26 Ağustos 1936 CUMHURIYET Sembolizmin ellinci Mallarme ve Verlaine 4 Bundan evvelki yazımızda, sembolizm kıymetlerini tabir caizse tav'î olarak duyan ve bu manada mektebin sadece hassasiyet mübeşşirleri olan iki şairden, Arthur Rimbaud, Tristan Corbiereden bahsetmiştik. Şimdi de, bu mektebin nazariyelerini kuran iki şairden, P . Ver laine ve S. Mallarmeden bahsedeceğiz. San'at hayatına Parnasse şiir telâkkile* rile başhyan Paul Verlaine, bu hakikî, ve G. Lansonun tabirile, «bu anadan doğma şair», 1884 te neşrettiği Art Poetique adlı manzumesinde daha uçucu ve daha fazla terennüme yakm bir şiir te lâkkisinden bahsederek, şuurlu bir surette evvelce mensub olduğu mektebe karşı sarih bir aksülâmel yapmış oluyordu. Hiçbir san'atkânn lisana hakimiyet ve tasarruf, ayni zamanda rythmei muvaffakiyetle başarmak noktasmdan boy ölçü şemiyeceği bu şaire göre, şiire hususî hayahmıza aid sahneleri sokmağa, ve bunlan parlak göstermek için talâkat göster meğe düştüğümüz anda bu san'atı farkın" da olmadan manasmdan uzaklaştınyo ruz demektir. Şiire girecek malzemede sabit, muayyen ve kütlevî taraflardan ziyade, saatin ve mevsimin uçucu aksini, geçen zamanı, faaüyet halinde olan hayatm muttarid rythmeini birbirini tamamlıyan birleşme ve aynlma kıymetlerini görmeğe çalışmalıyız. Anda ve hare kette daimî olan hususiyetleri, tabiatin ve mahlukun gizli kanunlannı göstermeliyiz. Görünen tarafların uçuculuğu ve sebeblerin ezeliyeti arasında, cisim lerin hususî realitesi bir buğu ile ör tülü imiş gibi görünür; bütün tabiat, kendisini takib eden şartların müteharrik bir hayalinden, tüle bürünmüş ve titrek bir sembolünden başka birşey değildir. Diğer taraftan, eşya bize sadece ihsaslarımızla mutadır. Bizdedirler, ve biz dirler. Benim tabiat görüşüm bizzat benim ruh hayatımdır; eşyadakileri hisse den ve bulan benim. Gördüğüm nüans larile manzaralan resmetmek, müfekki remde bir arada mevcud ve birbirini cezbeden eşya parçalarını mısralarımda toplamak, ruhumun sımndan bahsetmektir, hayatın dudaklarımdaki tadmı söylemektir, ve beşer mukadderatım idare eden kanunlann benim ferdî hususiyetimde ne suretle inkisara uğradığını göstermektir. Şu halde, bütün tabiat benim mevcudi yetimin ve hayatımm bir sembolüdür. Tabiat bana heyecanlarımı merbut olduğu vakıalardan sıyırmak imkânını, faaliyetinin hallerine aid teferrüata düşmeden hakikî beni ifade etmek çaresini verir. görülüyor ki san'atkâr bir gösterici değildir. Ferdî haykırmanın beşerî vüs'ati menkibevî her nevi realitenin ortadan kaldırılmasile bütün kudretile meydana çıkar. Fikirlerini kısaca hulâsa ettiğimiz Verlaine, hislerindeki bu ferdiliği haricinde, üslubu ve nazım tekniği itibarile de çok muvaffaktır. Basit haricî görünüşlerin de mısralar, dalgah ve incelikleri fazla bir ruhun bütün hareketlerini göstermek üzere cümlenin serbest bir akışını ve ifadenin buğulu bir seyyaliyetini gizler ler. Bu suretle mısralar rythme hafifliğıni ve seslerin tam armonisi kulak için hoş ve dinlendikçe zevkıne vanlan bir musiki kıvraklığı kazanırlar. Şairdeki bu musiki temayülünün derecesini anlatmak üzere, küçük ve ince bir noktada olan Shanson d' automneda sırf tarifelerle yapılmış