7 Mayıs 1*36 CÜMHURİYET "rktubları Biz Burada da mı? Avrupâyı kaslp kavuran işsîzlik buhranının bize sirayet etmedi|îni sanıyorcruk. Hâtta bîrçok defalar g6|^irnQz kâbararak bunu ilân etti tdik. Yâlnız, dünkü gazetelerde çıkan k8çük bir havadis, bu husustaki imanımızı kökündfeh sarsacak kâdar küvvetli gönründü bana. înhisarlar îdaresintfe mBnhal buluftan on y*di hadfcmeliğe tafti be| yüz htftft taIrb çıkrrrtş. On yediye b«Ş yüz. Aşagı yukarı bir rhünhaJe otuz talib var demek. Son »enelerde Anadolüdan bir köylü ak«! olduğandan Töpraktan ekmekferini çıkaramıyih zavalh köylülerimiz bfc$ on para kaz*riabilmek ümidile heyjbelerini sırtlayıp îstanbula, talihlerini denemeğe geh'yorlarmîç. Bu rroktayı çözönündt tutarsak |ehrimizd'eki işsizligin ikrjsadî bir buhrand'an doğmadığıhı kabul ermemiz lâzrnı. Fakat fiavadisin alt tarafı bize ister isemez gene iktısadî buhranı düşündürüyor: Hademdiğe talib olan 500 kişî arasında eskiden ilkmekteb muallimliği yapmıj danlar da varmış. Demek bizde de buhran var. Evet, muhakkak bizde de buhran var! Ve işin eh aanacak tarafı, memleketîmizde siddetli bîr rnuallîm buhranı olduğu halde, muaHimlerimizi hadcmelik arar vaziyçrte görmege tâhâmmül etmemîzdir. N. Istanbuldan Belgrada Şu yolda mazinin sefcini riaSıl unuturuz ki, biz o hatlralarla Orta Avrupaya kadar gidebiliyoruz Treh Mtmali gibi tittfek vie sarsak bir nefes alarâk durdu. Horoz sesleri geliyor. Ne vakittir beni hoplatan vagonlide olduğumu bilmesem kentîimi bir Ahadolu köyühde zannedecektim. Bu geceyahsı müzisyenlerinin öyle içe işleyrcü öyle «bizim olan» sesleri var ki... Başucumda, bronz kepenği içinden; tek gözlü bir efsane mahluku gibi ışıldıyan amptılün aydınlığında saate bakıyonım. Dörde çeyrek var... Türk hududunu geçeli epey olmuş demek.. Hayvanlarda tabiatin mahkum ettiği inkiyaddan başka tâbiiyet aramak mahastz.. Lâkin bir Buljçar köyünde bir horoz sesinin bu kadar munis gdebilrrtesi tuhaf.. însanlann ne kadar hissiyata ilmikli tasnifleri var. Istânbulda bile bana pek ^üç $eref veren uyku cenablan galiba Bulgar topraklârında beni büsbütüh yadırgadı. Elimdeki roman yanya yaklaşmış.. Gözlerim bir madenî kutu gibi bana ağır geliyor. l ** * Pencerenin öniinde üniformalı bir po1» «Juruyor. Seyahate ve seyahat safhalarına henüz ahşarhamışım. Fakât manzaranm harikulâde güzdliğine doya doya bakabilrnek ve zihne unutulmu? sevgililer gibi hüctım eden hatıralarâ nizam vermek, midehin şikâyetini idarei maslahat ehneğe bile imkân vermîyor. Bulgaristan rnahmür bir ilkbahar sabahı gibi, yemyeşil bîr yasemîn dah gibi, ertgin bir şetaret renğine bürünmüî. Her yer tirla, her yer bâhçe, her rarâf agae, yrşiüik.. Bozarmif sırtlar sadetfe yenî süriilferi târlalar olduğu frçih baharın cünbiişiifte iştirakte getikmişler.. Dürnanlı daglar kârlardâ rnahsul yetişririlemedifi için ekinsiz kalmış.. Burada çifrçihin eli, tabiatin İFeyzile birleşip yekpare bir yeşil yurd örmüş.. Tren bu nâdide nakiş arasından, beyninden tutuşmuş bir zahife gibi sürünerek kaçıyor... Kifayetsiz bir mehtab altında daha neftî görünen güzel