, hareketimizden bir gün e v vel trenle Potsdama gidip Sansusi şato* sunu ve parkını gezmek, Hafilziden va purla Vanziye ve oradan trenle Berlin* dönmek ve 27 temmuzda Hamburga hareket etmek. Beş dakikada yazılan, beş günde tatbik edilen bu program dairesinde gezilip görülen yerlerin tafsili beş hafta sürer Biz bu beş haftalık yazı yolunu tayyare bakısile geçerek ancak münasib yerlerJe biraz duracağız. Otobüslerle şehri gezerken yanımıza verilen kadın, erkek kılavuzlar izahat veriyorlar Bu dolasma, bize morfolojik. bakımından şehir hakkında bir fikir verdi. Anladık ki Berjin yedi sekiz asırlık yenı bir sehirdir. Hayır bundan da daha çok yenidir. Çünkü Berlin 1 7 nci asrın son larında 6,000 nüfuslu pis bir kasaba imi}. Kumlu ve çorak bir ovanın sıhhate elverişli olmıyan bu kasabasında iki üç asır içinde sarayları, müzeleri, parkları, geniş bulvarları ve asırlara hâkim olan heykelleri ve abidelerile bu dört milyon nü fuslu muazzam ve tertemiz sıhhî Berlm nasıl vücude gelmiş! Bu ne himmet, ne muvaffakiyettir yarabbi! cak yerler, yani taş merdivenler vardı Ne çare ki yüksek sütunları; duvarlan nı örten kabartma heykellerile bize ken di topraklarımızın altında kalmşı bir ta rihten efsaneler okuyan bu ışılclı koca da ire hepimize zindan oluyor ve Sultan Abdülhamidin, asrî bir şehirden fazla kıymeti olan, bu mamur harabeyi na?ı olup ta împarator Vilhelme hediye etti ğine aklımız ermiyordu. Almanyadan döndükten sonra esk müzeler müdürü, İstanbul meb'usu kıy metli üstadımız Halil Ethemle aramızda bu bahis açıldığı vakit: « Büyük kardeşim Hamdi Bey, de di. Müzeler Müdürü olduğu vakit Ber gama âsarıatikasi Almanyaya gitmiş bulunuyordu. Kardeşimin çok canı sıkıld' Öfkesini kimden alacağını bilemiyordu Hep müteessir idik. Bu hediyelerin hiç olmazsa tekerrür etmemesi için bir kanun teklif etti ve kanunu Şuraya Devletten çıkarmağa muvaffak oldu. Bergamaya aid iki üç parça şey nasılsa kalmış. On lan nümunelik müzemizde saklamak Istiyordu. împaratorun ısrarı üzerine çıkan bir irade ile onlar da gönderildi Zat^n gidenlere nisbeten bu kalanlar hiç mesabesinde idi.» Biz oradan çıkıp tslâm ve Kayzer Frederik müzeleri dairelerini gezmeğe gi derken oturduğu sarayı müstevli yabancılara teslim edip çıkan bir hükümd'ar ailesinin matemi içimizde hıçkınyoDdu İslâm müzesi dairelerinde eski antika Acem halılan el yazısı musaflar ve onların ince işlenmis kapları ve Halebden geti • rilmiş zengin bir evin enteriyörü, daha sonra Kayzer Frederik yani Alman müzesinin yürümekle, görmekle bitmiyen sayısız salonları, bilhassa her fırsat düştükçe ince zekâsile zarif nükteler bulup hepi mizi katıltan Kemalin (Alman mektebinin almanca mütercimi) şen sözleri biz oyalandırdı. Hicranlarımızı unuttuk. Hakikaten aramızda Kemal olmaçaydı şu seyahatimiz ruhsuz olacaktı. Onun kimse yi gücendırmiyen samimî takıhşlan ve sarakaları vardı ki hepimızi neş'elendirdi. Berlinde gec»leri serbest kalıyorduk. O gece birkaç arkadaş Faterlanda gitt'k. Berlinin şöhreti âleme yayılan o eğlence yeri baslıbaşına bir âlem. W!... Nuhun hangi kalıbhanede bakır eritip tencere yaptıeını, îbrahimin kazanı danilen nesnenin hangi köselerde sakla naırak ilk sahibine nisbetini tevsik eden hütcetle beraber Topkapı sarayına geldjgini o arkadaşa sormadım, yalnız güldiim! îyi bir tarih bildiğini iddia eden bir Fransız diplomattan, Bon Hanri adh bir vis konsülden Hazreti İsaya kefen yapılmış olan beyaz bir kumasm izi üzerinde yüründüğünü duymustum. Guya onuncu asrın ilk yıllarında, 920 940 seneleri arasmda Bizans