kafiyeleri zikretmek kâfi geldiği gibi ayni manzume sembolizmin vezni ve kafiyeyi derunî ahenge nasıl feda etmeğe mütemayil olduğunu da gösterir. Verlainele sembolist şiir muhtevaya aid meselelerin bazılarile nazım tekniğine aid mühim noktalan hemen halletmekle meşgul görünür. Yavaş yavaş şahsiyeti ni bulmağa başlarsa da, bu tekâmül henüz tamamlanmış değildir; tıpkı klâsik devrin Boileausuna benzer bir rehbere muhtacdır. Bu rehberliği Stephane Mallarme yapacaktır. Hakikaten, Mallarmenin eseri, haklı olarak, Boileaununkine benzetilebilir. Çünkü, her ikisi de yeni bir nizamın vâzııdırlar. Mallarmenin, kendisine tekaddüm eden büyük nâzımdan daha fazla bir cümle inşacısı olan Malherbein zıddına olarak şiir seyyaliyeti içinde yüzen bir hususiyeti vardır; bütün gayreti bu şiir seyyaliyeti üzerinde işlemek, ve git tikçe fazlalaşan bir hassasiyetle bu ori jinal kabiliyeti bir madde haline getir mekti. Şiiri iyi teşhir etmek kadar metodla da meşgul olan şair, bir fikrin hudud demek olan kelimenin kıymetinde ve rolünde teksife çalıştı. Kelime üzerinde yapıl" miş olan bu dakikiyet temini, Fransız lr sanma, o zamana kadar vücude getirdiği şiir abidelerinin en kıymetlilerinden bir kaçmı kazandırdı. Mallarme, telkinine esas olmıyan her nevi fikir veya hissi bertaraf etmeği düşünürdü.Bu, kelimenin cumlede mevkiinin, cümlede oynadığı esrarlı rolün büyük ehemmiyetini göste rir. Apparition adlı manzubesinin şu mısraları kelimenin onun şiirindeki ehemmiyetine kuvvetli bir misal teşkil eder: Et j'ai cru voir la fee au chapeau de clarte Qui jadis sur mes beaux sommeils d'enfant gâte Passait, laissant toujours de ses mains mal fermees Neiger de blancs bouquets d'etoiles parfumeesBu manzume parçasının son mısram daki parfumees kelimesinin yerinc faraza enbaumees kelimesinin getirilmesile bu iki tedainin doğuracağı farkla, ayni kelimenin ayni mısra dahilinde yerinin değişti rilmesile hasıl olacak ahenk farkını şiirle uğraşanlar gayet iyi bilirler. Bütün bu ince farklara şair, lisan üzerinde yaptığı sentaks tetkikleri ve müteaddid tecrübeler sonunda Apres midi d'un Faune, Herodiade gibi manzumelerle, sonelerinin şayanı hayret entelektüalitesine yüksel miş bulunuyor. Verlainenin şiir telâkkisi, kâinatı musikili, hareketi tamamen ser best melodi ile, durakları şairin fantezi sıne göre değişen manzumelerle hallet meği ideal kabul ettiği halde, Mallarme, Baudelairein tesirile şiir his ve zevkini tamamile muayyen bir şekil içinde tek sif etmeğe çalıştı; bir sedef işlemesi ka dar harika olan mısralan bu tarzın en muvaffak şahidleridir. Bundan sonra, Edgar Poenun, İngiliz Amerikan edebiyatının tesirleri gelir. Bu tesirle şair, kudreti bilhassa son şiirlerinde tebarüz eden bu lisan riyaziyesini, bu telkın san'atmı ağır ağır kurdu. Fakat, onu büyük bir tehlike tehdid etmekte idi. Paul Valerynin dediği gibi «sadece esprit puree bağlanmak kadar süratle barbarlığa götüren bir şey yoktur.» Bu sebeble san'atkâr, kariin esere iştirakini bildiriyordu; ona göre, şiirin hakikî ya ratılışı bu iki dimağın mes'ud tesadüfün Balkan Antantı Olur olmaz sebeble Kuvvetini kaybedemez [Başmakaleden devam] devletler kendi hallerinde