Trakyamızı düşüniip icimi çekiyorum. Asırlardır kan verdigimız o yurd parçasına renk verebilmek içîn galiba daha çok ve dahâ çabuk çalışmağâ mecburuz; reFahın ve servetin rehgini... »** Üstad Hüseyin Cahid, îsmail Habibifi «Tühâdah Bâriyâ» sıria sftem etinişti.. Târihi rehber yaprnakrah vazgeçerniy'öh diyfe... TaHhsiz seyahat, rarifsiz zîyaretten farksız.. Hele şü ydldâ rhazinift Jesirii hasıl unürabiİirsihiz ki biz 0 hatıralarla Orta Avrupaya kâdar gidebrliyoruz? Lâkin büğün tarihî düne, kendimizi bügünürt ve yanhm reâlitelerihe bırtkarak, döst bir memleket üzeHn'de» rhütrefik bir devlete misafir gidiyoruz. Seribbliğtn ujpdurma ırtazeret klif«si olivfea btt devirde Balkanların hududlannı hakikî seftboiik çizgiler halmfc köyacak, belki de koymak üzere olan bir blokun aile topiantjsma iştirak edeceğiz. Ve biliyoruz ki Bulgaristan da bu ailenin çocukkrmdan biri.. •Sofyay» bu hisle ayak basiyortz. Dün Istanbul Hıdırellezi nasıl geçirdi? Halk göbek âtaıi Cingeneleri seyrederken, Iretıdfeihi seyredertleri göfmüyördu Son pay iir târianın, bif evin, bir çiftliğin paylaşılması her devrın ve her diyarın günlük hâdiselerindendir. Bir devletin parçalanması, bir ülkenin pay edilmesi de tarihin sık sık kaydettiği vakıalardandır. Fakat boyu sekiz bin, eni yedi bin kılometro uzunluğunda bulunan koca bir kıt'anın trkî, cinsî, tarihî, harsî hiçbir münasebet olmaksızın yabancılar tarafmdan payiaşılması bütün taihte yegâne gibidır. Afrikadan bahsetmtk istediğimiz elbette anlaşılmıştır. Asya ve Amerikadan :onra dünyanın en büyük kıt'ası olan bu alihsiz toprak, kendi göğsünde doğan feya o göğüse kendini intıbak ettirmiş oan insanlarla meskundu. Afrıkah denilen bu beşer kütlesmin ne Avrupada gözü vardı, ne Asyada. Sevinclerini, kederlerini; refahlannı, yoksulluklarını kendi tçlerinde saklıyorlardı. Bir kısmı belki ahşi idi. Topla tüfekle alâkaları, fikrî hareketler adı verilip te her birinden bir başka türlü emperyalizm doğan açgözlüük cereyanlanndan haberleri yoktu. ıplak, fakat temiz yaşıyorlardı. Aslanarla, fillerle, mayrhunlarla komşu oldukları halde insanî bir maişetleri'vardı. Isırmıyorlar, yakmıyorlar, yıkmıyorlar ve öldürmüyorlardı. Bir yelpaze darbesi, bu büyük kıt'anın başına sonsuz bir kasırga getirdi, bütün o huzuru, o sakin hayatı tarümar etti. Bu darbeyi vuran Cezayir dayısı Hüseindi, yeğen Fransa konsolösu idi. Paris, Afrikadan Avrupaya ahlan bu şamann öcünü almak davası altında tnasum kıt'anm paylaşllmasma önayak oldu, 1830 da Cezayire asker çlkardı. 1681 de Tunus ayni felâketi gordü, Fransızlann işgali altma girdi. Bir yıl sonra Mısır ehramlarına Ingiliz bayrağı dikildi, 1898 de ayni bayrak Sudanm bağnnda dalgalandı. Cezayirin ahnması bütün Avrupa emperyalizmini iştihalandırmıştı. 