Generallerinden Yuvanis Korkuas Nizib müstahkem mevkiini zaptederken bu mukaddes kumaşı ele gecirip îstanbula getirmiş imiş!.. Ben bu söze de uzun uzun gülmüştüm. Çünkü îsanm göke çıkarken kefenini yerde bırakacak kadar telâşa düştügü sahih olsa bile o kumasm bin dokuz yüz yıl sağ kalması mümkün değildi. * * * Dün bir arkadaşa rasladım. Neş'eli bir ıstırab içindeydi, gözlerinde kavsikuzahh havalar gibi ışıklı bir bulanıklık vardı, sordum: Neniz var? Eskilerin zehrihand dedikleri bir tebessümle yüzüme baktı, sonra cebinden bir kâğıd ç'karıp uzattı. Açtım ve... belinledim: Kâğıdda kesik bir parmak bulunuyordu. *** Röntgen mütehassısı doktor Izzeddinîn verem mikrobları elinde harab olmuş yurddaş ciğerlerinin, kansere yenilmiş yurddaş midelerinin, nizamını kaybetmiş yurddaş yüreklerinin resmini alarak o hastalara derman verilmesini mümkün kılmak uğrunda kesilen parmağı bana şark ve garb tarihinin mubarek tanılan bütün yadigârlanndan daha kıymetli göründü. Gönül isterdi ki fen uğrunda kurban giden bu parmak, fenseverlerden mürekkeb bir kalabalığm önünde kesilsin, Universitenin de bir köşesine konulsun. Fakat o, sessiz kesildi, sahibinin yarah eline verildi. Zavallı fen sehidi parmak!... O gün öğleden sonra müzeleri gezdi ğimiz vakit bu muvaffakiyetin sırrını anlar gibi olduk. Bilhassa teknik ve tabi' ilimler namına 1908 de tesisine başlanıp 1925 te açılan bu müze doktor Oska" Fon Millerin teşebbüsile, fakat bütün Al man profesörlerinin, mühendislerinin, a r tist ve artizanlarının, cemiyetlerinin, sıniî firmalarının hükumete yardımcı olmasüe meydana gelmiştir. (70,000) e yaklaşan mevzuatını görmek için 15 kilometroluk bir yol yürümeğe mecbursunuz. Hiç d u r madan, bakmadan üç saatlik yol. O gürden itibaren seyahatimiz devam ettiği müddetçe dikkat ettim. İçimizde, yalnız bayanlarımızdan değil, güclü kuvvetli görünen baylarımızdan birçokları, görü lecek yerler kadar oturup dinlenecek yer leri de gözlemeğe başladılar. Berganu müzesi bızimdi ve orada bol bol otura SEDAD ÇET1NTAŞ hikâyelerini bir araya toplıyarak kitab şeklinde bastılar. Birinci bin çabucak satıldı. O vakit Süha karısını kıskandı. Fakat bu cinsî bir kıskanclık değıldı; o, Sanr hanın muvaffakiyetini kıskanıyor ve sanki intikam almak ister gibi bir bar artisti ile düşüp kalkıyordu. Kıymetli romancı ve güzide edib Sa niha Süha Hanımefendi ise, güzelliğine ye zarafetine şimdi de şöhretini eklemiş, Istanbulun en tanınmış kadını olmuştu. Konferanslar veriyor, nutuklar söylüyor, muhtelif cemiyetlere aza oluyordu. Bu kadar çok çalışan bir kadının yeni aşklarla mesgul olacak vakti yoktu. Sonra, Saniha, hulyalarına sadık bir kadındı. Mahzun a,şkını, mülâzimini unutmamış tı ve onu hiç, hiç unutmıyacaktı. Yeni romamnda, Ercümendle kendi macerasını yazmak istiyor; fakat kalbi nin bu mahrem duygularını, o gizli aşkr nı herkese okutmak istemiyordu. Bazan yazı masasının basında aşkına Wair bir küçük hikâye yazarken birdenbire Ercümendle geçirdiği maceranın tatlı ve unu* tulmaz hatıralan, dimağına hücum eder di. O zaman kâğıdı, kalemi bir tarafa atarak, bir sigara yakar ve dumanlar ara u Ali Kâmi AKYÜZ [*] Evvelki yazılar 25, 27 eylul ve 2 teşrinievvel tarihli sayılanmızdadır. Elâzizde büyük bir hastane yapıldı Elâziz (Hususî) Şehrimizde 75 yataklı büyük bir sağlık yurdu açıldı. Valimiz Tevfik Gör tarafından plânı çizilen bu büyük hastane, eşine Türkiyede nadir raslanan bir intizam ve mükem melivette yapılmıştır. sında gözlerine görünen dalardı. Gözleri bulanır, rır, ince dudakları hayalî zülür, bütün