11 Evlul 1936 CUMHURIYE1 Festivallerîn faydası Radyoda ıslâhat Hükumet, zengin bir programla işe başladı Hükumete geçen İstanbul ve Ankara radyolarının 9 eylulden itibaren yeni idare tarafından işletildiğini yazmıştık. Bu maksadla Ankara ve Istanbulda Posta ve Telgraf Başmüdürlüklerine tâbi birer (Stodyo Müdürlüğü) kurulmuştur. Yeni radyo proğramlan Posta Telgraf Iç tşleri Müdürlüğüne ve Maarif Vekâletine mensub iki zat tarafından tertip edilrr.eğe başlanmıştır. Yeni programlar halkm dileklerine geniş mikyasta cevab verecek mahiyette tertib olunmaktadır. Şimdiye kadar yalnız pazar günlerine mahsus olan öğle neşriyatı hergüne teşmil edilmiştir. İki gündenberi saat 12,30 dan 14 e kadar muntazaman neşriyat yapılmaktadır. Eskiden akşam neşriyatı saat 2 1 2 2 arasmda bitmekte iken şimdi 18,30 da başlamakta 23 e kadar sürmektedir. Yeni proğramlara zengin bir orkesteranın y a r dımı temin edilmiş, klâsik Türk musikisile millî hale gelen halk şarkılarına e~ hemmiyet verilmiştir. Monoloğ ve diyaloğlara da yer aynlmıştır. Yeni idare birçok yenilikler yapmayı düşünmektedir. Yeni idarenin mühendisleri birkaç gün içinde birçok teknik yenilikler yapmışlardır. Dün geceden itibaren Münir Nureddin, Müzeyyen, Vedia Riza gibi tanınmış san'atkârlar kadroya alınmıştır. lstanbul Stodyo Direktörlüğüne şjrketin eski fen müdürü, Ankara Radyo îşleri Müdürlüğüne Riyaseti Cumhur bandosu şefi Veli tayin «dilmişlerdir. Ankara radyosuna yeniden spiker almacaktır. İspanyadaki dahilî harb Bu seneki şenliklerde daha iyi anlaşılmıştır 937 yılı festivalleri için şimdiden hazırlanmağa başlamak lâzımdır iki taraf birbirini nasıl boğazlıyor? En ileri cephelere kadar sokulan bir Fransız gazetecisinin intıbaları Paris Soir gazetesinin Madrid hususî muhabiri, Madriddeki dahilî vaziyet ve Largo Caballero kabinesi hakkifjda gazetesine şu malumab veriyor: Ispanya ihtilâline benzer bir ihtilâl şimdiye kadar nasıl görülmediyse, hatU Rus ihtilâli bile nasıl bu derece şiddetl' olmadise, Largo Caballero hükumeti gibi bir hükumet de şimdiye kadar iktidar mevkiine gelmemiştir. Dün, yeni Hariciye Nazırı Mösyö Alvarez Delvayonun ziyaretine gitmiş tim. Münevver bir gazeteci, Şako komis' yonunun sabık reisi ve lspanyanm sabu Meksiko elçisi olan bu zat, muharebenin bidayetinden beri giydiği askerî ünifor mayı çıkarıp sivil bir elbise giydiği sırada, kendisine nereye gittiğini sordum. Sili elçisini ziyarete gidiyorum, dedi. Siz mi onu ziyarete gidiyorsunuz? dedim. îyi amma siz Hariciye Nazırısr Ispanya Başvekili Largo Caballero nız. Sizin ziyaretinize o gelmelidir. Pro" tokolu altüst edeceksiniz. zine kamyonun peşine otomobilimle takı Hiç ehemmiyeti yok. Işim acele. larak cepheye kadar gittim. Sancta O Eski formüllere riayet edeceğim diye va lallada, kumandan, dur emri verdi. Düş/ kit kaybetmenin manası var mı? Bunla man o gün öğleden evvel 20 kilometrc geriye sürülmüştü. Fakat, merkezlerile rı harbden sonra düşünürüz. Bu sözleri söyliyerek çıktı gitti. Fil~ alâkalan kesilmiş