10 Birinciteşrin 1935 CUMHTJRÎYET îtalyaya karşı Ingiltere siyasasmı niçîn değiştirdi? (Başmakaleden devam) kruvazörün, 4850 şer tonluk diğer 4 kruvazörün, 1500 er tonluk 30 muhribin, îtalyan bandrah olan ve son zamanlarda yapılarak değerleri belli 10,000 er tonluk 7 kruvazöre, ikinci sınıf 10 kruvazöre, 1600 er tonluk 15 keşif gemisine, 900 cr ve 1500 er tonluk 36 muhribe nibbetle aşağı derecede olduklan muhakkaktır. Fakat, İngiliz donanmasının te melini teskıl eden beş kruvazbrün inkâr kabul etmez bir üstünlügü vardır. 24500 er tonluk dört İtalyan gemisi 1911 ve 1913 tarihinden kalmada. İkisi tamirde ve uzun müddet icin muattaldır. 35,000 er tonluk iki zırhlınm inşasına henüz baslanmıştır. Ve İtalyan kıyılarının uzunluğu, bu dar yarımadanın nazik vaziyeti ve silâhlanndan tecrid edilmiş lirhanların kolayca sarsılabilecekleri gözönüne getirildiği takdirde modern Italyanın, fngilterenin tasvibile ve Amirallık tarafından dikte edilen anlasmaların çerçevesi dahilınde, deniz kuvvetlerıni sağlamak hususundaki gayreti, ifrat derecede sayılamaz. Bunun'a beraber, 1935 senesi başında, İnçiliz hükumeti, aS'.r zırhlılannm muhakkak olan üstünlüğünü, Akdenizde takviye etmeğe karar vermiştir. Royal Soveriei^n tİDİ zırhlılar, Queen Elizabeth tipi zırhlılarla değistirilmistir. Bu sonuncular öbürlerindfn 2000 ton fazladır, 35000 b^vgir kuvveıi üstünlükleri vardır, iki mil daha süratlıdirler. Diğer taraftan 1 12000 ve 144000 beygir kuvvetinde olan, saatte 29 ve 31 mil yapan Renwn ve Hood adındaki büyük harb kruvazörleri, Lâtin denizine nakledilmislerdir. Bu tadilât, lngiliz teslihatı hakkmdaki Beyaz Kitabın neşrinden iki gün sonra ve Sir John Simon ile Anthony Edenin Berline yaptıklan ziyaretten on yedi gün evvel tahakkuk ettirilmiştir. Akdeniz donanmasma aid kararlar, bu suretle tatbik edilince, bütün manasile belirmis bulunuyorlar. Bu kararlar, genel bir plânın esaslı bir unsuru olarak meydana çıkmıslardır ki o da, Alman donanmasının Şimal denizinde kuvvetlenmesini, hiç olmazsa bir zaman için tahdıd etmek ve serbest kalan gemilerin bir kısmını derhal cenub denizine nakletmek tir. Aynî tarihte, Fransız gemileri, bunun tamamile aksi bir hareket yaparak, bo zulan muvazeneyi yerine getirmek maksadile Şimal denizine doğru aktıklan i çin, îngiliz Amirallık makamının, Ak deniz donanmasmı takviye etmesinın, Maltaya gaz maskeleri sevkederek ica bında şehri tahliye meselesini bile tetki ke girişmesinin sebeblerei hakkında artık aldanmak imkânı kalmamıştır: İngiltere îtalyadan kuşkulanıyordu!.. Niçin? *** O tarihte, yani 1935 bidayetinde, Habeşistana karşı henüz harekete girişil memiş, sevkiyat hazırlıklan yeni başla mıştı. Garbde tesanüd sözleri söyleniyor, bir Üçler elbirliği hazırlanıyordu. Streza cephesi kurulacaktı. Böyle olduğu halde, İngiltere, Musul petrol borularının son noktası olan Hayfada 1933 senesinde bir deniz merkezi (üssü bahrî), Akabede 1934 te bir istinad noktası tesis edip doğu Akdenizde üstünlüğünü sağlama bağladıktan sonra, 1935 te, Hindistanın kara, demir, deniz ve hava yollarmın kapısında bekliyen donanmasmı, ağır cü