18501880 yılları arasında guya fennî, ilmî keşifler yapılmak için Afrikanın ortalanna heyetler gönderilmeğe başlanmışh. Livingstone, Stanley gibi âlimlerirt idaresi âlhnda bulunan bu ilmî kafileler istikbaldeki şgal ordulânnm öncüleri, keşif müfrezeleriydi. Nitekim Nijer nehri, Çad gölü, Nil membaları bu heyetlerin delâletile keşif ve Avrupa devletleri tarafından birer birer işgal olundu. Yirminci asnn baj şında otuz milyon kilometro murabbaı yer tutan koca AFrikanın paylaşılmadık yeri kalmamışh, yalnız Liberya denilen zenci cumhuriyetile müstakil Habeşistân, nazar boncuğu gibi Afrikanın birer köşesinde öksüz bir sallanışla yeni sahiblerini bekliyordü. Bu paylaşmada en geri kalan îtalyanlardı. Tunusu Fransaya kaptırmış, 1896 da Habeşistanı işgal için yaptığı teşebbüste husrana uğramışb. Avrupa siyasetindeki karışıklık bu haris Avrupa devletini cür'etlendirdi, 19111912 yılları içinde Trablusa saldırmasmı kolaylaşhrdı. Artık sıra Habeşistanındı. Mısır, Cezayir, Tunus, Fas, Sudan, Kongo, Gine, Kâp, Madagaskdir, Zengibar, Togo •* land, Kameron, Damaraland, Senegal, Somali, Eritre ve hulâsa bütün Afrika paylaşıldıktan sonra Habeşistamn hür ve müstakil kalmasına imkân yoktu. Şimdi bu imkânsızlık bütün acıhğile tahakkuk etmiş ve Afrikanın son parçâsı İtalyaya nasib olmuş bulunuyor. Fakat Avrupa henüz duymuş degildir. Zehirli gazle bombardıman edilmek sırası şimdi aym Ve yıldızlann!.. FERİDUN OSMAtİ Yugosİavyada Belgrad 4 Yugoslavyaya yaklâştıkça tabiaKn gürttiz vfe!udiyttih% daha çok çahid oluyoruî. Tren meyv* »§âdarile bezenmiş ormanlardtm geçiyor.. Drina nehri dtmir ağın kenanhd* a|irtfe bir genc kız gibi mütemadiyen ktvhhyör, bükültiyor, bulanık etekleri bizimle beraber dalgalana, dalgalana koşuyor. O da ttraya gidecek: Tunaya... Ni$e geliyoruz. Vaktile «Hud«d« hakanî» dahilinde Niş mutasamflığı diye anılan bu şehir epeycfe büyümü?, garbli bir sima almif.. Şimdi vilâyet ve ordu merkezi fmiş... Nişte katarımıza, Atinadan gelen ekspresin mevduatı da eklendi, makas ve yol değiştirerek başka istikamete yollandık; Öelgrada doğru... Vugoslavyada türkçe bilen pek çok.. Garlardaki hamallara kadar... Soruyorlar: Siz Turka? Bugün Belgradda bir tütüncüye posta pulunu anlatıncıya kadar çekmediğim kalmadı. Binbir işaretten, tariîten ve bilir bilmez söylediğim bir sürü ecnebi kelimeden sonra artık ümidim kalmadı; dönmek üzere ilcen barakaya hırpanî kıyaFetli bîrisi yaklaştı: Siz Turka? Evet, dedim. Derdime çare buMu. Sonra ayak üzeri konuştuk. Türk degilmi? »mmi, TürkleK çök seVeHniş. Yanm saat suallerine tevab vermeğe mecbur kaldım. Önunla konuşurken içimde, sebebini bilmedığim bir inşirahm serpintisi vardı. Bu sabah on buçukta Yugoslâv ÎVÎatbuat rriüdürünü ziyaret ettik. Doktor Kosta M. Loukovtch nezaket ve sempatisi dirayetine yardım eden bir zat... Bîze çok güzel şeyler söyledi. *** Belgrad büyük bir hareket halinde... Düh Türk Hâriciye Vekilile Yunih Başvekili ve Yuhan gazetecileri gelmişler.. Bu sabah ta Rumen Hâriciye NazıKle Rumen matbuat erkânı karşılandı. Önu kirk beş geçe başhyan Balkan konseyi hâlâ devam ediyor. Halkta bariz bif alâka, hele Türklere kâr^ı fazla bir sevgi tezahürü var; ne yalan söylemeli diger meslekraşlara nisbetle biraz daha iltimas ediiiyoruz galiba!. Cambazlar seyirei toplamak için lakİuk atıyorlardı taraft 1 inci sahtfede] Uydurma bif haber Habeş tttı^a^atoru lstanbula