15 Temmuz 1936 CUMHURİYET Arnavudlar, Hasan Rıza Fransız muharriri Rene Pinona göre, Türkiye Paşaya güzel bir çok dürüst davranmış ve ayni zamanda abide yaptılar vaziyetten gayet mahirane istifade etmiştir Pariste çıkan «Revue Jes Deux Mondes» mecmuası, Rene Pinonun imzasile Boğazlar meselesine dair mühim bir makale neşretmiştir. Bu yazıyı bugünkü ve yarmki sayılanmızda okuyacaksınız. Fena misaller saridir. Alman dev leti, 7 mart tarihinde.Versay muahede sinin Ren mıntakasmı askerlikten tecrıd eden hiikümlerine riayetten imtina ettiğini bildirmesi üzerine, Türkiye Cumhuriyeti bu fırsattan istifade ederek 1923 Lozan muahedesi hükiimlerinin, daha doğrusu Çanakkale kıyılarının, Boğaziçinin ve Marmara denızmin askerlikten tecrıdıne ve Boğazlardan ticaret ve hatta harb gemilerinin serbestçe geçebilmesine müte allik olan merbut mukavele hükümleri nin tadilini istemişti. Bu teşebbüs Alman telkinatmın neticesi midir? Ankarada, Almanlann ekonomik menfaatleri ve nüfuzları çok büyiik omakla beraber, bunun mutlaka böyle olduğuna hükmetmek icab etmez. nisanda açılan konferans, Türkiyenin isafı kendisine vadedilen taleblerini, öteki devletlerin gayet mühim menfaatlerile telif etmek vazifesile mükelleftir. Boğazlar meselesine toptan bir bakış İşkodra müdafii için yapılan abide Fatma Aliye kimdir, neden meşhur olmuştur ? 0 bir devrin edebî tarihinden nasıl çıkarılıp atılabilir ki eserlerinden bir kısmı İngiliz, Fransız kütübhanelerinde bile yer almıştır? Dünkü gazeteler. para ile konulan ilânlar arasına sıkışmış dört satırla «Cevdet Paşa kızı Bayan Fatma Aliyenin öldüğünü» haber verivorlardı. Şu yazılıştan bu ölünün Türk edebiyatı, Türk irfan hayatı üzerinde vaktile hayli müessir olmuş bilgili bir muharrir olduğunu anlamıya imkân yoktu. İlân ücretinin kabarmaması için olacak ki haberi gazetelere ulaştıranlar da onun eserlerinden bahse yanaşmamışlardı. Bu, millî kültürün yükselmesi uğrun da henüz didinip duran yurddaşlarca ibretle mütalea olunacak bir kayidsiz lik örneğidir ve gerçekten acıklı bir halettir. Çünkü Fatma Aliye, sayısı henüz çoğalmıya başlıyan münevver Türk kadmlarının en değerlilerinden biri idi. Çünkü Fatma Aliye, peçenin Türk kadın yüzünü karanlıklarda bıraktığı devirde bılgi güneşinden nur alarak ay dın yaşamış bir çehre idi. Çünkü Fat ma Aliye, Avrupa harsile yetişen ilk Türk kadını idi. Çünkü Fatma Aliye, kadın kaleminden çıkan ilk Türk romanının haliki idi. Çünkü Fatma Aliye, eserleri Avrupa dillerine çevrilen Türk muharrirlerinin en eskilerindendi. Çünkü Fatma Aliye ölümüne ağlanılacak, tabutu taşınılacak, mezarına çelenk konulacak seçkin bir yurddaştı. Onun ölümünü dört satırla haber vermek bir facia değil de nedir? Ben şahsan bu büyük kadınm haya tını safha safha ve devir devir takib eden bir adamım. Muhazarat adlı romanını okuduğum zaman çocuk sayılacak bir yaşta idim. onu Ahmed Mithatlardan çok üstün bularak hayretler içinde kalmıştım. Sonra «Refet» ini, <Udi»sini, «Enin» ini okudum, hakkındaki saygımı bir kat daha çoğaltmak mecburiyetin de kaldım. Çünkü bunlar, bu roman lar, halkın mütalea zevkini kökünden değiştiren ve okumak istiyen gözleri Battal Gazilerden, Şah Meranlard~n, Kesik Başlardan ve hatta Hasan Mellâh lardan, Hüseyin