zütamlarla takviye etmeğe karar ver miştir. Niçin? Muhtelif muhitlerden topladığım malumat birbirini tutmaktadır. Musolininin değilse bile, yakın mesai arkadaşlannm ve harhalde Sicilya tayyarecilerinin ağzından çıkan bazı ihtiyatsız sözler, In giliz teknisiyenlerinin, dost İtalyanın sadakatine karşı oian itimadlarını sarsmış tır. Bu sözlerin hakikî mahiyetleri ne dir? Bunların bazılarını biliyorum. O tekileri de tahmin etmek mümkündür. «Bugünkü İngiltere, manen ve maddeten harbetmekten âcizdır; Hitler Almanya sı karşısındaki durumu bunu ispata kâ fıdir»; «Britanya İmparatorluğu zevale VÜz tutmuştur. Asyada Japonya yükseliyor. Afrikada Roma İmparatorluğu tekrar doğuyor»; «Mısır, Afrika ile Habeşistan arasında sıkışmış ve bir men gene içinde kalmıştır»; «Romanın disiplin altına alacağı Habeşistan, orta Af rikayı zaptedecek olan siyahlar ordusunu temin edecektir»; «Sicilya uçaklar donanması, Maltayı bir gecede mahve debilir.» Işte, Economist gazetesi, 31 ağustos tarihli sayısında bu ihtiyatsızca sarfedi len sözleri ima ederek, İngiltere aleyhinde bir Alman İtalyan suikasdi ihtimalini ileri sürüyor ve azçok yakın bir atide gerçekleşeceğini tahmin ettiği bu ihtimal hakkında şu sözleri yazıyordu: «Japonya hakkında yaptığımız gibi, İtalyanın da başkasının malına gayrimeşru surette tecavüz ederek «avını alıp çekilmesıne» müsaade edecek olursak, Ital yanlar bize karşı minnettar kalacak de ğillerdir, nasıl ki Japonlar da minnettar kalmamışlardır. Sadece, ve haklı olarak, İngilizlerin «kaçmakta olduklan» ka naatini edinecekler ve şimdiye kadar kanunu hiçe saymağa muvaffak olmak la beraber henüz karınlarını dolduramamış olan dığer devletlerle, bize karşı, birlik olacaklardır. Bütün bu sürii, Britanya İmparatorluğunun zararına olarak, dünyanm en güzel şeylerinden hisse alacaktır.» *** Işte her§ey aydmlanmaktadır: Dogu Akdenizde deniz ve hava üsşülharekeleri tesis edilmiş; Kahirenin «Pan İslâ mik» merkezinde Sünusiler toplanmış; İngiliz donanmasının ağır parçalan kuvvetlendirilmiş; Italyanların Habeşistana girmeleri hakkmdaki yeni müzakereler talik edilmiş; îtalyanm 1906 ve 1925 tarihli anlaşmalarla menedildiği müsel lâh bir tecavüz ve fütuhat hazırlıklarına karşı, Milletler Cemiyeti paktının şiddetlı maâdelerinin^tatbily ileri sürüjmüştür. Mesele, sadece Cenevre otorite^ıjjgı yıkılrrtasına mâni olmaktan ibaret değil dir. Gelecek meb'us seçimleri için, ulusal zümrenin mükemmel surette yeniden gruplandırılması ve sosyalist partinin dağılması da o kadar mevzuubahıs değıldir. Mesele, îngilterenin kuvvetli olduğunu ve Imparatorluğun sarsılmaz bir halde bulunduğunu göstermektir. Ve şimdi, Başbakan Piyer Lavalin, Avrupayı, ikinci bir Faşoda tehlikesin den kurtarmak için güclük çekmesinin hikmeti pek iyi anlaşıhyor. Biz bize Metafotografya Dün, yüz binlerce kişi gazetelere sal dırdık; Habeş meselesini, kelimeleri çiğniyerek, cümleleri yutarak, başından sonuna kadar okuduk. Gazetede, harbe dair ilk fotograflar da vardı. Bir haftalık taze, canlı fotograflar. Onlara bütün dıkkatımızle, uzun uzun baktık. İtalyan askerleri bir topun yerinî