geliyormuş! Berlin radyosu Habeş Impa'ratorunun altı hafta Filistinde kaldıktan sonra Türkiyeye geleeeğihi Ankâradah aldığı bir nabere atfen bildirmiftir. Salâhiyıerrar rhehafilde yaptı|irrtit tahkıkat nerjcesinde bu hâberin asıl ve esâsı olmadığı ânlâşılmışhr. Diğer taraftan, evvelki gece BeyojHunda böyle bir şayia deveran fettiği de anlaşılmıştır. Yaptığımız tahkikata göre, bu şayia ecnebi gazetecileri muhabirleri menâîilinde çıkrhış, hatta Viyana gaze telerile Euröpean Arnerikan r^ressîh munabiri bulunan M. Marenz evvelki gSn bütün geceyî bü şayiayı tahkik etmekle geçirmişrir. Dün Berlin radyosu tarafmdan verilen haberin, Beyoğlundaki ecnebi muhabir lerin ağzında dolaşan çayiadân galet olduğu zannedilmektedir. Negüs Londraya gidiyormuç Londra 6 (A.A.) Habeş sefiri Martin, tmparatorun Kudüs civannda bir Kıpti zaviyesine girmesi muhtemel oldügunu söylemiştir. Mumaileyh, Haile Selâsiyenin Lon dradaki ikametinin kısa olacağını, zira kendisinin serve'tinin Italyaya karşı yapılan nevmidane muharebede hemen hemen tamamile mahvolmuş olduğunu ilâve etF.O. miştih Martin, geçeh teşrfnievvel kymda HaBoğaziçi halkınm şikâyetî KdflteHîâh lİ^f^ifid^ döğişiklik beş ordusÜhâ ilh'hak ermeğe gitmiş olan Bogâziçi nâlkın'dan bir kısmı, sabah iki oglunuh ikıbetîeri hakkmda büyük Kontenjan listesindeki 4436 numaralı karer V 7Ü3 pozisyonuna alman siyah lah Kavaklâr KSprü arasında 31 nu bir eri'dişfe içitıde bldb|uhu sSylemîştih ve diğer renkli kalemler, K L listesinden mâfalı postayı yapân vapurun küçük olalıfimış ve lktisad Vekâle'tinin müsaade masmdan dolayı şikâyet etmişlerdi. ı ehi Iran elçisi sihe bağlı olan B listesine geçiHImiştir. Dün; ayni vapurla Köprüye gelen yolDost İran hükumetinin Ankârtı büyük Kıîsılay Şani serğisine giriyöt culardan bir ikisi.gene bu şikâyeti ileri elçiliğine tayin ettiği îranın Tebriz Va Kızılay cerhiy&ti Şâmda açılâcak o sürerek gürültü çıkarmâk btemişlerdir. lisi Fehrhi Halil Hart Karakose yolile lan 936 ilkbahar sfergteine iftirak M% ^akât bti hâdise bir gâzetenin yazdı|ı Trabzoria gelmiş ve Trabzondân evveiki cek ve or&da Karâhisar madensuyu için gibi büyük bir halk kalâbahimın şirket gün Gulcerrial vapurile Samsuria harte bir paviyon açacaktır. Sergi 15 mayısâleyhine hümâyiş yaptığı şeklinde olma ket etmiştir. Yeni İran eiçisi Samstmdâti tan 16 hazirana kadar devam edefcek trenle Ankarâya hareket edecektii. Yemiş; nihayet birkâç kişinin ^kâyerleri tir. ni sefir, iki ihemleket ârasındâ dahâ siki Köprü iskelesinde bulunanlara yüksek ve daha faal bir hale girecek olân îrih Dört senede 452 bin tori sesîe bîldirmeleh'he inftisar etmıltir. Ş i r transit yolunu yakmdan görrhek mâksabüğdây âliAdi keH Hâyriye yölfctilâhnıh bu iikâyetini dile KarakÖse Trabzon şosesinden gel8u|dâyı koruma kanunu mucibince nâzlh itibâira âîarâk bu pos'taya daha rhiştif. Iran elçisi önümüzd#ki ây içihde dört sen'eÖe kb'ylüden 452 biri ton buğdây âhnmiş ve mükâbilina% İB inilybh büyük bir vapur koymağa karar vermiş Reisicumhura ithhadnârhesini takdim tdecektir. lira verilmiştir. Onun yanında köfte