25 Hazîran 1930 CUMHUBtTET Konferans Münasebetile Çanakkaleden İngilizlerin geçişleri ve geçemeyişleri 1807 de Boğazıgeçip Istanbula gelen Ingiliz donanması 18 mart 1915 te ayni tecrübeyi tekrarlamak istedi, fakat... Çanakkale Boğazı, îstanbul alınıncı ya kadar Türkler tarafından tahkim e dilmemiş ve kapatılmamıştı. Marmara tamamile Türk havuzu haline getiril dikten ve Karadenizin de Türk gölii biÇimine sokulması yoluna girildikten sonra her iki Boğazdan yabancı harb gemilerinin ve hatta Osmanlı împara torluğile dostluk muahedesi imzahyan her hangi bir devlete mensub ticaret seflnelerinin geçmesi yasak edildi. Bütün Avrupanın Türk gücünden korkarak kabul ettiği bu yasak konulmadan önC6 Çanakkaleyi geçen ve Osmanlı aleyhine Marmarada harb yapan iki donanma vardır. Bunların birincisi Pictro Loredano kumandasında olarak 1416 ma yısının yirmi dokuzuncu günü Gelibolu onlerine gelmiş ve orada demirlemiş bulunan otuz Kadirğadan mürekkeb Osmanlı donanmasına taarruz etmişti. Loredano, iki ağır yara almasına rağ men denizcilikte henüz acemi olan Osmanlıları yendi ve çekildi. Boğazlarm kapanmasından evvel Mar maraya giren son yabancı donanma, îstanbul muhasarasmda Bizanslılara yardım için gelen dört gemilik Ceneviz donanmasıdır. Bu küçük filo 1453 nisanı tun on sekizinci günü Akdenizden İs tanbul onlerine inmiş ve rüzgârdan gördüğü yardımla Türk donanmasını ya n p Halice sığınmıştı. Muhasara devam ederken bu gemilerden biri Türkler tarafından batırıldı, üst tarafı Galatada oturan Cenevizliler elile hareketsiz bırakıldı. Boğazların kapatılmasından sonra uzun asırlar hiçbir donanma bu deniz yolunu zorlamak teşebbüsünde bulunmadı. Hatta 1656 da Osmanlı filosunu ağır bir inhizama uğratmış ve Çanakkaleyi dışmdan kapatmış olan Venedikli Amiral Lazaver Moçe Niko bile böyle bir tecrübeye girişmedi, îstanbulu Boğaz açıklarından tehdidle iktifa etti. Bu sınamayı ilk yapan tngilizlerdir. Napolyonu düşürmek için Ruslarla birleşmiş olan denizci devlet, Babıâlinin Pransif politikasına bel bağladığını görünce Akdeniz filosunu Bozcaadaya yolhyarak nümayişlere girişti. O sırada müttefik orduları bozarak Berline gi ren ve Lehistan üzerine hareket etmek üzere bulunan Napolyon Bonapartın îstanbuldaki elçisi General Sebastiyani, tngilizlerin yaptığı nümayişleri blof gibi göstererek Babıâliyi cesaretlendirdiğinden Londra kabinesi büsbütün titizlendi ve elçi Sir Arbuthnota İstanbul dan ayrılıp Bozcaadadaki filoya iltihak etmesini emretti. Filo Başkumandanı Duckvvorth, elçi ile birleştikten sonra Londra kabinesince yapılan tekliflerin kabul olunması için birkaç nota ve nihayet bir ültima tom yolladı, Sesbastiyaninin nüfuzu altında bulunan Babıâli gene aldırış et meyince 1807 şubatının on dokuzuncu günü sabah saat sekizde iki tane üç ambarlı, altı büyük kalyon, üç firkateyn, iki brikle Boğaza girdi, iki tarafa gülle ve salkım sağarak hızla Kumkale Seddilbahir hattını geçti, Kilidilbahirle Çanakkale arasında bir iki gülle yemekle beraber hızını kesmedi, Nara limanına vardı. Osmanlı filosu bu limanda idi ve bayram olmak münasebetile gemilerde kimse yoktu. İngilizler, demirde yatan bu filodan dört parça gemiyi yaktılar, ikisini yedeğe aldılar ve karaya asker döküp istahkâmlardaki topları