de ğiştiriyorlar. At ve katır sırtında yiyecek tasıyan kafileler. Habeş kuvvetlen si perlerde. Bu sahneleri bize erken yetiştirmek için yıldırım hızile dağları, denizleri a şanlar yersiz bir yorgunluğa katlanmamışlar. Önümüze koşan, didinen, uğraşan adamların gölgesinı seren fotograf, saitkı onlann duydukları ıstırabı da zaptetmiş. Cehennem sıcağının ve ezıcı yüklerın altında terliyen, bunalan yüzler, bizi de terletiyor, bunaltıyor. Fakat fotograf makinesinin objektifi Lorkmuş mu ne, daha ötelere bakama mış. Görebileceği şeylerin yanında, gördükleri hiç sayılır ama bu, belki bir alışamamazlıktan ileri geliyordur. Oyle ya, gülle yağmuru altında resim çekm.ek, otomobil yanşlarında enstantane avla mıya benzer mi? Evet, son sistem Avrupa objektifleri henüz yeni muhiti kavnyamadılar, oraya alışamadılar. Onlann göremediğini, biz, gazeteleri karıştıran yüz bin Türk gördük. Objektiflerden biri. bir İtalyan maki nelitüfeğini ateş ederken yakalamış. Namlunun ucundan ateş fışkınyor. Objektif, namlunun istikametine ba Lamamış. Biz baktık ve gördük. Yüz bin adam, namludan fışkıran alevlere doğru saldınyordu. Adım başında içle rinden binlercesi yere yıkıhyordu. Ve yüz bin adam, azala azala, namîudan fışkıran alevlere doğru koşuyor du. Objektif onlara nedense bakamamış. Biz baktık ve gördük. A d i s a b a b a ve Rom mektu bları Adisababa bomboş! Cephelerden haber almak imkânı yok, ecnebi gazeteciler de italyan eîçisi gibi dünya ile alâkalarını kesmis vazivette. bircokları haber uvdııruvorlar Medeniyet edeniyetin yüz türlü tarifi vardır. Buna rağmen, hiç kimse 'JU yüz türlüsü ile iktifa etmez de, herkes yeni bir tarif daha bulmağa çalışır. Bazılannca medeniyet giyinip kuşanmağa, süslenip nizamlanmağa, konfor denilen stirahat esbabı arasında yaşamağa, 5osyal bir hayat sürmeğe inhisar eder. Gene bazılan, medeniyetin, muhteliî milletlerden ve muhtelif mesleklerden oan insanlan ayni ülkü, ayni düşünceler, ayni hükümler etrafında tophyan bir kuvvet olduğunu iddia ederler. Herhalde, medeniyetin, ferdlerin sa» adetine doğru emin ve hızlı bir adım olması lâzım gelir. Böyle iken, son bir asırdanberidir, iptidaî milletlere tattırmauğraştığımız medeniyet nimetlerinden bu milletlerin hoşnud olmalarına sebeb görmüyorum. Yaşamak hazzı her tarafa ve bütün insanlara seyyanen dağıtılmış değildir. Fransızca Larousse lugatinde görürsü nüz: «Bilumum medeniyetler ayni mertebede mütemeddin değildir!» der. En ıleri gıtmiş medeniyetlerin bile bu isme istihkak kazanmaları için, yapılacak daha pek çok şeyler vardır. Yeryüzünde, bir karış toprak için kan dökmek âdeti oldukça, sefalet kalkma dıkca, düzeltilmesi gereken sosyal ha< sızhklar, sifa bekliyen hastalar, tamiri icab eden adaletsizlikler, taassub, cehalet gibi yüz karalan bulundukça, medeniyete Zümrüdanka kuşu gibi yok na zarile bakmakta insanlar mazurdur. Zamanımızda, sayılan günden güne azalmakta olan sosyologlar bilmem ne düşünüyor, buna dair ne fikirler besliyorlar. Fakat Uluslar Sosyetesinin iflâsım demevim ama aciz halini gördükçe, insanların medeniyetten ziyade bedeviyele daha yakın olduklarına