münferit asi efrad, sahakika, protokola bu ehemmiyet verme hadan ayrılmıyor, nevmidane çarpışmağa yişin zahirî olduğunu, Hariciye Nazırr devam ediyordu. İlk saflara yaklaştım ve mutat çeU muharebesi manzarasile karşılaştım. Bit kaya, bir duvar veya bir ağaç arkasına, bir ev köşesine çömelen adamlar, hemcn hemen hiç görülmiyen bir düşmana mütemadiyen silâh atıyorlar. Bir milis askeri, elindeki su bardağını ağzına boşaitmak için ayağa kalkıyor ve birdenbire, bir kütük gibi yuvarlanıyor; bardaktaki su ile vücudünden akan kan, sokağın Yeni Nazınn, yabancı diplomatlara, tozlanna karışıyor. herşeyden evvel, tebaalarınm İspanyada Geri dönüyorum. Yoldan, bütün hızihiçbir tehlikeye maruz olmadıklan yo le, zırhlı bir otomobil geçiyor. Düşmanm lunda teminat vermek istediğini bilmiyor hizasına gelince ağırlaşıyor, dönüyor değilim. Fakat, bir Hariciye Nazınm, ve iki tarafından bir kurşun yağmuru taksiye binib elçileri ziyarete gitmesi yağdırmağa başlıyor. de, her hükumet merkezinde tesadüf eToledoya, Alkazarın önüne geldiğim dilmiyen bir hadisedir. Bu gibi hadiselcr, zaman gece olmuştu. Fakat kuvvetli prosade nadir değil, ayni zamanda sembo jektörler, cephedeki koca oyuklan çiğ liktir ve Madridde oturmıyanlara, orada bir ışıkla yıkıyordu. neler olup bittiğini anlatmağa kâfi gelir. O gün, muhasırlar 15 lik bir topla büMadrid, eskisinden daha kuvvetli o tün duvarları yıkmışlar, içeride mahsur lan yeni hükumeti ile, 1917 nihayetin bulunanlar, yeraltı yollarından, meıkezî deki Fransaya benziyor. Bütün çehreler binaya sığınmışlardı. Bu harabe ortasınde, vahşi bir azmin takallusu görülüyor. dan hâlâ silâh sesleri işitiliyordu. MüdaPek kıymet verdikleri ideolojilerine faada devam taraftan olanlar, teslim olhalel getirmemek için, Nazırlar meclisi mak istiyenlerle hesab görmekle ıreşgulmasası etrafında oturmayı kabul etmiyen düler. Arasıra, bu korkîmc duvarladan bu adamlar bir mümessil tayini zaruretin harice istimdad avazeleri çıkıyor, kadın de kalmışlardır. Bu mümessil, her neza iniltileri ve çocuk haykırışmalan duyulurette, îşçiler Umum Birliği azasından bi' yordu. risi ile beraber bulunacak ve bir nevi istişare komitesi vazifesi görecektir. Eski vapurlar tamir ediliyor Bunlarm bir takım şartları da vardır. Almanyaya ısmarlanan yeni posta vaBir maraz telâkki ettikleri devlet aley purlarınm insaatına başlandığı hakkında hindeki fikirlerinden hiç birisini terket şehrimizdeki alâkadar makamlara malumiyorlar. Şimdiye kadar yapılan isla mat gelmiştir. Yeni vapurların inşaatı hattan hiç birisinin, hükumet tarafından bir buçuk sene sürecek, inşası ilk bitecek herhangi bir bahane ile mevzuu bahse olanlar 937 senesi ilk altı ayı içinde tesdilmemesinde israr ediyorlar. lim edilecektir. nın bir diplomatı ziyarete gidişinin, bu if~ rat nezaketin siyasî manevradan ibaret bulunduğunu söyliyecekler vardır. Mösyö Alvarez Delvayo, her türlü kaide lerin hilâfına böyle hareket ederek, vazi' feleri başından ayrılmıyan yabancı menv leket elçilerine teşekkür etmek, ayni