çivilediler ve Kilidilbahirle Çanakkale tabya lanndan aldıkları yarayı bereyi tamir edip dKelttikten sonra İstanbula doğru yola düzüldüler. Osmanlı filosundan tek bir brik kurtulmuş ve popa yelken îstanbula koşarak felâketi haber ver mişti. Bu pek kolay kazanılmış zaferin neşesini yelkenlerinde şişire şişire Adalar önüne gelen tngiliz filosu sarayı telâşa düşürmüş ve Üçüncü Sultan Selimi korku içinde bırakmıştı. Londra kabinesi Sisi delen bir madde bulundu Bu keşif tayyarelerin uçuşunu kolaylaştıracak Dün gelen Sunday Express gazetesinde Kaliforniyadan Röyter Ajansının vcrmiş olduğu bir habere nazaran, uçak çılık âleminde çok mühim bir keşiften bahsolunmaktadır. San Fransiskolu Mr C. R. Pleasants'in keşfetmiş olduğu bir usulle sis tabakasında hâsıl olan dclikler sayesinde toprağı görmek kabil olmaktadır. Atlantiği aşan meşhur Amerikalı kadın tayyareci Amelia Earhard bu keş fin hakikaten mühim olduğunu beyan etmiştir. Bu kadm 150 metro kalınlığında bir sis tabakası üzerinden tayyare ile bir uçuş tecrübesi yapmış ve tayyareden hususî tertibatla kimyevî bir madde salıvermiştir. Bu uçuşta kansına rcfakat eden Amelianın kocası tecrübeler hakkında şunlan söylemiştir: Dalgm alimin macerası Küsufu takib için Bileciğe giden Avusturyalı Prof. Leiser, dalgınlıkla resim çekmeyi unutmuş... Kurdlu urd, şarkta atılganlığın rem zidir. Sis, bora, kar ve tipi nun zeykini şahlandırır, neş'ı sini canlandmr. Ölü ve durgun haval da susan kurd, tabiatin kudurduğu d < lerde sayha kesilir, korkunc rüzgârlarl terennüm yarışına girer. Türkün kur sevmesi işte bu karakterestik vasıflardatt dır. Bozkurd, Ergenekon kahramanlan na kılavuzluk etmeseydi onlar bu vazi feyi kendiliklerinden kurda yükletecek lerdi ve Cengiz, iki kere daha cihangir olmak pahasına da olsa gökbayraktan kurd başını atamazdı. Fakat kurd, rufeylî kurd sinsiliğin timtalidir. Nasıl doğduğu bilinmez; karanlık âlemlerden pis bir tırnak gibi doğar, lürünenleri uçar zannettirecek bir mız mızlıkla yapıştığı yerde kımıldanır. Bundan dolayı bütün Türkler, tufeylî kur da öbürile iltibas ettirmemek için böcek derler. Yalnız îstanbullulardır ki dağ kurdunu tanımamak yüzünden, bu mis kin mahluku o isimle anarlar, hatta ye miş kurdlanna bilinmez ne münase betle bülbül demekten çekinmezler. İstanbul lehçesinde durup dinlenmek bilmiyen civelek çocuklann da sıfah kurdludur!.. Ayni lehçe şüphe ıstırabı na tutulan bir adamı «içine kurd düştü» diye tarif eder. Fakat dikkat olunursa görülür ki yemişkurduna, yaralara ya pışan kurdlara böcek diyen Anadolu ve Rumeli halkı, o hayvana dağ kurdunun adını veren Istanbullulardan çok daha isabetli davranmıştır. Bugün kurdu hatırlayışım birçok ye mişlerin kurdlanmış olmasındandır. Ta dına doyulmadan sonu gelen kirazlar gibi zerdaliler de, erikler de, kayısılar da böcek içinde!.. Fakat bu tufeylî hayvanlan banndıkları tatlı köşeciklerde rahatsız eden bir el yok. Onlar, zarif kafes lere kapanmış hakikî birer bülbül gibi yaşayıp duruyorlar. İşin sıhhat meselesile alâkasını bilmi yorum. Fakat böcekli yemişlerin uluorta satılması zevk bakımından çok sakat bir şey. Zerdali alıp ta böcek yemek zan netmem ki hoşa giden birşey olsun!.. *** Bu satırlan yazarken hatırıma şu fıkra geldi: Büyük Harbin sonunda