Fellâhlardan. Dürdane Hanımlardan uzaklaştıran yepyeni mev zuda eserlerdi. Fatma Aliye, Ahmed Mithatm yapamadığını veya eksik yaptığım yapıyor. garb çeşnisi veren yazılarile edebî idrak seviyesini yüksel tiyordu. Fatma Aliye. edebiyat sahnesine pe çeli olarak çıkmıştı. Bu, heyecan uyandıran bir sürpriz oldu. Halk. haftalarca ve aylarca <Meram» mütercimini araştınyor ve onun kim olduğunu öğrene meyince meraktan kıvranıyordu. Me ram. Fransız romancısı Georges Ohnetnin Volonte adlı eserinin tercümesidir. Fatma Aliye bu ilk kalem tecrübesini «Bir Hanım> imzasile neşretti. Peçeye benziyen bu imza, gerçekten merak u yandırdı. Kadınlann türkçe eser bile yazdıklarının vaki olmadığı bir devir de bir bayanın fransızcadan muvaffakiyetle eser tercüme etmesi inanılmaz bir hâdise idi. Fatma Aliye, bu merakı istismar ederek uzun zamanlar «Meram Mütercimi» imzası üstünde makaleler yazdı ve nihayet Muhazarat adlı romanı bastırarak hüviyetini meydana koydu. O. yüksek bir ilim adamı olarak ta nılmış. siyaset yolunda oynadığı rol lerle de ayrıca şöhret kazanmış olan Cevdet Paşanın kız idi. Bu haysiyetle. hüviyeti anlaşılınca. kimse mütehayyir olmadı ve öyle bir babadan böyle bir değerli kız yetişeceğini teslim etmekte ittifak edildi. Fatma Aliye de babasından geniş ve pek geniş surette feyiz aldığını ispat etmekten geri kalmadı. Yukarıda adlarını yazdığım romanlarla beraber Nisvanı İslâm. Tetkiki Ecsam. UNUTULARAK ÖLEN BİR EDİB Biçimsizleştirilen Türk yazısı Açık deniz, kapalı mücadelesi deniz Yeni Türkiye istiklâline kıskancdır çok Yeni Türkiye, istiklâlini çok kıskançlıkla koruyan ve ancak kendi ilhamlarından ve tam hâkimiyetinin temini endişelerinden nasihat alan bir devlettir. Milletler Cemiyetinin Habeş işinde uğradığı mağlubiyet, belki de, pakt hükümlerinin, kendi emniyetini sağlamağa kâfi gelmediği yolunda bir korku uyandırmıştır. Habeşistanın Italyan orduları tarafından işgali, Musolininin dirilttiği Roma împaratorluğunun, ileride, Anadoluda Lucullus ve Pompeenin fütuhatına benzer teşeb büslere girişmesi ihtimalini de, hiç şüphesız düşündürmüştür. Şu halde, Büyük Petro ile İkinci Katerinin devrinde Rus Imparatorluğunun Karadeniz kıyısına ayak bastığı ve Karadenizin, bu hâdise neticesinde münhasıran Türkiyeye aid, kapalı bir kara suyu olmaktan çıktığı tarihtenberi devlet a damlan için bir azab haline gelen Bo ğazlar meselesi, diplomasi ufkunda tekrar beliriyor demektir. Belki Avrupanın bu yeni derde ihtiyacı yoktu! Coğrafya nın yarattığı meseleler arasında hiç birisi yoktur ki açık deniz taraftarlarile kapalı deniz taraftarlan arasında Boğazlar meselesinde olduğu ka dar, hünerli hukuki ve diplomatik nazariyelere vücud vermiş olsun. Gene hiçbir mesele yoktur ki, mevzu teşkil et tiği hal şekilleri Boğazlar meselesi hak kında olduğu kadar doğrudan doğruya zamanın icabatından ve alâkadar taraf lardan her birinin ihtiyaclanndan mül hem olmuş bulunsun. Romanya istiklâli nin ilânına ve 1878 Berlin muahedesile Bulgaristana muhtariyet verilinciye kadar Boğazlarda, Türkiyeden başka baş rolü oynıyan îngiltere ile Rusya idi. Fatma Aliye Hanımın gencliği ve son resimlerinden birisi İşkodra müdajii Hasan Rıza Pasa için yapılan abide Boğazın kapıcılığı