zamanda, hükumete haber bile vermeder ortadan sırrolan diplomatlara ders ver mek istemiş olacak. Âdemzade filler ve kurbağalar! ahmetli Evliya Çelebi yazıyor: Silâhtar Kara Murtaza Paşa Sıvas valisi iken Turhal nahiyesinde bir köy halkı geldi ve bir kutuya konulmuş beyaz bir fil yavrucağr nı paşaya sunup şu kıssayı anlattı: «Bu filceğizi bizim köyümüzden bir kız doğurdu. Canlı idi, canlı da kalacak gibiydi. Subaşı, gadredip ebeye boğdurttu». Murtaza paşa, kıssayı dinledikten sonra fili doğuran kızı getirtti ve söyletti. Er yüzü görmiyen kız söyle dedi: «Uç yıl evvel Hint padişahı İstanbula iki fil yollamıştı. Hayvanları götürenler bizim Turhal ovasında yorgunluk çıkanyorlar dı, herkes gibi biz de seyre gittik. Hayvanlara yakın varınca yanımdaki hatunlar «Allah! Ne ulu şeyler» diye söyIeşiyorlardı. Ben de: «Ana, kani fil?» diye ileri vardım, beş direk üstünde bir kara dam gördüm. Bir direği kımıldanıyordu. «Ana, kani filcik?» diye ben ilerledim, yoldaşlarım «Bre kız ileri var ma» demeğe kalmadı, büyük dam yü" rüdü, beni kapıp havaya kaldırdı. Bir karanlık ısı yerde kaldım, bayıldım. Anam, babam güçlükle canımı kurtarmışlar. Gözümü açmca kendimi evde buldum. Uç yıl geçince de bu fili doğurdum. Yavrum, bir ay yaşadı. Sonra Subaşmın zorile ebe oğlumu öldürdü. Hakkımı hak eyle, oğlumun kanını yerde koma!..» Turhal, îğnepazarı, Kazova halkı da böyle şehadet etti ve Murtaza paşa, istanbula götürürüm diye fil yavrusunu tuzlattı. hazinesinde saklattı!. Bizim muharrir arkadaşlardan biri de gazetemizin dünkü nüshasında şu fıkrayı yazdı: «Tapkapıda Bayazit Ağa mahallesinde oturan bir kadın kurbağaya benziyen ölü bir hilkat garibesi doğurmuştur. Bu mahlukun kollan uzun, bacakları iri olup beyin kısmı yok gibidir. Cesed kısmı mosmor bir haldedir. Garibeyi doğuran kadın şimdiye kadar yedi çocuk dünyaya getirmiş ve sekizincide bu hal başına gilmiştir». «Kadın hastalıkları doktoru Profesör Tevfik Remzi bu hadise hakkında şunlan söylemektedir: Ana rahmindeki teşekkül devri içinde başın kâfi derecede büyümemesi ve alnın yukarı kısmının teşekkül edememeji neticesi olarak meydana acayip bir şekil çıkmaktadır. Bu gibi doğumlara anansepal çocuk denir ve tıbbî mühim bir hadise sayılmaz.» Evliya Çelebinin gözile gördüğünü söyliyerek kaydettiği garib vak'a ile muharrir arkadaşımızm tesbit ederek gazeteye koyduğu haber arasındaki fark, Turhallı kızın fil, Istanbullu Bayanın kurbaga doğurmasından ibaret değildir. Birinci hadisenin kahramam, neden fil doğurduğunu adeta izah ediyor. Fakat ikinci vakıa, makul bir sebebe bağlanamr yor. Gerçi muhterem Profesörün sözlerinde ilmî kıymet varsa da ceninin kâfi derecede büyümemesi, alnın üst tarafınm teşekkül edememesi yüzünden vukua geleceği bildirilen garabet, fil olarak doğan yavrularda yoktur. Onlar, Evliya Çelebinin sözlerinden anlaşılıyor ki, lüzumundan fazla tekemmül etmişler ve şahane kulaklar, kıymettar dişlerle beraber mükellef bir hortum da takmıp dünyaya gelmişlerdir. Böylesi yavrulara «tekemmül