birer küçük veya orta devlet sayılırlar, fakat Antant dolayısile onların mecmu heyeti Avrupa büyük devletlerinden herhangi biri ayarında büyük bir devlet teşkil eder. Balkan Antantı ona dahil devletlerin her birini büyük devlet payesine çıkarmıştır. Bu devletlerden hiçbiri için, menfaatlerin ittihadından doğan bu hakikî vaziyeti feda etmeğe sebeb yoktur. Bu mülâhaza dahi ispat eder ki şayed günün birinde İngiltere ile Yugoslavya arasında bir anlaşma olursa bu hâdise Balkan Antantının kuvvetinden herhangi bir derecesini kaybettirecek bir tesir icra etmekten ebediyen uzak kalır. Kaldı ki herhangi haricî bir devletin Balkan Antantına dahil devletlerden herhangi birile anlaşması için mantıkan Antantın mecmu heyetile anlaşması lâzımdır. Bu Balkan Antantının zarurî bir neticesi olduğu kadar haricden anlaşma ihtiyacını duyacak devletin menfaati de zaten bundadır. Akdenize aid olarak akdi lüzumu ötedenberi mevzuubahis emniyet misakı meselesinde Balkan Antantı devletlerinin ötedenberi kütle halinde el ve sözbirliği ederek hareket ettiklerini bilmiyen yoktur. İngilterenin cenubî Avrupa havalisinde arayabileceği anlaşmalar ezcümle ve bilhassa Akdeniz emniyetine taalluk etmek lâzım gelir. Bütün alâkadar devletlerin iştiraklerile husulünü arzu ettiğimiz bu Akdeniz emniyeti işinde Baklan Antantı devletleri kendi aralarında çoktan anlaşmış bulunuyorlar. Binaenaleyh İngilterenin Yugoslavya ile muhtemel bir anlaşması Balkan Antantına kuvvetini kaybettirmek şöyle dursun, bilâkis onu takviye edeceği en bedihi hakikatlerdendir. Türkkuşu kampında Plânörle uçuş talimleri yapan gencler nasıl çalışıyorlar? Toslama ski Şehremini muavinlerinden Halis Efendi, yarım Nasraddin Hoca sayılacak kadar şen özlü ve şen sözlü bir adammış. Sultan Abdülâzizle beraber Parise gittiği zaman ora şehreminine İstanbul belediye işleri hakkında yaptığı beliğ bir tasvirin zarafeti Fransız gazetelerine de bir hayli yazı yazdırmıştır, derler. Bu tasvir îstanbulun sulanma, temizlenme, aydmlanma gibi beledî işlerinın başka yerlerde taklid olunamıyacak derecede mükemmel ve ayni zamanda parasız başarıldığını söylemekle başlamış, dinliyenlerin bön bön bakışmalan üzerine de şehrin yağmurlar vasıtasile sulandığı, rüzgârların himmetile çörçöpten kurtulduğu, yıldızlarla ve ayın ışığile aydınlandığı izah edilerek sona erdirilmişti. İstanbul belediyesinin seksen yıl sonraki vaziyetini de aşağıyukan tesbit eden Halıs Efendınin zeki bir adam olduğunda şüphe edılemez. Bu hakikati ona atfolunan birçok fıkralar da tevsik ediyor. Işte bu zatın eşi bir gece mevlud okutmak ister, evin geniş bahçesine otağımsı bir çadır kurdurarak yüz kadar bayanı davet eder. Halıs Efendi zarif olduğu kadar hovarda imiş te. Kansının misafirlerle meşgul olduğunu görünce ötedenberi içinde yanan bir hevesi küllemek kaygusuna düşer, güzelliğine gönül verdiği bir halayığı kovalamağa başlar. Bir yandan ilk fırsatta hanımefendi olmayı kuruntuluyan, bir yandan da hanımefendinin dayağından korkan genc halayık yan güleç, yarı azgm bir çehre takınarak vaziyeti idareye çalışmakla beraber çadır kapısından uzaklaşmamayı da ihtiyata muvafık bulur. Fakat Halis Efendi, başında esen