Türkiye dürüst davrandı Ne olursa olsun, Türkiye Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras, Atatürk hüku metinin bir notasını alâkadar devletlerin herbirisine tevdi etti. Türkiye, bu nota da, gayet dürüst bir şekilde, 1923 muahedesinin tadilini, Boğazlar mıntakasın daki hâkimiyetini tahdid eden askerî takayyüdün ilgasını ve ayni zamanda, gemilerin Boğazlardan geçişine dair yeni bir rejimin tetkik mevkiine konulmasını isliyordu. Bir muahedenin hukukî bakımdan tadilinde büyük mahzurlar vardı. Böyle bir tadil, daha az hüsnü niyet sahibi yahud başkalarının hukukuna daha az hürmetkâr diğer devletlerin hak iddia etmelerine sebeb olacak bir mısal teşkil ede bilirdi. Fakat Türkiye, ezcümle, Bal kan Antantına girmesi, Mılletler Cemiyeti siyasetine daima kuvvetle muzahir olması, ve pakt hükümlerıne inkıyad etmesı sayesinde, şarkî Avrupada, muslihane bir tarzda, çok kuvvetli manevî bir durum kazanmış, en bellibaslı bir sulh ve nizam amili olmuştur. Binaenaleyh, Tevfik Rüştü Aras, sadece talebinin esas itibarile kabul edildiğini görmekle kalma mış, ayni zamanda, alâkadar devletleri, sert bir emrivaki karşısında bırakmaktan çekinerek dürüst ve yolunda hareket ettiğir.den dolayı tebriklerle karşılanmıştır. Herşeyin nisbî olduğu ve diplomasi bah sinde, hâdisenin yanısıra, tarzı hareketin bazan daha fazla ehemmiyet arzettiği görülüyor. M. Hitlerin müracaat ettiği usulle Türklerin tarzı hareketi mukayese edilince, netice Türkîyenin lehine çıkı yordu. Kendisi tebrik ve prensip itibarile talebi is'af edilmek suretile, ayni zamanda, Alman lâübaliliği de zımnen takbih edilmiş olacaktı. Türkiye, vaziyetten, gayet mahirane istifade etti. Montröde 22 Karadenizin şimal kıyılarına yerleşmiş olan Rusya, kendisini kuvvetli hissettikçe yahud müsaid fırsat zuhur ettiğini sandıkça evin anahtarı adını verdiği şeyi, yani ticaret ve harb gemilerinin, Akdenize açılan Boğazlardan serbestçe geçmesini temine çalışıyordu. Bu geçidi, İngiltere onun elınden almağa ve Rusyayı Kara deniz havzasında kapalı tutmağa uğra şıyordu. Rusya bilâkis, zayıf bulunup ta yabancı bir taarruza hedef olmaktan korkarsa, kendi emniyetini sağlamak üzere Boğazlann kapatılmasını temin için Türkiye nezdinde teşebbüslere girişiyordu. Her iki halde de Osmanlı devleti kapıcı vazıyetine inmış bulunuyordu. Yalnız, Rusya, 1833 teki Hünkâris kelesi muahedesinden sonra olduğu gibi kuvvetli bulunursa, Sultan, Çarın emrinde; eğer Rusya, Paris yahud Beriin muahedesinden sonraki gibi zayıf ise, Sultan Avrupa manzumesinin, yani filen İngil terenin emrinde bir kapıcı idi. 1904 te, Rusyanın, Japonya ile har betmek üzere filosunu Karadenizden dışarı çıkarmasma müsaade edilmedi. !°l 1 de, Türkiyeye karşı harb açan îtalyanın Çanakkaleve taarruzda bulunmasına müsaade edilmedi. Demek oluyor ki Av Şair, nutkunu İşkodra gencliğine hirupa muvazenesine müteallik korkunc taben bitirmiş ve onun gibi doğru, âdil bir mesele karsısındayız. Bu meselenin ve onun gibi memleketinize hayırlı bişu andaki şekli nedir? rer uzuv olmanızı temenni ve tavsiye (Sonu yann) ederim, demiştir. RENE PİNON Bundan sonra sanduka cenaze otomoÇerkes Eteme lânet biline yerleştirilerek şehir dışmdaki kabristanda vücude getirilen abideye