edememek» suçu nasıl yakıştırılır?. M. S. Paşacan lstanbul Şehir bandotu san'atkârlarile bir arada Istanbulun «kırk gün kırk gece» fes Hval mevsiminin son günlerini «Balkan festivalleri» teşkil ediyordu. Bunlar da birkaç gün evvel lstanbul Belediyesi tarafından Parkotelde verilen çok samimî bir veda müsameresinde Belediye reis muavini ve Festivaller komitesi reisi Ekrem Sevencanm okuduğu güzel nutkile nihayet buldu. Şehrimizde «kırk gün kırk gece» eğ lencelerini fazla bulan ve tenkid edenler oldu. Bu hususta salâhiyetli söz sa hibi gene Belediyemizdir. Defter ve kitab kendilerinde. Şimdi bu hususta yapacaklannda şüphe olmıyan bir «mizan hesabında» yapılan fedakârlıklar mukabili elde edilen netice belli olacak ve bun dan böyle tekrar edilip edilmiyecegi hakkında bir karar verilecektir. Kırk gün kırk gece şenlik ve eğlencelerinin kâr ve zarar hesabındaki netice ne olursa olsun bu şenliklerin son haftasını teşkil eden Balkan festivallerinin muvaffakiyeti ve güzel tesiri meydandır. Bu hususta tereddüd ve münakaşaya mahal yoktur. Festival heyetleri namına BeleHiyemiz tarafından Beylerbeyi sarayında verilen baloya olduğu gibi son veda müsameresine de Büyük Şef Atatürk şan ve şeref, can ve heyecan verdiler. Her hususta olduğu gibi bu milletlerarası samimî, sıcak, candan gelme nezih musiki eğlencelerinde de milletler genclerine rehberlik ettiler. Baloda kendi ilhamlarile kendi huzurlannda söylenen sözler Balkanlıların şan, musiki, dans ve eğlence beraberliğinin ehemmiyet ve manasına işaret ediyordu. Balkan festivallerini millî, siyasî, iç timaî bakımdan tetkik edenler, bunların her safhasmda kıymet ve fayda bulmakta güçlük çekmemişlerdir. Tasasız, neş'e ve şetaret içinde, en asil, en nezih bir tarzda eğlenerek birbirlerini yakından tanımış olan Balkan gencleri arasmda belki yannm millî san'atkârlan, muharrirleri, meb'usları Vekilleri ve sefirleri vardır. Bunlar milletlerinin mukadderatmda rol oynıyabilecek çağ ve mevkie geldikten sonra da Türkiye ve lstanbul sözü geçtikçe bugün duydukları heyecanı hatır hyacaklar ve tekrar duyacaklardır... daha yakından tanışmak fırsatmı bul dum. Ne mahviyetkâr insanlar! Tabiî konuştuklanmız hep musiki sahasına aid. Aramızdaki lisan güçlüğünü ve boşlu ğunu Wagner, Mozart... diyerek bü yük üstadlarımızın isimlerile doldurdukça birbirimizi anlamağa başladık. Fakat ben kendi müşterek dilimizi konuşarak tamamile anlaşmak ihtiyacına mukavemet edemedim. Bando şefine mahsus küçücük değneği aldım. Her seferinde bize an latılmaz ulvî heyecan veren ilk hafif darbeyi ve işareti verir vermez gözlerimiz karşılaştı. Kalblerimiz birleşti. Ruhlanmız anlaştı. Wagnerin, Mister Singer ve Mozartın Figaronun dugunu «ouver ture» leri gibi en güç parçalar da bile tam bir ittifak ve ittihadla anlaştık. Sanki şimdiye kadar yalnız ben on larla ve onlar benimle çalışmışız gibi bir tek falso yapmadan beni fevkalâde büyük bir meharet ve muvaffakiyetle takib ettiler. Bizim Yugoslavyada 90 kişilik Bande Royal müstesna olmak