iman getiriyorum. Haberler de bu ayni fikirde gerek!. olsalar Adisababada telefon merkezi Adisababa 6 Adisababadaki ga zeteciler, bütün dünya ile alâkalarını kesmiş bulunuyorlar. Adua Aksum cephesi buradan 800 kilometro mesafe dedir; yani iyi yürüyen katırlarla üç haftalık yoldur. Cepheden gelenlerden de süratli haber almağı ümıd etmek beyhu dedir. tikten sonra, Adisababada, küçük kasa ba şeflerınden ve bunların beygirlerinin veya katırlarının peşisıra koşan »ilâhşorIarından başka sokaklarda faaliyet gö rülmüyor. Burada hepimiz, azçok İtalyan elçi si Kont Vincinin vaziyetindeyiz. Etra fımızda birdenbire boşluk hâsıl oldu ve hayat seyrekleşti. Bugün öğleden sonra, ttalyan elçilik binasının önünden geç tim. Kapıda muhafız askerler vardı. Kont Vı ye son derece nezaketle muamele edılıyor. Gerek kendisinin, gerek arka daşlarının himaye edilmesi için ciddî emirler verilmiştir. Maamafih vaziyeti gayet garibdir. İtalya, Habeşistana resmen harb ilân etmedi. Kont Vinci, bu rada, banşçı ve dost bir milleti hâlâ temsil etmesini icab ettiren diplomatik bir garibenin esiridir. Yanında on asker ve sivil olmadan sokağa çıkamıyor. KendisinS mektub göndermek kabildir, fakat onun yolladığı mektublar sansürden geçmektedir; radyo kullanmağa hakkı yoktur. N. Şarab istihlâki gittikçe artıyor Rakı sarfiyatı ise yavaş yavaş azalmaktadtr Inhisarlar İdaresi içki kısmı. yurdda sarab istihsal ve istıhlâkini çoğaltmak i çin önemli bazı tedbirler almaktadır. G:daî hassalan mevcud bir içki olan şaıab istihsalini artırmakla beraber sarabcılığımızın ve şarablanmızın ıslahına da ça lışılmaktadır. Yapılan istatistiklere göre, son seneler zarfında memleketimizde şarab kullananlann miktan tedricen art maktadır. En fazla sarfedilen şarab, sofra şarablarıdır. Memleketimizde bir taraftan şarab istihlâki artmakla beraber rakı sarfiyatı henüz ümid edildiği kadar azalmış d: ğildir. Azalma miktan şarab istihlâkınia artma nisbetine nazaran üçte bir kadardır. İnhisarlar halkı sıhhate muzır içkilcr den koruyarak bunların yerine şarab, iikör gibi daha temiz ve zararsız içkılerin kaim olmasına çalışmaktadır. Şarab ve likör fiatlerindeki tenzilât bu maksadla yapılmıştır. İdare, bilhassa hastalar için çok faydalı olan Misket şarabını tamime ve bu sarabın imalâtını fazlalaştırmağa çalış maktadır. Bu sebeble Misket şarabı yapılmağa mahsus üzümleri iyi fiatlerle satın almaktadır. İnhisarlar İdaresi önümüzdrki yıl i çinde Tekirdağındaki şarab fabnkası gibi İzmirde de modern bir şarab fabnkası kuracaktır. notizer karfisında bir medyum gibi bü tün ruhunu ona vermişti. Gözierine bakıyor, susuyor, gülümsemeğe çahşıyor du. Bütün bu şeyler o kadar beklenilmez birseydi ki... O kadar beklenilmez ve hakikate hiç te benzemiyen birşey. Öteki bir hummalı hasta gibi adeta sayıklıyordu: O kadar mes'ud, o kadar mes'udum ki!.. Seza bir aksiseda gibi tekrarladı: O kadar mes'udum ki! Sizi yanımda görmesini, ellerinîzi tutmasını, gözlerinize böyle yakından bakmak isteğini aylarca kalbimde bir illet gibi çektim... İsminiz nedir? Seza. Sezam!.. Sezam! Hakikaten bir sarhoşa