okuyorlar götürülmüş ve defnedilmiştir. Beyrutta çıkan Yıldız gazetesinin yazdığına göre Beyrut ve Suriyede oturan Çerkesler Çerkes Etem ve kardeşi Reşide hitaben bir beyanname neşretmişlerdir. Bu beyannamede bütün teşebbüslerinin akamete uğramasına rağmen mütenebbih olmıyan bu adam, ıslahı hale davet edilmekte ve son beyannamesinden dolayı kendisine lânet edilerek'bu hareketinin Çerkeslikle hiçbir münasebeti olmadığı ilân edilmektedir. İşkodra (Hususî) Balkan Harbinde buranın evvelâ vali ve kumandanı iken sonradan müdafıî kesilen Hasan Rıza Paşanın kemiklerinin medfun bulunduğu yerden hazırlanan abideye nakli dolayısile çok büyük bir merasim yapılmıştır. Merasim gününde bütün dükkânlar kapanmış, mutasarrıf, belediye reisi, mahallî askerî komutanı, zabitan. rüesayi memurin, meclisi idare ve belediye azaları. birçok mekteb talebelerile binlerce halk Parutski mahallesinde toplanmışlardır. Aradan yirmi seneden fazla zaman geçmiş olmasına rağmen halkın bu tezahürü, Hasan Rıza Paşanm Balkan Harbinde ahalinin hukukunu muhafaza ve sıyanet hususunda göstermiş olduğu yüksek hasletlerle kendisini fevkalâde sevdirmiş olmasından ileri geliyordu. İlân edildiği saatte merhumun bakivesini ihtiva eden sanduka dört sporcu genc tarafından taşmdığı halde önde ve onu takiben matem havası çalan bir askerî bando. başmüftü, katolik ve ortodoks klerinin vekilleri. mutasamf ve diğer zevatla binlerce halk. hâlâ Belediye bahçesi olan ve o vakitler* Hasan Rıza Paşanın şehid edildiği yere gel diler. Orada bu merasim için hazırlanan kürsüye evvelâ Belediye reisi geldi ve merhumun hasletlerinden bahsederek Arnavud milletinin kendisine karşı duyduğu sevgi ve minnettarhğı anla tarak hazırunu bir dakika sükuta da vet etti. Bundan sonra sırasile Fran siskau papaslarmm reisi. Arnavudların milli sairi Pater Gerg Fişta birer nu tuk söyliyerek merhumu methü sena ettiler. Fransız meclisi dağılıyor Paris 14 (A.A.) Dün meb'usan meclisi koridorlarında parlâmentonun 1 ağustosta tatıl yapabıleceğı, ancak içtıma devresinin kapanmıyacağı söylenmekte idi. M. Blum içtima devresinin kapandığına dair bir kararname okumıyacak ve her iki meclis bilâ müddet içtimalannı tehir edecektir. Ercümend, bu sözü işitmiş olacak ki yumruklarıru sıkarak çadıra doğru yürüdü. Süha, gülerek: Bırakın azizim, dedi. Askerin hakkı var. Kadınlar varken, erkeklerin istedikleri gibi eğlenmelerine imkân yoktur. O da, otomobile atladı. .Allaha ısmarladık. Güle güle.., Devletle... Gene bekleriz. Otomobil hareket ederken genc mü lâzimler kasketlerini sallıyorlardı. Ercümend, bir toprak yığının üstüne fırladı. Biran otomobilin arkasından baktı. Sonra bir sıçrayışta çadırlann yanma geldi. Dişlerinin arasından mınldandt: Vız gelir! Levayihi Hayat. İsti'lâyi İslâm, Tera cümü Ahvali Felâsife, İslâm Kadınları. Kosova Muzafferiyeti gibi eserler ya zıp bastırdı. yirmi yıl kadar matbuat âleminin saygılı bir rüknü olarak ya şadı. Onun bilgisi, eserlerinde hissolunan dereceden daha yüksekti. Çünkü babasmdan şark felsefesi ve tarih okuduğu gibi Ali Şehbaz Efendiden hukuk, İl yas Matar ve Lâstik Said Bey gibi yüksek muallimlerden fransızca ve gene o ayarda şöhretli hocalardan fızik. kimya, riyaziye dersleri almıştı. Bir bilip