üzere hiçbir belediyemizin bu kadar mükemmel ve muktedir bir bando heyeti yoktur. lstanbul Belediyesi bando heyeti yalnız lstanbul için değil, bütün Türkiye için bir şereftir. Ben gelecek sene ilkbaharmda bu muhterem heyetin Yugoslavyaya gelmesini ve memleketimizde bir turne yapmasmı temin için elimden geleni yapacağım. Iki büyük millet arasındaki samimî dostluk hissiyatını musiki kadar kuvvetlendiren daha ulvî bir vasıta olur mu?» Ve ta kulağıma kadar iğilerek «musiki ilâhların dilidir!» dedi. Zavallı çocuk kamyon altında öldü Dün, öğleden sonra Aksarayda küçük bir çocuk kamyon altında kalarak yaralanmış, hastaneye kaldınlırken ölmüştür. Bu feci hâdise hakkında yaptığımız tahkikata göre kaza şöyle cereyan et miştir: Şoför Dikranın idaresindeki 387 numaralı kamyon Aksarayda Millet caddesinden geçerken ayni caddede 57 numaralı dükkânda kunduracılık eden Cemalin 11 yaşındaki oğlu Kemal, baba sının dükkânından caddeye doğru fırlamıs ve o sırada dükkânın önünden geçmekte olan kamyonun altma gitmiş ve vücudünün birçok yerlerinden yaralanarak bayılmıstır. Şoför Dikran vukua gelen kazadan müteessir bir halde yere inmiş, Kemali tekerlekler altından çıkararak kamyona koymuş ve Cerrahpaşa hastanesine doğru vola çıkmıştır. Aynlırken, M. Paşçan hatıra diye Fakat zavallı küçük yolda kamyon îbana karvizitini verdi. çinde ölmüştür. SVETOLIK PASCAN KOJANOV Müddeiumumilik şoförü tevkif etmişMaître des choeurs d'Alliance des Societes chorales Yougoslaves tir. Tahkikata devam edilmektedir. Kart sahibinin san'at ve salâhiyetini SAĞLIK tŞLERl gösteren satırı okuduktan sonra şehrimiz Eyüb dispanserinin açılıç bandosu hakkındaki beyanatm kıymeti gözlerimde büyüdü. Belediyemiz ve Şetöreni hir bandosu heyeti azalan hakkında içten Veremle Mücadele Cemiyeti tarafıngelen şükran ve minnet hisleri duydum. dan Eyübda inşa edilmiş olan verem disMuhterem Vali ve Belediye Reisimiz, panserinin açılış töreni yann saat 4 de bu seneki festival teşkilâtına başlanma yapılacaktır. dan evvel şehir münevverlerini davet ettiler. Fikirlerini sordular. Fakat o sırada ehemmiyetle kaydedildiğine şüphe yok Ben bir köşeye çekilmiş bunları düşü hakkında fikir beyan edilecek kadar Netice gecikmemiştir. Bütün milisler tur. Gelecek sene festivallerine daha bünürken Yugoslav heyeti şan ve şarkı şefi zengin bir mevzu bulunmadığı için yalyük bir muvaffakiyet temin etmek için şimdi merkezin kontrolü altına girmiş buGospodin Paşçan yanıma geldi: nız bir festival komitesi teşkilile iktifa e belki de bugünden itibaren başhyarak lunuyor. Hiçbir siyasî teşekkül, artık Size v%da etmek istiyorum, dedi. dildi. çalışılacaktır. Böyle bir fikir mevcudsa peşinde kendi ordusunu sürükleyemiyeVeda etmeden evvel birkaç söz de sÖyFestivaller ve bilhassa Balkan festi ve gene şehirdeki münevverlerimize mü cektir ve hükumet, asıl muharebe için lemek istiyorum. Tabiî kendi mesleğime valleri muvaffakiyet ve takdir kazandı. racaat etmekte bir fayda umuluyorsa fes binlerce tüfek ve binlerce efrad