kavak yelile soğukkanlılığını kaybettiğinden o tehlikeli mıntakada da el sarkıntılığını bırakmaz ve bu yüzden halayıkla kendi arasında sessiz bir güreş başlar. Meğer bahçede bir koç bağlıymış. Hayvan, karanlıkta ve kendinden beş on adım ötede bir dalaşma geçtiğini görünce bunun bir hücum hazırhğı olduğunu sanır, ipi kınp saldırır ve mücadele halinde bulunan Halis Efendile halayığı dardağan bir biçimde çadırın içine yuvarlar. Mevlud dınliyen kadınlar, «A, a, a» diye çığrışırlarken, ev sahibi bayan da hafakanlar geçirirken Halis Efendi ayağa' kalkar, çadır halkını selâmlar. ı Işte efendim, der, toslama buna derler!.. Dün Kadıköyünden İstanbula geçerken vapur salonunda şık bir bayan çantasını açtı, rujıle aynasını çıkardı, dudaklarının kızıllığını tazelemeğe koyuldu. Terli yolculan nezleye filân uğratmak için salon pencerelerini karşılıklı açık tutmak bu vapurlarjia âdettir. Bayan, dudaklarile oynarken pencereler gene açıktı, rüzgâr da püfür püfür esiyordu. Bu yüzden paraları uçuştu ve kendisi telâş ederek çantasını tersine çevirdiğinden içindeki, ufakhklar da yere döküldü. Yanıbaşımda oturan bir bay, bu açij lıp saçılışı görür görmez hemen atılmış ve ikibüklüm olarak paralan toplamağa^ yeltenmişti. Fakat kadın da tarümar o l ^ bir a\ruc servetini yakalamak hırsile ve' ayni zamanda iğildiğinden kafalar çarpıştı. Kadının zarif şapkası çarpıldı, erke' ğin gözü nemlendi, paralar da bir başkasmın yere çömelip toplamaya başlamasmı bekliyerek saçıldıklan yerde kaldı. Bu da bir toslamaydı. Fakat öbürüne uzaktan veya yakından benzerliği var mıydı, bilmiyorum. 1 donumu 1 •• •• •• Inönü kampında uçuş talimleri ve uçan bir plânör Türkkuşu kam pındayız. Granit kayalık larda akislenen ve gittikçe sesinin kudretini kaybeden. tiz bir düdük sesi işitiliyor. Bu ses çok derinlerden gelen horoz seslerini susturuyor, onun yerine kamptaki hayatı uyandırmağa sava şıyor... Şimdı çadır ağızlarından uykunun verdiği ataleti, mahmurluğu çevik hare ketlerile dağıtan genc üyeler birer birer fırlıyorlar. Günlük programın muhteviyatını otomatik bir surette tatbik etmekte birbirlerile yanş eden üyeler sabah tuvaletlerini de ayni süratle yapıyorlar... Sabahm tatlı serinliği içinde, hergün ayni eksilmiyen tazelikle, insana hayret veren tabiatin güzelliği içinde, bayrak çekme merasimi genc üyelerin ruhlann daki vatan hislerini artınyor, kuvvetlen Şimdiki halde ve yalnız Samajeste în diriyor.. giltere Kralınm seyahatinden istifade oIstiklâl marşile başhyan merasim Alalunarak itilâf ve ittifaklardan bahsetmek türkün heykeline karşı derin minnet ve mevsimsiz ve yersiz sözlerden başka bir sevgiler sunularak nihayetlendi. şey olamaz. Balkan Antantı bütün kuvSanki bu tunç, fakat irade ve azim vetile dünün olduğu gibi bugünün de hatimsali olan Atatürk heykeli, genclerı kikatini teşkil etmektedir. Şimdilik sözün teşvik ve teşçi etmekte idi. kısası ve manalısı işte budur. Hepimiz neş'eli ve taze işlerimizin baYUNUS NADI şına koşuyoruz. Türkkuşu otobüsü öğretmenleri uçuş meydanına getirmiş, herbiri grupunun başında malzeme hazırlığını bitirerek derse başlıyor. Atina 25 (Hususî) İngiltere Kralı Grupların A imtihanlan bitmişti. Sekizinci