ve esir edilmiş yatandaşlann yurda dönüşleri sırasında İstanbullunuft biri yemiş alıyor muş. Adamcağız gün görmüş, esnaf düzenine akıl erdirebilmiş biri olacakmış ki boyuna içilen andlara rağmen uzunca bir sınama yapmadan pazarlığa girişmemiş ve bir erikten hayli şişman bir böcek çr kınca dükkân sahibine çıkışmış: Utanmadan yemin de ediyorsun. Bu bülbül ne?.. Uzaktan sahneyi seyreden biri yavaşça sokuluyor ve elini böcekli eriğe uza tıyor: Bana verin, diyor, biz esaret hayatında bu bülbüllerin şahin olanlarını yedik alışığız hınzırlara!.. Hepimiz böyle diyemeyiz kü... nin bütün dilekleri hemen kabul olun mak üzere bulunuyordu. Fakat General Sebastiyani gene pervasız davrandı, bu filonun nihayet payitahtta yangın ya pabileceğini ve halbuki îstanbulda her gün on yangın çıktığmı söyliyerek sarayı endişeden kurtardı, müdfaa tertibatı aldırmıya başladı. Yeniçerilerle halk ta heyecan içinde bulunduğundan îngiliz donanmasına karşı koymak düşüncesi millî bir kaygu halini aldı, herkes silâhlandı, herkes bir vazife kabul etti ve üç beş gün içinde Yedikuleden Sarayburnuna kadar 102 top, 69 havan; sağ sahile 240 top, 12 havan; Boğazın karşısına 84 top, 15 ha« Kimyevî maddeyi döker dökmez, van; Üsküdar tarafına 94 top, 14 havan altımızdaki sis tabakasında hâsıl olan konuldu. deliklerden karayı görmek kabil oluyorBu sırada Çanakkale Boğazında da du. Bundan sonraki tecrübelerde de muistihkâmlar çoğaldırılıyor, toplar sıra vaffakiyet hâsıl olduğu takdirde bu mülanıyor ve düşman filosunu dönerken sıkıştırmak için tedbirler alınıyordu. him keşiften büyük faydalar temin edileİngilizlerin vaziyeti hiç te iyi değildi. ceği muhakkaktır.» Kâşifin iddia ettiğine göre bu kimyevî Muhalif rüzgârlar yüzünden bombar dıman gemilerini baştan ve kıçtan de madde yalnız tayyareden değil, ayni zamirlemek mümkün olamıyordu, su yok manda karadan da yukan doğru sevkeditu. Karanlık gecelerde ufak kayıklar lebilmektedir. filonun etrafında dolaşıp esir yakala mıya çalışıyorlardı; hatta Kınalıadaya MÜTEFERRlK su almak için gelen bir müfreze yaka lanmış ve içinde Amiralin gene oğlu da Güzel San'atler Akademisi bulunduğu için bu hâdise, bütün filoyu sergisi endişeye düşürmüstü. Amiral bu durumda dönmekten başEvvelki gün Fındıklıdaki Akademi bika çare bulamadı; martın birinci günü nasında açıldığını haber verdiğimiz sergi İstanbul üzerine yürür gibi davranarak 4 temmuza kadar açıktır ve herkes ziyafilosuna bir iki münhani çizdirdikten ret edebilir. sonra cenuba doğru süzüldü, gün batarBelediye ile Evkaf arasındaken görünmez oldu. ki ihtilâf Sarayla Babıâli kaçak filonun akibetini ancak Fransanın Gelibolu konsoloBir meseleden dolayı geçenlerde Belesu tarafından Tatarla gönderilen bir raporla öğrendi. Filo, bütün istihkâmlar diye ile Evkaf arasında bir ihtilâf çık dan yağan ateş altında Boğazı aşmış, a mış ve anlaşamamazlık bir hakem heyeine tevdi edilmişti. Mütehassıs meb'usçığa ulaşmıştı. lardan teşekkül eden bu hakem heyeti Rapor (Vindsör Kastel) gemisine 800 librelik iki kadem kutrunda bir taş tetkikata başlamış ve her iki tarafa bazı gülle düşerek büyük direği parçalan sualler sormuştur. Heyet, alınan cevabdığını, Aktive firkateyninin 560 librelik lara göre ihtilâfı müspet bir neticeye bağbir