benziyordu. Rüya, muhakkak bütün bu olan şeyler rüya idi... Sizi görüyordum. Arkanızdan geliyordum... Ve yahnızın o yüksek duvarlı bahçesinin zindan kapılannı hatırlatan kalın kapılan üzerime kapanıyordu. Sandala atlıyordum... Sizi hiç olmazsa uzaktan görebilmek için yahnızın önünden geçiyordum. Fakat geçiyor ve uzak JACQUES BARDOUX C. H. PARTtStUDE Kamun kongreleri C. H. Partisi Şehremini kamunu kongresi dün akşam yapılmış ve okunan faalıyet raporu tasvib edılmiştir. Beyazıd kamunu kongresi de bu pa zartesı gecesi yapılacaktır. Azanın Jtçl mesi rica edılmektedır. Adua ile Makalle arasında ilk radyo merkezi bulunduğu için, hükumet daha kolay haber almak imkâmna maliktir. 80 kilometroluk mesafeyi on saatte koşarak aşan koşuculan vardır. Şimaldeki kuv vetlere kumanda eden Ras Seyyumla Necaşi arasında, her yarım saatte bir koşucular gidip geliyor. Fakat Basın bürosuna gelen haberler hem az, hem daima gec kalıyor. Bu haber yoksuzluğu, şehrin üç dört otelinde adeta üstüste yaşıyan yüz kadar gazeteciyi, tarifi güc bir sinir b \ ı ram içinde bırakıyor. Hakikî haberlerin yoksuzluğu, bazı meslektaşları, yalan havadis uydurmağa sevkediyor. Meselâ gazetecinin biri, bugün, Italyanlann A Elçilikte bütün İtalyan tebeasının eşdisababayı bombardıman ettikleri habe yalan doludur. Fakat ihtiyata riayeten rini uydurdu. Halbuki, bugün gökyüzünburaya yığılan bu eşyayı şimdi dışan de tek bir tayyare bile görülmemiştır. çıkarmağa imkân bulamıyorlar. Resmî bildiriğde, Aduaya yakın bir Elçilik binasında bulunanlar, cephe noktada ufak bir musademe olduğundan haberlerini bızden daha müphem, daha ve Habeşlerin bir yüzbaşıyı öldürüp iki yanlış olarak alıyorlar. mitralyöz aldıklanndan başka havadis Bu müddet zarfında, dahilde bulu yoktur. İtalyanlann geniş bir ileri hare nan İtalyan konsolosları, muhafaza al keti yaptıklan malum. Belki şu dakikada tında bırer bırer Adisababaya geliyor Avrupada, Adua ile Aksumun sukutu lar. Bugün yüz altmış katırla, Dessie haber alınmışiır. Orada, 800 kilometro konsolosu geldi. Adisababaya kadar olan ötedeki cephede cereyan eden hâdiseleri, yolu on beş günde aşabilmiştir. Bu za bura ahalisi derin bir kayıdsızlıkla kar tın bir parça malumat getireceği umulusılıyor gibidir. yordu, fakat bu ümid de boşa çıktı. İki Şehirde hiçbir hareket yok. Acaba bu haftadanberi yol aldığı halde, geçtiği hissizlikten, mücadelenin neticesine kar yerlerde, harbe delâlet edecek hiçbir şey şı olan itimaddan mı, yoksa harbin feca görmediğini, hatta bir nefere bile tasadüf yiini tasavvur edebilmek hususundaki ka etmediğini söylemistir. Ist Adisababanın biliyetsizlikten midir? vaziyeti bugün budur. Rüyada yaşıypr ParisSoir Muntazam kıt'alar ve gönüllüler git gibiyiz. Ercümend Ehrem TALV ŞEHİR tŞLERt Hayvan pazan naklediliyor Uray, bundan bir müddet evvel ahırlar hakkında incelemelerde bulunurken Fatihin, Atpazarında bulunan on iki ahırdan bir kısmını gayrisıhhî bulmuş ve kapattırmıştı. Sonradan ahır »ahiblerinin itirazı üzerine, kapanan ahırlar tekrar a* çılmıştı. Halbuki son zamanlarda bu ahırlann bulunduğu semtte birçok yeni apartımanlar yapılmış