on bilir gibi görünenlerin yolunda yü rümüyordu, tasallüfe kapılmıyordu, on biliyorsa bir biliyormuş gibi davranı yordu. Bununla beraber kazandığı şöhret yüksekti, Türk kadın muharrirlerinin en kuvvetlisi olarak tamlıyordu. Bu şöhret, Meşrutiyet yıllarına kadar sürdü. Udî romanı 1908 den az önce İkdam gazetesinde tefrika edilmiş ve sonra kitab haline de konulmuştu. Fakat o yıl içinde vukua gelen siyasî in kılâb Fatma Aliyeyi bırden inzivaya ve nisyan karanlığına doğru sürükledi. Edebiyatı Cedide mektebinin hâkimi yeti önünde de yaşıyan bu şöhret, Ha lide Edibin yazıları karşısında hızla sönmeğe yüztutmuştu. Fatma Aliye için bu vaziyette yapılacak iş. muhitin ve zamanın hissî ihtiyaçlarına göre kalem kullanmaktan ibaretti. Fakat ilk inkılâb aylannda Mithat Paşa pek fazla alkışlandığı ve Cevdet Paşanın adı da o alkışlar arasında fazla hırpalandığı için Fatma Aliyeye ruhî bir kesel gelmişti. Şöhretini korumak için hamle yapamıyordu. Bir aralık o keselden sıyrılmak, babası ve hocası olan adamı siyasî hücumlara karşı müdafaa etmek istedi. «Cevdet Paşs ve Zamanı» adlı bir eser neşretmeğe kalkıştı. On dokuzuncu asırdaki siyasî hayatı ve Babıâli entrikalarmı da teş rih emelile kaleme alınan bu eseri okuyan olmadı ve bu yüzden tamamile basılamıyarak yarım kaldı. İşte Fatma Aliyeyi jazı âleminden büsbütün uzak laştıran bu muvaffakiyetsizliktir. Gözleri henüz açıkken ve eli henüz kalem tutarken yazıcılığa veda etmek ıztırarmda kalan Fatma Aliye, yirmi beş yıldanberi sade bir tarih satırı idi. Kelimeleri ancak kendi kendilerini okuyan bir satır. Şimdi o satır daha silikleşiyor. Çünkü üzerine ölümün siyah rengi düştü. Fakat, 1890 1908 yılları arasmdaki edebiyat cereyanlarını bü tün şümulile tetkik etmek istiyenler Fatma Aliyenin admı öğrenmekten, eserlerini okumaktan geri kalamıyacaklardır. Onu, pek yakından ve candan alâkalandığı yirmi yıllık edebî devrin tarihi arasından çıkarıp atmıya imkân yoktur. Bu imkâna nasıl yer verebili riz ki Fatma Aliyenin eserlerinden bir kısmı İngiltere. Fransa ve Mısır kütübhanelerinde bile bulunuyor! Fatma Aliye 1864 te doğduğuna göre patlayîp duruyoruz. Siz de gelmezseniz büsbütün pathyacağız. Saniha, müstehzi ve asabi, cevab verdı: O halde emrederseniz beyefendi hemen şimdi koşar geliriz. Can sıkmtınızı gidermek için tenezzülen bizi düşün düğünüzden dolayı çok teşekkür ederim. Ercümend, pot kırdığını anlamıştı: Affinizi rica ederim hanımefendi, dedi. Bunu söylemek istemedim. Şey... şey... Vallahi ne deyeceğimi şaşırdım. Affedersiniz, ben bir budalalık ettim. Fakat siz de, pek merhametsiz davrandı nız hanımefendi... Bunu söylerken yüzü ağlamağa hazırlanan bir küçük çocuk gibi bir hal al mıştı. Süha müdahaleye lüzum hissetti: Ercümend Bey, karım merhametsiz değildir, bilâkis gayet iyi yüreklidir. Yalnız, yolculuk eden her kadın gibi o da biraz sinirlidir. Emin,olunuz ki bu akşam davetinizi kabul ederek yemeğe gelecektir. Bizi düşündüğünüz için teşekkür e derim. Zabitler, selâmı bastılar ve bisiklet lerine atladılar. Saniha sert bir sesle: ürklerin heder olan zahmetlerinden biri de Arab harflerini güzelleştirmek yolundaki büyük didinmedir. Süryanî alfabeyi kendi zevklerine göre millıleştiren Arablar, bediî bakımdan hiçbir güzellik taşımıyan yazı şekillerini İran yolile Türk yurduna ka' dar sokmuşlardı. Kırıkdökük harflerden vücud bulan Arab yazısı, Türkİerin hiç hoşuna gıtmedi. Fakat siyasî, iktısadî zaruretlere din alâkası da katılınca bu yazıya millî harsı bağlamak icab etti. Şu kadar ki Türk, yaraülışta san'atkârdı, asırlardanberi san'atkâr yaşıyordu. Arab alfabesinin ve o alfabeye müstenid yazının renksizliğine, alımsızlığına, gösterişsizhğine uluorta tahammül edemezdı, üstelik yeni din, san'atkâr Türk ruhlarının resimle avunmalarına da engel oluyordu. İşte bu durumda Türk dehası, millî ruhun resme iştiyakile güzel yazıya tahassürünü birlıkte tatmin edecek bir yol kesfetti: Hattathk!.. Süleymaniyedeki Evkaf müzesine gidıp te yazı san'atına taalluk eden eserleri gözden geçirenler Arab harflerinin uzun asırlar içinde Türkler tarafından nasıl inceleştirildiğini merhale merhale, devir devir ve safha safha görüp hayrette kalırlar. Türk, çöHerde yetişen devedikenini san'at süzgecinden geçirerek adeta güle çevirmiş ve bununla da iktifa etmiyerek bu güle çeşid çeşid renk işlemiş, hatta hayat ve hareket vermiştir. İlk Kufî yazı, üstüste yığılan kaba bir harf kalabalığından jıbaretti. Türkler bu kanşık şekli düzeltmekle kalmadılar, nesih gibi, talik gibi, sülüs gibi tarzlara tasvirî bir tıraz verdiler. Divanî ve reyhanî yazıların resimden farkı yoktur. Sülüsle yazılan levhalar tenazur ve tenasüb bakımından en ahenkli birer tablodur. Fakat dediğimiz gibi bu didinmeler hederdi. Deha, Türk dehası bu yazı işinde boş yere işliyordu. Gerçi yarattığı eserler nefısti, mükemmeldi. Lâkin tamamile müspet bir san'at verimi temin edilmiş olmuyordu. Çünkü yazı, nekadar zarif olursa olsun, ne derece bediî kıymet alırsa alsın resmin yerini tutmuyordu. Halbukı Turk dehası, millî ruhun resme tahassürünü gidermek için yazı üzerinde asırlarca çalışmıştı. Şimdi güzel san'atların her şubesinde dilediğimiz gibi eserler yaratmakta hürüz. Fırça da kalem kadar, keman teli kadar serbesttir. Resimle doyamıyan sanatkâr ruhlar, heykeller yaratmakla atşını dindirebilir. Alfabemiz de millidir ve yazımız tıraşlara, tadillere, tezhiblere ihtiyac göstermiyecek kadar güzeldir. Buna rağmen bir takım mecmualarda, vitrinlerde ve şurada burada eski şecerî yazılan, divanî satırları andıracak ecelâcayib harfler kullanıldığını görüp hayret içinde kalıyoruz. T I Yazımızı yeni baştan resim yapmıya çalısmakta ne mana var?.. Maksad sanatkârlık zevkini tatminse resim yapalım, heykel yontalım. Güzel harflerimizin ko • lunu kanadını kırpmak günah değil mi?.. M. TURHAN TAN yetmiş iki yıl yaşamış oluyor. Bu ömür, hele bizim diyarımızda oldukça uzun sayılır. Fakat Fatma Aliye, yirmi yıl danberi yalnız teneffüs ediyordu, ya şamıyordu. Edebiyat âleminden elini eteğini çektiği gün o, kendisi için de öl müş demekti. Dün gömülen onun kalı bıdır. kalbi değil.'.. M. TURHAN TAN "Cumhuriyet,, in tefrikast: Abidin Daver DAV'ER Buraya teşrifinizle bizi nekadar [ sından geçerek otomobile doğru gidi mes'ud ettiğinizi tasavvur edemezsiniz. yordu. Biz, zabitlere Istanbulun kokusunu ge Soğuk mu? Üşüyor musunuz? Bitirdiniz. Rica ederim gitmeyin. zim kaputlanmızı veririz. Ateş yakarız. Saniha, hemen kolunu çekti ve soğuk Odun bulamazsak çadırların kazıklarını bir sesle: yakarız... Hayır, dedi, yorgunum, ısrar et Ercümend bu sözleri söylerken Sani tneyiniz nafile... hanın yanmda yürüyor ve fevkalâde bir Böyle anî eğlencelere bayılan Süha, şey anlatan çocuklar gibi gözlerini açı çadırın kapısından bağırdı: yordu. Kalahm Saniha, eski mekteb arKadının yüzünde bir tütün kokusu dokadaşım Osman Bey de, zabit beyler de laştı. İçinden aman, nekadar çok sigara bak, nekadar rica ediyorlar. Hatırlarını içiyorlar, diye düşündü. Sonra, bir hamkırmıyalım. lede otomobilin içine atıldı. Sonra, safiyane ilâve etti: Ercümend, sessiz ve mahzun ona ba Kalırsak cidden memnun olacak kıyordu. Saniha boynundaki eşarpı ba lar! şma sararak yüzünü örttü. Bu akşam imkânı yok. Geceleri Bir çadırın aralığından bakan Istan serin oluyor, üşüyorum. Nekadar çabuk bullu bir nefer, arkadaşına yüksek sesle: nezle olduğumu bilirsin. Küçük hanım amma da nazh şeyHem söylüyor, hem de çadırların ara tniş ha, dedi. vete geldiklerini söyledi. Lokantacı Ali Dayı garson çağanozla beraber gelip yemekte hizmet edecekti. Genc mülâzim, emin bir tavır ve daha emin bir sesle: Bu defa, artık ricamızı reddetmiyeceksiniz hanımefendi, diyordu. Çok naziksiniz beyefendi fakat hakikaten sıhhatim müsaid değil, hasta olurum diye korkuyorum. Ercümendin güzel yeşil gözleri birdenbire cür'etkâr bakışını kaybederek mütevazı ve müteessir bir hal aldı. Ellerini açarak rica etti: îstirham ederim hanımefendi, reddetr"pymJs. Gelmezseniz arkadaşlar o kadar müteessir olacaklar, o kadar kırılacaklar ki tarif edemem. Düşününüz bu yaknasak ve heyecansız hayatımızda sizi 4 misafir etmek bizim için ne büyük bir şeErtesi gün, Saniha ile Süha İstanbul ref olacak. Siz İstanbula döndükten sonlokantasında kahvelerini içerken mülâzim ra da uzun müddet bu lutfunuzun hatıraErcümendle yanından aynlmıyan arka sını unutmıyacağız. daşı kâtib İhsanın bisikletlerinden atlıyaSaniha, bu ısrara mukavemet edemiyerak içeri girdiğini gördüler. rek davete hazırlanıyordu; fakat genc zaİkisi de kan kocayı bir mafevk gibi askerce selâmladılar. Ercümend, binbaşı bit, birdenbire o rıcacı sesini ve halıni deOsman Bey ile arkadaşları namına, ken ğiştirdi ve cür'etkâr tavrını takınarak: dilerini bu akşam, ordugâhta yemeğe da Bu dağ başında zaten sıkınüdan Süha sen gidersin. Ben gitmem, dedi, bir kadının ordugâhta, askerlerin arasında ne işi var. Sonra, bu Ercümend hiç hoşuma gitmiyor. O kadar teklifsiz ve cür'etkâr bir hali var ki... Kadınlara karşı kolay muvaffakiyetler kazanmış olacak... Fakat, ben kendisine haddini bıldirmek onun gencliğine ve güzelliğine mukavemet edecek kadınlar olduğunu da göstermek isterim. Nasıl istersen karıcığım. Süha, karısının, gencler arasma gir mekten hoşlanmayışına için için memnun olmuştu. i 5 Saniha, o akşam, ordugâhtaki ziyafete gitmedi; fakat balkonda, koltuğa uzanarak kocasmı beklerken üşüdü, hasta landı. İki gün öksürerek, aksırarak has talığını ayakta geçirmek istedi, kocasını üzmemek için, yorgun ve bitab bir halde onunla beraber dolaştı; fakat üçüncü gece, harareti birdenbire 39 buçuğa çıkh, sayıklamağa başladı. Şafak sökerken kocasma: Fenayım Süha dedi, çok fena, öleceğim galiba, bana bir doktor bul! lArkası var] J