gülle yediğini, amiral gemisi olan amağa karar vermiştir. Rovayyan Corcun büyük bir mermi iKadastro kadrosunda sabetile yaralandığını ve bir saat bir değişiklikler çeyrek süren bombardıman sjr.asmda 3 ngilizlerin 130 ölü ve 412 yaralı ver İstanbul Kadastro müdiriyetinde bazı diklerini bildiriyordu. Askerî münak değişiklikler yapılmıştır. Aynca, tstan kidler, Boğazda Anadulu kıyısınm daha iyi teçhiz edilmemesi ve topların sa >ul Kadastro müdiriyetinden bir fen mebit bulunması yüzünden îngilizlerin az muru, bir aza ve bir de kadastro memuru zararla kurtulduklarını söylemekte müt Manisa vilâyeh'ne tayin edilmiştir. Yatefik gibidir. ında diğer bazı vilâyetlerdeki kadastro *** memur kadrolarına bazı ilâveler yapılaİngilizler Büyük Harb sırasında Ça cağı söylenmektedir. nakkaleyi bir daha geçmek istediler. Bu iefer yanlarında bir Fransız filosu da dilerini topla, tüfekle, istihkâmla, tor vardı. 3 teşrinievvel 1914 te on sekiz pille ölçülmesine imkân olmıyan başka parçadan mürekkeb bir donanma ile bir kuvvet karşıladı. Tabiatin namağ rapılan kısa bir hücum 19 şubat 1915 te lub olarak yarattığı bu kudret, Türk azazelendi. Türk istihkâmları bu iki hümini ve celâdetini şahsmda temessül etjumu da kolayca püskürttü. 28 şubatta tiren Atatürktü. yapılan daha dehşetli bir hücum ayni Sonunu söylemeğe lüzum görmüyo akibete uğradı. Ingiliz amirali, bu üç rum. Çünkü bütün dünya, Atatürkün tecrübeden aldığı dersleri kâfi görerek ve bir takım Türk bataryalannm sus ^anakkalede neler yaptığım ve yüz bin;urulduğuna kanaat getirerek 18 matta ik orduları nasıl denize döktüğünü bi . Cihan Harbi tarihinde büyük yer alan ir. Biz Türkler ise o hamaset sahnesimüthiş taarruza girişti. Tam on beş nin destanını fahirle, gururla her gün jırhlı, üç kruvazör ve bir sürü torpito terennüm ediyoruz. Not: Dünkii yazımızda bir hayli yanbu hücuma iştirak ediyordu. O gün saat 11,45 te atılan ilk gülle ile harb başla hş vardtr. Bunlann bir kısmı karine ile tnış ve güneş Türkün zaferini selâmlı arilaşılabilirse de, bir kısmı düzeltilmeyarak batarken mağlub filo geri çekil ğe muhtaçtır. Meselâ birinci sütunda mişti. Düşmanın tayyarelerden yardım ve yirmi beşinci satırda başltyan ibare görerek yaptığı bu hücumda uğradığı şöyle olacaktır: tAnadoludan beri ya zayiat çok mühimdi: Bouvet, Oşin, tr kaya geçerek kuvvetlerini Bizanslılara resistibl zırhlıları batmış, Kraliçe Eliza tanıttıktan sonra Dobriceye gidip yerbet, Ağamemnun, Nelson dretnotlarile leşmişlerdir.* Yazmın son parçasında Süfren, Şarlman, Enfleksibl zırhlıları Süleyman Paşa fırkasının geçişi tarihe muhtelif surette yaralanmışlardı. göre anlatılırken bu jırkanın Bizans İmparatoru tarajmdan vuku bulan rica îngilizler ve rhüttefikleri Boğazı de nizden geçemiyeceklerini anlayınca üzerine geçtiği yazilmdkla beraber geplânı değiştirmişler ve karaya ordular çisin Bizans gemilenle yapüdığı yazu dökerek hedeflerini ele geçirmeği ta mamıştır. Özür dileyerek düzeltiyoruz. M. TURHAN TAN sarlamışlardır. Fakat bu teşebbüste ken Sabahat, kuvvetli bir hayret ve sevincin yukan kaldırdığı kaşlarile, birer ay çiçeği gibi büyüttüğü saf ve sevimli gözlerile, gülümseyince güzel bir yanm daire içinde tatlılaşan daima yan açık ağzile, heyecandan göğüsü inip kalkarak Şadiye yaklaştı: Sağda: Üniversite profesorleri tarajmdan tam küsuf esnasında alınan bir resim. Solda: Dalgınhğı yüzünden kiisufu tesbit edemij/en Viyanalı profesör haztrlMarla meşgul Küsuf hâdisesini tetkitk ve bundan bilistifade Bileciğin nirengi noktasını tayin etmek üzere Bileciğe gitmiş olan Üniversite heyeti, dünden itibaren Üniversite rasadhanesinde yaptığı rasadlann hesablarını hazırlamağa başlamıştır. Bu hesabarla doçent Gbissberg bajta olmak üzere doçent Nüzhet, doktor Okyay meş gul olmaktadır. Hesabların sonunda Bileciğin Gerrennwich tul dairesine nazaran mevkii hatasız olarak bulunacak ve keyfiyet Harita Umum müdürlüğüne bildi rilecektir. Bileciğin nirengi noktası sıhhate bulunduktan sonradır ki yapılacak olan Anadolu haritalannda yanlışlıklar olmıyacakür. Üniversite rasadhanesi direktörü profesör Freundlich Harita Umum müdürlüğüne vereceği raporu dün hazırlamağa başlamışbr. Bu raporda küsufun ilmî bakımdan mütaleası yapıldıktan sonra bilhassa Bileciğe giden profesörler heyetine Bilecik Valisi Ali Rıza ile, Kültür Direktörü, belediye reisi ve profesörlere 45 yataklık muntazam bir yatakhane hazırlıyan orta kul direktörünün gösterdikleri büyük misafirperverlikten dolayı teşekkür edil mektedir. Bilecikliler, rasadatın yapılacağı Kırklartepesine 1000 metrodan daha uzun muntazam bir $ose yaparak profesörlerin ,aletl,erini kolaylıkla taşımalannı temin etmişler, elektrik santralini sabaha kadar çalıştırmışlar, ve rasad yerini tellerle çevirmek suretile heyetin vazifesini çok kolaylaştırmışlardır. Profesörler heyeti içe* risinde bulunan astronom doktor Gbiss berg, hükümet adamlarının ve halkın bu büyük sempati ve misafirperverliğine bir şükran mukabelesi olmak üzere kendilerine güneş tutulması hakkında bir buçuk «aat devam eden türkçe bir konferans vermiş ve çok alkışlanmıştır. Üniversite heyetinin Bilecikte tam küsufa aid çektiği resimler dün develope edilmiştir. beyazlıklar güneşin korona denilen ve 9nun muhirini teşkil eden milyonlarca kilometroluk mesafelere kadar uzanan havaî bir tabakasıdır ki bunun hangi mad delerden müteşekkil olduğu henüz fence tesbit edilememiştir. Klişede siyah o larak görünen ayın kenarları muntazam olması Iâzım gelen yerlerde girinti ve çıkmtılar görünmektedir ki bunlar güneşin çok parlak bir manzara arzeden idrojen tabakasının ayın kenarlannı aydınlatmasından neşet etmektedir. Viyanalı alimin dalgınhğı Avusturyanın maruf fiziko şimi profesörlerinden profesör Leiser de küsuf hâdisesini Bilecikten seyretmek üzere bütün aletlerile birlikte Bileciğe gitmişti. Fakat profesörün başmdan garib bazı hâdiseler geçmiştir. Söylendiğine göre profesör Leiser çok dalgm bir adammış.. Bütün aletlerini toplıyarak İstanbula gelen profesörün maksadı küsufu astro nomi bakımından ziyade fiziko şimi bakımından rasad ederek onun etrafında Ve henüz terkibleri belli olmıyan mad deler üzerinde resimler çekerek keşifler yepmakmış... Fakat dalgın profesör bu iş için Iâzım olan mühim bazı aletlerini Viyanada unutmuştur. Âlim, küsufun resmini çekecek olan üç büyük makine ile Bileciğe gitmiş, fakat, pardösüsünü ve elbiselerini orada burada unuttuğunu ancak dağda ayazı yedikten ve aletlerinin noksanhğım da işe başladıktan sonra farkedebilmiştir. Küsuftan bir gece evvel Bilecik çarşısına çıkan dalgm profesör misafir kaldığı orta okul binasını unutmuş, saatlerce aradığı halde bir türlü bulamamıştır. Mektebin hademelerinden biri kendisine rasgelerek on» mektebe götürmüştür. îşin asıl garib tarafı, küsufu dikkatle takib edebilmek ve iyi resimler çekebil mek için iki gecesini dağda geçiren pro fesör Leiser küsuf başladığı zaman hâ Yukandaki resim tam küsufu gösteren diseyi takibe dalarak bir tek resim bile muvaffakiyetle alınmış bir fotoğraftır. çekememiş ve küsuf bittikten sonra aklı Siyah olarak görünen aym etrafındaki başına gelmişse de iş işten geçmiştir. yasını çalarak bir koltukçuya satmış; ondan sonra da polise müracaat ederek eve hırsız girdiğini iddia eylemiştir. Yapılan tahkikat neticesinde iş anlaşılmış oldu ğundan Marko hakkında takibat yapıl maktadır. M. TURHAN TAN ADLÎYEDE SOSYETELERDE Karısının eşyasım çalmış Memurlar, eski Telefon şir Arılar bir adamı öldürdüler Samatyada oturan Marko kansının eşketini dava edecekler Burdur (Hususî) Burdurun O luklaraltı mahallesinde memlekette te essür uyandıran garib bir ölüm vak'ası olmuştur. Bu sene yağmurların fazlahğı dolayısile geçen yıllara nisbetle arılar fazla oğul çıkarmaktadır. Hasan Usta isminde birisi anların çoğaldığmı görmüş ve bunlan bu kesif an bulutunu kovanlara doldurmak istemiştir. Akşamüzeri bu i§ için kâfi derecede korunmaksızm işe başlayınca arıların evvelâ beyi sonra bin " lerce an kendisine hücum etmiş ve s o t mağa başlamışlardır. Bundan fena halde ürken ve canı yanan Hasan Usta kaç * mak istemişse de arılann ısırmasının tesırile bulunduğu yere yığılarak ölmüştÜR, dannı söyleyim: Otomobilde senm çan • tam alan benim. Zaten benim elimdeydL Sen unuttun ve onu otomobilde kaldı zannettin. Onu görtürüp çayıra saklıyan (te benim. Anladın değil mi? Sabahat yutkunmıya çalışıyor, boğazf nı birşey tıkamış gibi buna muTİffak olamıyordu. Elini boynuna doğru götürdu ve yutkundu. Hâlâ ağzı açıkta ve alt çenesi iyice görünecek kadar titriyordu. Yere baktı ve büyük bir gayret sarfederek yutkunabildi. Şadi elini onun omzuna koyarak: Ben sana dah fena huylanmı söyliyeceğim ama, dedi, şimdi seni fazla üzmek istemiyorum. Sabahat bir daha yutkunarak, param parça bir sesle: Çok.. üzüldüm, dedi, bittim... çok.. fena... oldum. Halbuki sevinmelisin, değil mi ya.. Bir dolandırıcının elinden kurtuluyorsun. Bana... Hiç öyle gelmemişti. HâK da... Vallahi... Hâlâ da... îinanmıyonnn. lArkast Eski Telefon şirketi, tesisatını hüku mete sattıktan sonra çalıştırdığı ecnebi memurlara ikramiye vermiş, fakat, Türk memurlan bundan mahrum bırakmıştı. Türk memurlar bu vaziyet karşısında müteaddid teşebbüslerde bulunmuşlarsa da Eski Yunan Başvekillerinin girketten daima menfi cevab almışlardır. Bunun üzerine aralarında görüşen Türk ailelerine maaş memurlar şirket aleyhine bir dava açmaAtina 25 (Hususî) Teşriî encü ğa karar vermişlerdir. men Kondoryotis, Venizelos, Demircis Şirketi dava eden memurlann ekserisi ve Çaldarisin karılarma 8,500 drahmi bugünkü Tlefon idaresinin memuru bu maaş tahsisi hakkında hükumetin gön lunmaktadırlar. Bunlar şirketten 150,000 derdiği kanun lâyihasını kabul etmiştir. lira istiyeceklerdir. fetine girerek yüreği pırlanta gibi saf bir kızı kandıran