Edvard dün Delfus harabe Neticeden kamp direktörü, muallimler lerini ziyaret ederek iki saat kadar asarı atika tetkikatında bulunmuştur. ve hepimiz memnunuz. Bu memnuniyet Kral Edvard bugün Elevsina harabe şevk ve hevesimizi artırıyor. lerini gezdikten sonra Falere gelecek ve Bilhassa sabah uçuşlan büyük bir Atinadaki asari atikayı görmek üzere kıymeti haizdir. üç gün kadar burada kalacaktır. Tedrisat devam ederken gruplar araKral Atinada sında kampm değerli direktörü, harekât Londra 25 (Hususî) Kral Sekizinci ve dersleri inceden inceye tetkik ve konEdvard bugün öğleden sonra Atinaya trol ediyor, icabettikçe kıymetli fikirler muvasalat etmiştir. Kral, Faliron lima vermekten zevk duyuyor. nına muvasalat edince, binlerce halk taBeşten ona kadar süren sabah uçuş rafından hararetli nümayişlerle karşı larında talebe bütün gayret ve hevesile ianmıştır. çalışıyor, genc öğretmenler de bu heves ve arzuyu artırıyorlar. den doğar. îlk sembolistlerin ortaya koyUçuş meydanında bugünlerde ancak duğu malzemeyi kelimenin yaptığı tedai bir, iki grup çalışıyordu. Diğerleri tâli teve telkinlere kendini serbestçe bırakmak pelerde B uçuşlarına başlamak üzere la, Mallarme farkmda olmadan şiiri, ze gayretle çalışıyorlardı... kâya azamî rolünü vererek karartıyor, ve Şimdiye kadar 38 kişi A brevesi al zeki kariin yardımını istemekle de ileri mağa muvaffak oldu.. gittiğinin farkma vanyordu. Fakat, ne Insan ülküsü yolunda pürüzsüz adımçare ki «zara meramını anlatması lâzımlar attıkça, ilerisini ışıklı gördükçe sevidır.» niyor. Bu duygu bütün ülkü sahiblerinde ŞER1F HULUS1 aynidir. [*] Bundan evvelki yazılar 30 temmuz, Sabah uçuşlan bitmişti. 2 ve 9 ağustos 936 tarihli sayılarımızda çık. Her grup kendi malzeme ve plânörümıştır. Yalnız «Sembolizmin ellinci yıldönü kazıklıyarak emniyete aldı. nümü> adile çıkan makale serisinin 5 nuBu intizam ve vazife aşkı Atatürk çomaralı yazısı yanlışlıkla 4 numara olarak cuklarının yann memleket için her yol13 ağustos cuma günü intişar etmiştir, 4 üncü makaleyi de bugün koyuyonız. Eski da ayni aşkla çalışacaklarını gösteriyor, vanlışlığı tashih ederiz. ruhumda atiye aid emellere bakarken de Türkün tarihinde şanlt bir yer: İnönü ve tnönü Havacıltk kampı rin bir inşirah ve ferahlık duyuyorum. Saat on bir buçuk... Çadırlann ortasındaki uzun çardak altında yüz talebenin yemek yiyişini sey retmek doyulmaz bir zevk.. Herhalde mes'ud bir aile ocağmda baba etrafına toplanmış aile efradı da ancak bizim kadar samimî ve mes'ud olabilirdi. Sanki beş saat güneş altmda çalışan talebe onlar değildi. Gülerek, konuşarak samimiyet ve muhabbet havası içinde geçen birkaç saat insanda yorgunluk bırakır mı hiç? Saat on üçte büyük çadırın açık kısmından bakıyorum. Öğretmen karşısın daki talebeye uçuş tekniği dersini veri yor. Kampı eteğinde barındıran tepelerin yamaçlarmda dolaşan hafıf bir rüzgâr hepimizi sevindiriyordu; çünkü biraz sonra yelken uçuşu başhyacaktı. Gruplar nazarî dersten çıkar çıkmaz tâli tepelerde uçuşlara gittiler. Kampm mütehassıslan hergün yelken uçuşu yapacaklann isimlerini kamp direktörüne veriyor ve bu tefrik edilen uçucular uçuş tepesinden uçuyorlardı. Uçuşlar bittikten