vücudü bir hulya diyanna yanaklan kızabir buse ile büaşk titremesile "Cumhuriyet,, ıo tefrikas< 85 Seni seviyorum Ercümend, sevi • yorum. Ercümend, son bir defa daha, onu kalbinin üstüne bastırdı. Beni hatırlıyacaksın, bana mektub yazacaksın değil mi? Evet, evet. Kadın mantosunun yakasını kaldırdı. lstasyona yaklaştıkça görülmekten kor kuyordu. Ercümend: Ellerin Saniha, dedi; minimini güzel ellerini de ver... Onlan da öpeyim. Otomobil istasyonun önünde durmujtu. Daha vapur gelmemiş olduğu için buralarda kimseler yoktu. Bir hamal, otomobilin kapısını açtı. Saniha, iki elini bir den Ercümende uzattı. Delikanlının güzel başı bu ellerin üstüne kapandı, ateşli dudakları sıcak göz yaşlarile karışarak Sanihanın ellerini son defa öptü. Otomobilden dışarı fırladı. Bu zel askerim, kahraman mülâzimim diye iç! sızladı. Sonra, bileğindeki pırlantalı kol saa* tine baktı. Saat yediye geliyordu. Çok geç kalmıştı. Daha îstanbula dönecek, giyinecek ve kocası ile beraber, bu defa da romanını neşreden gazete başmuhar Abidin Daver DAV'BR ririnin kendisine çektiği ziyafete gide • arada küçük bavulunu da hamal dışarı cekti. çıkarmıştı. Ercümend, istasyon merdiveni" 12 nin birinci basamağında bir bronz heykel Aradan aylar geçmişti. gibi duruyordu. Kendinde büyük bir romancı kabili Saniha, şoföre: yeti tevehhüm eden Süha, karısınm bü Dön, Kadıköy iskelesine, dedi. yük muvaffakiyetinden cesaret alarak Sonra, ona, öpsün diye bir daha elini yazdığı bir romanın hiçbir gazeteye kauzattı ve: bul edilmediğini görmüş, bunu kitab ha Allaha ısmarladık Ercümend, ya linde bastırmıştı. Fakat Süha Beyin esekında gene görüşürüz, inşallah, dedi. ri, Babıali caddesindeki kitabcılann tozlu Ercümend, kendıne uzanan kızılcık raflarında uyukluyup duruyordu. tırnaklı beyaz ele doğru iğildi. Fakat oSaniha, ise, şimdi, şöhret sahibi bir tomobil bırdenbıre fırladığı ıçın son ö edib, eserleri aranır bir romancı olmuştu. pücük, bir emel, bir hasret halinde du • Birinci romanı o kadar tutmuştu ki ga daklarında kaldı. zetenin sahibi ile tahrir müdürü, ondan, Saniha, otomobilin arka penceresin daha birincisi bitmeden, hemen ikinci bir den ona kırmızı mendılini sallıyordu. Mü rcman yazmasını rica etmişlerdi. Saniha, lâziminin dimdik, eli kasketinin güneşli bir taraftan yeni romanını hazırlıyor, diğinde kendıni askerce selâmladığını gör ğer taraftan da eskıden yazıp yazıhane • dü. sine attığı yazılan, küçük hikâyeleri biraz Yavrum, Ercümendim, benim gü düzelterek gazeteye veriyordu. Küçük ürperir ve böylece saatlerin geçtiğini fark bile etmezdi. Yazıhanesinin üstünde Paristen aldığı şık konsol saati gözüne ilişince hayrette kalır, hikâyesinin bitmediğini görerek tekrar kaleme sarılırdı. Fakat biraz evvelki tatlı hulyalar âlemi ile hakikat arasındaki tatsızlığın farkmı duyar, hayatın melâlden ve edebiyatın manasızlıktan ibaret olduğuna hükmederdi. O zaman, tekrar önündeki kâğıdları iter, kalemi fırlatır ve eskisi gibi mırıldanırdı: «Aşıkının kolları arasmda küçücük bir sevgili olmak ne tatlı şeydir. Hangi şan ve şöhret bu zevke değer.» Artık, o gün, yazı yazamazdı. O gün edebiyatın pabucu dama atılırdı. Masasının başından kalkar, odasında dolaşır dı. Bu oda, bütün seyahat hatıralarile süslü idi. Ve en çok cenub vilâyetlerin den topladığı hatıralara yer ve kıymet vermişti. lArkası var] M. TURHAN TAN 1937 yılı CUMHURİYET Almanağı hazırlanıyor Geçen sene 10 günde 4 bin nüsha satan bu Almanağa ilân vermekte acele ediniz. I f tlktcfrine kadar İlâncılık Şirketine müracaal

Bu sayıdan diğer sayfalar: