19 Haziran 1936 CUMHURİYET Deli İbrahim gibi bir hükümdar KONFERANS VESÎLESÎLE Bankaları soymak için plânlar hazırlıyan kral... Dalâletlerle malul olan Bavyera Kralı Louisinin yatağımn aüslerini tamamlamak için daha on kilo alttna ihtiyact vardt. Bunun için aklına bir çare geldi ve.. Bavyera Alplerinin, sakin sulannda akisler yaptığı Starnberg gölü, bundan elli sene evvel, 13 haziran 1886 sene sinde bir faciaya sahne olmuş, «Asri Hamlet» adile anılan Bavyera Kralı 1kinci Louis, akşam karanlığı çökerken, bu gölde ölüme kavuşmuştur. Haziranm 7 nci günü, hükumet tarafından teşkil edilen bir heyet, Krala, tahttan indirildiğini ve niyabetin ilân edildiğini resmen haber vermek üzerc, Münihten «Hohlusch Wangau» a hareket etmişti. Doktorlar, îkinci Louisnin tedavisi imkânsız bir paranoîaque olduğunu söylemişlerdi. Heyet azası, o ak şam, yemeği orada yiyecekler ve ertesi sabah şafakla beraber, hükümdann oturduğu Neuschvvanstein şehrine gideceklerdi. Fakat, îkinci Louis, kendisini bekli yen akıbeti haber almıştı. Heyet azası olan on bir kişi şatoya vardıkları zaman, hassa efradı tarafından yakalanarak zindana atıldılar. Kral, hainlerin gözlerinin oyulmasmı, dillerinin ve ellerinin kesilrnesini, kafalannın derisinin yüzülmesini ve bu vaziyette aç bırakılarak öldürül melerini emretmişti. Biçareler, aç ve susuz, müthiş korkular içinde bir gece geçirdiler ve muhafızların elinden nasılsa kurtulan komiser Rumplerin Münih makamatını vaktile haberdar etmesi sayesinde kurtarılabildiler. Haziranın 11 ınci günü, Kral, desise ile ele geçirildi ve ertesi günü Berg şatosuna hapsedildi, deli doktoru Bernard Von Guddenin nezareti altına konuldu. Ertesi pazar günü sabahı, uykudan gayet sakin uyanan I kinci Louis, öğleden sonra saat beşe dcğru, doktoru çağırtarak birlikte ufak bir gezinti yapmalannı teklif etti. Aradan saatler geçtiği halde Kral ve doktor geri dönmemişlerdi. Şato halkı fena halde meraka düştü ve gece saat dokuzda, şakır şakır yağan yağmur altında, taharriyata başlandı. Saat on buçukta, hizmetçilerden biri, gölün kıyı sında Krahn şapkasile pırlanta iğnesini ve suyun üstünde de îkinci Louis ile doktorun cesedlerini görmüştü. Doktorun kalın boynunda, müthiş parmak izleri vardı. Bavyera Kralı îkinci Louis de Wit telsbach, fırtmalı bir gecede, henüz kırk bir yaşında olduğu halde, işte böyle ölmüştü. îkinci Louis, en genc yaşındanberi hezeyana müptelâ bir alkolik, kadınlardan müteneffir, megalman bir adamdı. Gayet feci cinsî dalâletlerle maluldu. Ga zub, hain, biçare bir divane idi. Vagnerin dostu olduğu söylenen bu hükümdar musikiden hiçbir şey anlanıazdı. Musiki hakkındaki fikirleri deli saçmasından, yazdığı mektublar, birbirini tutmıyan lâf yığmlarından ibaretti. Medhedilen meşhur sarayları, büyüklük ip tilâsınm delili birer Versay karikatüründen başka birşey değildir. Geceleri, duvarları ve tavanları bin türlü kıymettar taşlarla süslü, geniş, aydmlık salonlarda yalnız başına dolaşmağı severdi. Yatağımn çarşafı altın işle melerle o kadar dolu idi ki, üstünde yatmak bir işkence yerine geçerdi. Şatolarından birinin damına, camdan duvarlar ve bunların arasına sun'î bir gö yaptırmıştı. Bir gölge oyunile üstünde köpüklü dalgalar vücude getirilen bu gölde, kuğu kuşlan tarafından çekilen gümüş bir kayığa binerek dolaşırdı. Nihayet, insan yüzü görmeğe tahammül edemez oldu. Tükrüklere boğduğu. Boğazlar meselesinin şiirle ifadesi 1855 te Boğazların kapalılığını kabul eden Paris konferansmda neler konuşulduğunu, nelere karar verildiğini ve hatta konferansa takaddüm eden Kınm harbinin ne sebeble açılıp ne suretle idare ounduğunü Salih Hayri adlı bir Türk şari seksen yıl önce manzum olarak kaleme almış ve eserine de Hayrâbad adını vermişti. Nabinin ayni adı taşıyan meşhur eserinden ayırd edilmek için Salih Hayrinin kitabına «Zafernamei Hayri» diyenler de vardır. Henüz basılmamış lan bu güzel eserin nüshaları pek nadirdir. Biz bir kütübhanede tesadüf ettiğimiz orijinal nüshadan Boğazlar hakkındaki beyitleri istinsah ederek okuyuculaımıza sunmayı günün hâdiselerine uygun ıulduk. îşte Fransa, îngiltere, Sardu'nya, Avusturya, Prusya, Rusya ve Türkiye rasında 81 yıl evvel imzalanan Boğazar muahedesinin şiirle ifade olunmuş kli: Diiveli seb'a meyanmda karar Bulup ezcümle Boğazlar tekrar Yeniden Bahrisiyah ile sefid insidadı ciheti biite'kid Onu iasdiku kabule dair Başkaca bir sened oldu sâdır Zikri âtide mevadı lensib Düüeli müna'hide bittasvib Ya'ni ber mucebi kanunı kadim Ahdi mahsus olub akdii tanzim Siifünü harbe Boğazlar mesdud Olmak üzere dahi lecdidi uhud Olunub akdii tezekkür tekrar Bularak meclisi Pariste karar Vazı tarih ile lemhir olunan Canibi devlete tesyir olunan Senedin tercümesi bil'ityan Zikri âti kılmur bastü beyan: Dahi bundan oluz üç yıl eüVel Akdii imza olunan şariı diivel Verilen ya'ni Boğazlarca nizam Hali sulh üzre bulundukça miidam Ecnebi hakkına olmak mesdud Bulunan cenk gemisinden ma'dud Müstakil Bahrisefid ile siyah Ecnebiye ola münsed her gâh Ya'ni harbe müieallik gemiler Iceri girmiyeceklir ı/ekser Badezin olmıyacaklar dâhil Dahi tağyiri bunun nâkabil Düüeli saire nezdinde kabul Olub ezcümle taahhüd bu usul! Istanbul yakası mı münasib, Beyoğlumu? Pek çok tarihî eserle dolu olan Istanbul kıyılarında iyi bir yer bulmak biraz zor olacak, halbuki karşı sahillerde... Bu mevzua dair yazılarım münasebeile aldığım mektublar arasında bahçe mimarı Bay Mevlud Baysalınkini ol duğu gibi buraya geçiriyorum: «Dünkü Cumhuriyetie (İnkılâb abidesinin yeri) başhklı yazınızı okudum.(Yer düşünmek, seçmek ve söylemek bir ihtısas işi değildir. Böyle şeylerin münaka' \asinda hiçbir mahzur da yoktur) diyor\unuz. Hakikaien her vatandaşı bu işte konuşmağa davet etmekle faydalı bir ne • tice alınabilir. Yazınızı okuduktan sonra ben de hanbul içinde hayalî bir dolaşma yaptım Ve Sullanahmed meydanmdan Ticaret meklebi önüne geldim. Bu binayı ve arkasındaki Sanayi mektebi binasım ortadan kaldırdım. Burada hasıl olan pilâtoyu abide için (en münasib demeyim çünkü bu, abidenin kurulduğu yer için sarfedilecek bir sözdür) münasib bir yer buldum. Sanayi mektebinin bahçesinden son arazi, denize kadar dik bir mey'd takib ettiği için bu pilâtonun denize yakınhğı ve hakimiyeti çok barizdir. Abide burada kurulursa Çanakkaleden Karadcnize ve Karadenizden Çanakkaleye doğru gelip geçen vapurlar abideyi selâmlıyacakları gibi Sultanahmed meydanı da, geniş bir kanal halinde denize ve ufka doğru uzanacağmdan cazib bir manzara husule gelebilir. Sultanahmed camisinin bahçe duva • mı da ortadan kaldınp meydanı daha geniş bir hale sokmakla bu cazibeye biraz daha kuvvet verilebilir. Abidenin her laraftan görülmesi fikrine gelince: Abideyi nekadar hâkim bir yere çı karsak bu fikir gene lâyıkile iemin edil miş olmaz. Bence, bu fikirden daha cı> vel mevkiin şıklığı, ahengi ve güzelliği mühimdir. Saygılarımı kabul elmenizi dilerim.» Bu güzel fikir ve teklifin ehemmiyetini takdir etmemek mümkün mü? T i caret ve Sanayi mekteblerinin kalkma sile gözümüze açılacak manzarayı dü şündükçe insanın bu binalan buraya kurduranlann şehre «suikasd» niyetile hareket ettiklerine hükmedeceği geliyor. Mevkiile, güzelliğile, tarihile eşsiz ve emsalsiz Istanbulun öyle bir noktası ki toprağın altı da, üstü de tarih servetile dolu. Buranın kıymetini daha ziyade artırmak ve bugün Atmeydanı dediğimiz eski hipodroma azamî uzunluğu ver mek için o zamanın insanlan büyük duvarlar örmüşler, yüksek sedler yapmışlar, bu tarihî noktanin ta nihayetinde eşi bulunmaz bir plato vücude getirmişler. Buradan denize doğru bakarsanız Allahın, tabiatin yaradış kudreti karşısmda gaşyolarak kendinizden geçersiniz. Arkanızı denize ve yüzünüzü karaya çevirirseniz asırların mücessem dikili tarih karşısında vecid ve hayret içinde kalırsınız. Muhtelif devirlerde yaşamış, muh telif medeniyetlor yaratmış, muhteli: dinlere tapınmış muhtelif milletlerin ne rede birleştiğini görürsünüz: Muhteşem güzel, ölmez iz ve eser bırakmakta! îşte dünyanın başka bir noktasında bulunmıyan toplu tabiat ve tarih güze lik ve kıymetlerini bozmak, körletmek ve kirletmek için bu bina kurulmuş! ls tanbul şehrini bu lekeden kurtarmak için burasını ne zaman temizliyeceğiz?!.. Bununla beraber inkılâb abidesinin b' platoda yapılmasında mahzurlar da vardır. Buralarda çok, mühim ve büyü abide ve eserler var. Bizim yapacağımız bunlar arasında küçük kalmasın, kor • kusu akla gelmez mi? Maamafih bu ciheti Mevlud Baysal ve kendileri gibi mütehassıslar elbette benden iyi düşü nürler. *** Çok muktedir, genc ressamlanmızdan birisi de Sultanahmedle Ayasofya araındaki hamamı kaldınp inkılâb abide ini burada yapmak fikrini ileri sürüyor. İki cami arasından iyice kurtarmak için abide eski Adliye binasından biraz daha aşağıya da kaldınlsa bu iki büyük eser arasında kaybolmaması için nasıl bir şekil verilebileceğini pek iyi tasavvur edemiyorum. Bence burada da ayni mahzur: Çok abide var. Zaten buradan itibaren denize doğru inen yamaç ma halle olmağa başlamış, kurtanlması imkânı kalmamıştır. *» • Mademki Istanbul cihetinden bahsediliyor, ötedenberi zihnimi kurcalıyan Saraybumu noktası hakkında bir iki söz söylemekten geçemiyeceğim. Sultanahmed camisi, Ayasofya, Topkapısarayı adeta müstakim bir hat şekinde bir hizada denize doğru ilerliyor. Tam deniz kenannda inkılâb abidesi çok uygun düşer gibi gcjrünüyor. Burada yapılacak bir abide tabiidir ki ağaclar arasında gizli kalmamalı, ta uzaklardan göze çarpacak büyüklük, şekil ve güzellikte olmalıdır. Bu takdirde de Topkapı sarayını kapatması veya abidenin sarayla mukayesesi gibi mah zurlar akla geliyor. • » • Inkılâp abidesinin yeri Gün tutulurken!.. öklerin dilinden ve durumundan mana çıkarmakta gerçekten üstad olan Bay Fatin Uludağda, Üniversite profesörlerimiz îneboluda dürbünlere, teleskoplara sanlıp tan yerini eyecanla gözlerken, îngiltereden ve ransadan rasad aleti dolu bavullannı ımuzlayıp Siberyaya koşan küme küme limler Moskof meslektaşlarile birleşip uzlar arasında, simsiyah ve koskocaman bir karpuz gibi şarktan fırlıyacak tutuk güneşin kara kostümüne sanlışını titriye titriye seyre hazırlanırken biz ve bel'ki )ütün dünya mışıl mışıl uyuyorduk. Çünü günün nasıl tutulduğunu, sırtına geçilen kara örtüden nasıl sıynldığını gö zümüzle görmektense alimlerin yazacağı makalelerde temaşa etmek daha kolay. Ben. de ayni gafleti veya isabeti göserenlerdenim. Fakat bugünün semavî âdisesile bir parça olsun alâkalanmamış ı değilim. Gün tutumuna taalluk eden aberleri gazetede okumayı ve sabahın o pek tatlı olan uyku demlerini feda etmemeği tasarlamakla beraber bu vesileden istifade ederek tarihî küsuflan hatıramaktan geri kalmadım: Insanlann hayatı, emelleri ve hareketeri üzerinde kat'i ve hâkim rol oynıyan ün tutumu Milâddan 585 yıl önce vuua geldi. O tarihte Medya ile Lidya, Anadolunun hakimiyeti meselesinden dolayı muharebeye tutuşmuşlardı. Dava mühimdi ve iki devlet için de hayatî bir rymet taşıyordu. Bu kanlı savaşta Medya ordusuna Keyahsar, Lidya ordusuna da Alyat kumanda ediyordu. Harbin en kızgın deminde güneş birdenbire kararmağa, iki ordudan dökülen kanlarla rengi allaşan Kızıhrmak siyah ve kalın bir eride dönmeğe başladı. Biraz sonra vakitsiz bir gece, parlak silâhlan sardı ve avaş erlerini hareketsiz bıraktı. Medyalılar da, Lidyalılar da bu hâdiseyi gök tannsınm gazaba geldiğine hamlettiklerinden harbi bırakmışlar ve sulhu konuşmağa girişmişlerdi. Göneş açılırken barış senedleri imzalanıyor ve harb meydanında neşeli bir düğün kuruluyordu. Çünkü Medya Kralının oğlile Jdya Prensesinin evlenmesi de sulh jartlarından biriydi. *** Milâddan 632 yıl sonra Arabıstan yanmadasında büyük bir gün tutumu oldu. O gün Peygamber Muhammedin biricik oğlu İbrahim ölmüştü. Halk, gökerin de bu ölüye matem tuttuğunu kuruntuhyarak telâş ve heyecan gösteriyorardı, Muhammed, cehlin bu tecellisine karşı soğukkanlı davrandı, güneşle aym ne doğumlarile batışlannda, ne de tutuuşlannda beşer kütlesile hiçbir alâka ta] savvur olunamıyacağını söyledi. Bunaf rağmen birçok hocalar, alim geçinen müneccimler uzun yıllar ve asırlar, güneşin ve ayın tutuluşunu şu veya bu felâketin vukuuna işaret olarak kabul etmekten ve zavalh halka da kabul ettirmekten çekinmemişlerdir. 1633 te Türkler Uyvar kalesini muhasara ediyorlardı. Ansızın ay tutulduBir kısım yobaz ruhlular orduya kanşıklık verecek surette telâş göstermeğe başladı. Fakat zafere susayan asker bu vakıadan istifade etmeği daha doğru buldu. Koyulaşan karanlık içinde sürüne sürüne düşman siperlerine sokuldu ve kalenin düşmesine yol açtı!... Bu hikâyelerden sonra söz, güneşin tutuluşunu seyre koşan alimlerindir!.. Bavyera Kralı Louis dayaktan canlarını çıkardığı, eline geçen şeyi kafalarına attığı hizmetkârları, o dasına, yüzlerine siyah bir maske ge çirerek ve köpek gibi dört ayak yürüyerek girmeğe mecbur bir hale gelmişlerdi. Bütün tebaası, hatta nazırlar, onun huzuruna, ancak çömelik olarak çıkabilirerdi. Sonra sonra, yüzleri maskeli dahi olsa, insan çehresi görmekten nefret et meğe başladı. Yemeklerini, alt kattan odasına kadar, bir asansörle çıkanyor ardı. Hayatının son senelerinde, memle ketine karşı öyle bir istikrah, öyle bir nefret duymağa başlamıştı ki, Bavyerayı satmağa karar verdi ve profesör Franz Von Höhneri başka bir kraliyet satın almağa davet etti. Sırasile, Giridi, Kıbnsı, Yunan adalannı ve Kanarya ada larını almağa kalkıştı. Bu delice işler için milyonlar ve milyonlar heba etti. Hazine boşaldı, memleket iflâsa yuvarlandı. O, mütemadiyen para istiyordu; yatağımn süslerini tamamlamak için daha on kilo altına ihtiyac vardı. Bunun üzerine aklına bir çare geldi, büyük bankaları soymak ve kasalanndaki paralan ele geçirmek için bütün teferruatile bir plân hazırladı. ADLtYEDE İşte cesedi, Starnberg gölünün bula Mahkum olan hırsızlar nık sulan üstünde yüzmesi mukadder oVefada oturan Hamzanın evinin ka lan deli hükümdann hayatı, kapatıldığı pısına anahtar uydurmak suretile içeri şatodan kurtulmak için kendini ölümün kucağma atacağı güne kadar böylece, girip altmış iki lira para ile birçok çamamütemadi fikrisabitler içinde geçmiştir. şır çalmakla suçlu Rüştü ile karısı Ha fiza ve komşuları Zehra haklarında ü DENtZ tŞLERt çüncü ceza mahkemesinde devam etmekte olan muhakeme dün bitmiştir. Bun Liman kanunu tebliğ edildi lardan Rüştü ile karısı Hafizanın birer Istanbul ve İzmir limanlarile Van gö sene ve Zehranın da bir ay hapse kon lü işletme idaresinin îktısad Vekâletine malarına karar verilmiştir. devri hakkındaki kanun Resmî GazeteŞark şimendiferlerine aid bazı eşya çalde neşredıldığinden dün alâkadarlara bil" makla suçlu İbrahim, şoför Nureddin, dirilmiştir. Her malın kıymeti üzerinden yüzde bir nisbetinde liman resmi alınması amele Ali ve bu eşyayı satın almakla bu kanunun icablarından olduğundan dün suçlu hamamcı Kadri haklarında ikinci bu hususta gümrüklere de emir verilmiş ceza mahkemesinde devam eden muhatir. Bu sabahtan itibaren bütün gümrük keme dün neticelenmiştir. Bunlardan Iblerde yüzde bir de rıhtım resmi alınacak rahimin üç ay hapsine; diğerlerinin suçu tır. Bu resmin her ay başında yekunu ya anlaşılamadığından beraetlerine karar pılarak tutarı aynen liman idaresine dev verilmiştir. redilecektir. Cibali un fabrikası hakkında Gümrük ambarlannın liman idaresine devri için hazırlanan talimatnamenin üzerinde Gümrük ve Îktısad Vekâletleri ara sında tam bir anlaşma hasıl olması iktıza ettiğinden bu talimatname tebliğ edilin cıye kadar ambarların devri yapılamı yacaktır. Ankarada bulunan Liman Umum Müdürü Raufi bugün şehrimize dönecek ve limanda yeni şekilde jdare başlıyacaktır. verilen karar Cibalide un fabrikasında yapılan bi vergi kaçakçılığından dolayı bu işten suçlu olanlar hakkında Ağırceza mah kemesince on bir aylık bir mahkumiyei karan verildiğini yazmıştık. Mahkum o lan fabrikanm sahibi Dimitri Papadopl değil, fabrika müstahdemlerinden Miha oğlu Dimitridir. Bir zat ta Üniversite meydanını münasib buluyor. Aradaki duvar ve par maklıklan kaldırarak «takızafer» şeklindeki kapı kalmak şartile Üniversite meydanile Beyazıd meydanı birleştiri liyor. Bu koca saha ortasına da inkılâb abidesini kuruyor. Meydan ve sembolik yer itibarile çok muvafık değil mi? Üniversite önünde Universiteyi yaratan inkılâbın abidesi î Çok güzel değil mi? Burada da ayni mahzurlar: Beyazıd camisi, yangın kulesi gibi çok yüksek binalar var. Bundan başka denizden de görünmüyor. *** Doğrusunu söylemek lâzım gelirse ben Istanbul cihetini abide bakımmdan çok zengin buluyorum. Yeni Istanbulun gittiği istikamette, köprünün öbür tarafında da biraz güzellik ve zenginlik lâzım değil mi? İnkılâb abidesini Beyoğlu taraflannda yapmalıyız. Fakat nerede? Ben bu tarafın bozulmamış veya daha doğrusu henüz bozulmağa başlamış civannı ancak Dolmabahçede ve yamaçlarında buluyorum. Buraları abidenin her şekline müsaiddir: Deniz de olabilir. Denize yakın bir yamaç ta (Mühendis mektebi önü gibi) olabilir. Daha yüksek ve halen «Taşlık» denilen boş bir plato böyle bi eser bekleyip duruyor. Bu imkânlan nazarı dikkate alarak sayın bahçe mimarımızın da bana hak vereceğini kuvvetle umuyorum. Güze! eserlerini tetkik ederken Istanbul için hayalimde ya^attığım «hakikî park» ihtimalinin de yalnız Dolmabahçede kalmış olduğunu sanıyorum. İnkılâb abides: buralarda yapılırsa bu «ihtimal» in «ha kikat» haline gelmesi ümidi vardır. Yok sa antrepo, bina, apartıman, mahall hastalığı buraları da tamamile mahve Geceye doğru sokağa çıkınca, birdenbire, o gün doktora söz verdiğini ve randevuda bulunmadığını hatırlıyarak so kağın ortasında durdu, elini başına gö türdü. Sonra hemen telgrafhaneye koştu. Ona özür diliyen bir telgraf çekerek yeni bir randevu verince içi biraz rahatladı. M. TURHAN TAN decektir. Istanbulda topluca bir güzel lik, modern ve medenî bir şahir parçasi yapmak için daha uzaklara gitmek mecburiyeti hasıl olacaktır. V. BIRSON Cumhuriyetin tefrikası: 37 SERSERI Yazan: Server Bedi şey konuşmadan geldiler. Şadinin beyni altüstü. Bastığı yeri bile görmediği oluyordu. «Ne oldu bana? Hasta mıyım?» diye düşündü. Arada bir başını silkeliyerek, tıpkı sudan çıkıyormuş gibi boğulma korkusuna benzer bir intıba ile yükseltiyordu. İstasyonda karşı karşıya durdular. Sabahat bir bakışta onun büyük bir teessür içinde olduğunu görmüştü. Hiç birşey sormağa cesaret edemedi. Tramvayda da kanuşmamışlardı. Fakat Sabahat Beyoğluna yaklaşırken: Siz Beyoğlunda mı ineceksiniz? diye sordu. Evet. Niçin... Annemin yadigânnı bulduğuma memnun olmadınız mı? Sıze o zaman bir tuhaf hal geldi. Şadi yalvarırcasına: Bana sormayın bunu, dedi, bu bahsi kapatınız... Bir gün herşeyi anlayacaksınız. Herşeyi mi? Şadi Sabahati büsbütün şaşırtan, ağlar gibi bir yalvanşla: Rica ederim bu bahsi kapatınız.... dedi. Kız sustu ve yürüdü. Şadi hep önüne bakarak onun yânında gidiyordu. Büyük bir kabahat yapmış gibi yürüyüşü, yoldan gelip geçenlerin dikkatine çarpıyordu. Tramvay istasyonuna kadar hiçbir Bir daha ne zaman görüşeceğiz? Ben.... Affedersiniz... Gene ondan bahsedeceğim, edeyim mi? Şadi anlamışb: Buyurun! dedi. Ben Hindliye istikbalimi sormak istiyorum.... Çok merak ediyorum... Bilmezsiniz ne kadar merak ediyorum... Zaten kızı da vadetmişti.. Siz niçin bu adamdan bahsetmemi istemiyorsunuz? Onu bana salık veren siz değil misiniz? Evet... Peki... Hay hay... Söylerim. Şadi çok dalgın konuşuyordu. Kız gözlerinin ucunda koyulaşan gayet derin bir hayretle onu süzerek, daha cesaretsiz ve yavaş bir sesle: Ne zaman? dedi, yann olur mu, acaba ? Yarın?.. Şadi durdu ve cevab vermedi. Sabahat epey bekledikten sonra: Neniz var sizin, dedi, hasta mısı nız? Renginiz de bir tuhaf... Uçuk deta... Şadi kendini topladı: Öyle mi? dedi, geçer... Hakikaten tuhaf oldum.... Ben de bilmiyorum... Dünyanın en talihsiz ve en bahtiyar a damı kadar içimde büyük bir keder ve büyük bir sevinc var. Allah Allah... Ne oldunuz? Bilmiyorum. Başım döner gibi bir şey oluyor... Tramvaydan inelim mi? Hayır hay.ır... îyiyim şimdi... Yarın görmek istiyorsunuz, değil mi Hindliyi? Evet. Pek güzel. Yann gene ayni saatte, ayni yerde buluşuruz. Şadi Sabahatten aynldıktan sonra eve giderek Suzanı savdı ve gene arkaüstü uzandı. Gece oluncıya kadar yatmıştı. Saatlerce süren bir buhrandan sonra bu evden çıkmağa ve Sabahate karşı son def a bu rolü oynamağa karar verdi. Genc kızın istikbali üstünde yapacağı tesirden kendi hissesine çıkacak büyük saadeti düşünürken sevincden titriyordu. sözler söyliyebileceğini anlamışb. Kızım! diye tekrarladı, senin bulutsuz bir gükyüzüne tutulmuş aynalar gibi saf bir kalbin var. Herşeyi unutur sun. Kendine yapılan büyük fenalıklari bile hatırlamazsm. Çok bahtiyar ola caksm. Amma ve lâkin ben sana yedi nasihat vereceğim ki bunlar kulağında küpe olacak. Sakin unutmıyasın ve muErtesi gün, evde bütün o mangal ve duman tertibatmı kaldırmış, dolabm i cibince amel edesin. çindeki kandili bile yakmamıştı. Sadece «Birincisi, sakin bir daha ana yadigâperdeleri kapadı ve iki oda arasındaki nnı şurada burada unutma. Zira o senin tül perdeyi bıraktı. tılısımındır. Sedirin üstüne oturdu ve başını iki av«Ikincisi, o tılısımı senden çalan a cunun içine alarak yüzünü yan kapadı. damı tanıdığın zaman affet ve onu senin Suzanla Sabahat gene yerdeki büyük yanmda bulan adama sakin teşekkür etbir minderin üstüne dizçökmüşlerdi. Şadi me. sesini değiştirmek için her zaman yaptığı «Üçüncüsü, o adamı sev, çünkü o da gayretten usanmanm verdiği yorgunluk seni seviyor ve daha da çok sevecektir. içinde çatallaşan sıkmtıh ve ağır bir ses«Dördüncüsü, o adamın geçmişine ile başladı: timad etme, geleceğine itimad et. Kızım! «Beşincisi, o bundan evvel ne söyle Bu sefer «irşad istiyen talib» demiye mişse inanma, bundan sonra ne söylerse rek evvelki sahtelikleri biraz azaltmış o inan ve her istediğini yap. [Arkan var] lacağı için daha rahat ve tabiiye yakın