serseri demektir. Anla dın mı? Serseri! Ben su katıl mamış cinsinden, halis muhlis, bi rinci sınıf serseriyim. Şimdi anladın mı niçin dün bana fenalık gelmişti? Artık seni aldatmak istemiyordum. Çünkü ben seni çok aldattım. Biliyor musun ne kadar? Bilemezsin. Çünkü bunu bilmek ve anlıyabilmek için de biraz fena olmak lâzımdır. Halbuki sen bir su kadar iyisin. Bir sabah rüzgârı kadar safsın. Sen sabahı 6ilirsin, geceyi bilmezsin. Senin sabahını öldürdüm ben, geceyim ben. Bak dört tarafım zindan gibi. Parmağile bir daire çizerek karanlık odayı gösterdi. Bilmezsin, dedi, fakat sana herşeyi, hepsini anlatacağım. Çünkü sen beni bambaşka bir kalıba soktun. Seni tanıdıktan sonra ben sana imreniyor, kendimden de iğreniyorum. lğreniyorum, anladın mı? Açık söylüyorum. Sen beni bir bil meîisin ki iğrenmekte haklı mıyım, haksız mıyım, anlıyasın. Yalnız sana şu ka Cumhurlyetin tefrikası: 42 SERSERI Yazan; Server Bedl öyle ise pederim kabul etmiyor diyeyim. Suzan dışarı çıkmak üzere bir adım atmışu. Bir eli, henüz yüzünün Ustünde bulunan sakalında duran Şadi: Gel buraya, dedi, söyle ona, bu raya gelsin. Kim gelsin? O kız: Sabahat. Buraya mı gelsin? 3adi yüzünden sökerek sedirin üstüne atbgı lakalı, titriyen ellerle tekrar yüzüne yapışhrdı. Prokasını başına geçirirken sakal yüzünden aynlıyordu. Suzan: Dufüyorl <WL Zaran yok, löyle buraya felsia! Şadi avcunu kıllann üstüne ba»tıra rak: Haydi! dedi. Suzan, bir daha hiç aynlmıyacakmış fibi gözlerine yapışan bir htyretle Şadiye bakarak odadan çıkmıstı. Biraz sonra Sabahatle beraber geldi. Şadi pencerenin önünde, onlara ar kası dönük duruyordu. Hiç kımıldama dan. sahte sesile,>Suzana: Kızım! dedi, sen bizi misafir ha nımla yalnız bırak. Suzanın ayak sesleri uzaklaşınca, Şadi Sabahate doğru yarım döndü ve elini fanağınm üstündeo ayırmıyarak: Yaklaşımz! dedi. « Efendim, dedi, sizden çok rica... Fakat, Şadi onun sözünü bitirmesine meydan bırakmadan, elini yüzünden takma sakalile beraber aşağı çekti, sonra ö:eki yanağındaki sakalı ve başındafci perokayı da sökerek yere attı, başını hemen önüne iğdi ve içindeki ciddî mülâhazalarm yükile ağırlaşmış gözlerini Sabahate doğru ağır ağır kaldırdı. Asıl hüviyeti r çinde, pek güç zaptettiği büyük bir he yecanla sade ve sakin duruyordu. Sabahat, karşısında Hindliyi değil, Şadiyi görünce, taşkın bir hayreti boşaltmak için boğuk bir çığlık koparmış, iki elini de başına doğru götürerek iki adım geri atmıştı. Yukan kaldırdığı elleri, boşlukta vazifesiz kalarak, biran sallandı. Hâlâ inanamadığı bir manzarayı haz metmeğe çalışan gözleri, hafif kırpışma lar içinde büyüyor ve parlıyordu. Karşısındakinin Şadi olduğunu anla ymca geriye bir adım daha attı ve ar kası duvara dayandı. Hep önüne bakan Şadi, gözlerini gene ona doğru kaldır mıştı: Gördün mü> dedi, ben bir dolandırıcıyım. Sabahate ilk defa olarak senli benli nitab ediyordu. Ona doğru bir adım a rarak ve gözlerinin içine bakarak te*rarradı: Anladın mı? Ben bir dolandıncıyım. Başını ona doğru iyice uzatarak bir daha tekrarladı: Dolandıncı. Sabahatin gözleri artık hiç kırpılmı ~ yordu. Şadi omuzlannı da göğsile beraber kaldıran derin bir nefes aldıktan sonra devam etti: Dolandıncı ne demek biliyor mulun? Dolandıncı, sahte bir Hindli kıya