ve balık pişiren :eyyar bir ahçı var. Tavalardan çıkan kokular etrafına epey müşteri topla mış. Sol tarafında da yere serilmiş bir hasır üs'tüne dizçöküp oturan bir ka dın katırtırnağından tepeleri gelinciklerle süslenmiş bir nevi Mevlevi kü lâhı örü}t>r. îşile o kadar rneşgul ki bu kadm etrafındaki eğlenceye tamamile lâkayd... Nişan atmak vt ona Bfehzer daha kır eğlence yerleri çadırlarmı kurmuşlar. Bunlardan maada kuru yemiş, marul, simid, şeker, helva ve ilâh. ve ilâh. satan seyyar esnaf kalabalığı da bütün Kâ ğıdhane yeşılliklerini istilâ etmiş... Bu kadâr çok satıcı var amma, alıcı görmüyorum. Buraya gelenlerin hepsi para kazanmağa gelmif ihsanlar... Bir kısmı da muhakkak yankesicilik etme ğe hazırlanıyorlar. Derede bir iki boş sandal var, kenardaki kahvelerde bütün hasırlar teker lek olmuş duruyorlar. îleride bir ça dırm önünde Bir adam a'vaz, avaz ba ğırîyor: Bayanlâr, bâylar... feiz hiç iki kâfah buzağ gördünüz mü?\. Siz hiç boynuzlu horoz gördünüz mü?.. GSrrheai niz değil mi ve siz dersiniz ki Bdyhüzlu horoz, çift başlı hayvan olmaz... Fakat şunu biliniz ki bu dünyada olmaz, ol marz... Allahın hikmeti, buna sual sorulur mu?.. îşte geliniz, içeride bunlân seyredinîz... Kırk pâraya bunları göreeeksiniz... ~ ~ Büyücek bir çadırın feapismdâ ğenc bir adam bâğırıybr: En büyük vâryefe numaraları, müthiş cambazhklar, telde bisikletle dolaşan meşhur Türk cambazı burada. Düetolar, kantolar, râkslar burâdâ... Programda Saz Caz opereti, sohra Hemlet. Buyurunuz. * * » Âllahtan bu çirkin vavi&ylâvı boğan neş'eli sesler de var. Çiftenara, darbu ka, dümbelek, tef, keman, ud sesleriL Herbiri bir san'atkâr olan Çingene pârmâklân, yeşil çimenlerin üstünü ve yeşil dallı, ihtiyar yâprakİanrt gölge sini neş'e içinde birâkıyor: iH«y fstanbul kızıl «Dudakları kırmızı> Ve yeşil, kırmızı, sân, mör eîBiseİer giyinmiş Çingene kızları, bir köylü ve renşber kalabahğmın ortasında fârkı söyleyip oynuyorlar. Haydi paşam... Senin için oynâ dım... Ver bahşişceğizin... Burâya gelmiş olan tektük aileler settlerin üstünde ve bu gürültüden u zakta bturmuşlâr... Kırmızı mintanlı, kırmızı kuşakh bir köy delikânlısı Çingene dilBerlerinin a rasmda incecik bıyıklanm Bura, Burj dolâşıyor.. Birden bir ses duyuluyor. Yüzü, ğB zü boyah bir genc çayırm ortasiria üç arkâÖaşile birlikte geliyor: Biz... Büyük İstanbul cambazha nesinin (!) artistleri bugün burada oy nuyriruz... Aman bu fırsattan istifade ediniz, bizi seyrediniz... Bu yırtık pötinli, fcfrli fânileli meş hur artistler örada çayırm ortasında bir ki marıfet gösterdıkten sonra halkı peşlerine toplayıp gidiyoriar. Büjücek çadırın içine beş kuruş veren köylüler doluyor. İçeride üstleri yırtık, kirli, fakat tülgrekten Ve üstü boncuklu elbiselerile iki dansöz var... Kanto numarasını yanımda oturan köylü bir genc beğenmiyor: Gel çıkahm. Çingeneler çok daha yi oynuyorlar, diyor.. Ve biz de onun gibi bu büyük artistleri daha fazla seyre tahammül edemediğimizden çıkıyo uz. Hava gittikçe ısınıyor, derenin üstünde tektük kayıklar göründü. Sarılı duran hasırlar açılıp yere