bulabiaid mevzu üzerine birkaç söz. İstanbul Bununla beraber ve belki teferruatta ıstival tesiri daha çok taze iken bu davetin lecektir. Belediyesinin Beşiktastaki Şehir bandıo lahı arzu edilecek noktalar göze çarp yapılması münasib olacagı fikrindeyim. Dün, kırmızıh siyahh külâhl&r giy sunu ziyaret etmek ve san'atkârlannızla mıştır. Bunların komite heyeti tarafından V. BİRSON miş F. A. I. efradıni taşıyan yanm düvermıştim. Sonra, Bomontideki evinize gelecektim. Yarın sabah ta hemen va pura atlayıp Bursaya annemi görmeğe gidecektim. Eve gelseydiniz, sizi bırakmazdık ki... Hayır, içeri girecek değildim. EAbîdin Daver DAV'SR vinizin önünden geçecek, imkânı varsa, bu mes'ud yuvanın etrafını tavaf ede bana hiç yaraşmıyor değil mi? cek, elinizin süründüğü kapınızı okşadıkSaniha bu suale cevab vermedi. tan sonra çekilip gidecektim. Yemek yediniz mi? diye sordu. Saniha, onun bu çocukça, fakat içten Hayır yemedim. Biran evvel sizi görmek istiyordum. İçim içime sığmıyor gelen sözlerinden cidden müteessir oldu. Ne güzel, ne ince duygularınız du. Yemek yemek aklıma gelmedi. var, dedi. Müşfik bir sesle: Zavallı Ercümendim; dedi, ben de sizi beklettim. Ercümend biraz kendini toplamıştı. Zararı yok, biz askerler nöbet beklemeğe alışmış insanlarız. Sonra üşüyerek titredi. İstanbul nekadar soğuk, hava da nekadar karanhk ve kasvetli bugün! Doğrusunu isterseniz, geleceğinizi hiç ümid etmiyordum. Eğer gelmeseydim ne yapacaktı nız? Kendi kendime saat dörde kadar Galatasarayın kapısında durmağa karar Sonra, güzel burnunu ona doğru uzattı ve kulağına, şirin çocuk, dedi; sevgilinizi unuttuğunuzu biliyor musunuz? Ercümend, gözlerile şoförü gösterdi ve sonra yavaşça sağ kolunu uzatıp Sanihayı belinden kavradı. Gene kadını kuvvetle kendi göğsüne bastırdıktan sonra iştiyakla içini çekti. Ayni hafif sesle: Sevgilim, sevgili Sanihacığım, bilseniz beni nekadar üzüyorsunuz; dedi. Onu teselli edecekti; fakat otomobil durdu. Saniha, Ercümendin elini bıraktı; o da kolunu belinden çekti. Denizyollan idaresi, yeni vapurlar gelinciye kadar vapursuzluktan mütevellid müşkülâtı bertaraf etmek için bazı tedbirler almıştır. Bu arada şimdiye kadar kadro haricinde bulunan bazı vapurların tamir edilerek bunların da körfez hatlaBana kalırsa bu gibi garibelerin sır rında çalıştırılması kararlaştırılmış ve bu vapurlardan Kemal, Tayyar ve Saadet n, sadece garib olmaktan ibarettir! vapurlannın tamirine başlanmıştır. M. TURHAN TAN nünde durdular. Birkaç sokak çocuğu' yandaki duvardan atlıyarak bahçeye girmiş, serseriyane dolaşıyorlardı. Külhanii ler bu birbirini tutmıyan çiftle alay ettiler. En büyükçeleri Sanihayı süzdü, Vay canına be! dedi, burada köpeklere numara yaptıran san kıza benziyor, ulan! Arkadaşlan, Sanihayı bir daha süzdüler; sonra cevab verdiler: Enayi bu, daha güzel! Saniha, sokakta bile iltifatlara alışık olduğu için aldırmadı, Fakat Ercümend sinirlendi ve hırçın, kavgacı sesile: * Görüyorsunuz ya Istanbullular için bile çok şık, çok güzelsiniz. Mutlaka göze çarpıyorsunuz; dedi, sonra ilâve etti: Tuhaf şey, siz Istanbulun güzide hanımefendileri kendinizi göstermeği ne kadar çok seviyorsunuz. Ben kendimi göstermek için şık giyinmem. Kendim için, kendi zevkim için giyinirim. Kendime yaraşanı giyerim ve iyi, fena söylenen sözlere de kulak asmam. Fakat ben sîze böyle lâf atılmasma tahammül edemem. Hele sizi tenkid ettikleri, aleyhinizde bulundukları zaman fe "Cumhuriyet,, io tefrîkası 63 • lstanbul sizi korkutuyor, dedi. Beni herşey korkutuyor; bilhassa siz... Sonra, hastayım da... Saniha yavaşça, fakat şefkatle ona doğru yaklaştı. Eldivenini çıkardığı sı cak ve yumuşak elile, Ercümendin ha reketsiz duran elini tuttu: Seyahatiniz nasıl geçti, anlatın bana! Deniz fena idi değil mi? Berbaddı. Deniz tuttu beni. Hal" buki eskiden deniz hiç dokunmazdı bana. Fakat rahatsız ve hasta oluşum denizden değil. Uzüntüden ve sabırsızlık tan hastayım. Vapur, fırtınadan on iki saat rötar yaptı; İstanbula dün akşam gelecekken bu sabah çıktık. Bu teahhur da, beni büsbütün sinirlendirdi. Yazlık keten üniforma ile bu havada İstanbulda gezemezdim. Kışlıklanmı da fena halde güve yemiş. Bavulumda, eski sivil bir eflbisem vardı. Onu giydim. Bu kıyafet İnmeden evvel, Ercümend şoförün parasını vermek istedi. Ceblerini kanştırdı. Bozuk parası yoktu. Uzattığı on liralığı şoför bozmadı. Saniha, Durunuz ben vereyim, dedi. Kadının para vermesi, ona ağır geldi; sıkıldı. Bahçeye girdiler. Kapanma mevsimi yaklaşmış olan Taksim bahçesinde bu soğuk günde hemen hemen kimseler yoktu. Ercümend, üşüyordu, pardesüsüsünün yakasını kaldırdı. Çok soğuk, dedi. Saniha, • Sıcak memleketlerden geldiğiniz nasıl belli, diye cevab verdi Beş sene var ki bu bahçeye ve îstanbula ayak basmadım. Ağaclar arasmda yürüdüler. Kendileri gibi, bahçede randevu vermiş, birkaç çift sevgili, bunlara merakla baktılar. Astragan mantolu, muhteşem ve kibar kadınla yanındaki mahcub, fakat dimdik ve yanık çehresi ayağındaki koyu san kunduraların rengini almiş delikanlı arasındaki münasebeti anlamak güçtü. İlerilediler. Bahçenin Boğaza bakan nihayetine kadar gittiler, orada, aşağıdaki bostanları bahçeden ayıran duvann ö na halde kızarım. Siz de pekâlâ bilirsiniz, Payastan... Saniha, sözünü kesip, « Sizi de tenkid ediyorlar amma benim aldırdığım yok» diyecekti, vazgeçti. Sadece: Bu külhan çocuklar bana söz attılar, diye mi kızıyorsunuz ? Ercümend, hakikaten çok garibsiniz. Yalnız bu arsız çocuklardan bahsetmiyorum. Beraber düşüp kalktığım adamlar için söylüyorum. Sizin aleyhinizde bir tek fena söz işitmeğe tahammülüm olmadığı için, Payasta herkesle darıldım. Saniha, aleyhinde Payasta dedikodular yapıldığmı anjadı ve canı sıkılarak sordu: Söyleyin bakalım; neler oldu? Aleyhinizde bulunduğu için evvelâ Azamet Beye bir tokat aşkettim. Ondan sonra ötekilerle bir sürü ağız kavgası yaptım. Bizim kâtib arkadaşa, sizin isminizi ağzına almamasını ihtar etrim. Onunla da danldık. Saniha hayretle bağırdı: Peki amma, Ercümend, bütün bunları niçin yaptınız? lArkan varj