sonra kamp şef muavini mutad emniyet tertibatını aldırmi|, bütün plânörler kazıklanmış ve malzeme yarın için yerlerine yerleştirilmişti... Şimdi çardakta yemek hazırlıklan gö rülüyor. Burada tabiat sert ve haşin, fakat munis yaratılışlarla dolu... Saat yirmi bir buçuk. Çadırlann arasında dolaşan nobetçinin süngüsünün parıltısı artık uyku zamanının geldiğini hissettiriyor ve talebeler teker teker çadırlarına çekîliyorlar... Alan şef muavini bir defa daha etrafı teftişten geçirmek maksadile gece bekçisile dolaşıyor. * * * îvte, Inönü kampında 24 saatin muhtelif safhaları.. İnönü kampında hem bir geniş aile, hem bir ulusal mabed, hem bir dıkkatli mekteb hayatı yaşanıypr.. Bütün güzel hayat tarzları bir arada, bir sistemde kaynasmış; ruhu öldürüyor, kafayı gelistiriyor ve vücudü kuvvetlendiriyor.. Uçuculuk: Ruh ve cücud sporu.. Tahmin edemezsiniz nasıl şevkle çalışıyor ve bize göklerin yollanm açan plânörleri nasıl kendi kanadlanmızmış gibi bağrımıza basmak istiyoruz. Kral Edvard Atinaya geldi RESAD DEMİRKAZIK benzetmiyorum ya... Genc zabit motosikletinin yanında, her zamanki dik askerî vaziyetini takınarak selâm vaziyetini aldı. 78 inci alay, 3 üncü tabur, 1 inci bölük kumandan vekili birinci mülâzim Ercümend. Burada ne işiniz var? Nasıl geldi" niz? Ercümend, beyaz güzel dişlerini göstererek gülüyor, cevab vermiyordu. Yüzü, gözü toz ve ter içinde kalmış koyu yesil gözleri kanlanmış, cür'etkâr küçük burnu, domates gibi kızarmış ve kabarmış bir halde, karşısında duran genc zabite, Saniha, şaşkın şaşkm bakıyordu. Hem gülmek, hem ağlamak istiyordu; fakat, ekseriya Payasta iken duyduğu arzuyu, onun boynuna sarılmak arzusunu duy madı. Ercümend, onun içinden geçenleri sezdi: Beni çirkin buldunuz değil mi Saniha Hanımefendi, sevdiğinize pişman olacak kadar çirkin?.. Fakat kilometro larca mesafeden geliyorum. Bir dakika bile istirahat etmedim. Birkaç lokma peynir ekemekten başka birşey yemedim. Saniha gayri ihtiyarî sordu: Peki amma niçin geldiniz? M. TURHAN TAN Tabiî Mersini ve aziz dostum tüccar Feyzi Beyi görmeğe geldim. Mektubumu almadmız mı? Her halde almış olmanız lâzım gelir. Cevab yazmadınız mı? Cevabmızı almak için postaneye gidiyordum. Saniha, bu sözleri söylerken Ercümendin kendisine cevab yazmamış olması ihtimalini düşünerek müteessir oluyor, hali ve sesi, bu teessürünü anlatıyordu. Genc zabit cevab verdi: Mektub yerine kendim geldim. Sizin için şahsımın mektub kadar kıymeti yok mu? Gerçi şimdi pek hoşa gidecek bir halde olmadığımı anlıyorum. Çünkü memnun olmadığınızı halinizden hissediyorum. Tüccar Feyzi Beyin oteline git sem, yüzümü gözümü yıkasam, üstümü başımı süpürsem. Nerede oturduğunu b r liyor musunuz? "Cumhuriyet,, in tefrika» «Hayvan olduğu için, tabiatin kanununa uyuyor. Sevki j,abiisinin, damarla nndaki kanm emrini dinliyor. Fakat biz, zavallı kadınlar, şaşkın ve unutkan mahluklar, kalbimizin feryadını boğmak ve bizi yeni bir erkekğin kolları arasına doğru götüren ilâhî hızı durdurmak mecburiyetindeyiz. Çiçek açmış şeftalilerin altmdaki masum ve mustarib buseden sonra, bugün, sanki ben de bir mahluk dünyaya getir dim, sanki ölmüş vücudüme yeni bir hayat aşılandı. Şimdi ben de, Pırlanta gibi, kocama, vazifelerime, dünyaya ehemmiyet vermeden yeni doğan aşkımın üstüne iğilmek ve onu gönlümün beşiğinde sallamak ve büyütmek isterim.» Abidin Daver DAVER da, Payasta Ali Dayının lokantasmda tanıştığı bu zat, tüccar Feyzi Bey isminde çok iyi bir adamdı. Beraber yemek yediler. Sofrada, Feyzi Bey sordu: Mülâzim Ercümend Bey ne ya pıyor? Sual, Sanihayı alâkadar etti: Mülâzim Ercümend Beyi tanıyor musunuz? 