serilmeğe başandı. Içki içenlerin neş'esi daha artı yor. Çingene kızları; şarkı söyleyip oynı yarak kazandıkları paraları şimdi ka yık salıncaklarda sallanarak harcedi yorlar. Halkın nasıl eğlendiğini merak eden bazı kıbar insanlar da otomobille gelip bir kere bu kalabahğın arasında dolaşıyorlar. Yüz dirhem ekmek içine beş tane köfte koyup onu kırlarda yemeğı en büyük lüks telâkki edenlerin bu kocaman ekmekleri nasıl iştıha ile çiğnediklerini hayretle seyredıyorlar. Her otomobilin etrafmı yüksek bah şiş kuparmak ümidile grup, grup Çin gene kızları alıyorlar. Bir hanende, bir keman, bir tef ve iki çengısi olan bu gruplar birbirlerıle rekabet ederek başka havalar ve başka oyunlarla ortada dönüyorlar. Fakat ekseriya onlara otomobilden on paralık bir bahşiş bile düşmüyor. Bahşişi veren poturlu, veya yırtık pantolonlu fakir delikanlılar, Cingeneleri onlar çağırıyorlar: Gelsene; Pembe kız! Geliyorum amma bahşişceğizimi isterim. Şarkılarıtt, rakıslârm ve etrâflanndaki delikanlılârlâ şakalarm da en müstehcenini yapan bu kara tenli, güzel gözlü, ateş gibi genc kızlar, bugün bahşişciklerini; bütün sene bugün için parâ biriktirmiş olanlann ceblerinden koparıyorlar. İşte bu sene de Kâğıdhanenin meşhur Hıdırellezi yeşillikler içinde böyie tes'id edilijor. SUAD DERVtŞ Emniyet tkinci ş u b e müdürlüğü dört gündenberi evine gelmiyen bir çocuğu aramakta dır. Gaib çocuk ÎS tanbul ETkek lisesi yedinci sınıf talebelerinden Or handır. Dört gün M. TVktiAN TAfi evvel yeni elbise Çanakkaledfe kızâmık hastalığı lerini giyerek e Gaib O?han Çanakkale (Hususî) Mektebler, vinden çıkan Or salgın bir şekilde hükmünü süren kızahan bir daha geri dönmemiştir. Orhanın terbiyeli ve çalışkan bir ço mık hastalığından dolayı bir hafta ta til edilmiştir. ,. . ,^. r ,. r ,, j , . . . ^ , cuk olduğu söylenmektedir. Ie, ayrılıklanmın bütün adsile içim yaha yana kucaklıyacağım. «Fakat korkuyorum... Etrafırn, beni bir dakika kontrolsuz bırakmıyor... «Sen, bü rnektübumü oküduktah *ön ra, heler düşüheceksin; neler duyacâksm, beh, bühu duşünmek bile isteniiyorum. ' «Isbrab çekecek misin, Ali Tunc? Sen, ıstltâbı bile geniş gögsünün içinde eritir sin. «Apartımanına dÖn... Nişanlınla evlen, rhes'ud ol... «Solmazl kiskâhmıyorum; settih sâa detin'e bir vasıta olâcagı için onu seviyorum! «Tekrar ediyorurh, ben, sehin olrnak isterdirh. Fâkât nç çâre? Göründüğüm gibi küvvetli değildim. Küvvetli olmaga mecburdum; zâfımm c'ezasını şimdi çekiyorum Ve daha çekeceğim. «Beni affetmiyecekler. Belki de bu zâfiırlı, hayatımla ödiyeceğim. Ne ehetrt miyeti var? Bizim için bu, zaten mukadderdir. «Cereyanı açık elektrik tellerile dolu bir odadasm; nekadar sakmsân günün bi , faAtitoüb Yk'sAM «Ali Tüfic, eve döri3ü|ün zaman, yâshklardaki göz yaşlanmın ıslâkllgim düydun mu? «Yazarnlyörünt... t'çJrHaeh feeçenlferi degil, taşanlan anlatamıyacağırri için, yaztriak isterhiyörurn. «Hayâtâ lânet ediyörutri! tZÜlfü $âhHi behi at5aftimân<îâh zorla çikârrriışti. Arrik ben, yaşiyâii Bir in san değildim; bütün duygulan çürıimüş bir külçe, bir pldtı idfhi. «BizimkÜfr, seBd'eB