ve orası modern bir mahalle olmuştur. Böyle dört beş katlı apartımanlı modern bir mahallede hayvan pazarı ve ahır bulunması doğru olmadığından Uray hayvan pazannı şehir haricine çıkarmağa karar vermiştir. Bu Kususta yapılan incelemeler sonucunda Topkapı haricinde münasib bir yer ayrılmıştır. Pazar yakında buraya nakledilecektir. Konservatuar tedrisata başladı Amerikada büyük bir grev Şikago 9 (A.A.) Şimalî llinuadaki sütçüler grevinde vahim hâdiseler olmuştur. Grevciler bir demiryolu köp rüsünü atmışlar ve münakalâtı durdur mak için diğer bir köprüye de ateş ver mişlerdir. llbay demiryollarının muhafazası için bir kordon koymuştur. Trakyadaki göçmenlerin durumunu tetkik Tekirdağ 9 (A.A.) Dün Malkara ve Tekirdağında incelemeler yapan General Kâzım Dirik bugün de Çorlu, Saray ilçelerindeki göçmenlerin durumunu ve ilçelçrin muhtelif işlerini gözden geçirmiştir. laşıyordum. Siz benim için ancak uzaktan tapılan bir mabude idiniz.. Hiç yaklasılamıyacak, bir gün hakikat olamıyacak bir rüya... Seza hâlâ rüyada idi. Böyle bir karşılaşma, böyle bir konuşma hakikat olabilir miydi?.. Seza! Efendim. Sizi seviyonım! Ben de sizi seviyorum! Bunu nasıl söyliyebiliyordu? Bu cesareti nasıl olup ta kendisinde buluyordu?.. Birbirlerile birinci defa olarak konuşan iki insana benzemiyorlardı. Ayrı bulundukları bu uzun zamanlarda bir birlerini o kadar çok düşünmüşlerdi ki, sanki uzun bir arkadaslıkları varmış gibi birbirlerine yabancı değildiler. Şimdi o gene kızın ellerini dudaklarına gotürüyor, arka arkaya bu elleri öpüyordu. Seza!.. Sezam benim\ Seza kapıya arkasım dayamıştı. O karsısında duruyordu. Şimdi şu anda bile onun sesini, onun sesinin sıcaklığını hatırlıyor... Koridorda saatlerce konuşmuşlardı. Bir saat, iki saat, bilmiyor kaç saat böyle kouşmuşlar Istanbul Konservatuan dünden itibaren tedrisata baslamıstır. Konservatuara bu sene, s;irmek için 150 kişi müracaat Porselen fabrikası için tetkikat etmiştir. Fakat kadrosu bu kadar kişiyi Sümer Bank tarafından Almanyadan almağa müsaid olmadığmdan yalnız 60 davet edilen Köln Üniversitesi profesör kişi alınabilmiştir. Konservatuarda şimdiye kadar iki şarlerinden Kraze dün sabah Istanbula gelkı öğretmeni vardı. Rağbet sebebile ü miştir. Açılması düşünülen porselen fabrikası hakkında tetkiklerde bulunacak o çüncü bir öğretmen olarak Nuruîlah lan profesör bugün Eskişehire giderek Şevket te tayin edilmiştir. taşocaklannı gezecek ve iki hafta kadar Konservatuar bu sene için de bir çok tetkiklerde bulunacaktır. konserler verecektir. dı. İsmi Yusuftu ve Seza ona: Yusuf! Diye hitab ediyordu. Yusuf... Ne güzel isımdi. Seza şimdiye kadar hiç te severek duymadığı bu ismi bu dakikadanberi dünyadaki isimlerin en güzeli olarak buluyordu. Telâffuz etmesi tatlıydı, işitmesi tatlı, düşünmesi tath... Artık dü şüncelerinde ona; o, demiyecekti. Artık Yusufu düşünüecekti. Yusufunu!. Şüphesiz ki bu hatıra Sezanın bütün hatıralan içinde en güzeli, hiç kirlenmemiş, rüyaya benziyen hususiyetini hiç kaybetmemiş temiz bir hatıra, acı bir inkisarı olmıyan, sukutu ve yıkılışı görül memiş bir sevginin hatuası... Seza