20 Hiç tanımaz olur muyum? Payasİki gün sonra, Saniha, postaneye gitti. ta gece gündüz beraberdik. Çok sevimli Yolda: bir genc, çok vefakâr bir dosttur. Bütün «Ercümendin ilk mektubu beni bek neş'esine rağmen, derdli ve bedbahttır. liyor» diye seviniyor, bu ümidle mes'ud, Ercümende çok acırım... O ıssız yerde, bir müddet daha yalnız ve derdli kalırsa, kendi kendine, tekrar ediyordu: «Aşkımın, zavallı aşkımın ilk mek onu kurtarmak için bir mucize lâzımdır. tubu!» Saniha kendi kendine düşündü: Ondan alacağı ilk hasret mektubunu «Benim şefkatimin, benim aşkımın mu okurken duyacağı hem acı, hem tatlı zev Akşam, yemekte Süha bir adamla be cizesi onu kurtaracaktır.» kin sarhoşluğile daha şimdiden başının raber geldi. Kansının hastalığı esnasm Yemekten sonra, Saniha, Feyzi Bey döndüğünü hissediyordu. Ercümendin ile kocasını tavla masasının başında bırakarak sevgili mülâzimine ilk mektubunu yazmak için yukan çıktı . Genc kadın, bu mektubunda, Payas tan aynlırken duyduğu acıyı, yoldaki gözyaşlannı, harabelerde muradına er miyen sevdalılann mihrabındaki ağlama taşını nasıl öptüğünü, Pırlantanın dört tane iğrenç yavru doğurduğunu, tüccar Feyzi Beyle görüştüklerini, kendisinden bahsettiklerini anlattı. Mersinde vapur beklemek için dört beş gün kalacakları için, kendisine post restant olarak cevab yazmasını rica etti. Sanihanın mektubu şu cümle ile bitiyordu: «Benim mahzun aşkım, temiz ve masum aşkım sizi asla unutmıyacağun.» mektubu hiç şüphesiz gözyaşlarile, ayrılık hicranile, elem ve ıstırabla dolu olacaktı. Satırların arasında onun hıçkırıklarını duyacak, kâğıdm üstünde onun gözyaşla rını bulacak, kelimelerin içinde onun yaralı yüreğini görecekti. Postaneye giden yola saparken göz kamaştırıcı bir güneş bolluğu ile aydın lanmış olan caddenin ortasında birden bire, kendi mülâzimine benziyen bir zabit görerek titredi. Evvelâ, bunu, fazla ışıkla kamaşmış gözlerıne görünen bir serab, bir hayal sandı, buna rağmen, heyecanından duvara dayanmağa mecbur oldu. Ercümende benzettiği bu hayal, motosikletli bir zabitti. Motosiklet durdu. Üstündeki zabit bir sıçrayışta yere inerek Sanihanın önünde iğildi. Sonra, heye candan titrediği anlaşılan alaycı bir sesle bağırdı: Ne tesadüf hanımefendi! Mersindesiniz öyle mi> Doğrusu size burada rasgeleceğimi rüyamda görsem inanmazdım. Saniha, hâlâ, gözlerine inanamıyor du: Ercümend... Ercümend Bey... Sizsiniz decil mi? Yanlıs görmüyorum, Hayır, bilmiyorum... Kocam sizi burada görünce şüphelenecek... Belki de, başka bir yere gitmek istiyecek. Allah aşkına beni üzmeyiniz Saniha Hanım. Kocanıza elbette bir yalan uydurup söylerim. Ayakta duracak ha lim yok. Yorgunluktan, açlıktan, hara retten ölüyorum. Kimbilir, suratım ne haldedir? lArkast varl i