r>ice başlâmişlardı. Zülfü Şahin, mühürİeherl eve hırsızlama girdi; şüpheli kâğıdlah aşirdı ve Istanbuldan kaçtı, izini kaybetti. «Ben, yakut yüzügü bahane ederek, Hayatımm tehlikeye girme'sihe aldırml yarak, ayak diriyor, tstatıbüldân üzakIaşniak istemiyor'düttl. «Arayâ hkftalaf, aylâr gi^di. Seni goremiybrdum; hasta nilydıh? l^Ie yâfiıybrdun? Bizîrhkiİer, seni âdım adırh takib ediydrlârdi. Ve Lâzâr imdâdıma yetişti; senih Üakkındi rnâİumat âlciım. «Gazeteciliği bırakmışsın; bir motör âlmışsın... Lâzar, benim, en yakın arkadaşımdır. Hemen, ona, bir motör aldırttım: « Bir tesadüf, diyorum. Bir tesa düf! Belki çnunla karşılaşinm! «Bu ümid, beni günlerce sevinç içiride yaşattı. Deniz üstünde, msânlar, hele bizim gibi göz hapsi altında yaşıyanlâr, kontroldan bir parçacık olsun kurtulmuş sayılırlar. «Bu ümjd ve sevinçle kabıma slğami yordum. Neş'em, yerine gelmişti; yüzüm gülüyofdu. «Ve karşıjaştık,, Ali Tunc... Fâkat s'en, yalnız değildin; yanmda nişahhn vardı. «Günlerce ümidlerı'erek, sevinerek beklediğim bu karşıla}iş, beni, can evimden vurmuşru. «S'en, benî goreceğini, hiç urnrrlüyör dun. Ben, kendimi tutamadım, bağırdım. Yanında nişanlın olduğu için, motörü takib edemezdin! «Motörijn dümen kııınca, yanıldığımı ahıadım. Nişanlın, hakikaten solmaz bir kızmış! O d,a, senih gibi kuvVetli imiş! «Senin gibi küvvetli, ve senin gibi teöıîz... Siz, birbirinize lâyıksınız, Ali Tüfic!.. «O gün ben, senin önünden ve yolun dan kaçtun. «Ali Tunc, mektübu bitirmezderı evvel, birkaç şey yazacağım. Şebeke, artık, behi îstâhbulda bırâkrharnağa karar vermişti. Sehin ortaya çıkhıân, bütüH işlerimizi bozriıüştö. Beh, klrik bir makine kblu haline gelmiştirrt, işlemiyordüm. «S'enihle görüşm'ekligim lâzimdı. Bana, Benimle uzaktan ve yakmdan alâkası olan her şeyi ve herkesi unüt... Ne ârâ, rie sor... Galatasaraydaki, Tühel başmdaki apartımahlan; o &parhmarilarih kâpıctlâ riıtı; siyah otomobili, kırmızı motb'ru. Zülfü Şâhini, Mâslak yoluhu, Metr doteli, Lâzân, gozüne îlişen her şeyî, herkesi, hepsini unut... «Hatta behi de... «Bunu söylemek ve senden istemek, bana çok acı geliyor amma, senin saadetin için, JDU lâzım Ali Tunc! «Seni son defa görecek, bÜtiin sevgim rinde, ya elini, ya koluhu, eteğini bu telIerden birine kaptıracaksın. Oda, dara cık ve teller, kıvılcımlar saçan dillerini diken diken uzatmışlardır. Birinden kurtu lursan, birine takılacaksın. Ölüm, insanı yıldınm gibi çarpar. Ve öldüren hangi teldir, hangi cereyandır, bilemezsin, bilmeğe, ö|renmeğe vakit bulamazsm. «Mademki hergün, her dakika, ölüm için, bir sebeb, bir bahane hazır, fazla düşünmek, boş değil mi? «Bu bahane, bu vesile, sen olursan, bana, ölüm tatlı gelecek! «Aİİ Tunc, şimdi sÖyîiyeceklerimi, iyi dinle... Eğer, ben ölmez, sağ kalırsam, daha doğrusu, kendi çıkarlan için benim yaşamamı isterler, beni sa£ bırakırlarsâ; belki günün birinde birbirimize tesadüf edebiliriz. «Ali Tunc, ben, bu tesadüften, kabil olabildiği kadar kaçınacağım... Ve şey tana uyup ta, sakın bir Avrupa seyaha tme çıkayım, deme... lArkast varl i i i