şimdi ne zaman bu bahsi hatırlasa «bunu bir gece rüya da mı gördüm?» diye kendi kendine sorar... Çünkü bu sevgi sevincleri, kederleri, saadeti ve felâketile ruhlann içinde kalmıs ve ruhların içinde yaşamış mistik bir duygu üstünde kıvranıp duruyordu. Hareket üs» tünde olan trenin çıkardığı homurtu gök gürlemesinia sesini öldüremiyordu. Trenin geçtiği yerlerin iki tarafındaki korulukların ağacları, rüzgârın şiddetile yerlerinden söküleceklermiş gibi sallanı yorlardı. Bu fırtına nadir olan müthiş bir fırtina idi. Müthiş, bunaltıcı bir temmuz günü • nürj akşamı idi o akşam... Ve bu ağır, bu yüklü temmuz havası birdenbire boşanmıştı. Esasen Seza fırtınadan evvel de uyumamıştı. Müthiş bir heyecan içeriîinde idi. Kalbini dolduxan his hem sonsuz bir saadet, hem nihayetsiz bir kederdi. Mes'uddu. Altı ay gördüğü en güzel rüyası birdenbire hakikat oluvermişti. Bir hayal canlanmıştı. Etinin, kemiğuın, sinirlerinin ve hayatiyetinin bütün ihtişamile şimdi karsısında idi. Ne güzeldi? Bütün bunlar onun diğer bütün insanlar gibi hakikî bir varlık olması ne güzeldi >„ idi. İsmi Yusuftu.. Tayyare yüzbasısı Mî.. *** Ihtiyat zabiti... Babası bir diplomattı. Şimdi hatırasında müthiş fırtınalı bir Tanılmış bir diplomat. Harbden ewel gecenm resmi canlanıyor. Hava gece ya makine mühendisi olduğunu hatırlıyordu. nsından sonra bozulmuş; şimşek ışıktan Harbden sonra ne olacaktı?.. bir yılan gibi gecenin siyah örtüsünün (Arkan var) HİÇ Edebî Roman : 12 Yemekten sonra eniştesile teyzesinden ayrılarak kendi kompartımanına geldiği zaman onu kendi vagonlarının korido runda gördü. Daha ilerideki kendi vagonundan çıkmış, buraya kadar herhalde kendismi görmeğe gelmişti. Seza koridordan ge çerken bir kenara çekilmiş ve onu gü lümsiyerek selâmlamıştı. Matruş yüzü güneşten yana yana bakır rengi almıstı. Seza hayran gözlerle onun sarı, kalkık kaşlarının altındaki açık yeşil gözierine, yırtıcı bir kuşu hatırlatan ortası tümseklı burnuna, bir kurd dişi gibi sivri ve parlak dişli ağzına baktı. Seza bacakları titriye, titriye kompartîmanına girdiği zaman onun bu kompartımanın kapısına biraz daha yaklaştığını gördü. Yanında demin masada beraber yemek yediği Avusturyalı zabit vardı. Sigaralannı içiyorlar ve yüksek sesle Almanca konuşuyorlardı. Küçük Sezanın oturduğu komparti Yazan: Suad Derviş manm kapısı arahktı ve Ceza bu aralık kapıdan onu seyrediyordu. Bir ara iki kişinin birbirlerile vedalaştığını duydu. Askerce selâm verilirken çarpan ayakların sesini işitti ve onu göremez oldu. Demek gitmişti... îçi büyük bir endişe ile dolarak yerinden kalktı. Kapıdan dı J şarı çıktı. Hayır gitmemişti. Herhalde Sezamn merakını tahrik etmek için böyle bir kenara çekilmişti. Seza dısan çıkar çıkmaz sanki öte denberi tanışırlarmış, görüşürlermiş gibi Sezanın yanına yaklaşmıştı: Burada oluşunuz beni ne kadar mes'ud etti! Seza cevab veremiyordu. Vücudü hafif hafif titriyerek, tıpkı bir hasta gibi ağzı kuruyarak. kalbi çılgm gibi vurarak ona bakıyordu. Şimdi o iki ellerini birden uzatmıştı. Gene kızın iki elini birden tutmuştu. Seza bu elleri çekmeği düşünmüyordu. lp