CUMHURfYE 25 Ağustos 1&35 Küçük hikâye Yabancı evde ölüm Suad Derviş Bayılmış mı acaba adam?. Bir şey mi oldu yoksa? Sofa geniş tahtaları, çıplak, bombo? bir sofa... İleride merdivenin üstüne doğru bir havagazi koluna takılmış. Kuvvıîtsiz bir ampul, sıvaları çatlak ve kirli bir sofayı öyle fena aydınlatıyordu ki. Yüzleri kirli bir sarılık içinde görünen kadmlar şimdi tahta kapının önündeler: Anne bir kere daha vuralım. Genc kız kuvvetli, kuvvetli vuruyor... Haydi çocuklar açalım kapıyı. ses yok. Halanın eli tokmağı çeviriyor ve üç kadın... Büyük bir dehşet içerisinde bağırarak geri çekiliyorlar. Yabancı adam kocaman gövdesile yerde uzanmış yatıyor... Arkası üstü düşmüş, açık kalan gözlerinin camlaşmış bakışlarından ve aralı kağzınm duruşundan tereddüd etmeğe mahal yok.. Kiraci ölmüş... Üç kadın çığlık kopararak geri çekiliyorlar... Ve genc kız merdivenin ba şında yere çöküyor. Onda henüz hiçbir ölüm görmemiş genc bir insanın tarifsiz dehşeti var... Amanın örtünüz kapıyı... Odaya girmeğe cesaret edemiven iki kadın kapıyı örterek geri çekiliyorlar. Ve evin içinde matemi hissedilmiyen bu ölümün bütün soğukluğu, bütün dc?h şeti, bütün korkuncluğu hüküm sürüyor. Anne kızını kolundan tutarak merdivenden indiriyor. Ah bayıhvorum anne. Dur... Dur telâş etme' Hala: Ah, şimdi ne yapacağız.. L Duymadıklarımız ve bilmediklerimiz Ağır bir cismin yere düşmcsıncien çıkan büyük bir gürültü.. Ahşab evin camlarmı bir rakkase göğsü gibi saatlerce titretiyor... Alt kattaki odanın, kararmış siyah tahta tavanmdan sarkan, üstü sinek kirile örtülmüş bir kordonun ucunda sallanan çıplak ampul... Öyle sallanıyor ki odanın duvarlarına vuran gölgeler çck dalgalı bir havada bir vapur kamara sındaki eşyalar gibi yerlerini dcğişüriyorlar. Kenardaki minderde oturan hala dizlerinin üstünde doğruluyor: Aaa... Destur!.. Destur.. Ne oldu böyle?.. diye soruyor. Abajurun tam altındaki küçük ma sanın önünde yarm giyeceği gümüşî bluza kırmızı düğmeler dıken genc kız da yerinden fırhyor. A... Bu ne?.. Bir şey devrildi. Kapı mı vurdu acaba? Pencpre mi açık kalmış, rüzgâr mı çıkmış?.. Bır an dinliyorlar... Ses sada yok... Evin içinde bir ölüm sessizliği var. Aşağı taslık katmda takunyalı bir ayak sesi var... Fikriye, Fikriye... Genc kız yerinden kalkıp kapıya yaklaşıyor. Efendim. Ne oldu°.. Bilmem?. Bir şey devrildi galiba... Aman pek korktum. Şimdi merdivenleri döven bir terlik sesi işitiliyor ve içeri kırk, kırk bgş yaşlarında bir kadm giriyor. Ne idi acaba?.. Hiç anlamadım... Haydi Fikriye çık yukarı kızım, bsk kapı filân açık kalıp bir şey devrilmiş olmasın. Genc kız ince ayakları üzerinde bir ceylân çevikliği ile koşarak merdivenlerden yukarı çıkıyor... Hala: Muhakkak bir masa filân, büvük bir şey devrildi, diyor... Hem bana öyle geliyor ki ta tepemizde oldu. Kiracı geldi mi?.. Duymad'm... Yemek vaktine doğru çıkmıştı amma... *** Genc kız kapmın önünde şörünüyor: Yukarıda hiçbir şey yok anne. Her taraf kapalı. Kiracmın odasma baktm mı?.. Elektrik yanıyor... Bakmadım içeri. Bir şey olsa her halde bize haber verirdi. Anne merakla çocuğuna bakıyor: Kiracmın odasında ışık mı var?.. Kiracı yukarıda mı?.. Evet geldi... Demin ben bakkal dan zevtinyağı getirirken onu gördüm.. Bir şey mi devirdi acaba? Hala: Ne oldu?... Hiç ses te çıkmıyor.. Üç kadm birbirlerine bakıyorlar. Sonra anne, halaya: Haydi kardeş. diyor... Çocuğun bekâr adamm yanma gitmesine mana yok... Sen çıkıver yukarı. Hala dudaklarmı büzerek: Aman artık onun bekârhğı da sayılır mı?.. Altmışını geçmiş herif... Genc kız endişe ile yukarı bakıyor: Sahi yaşh adama bir şey olmasın. Anne içindeki endişeyi göstermek istemiyerek: Aslan gibi adam maşallah, ona ne olur ki?.. Hala: Asıl ihtiyarm etli, canlısı daha çabuk ölür. Doktorun yapacağı «Basü badelmevt» Sevgi ve saygı Yazan: Fakihe Odman Işte yeni bir ad ki onu romaıioever yurddaşlara ilkin ben tamtıvorurn. Ve bunu yaparken yarının en iyi bir ro mancısmı selâmlamış oluyorum. «Ro mancı» kelimesini kullanmakla Bayan Fakihe Udmanı gelişi güzel bir yazıcı olarak tammadığımı, onu ısmarlama \azı yazan ve mevzularmı masa üstünde yakalıyan yazıcılardan üstün tuttuğumu anlatmak istiyorum. Çünkü geçin mek kaygusile sütun veya sahife dol durmak başkadır, görüş ve sezişlerden alınan ilhamların zoru altmda yazı yazmak başkadır. Fakihe Udman bu ikinci zümreden olup gördüğünü, sezdiğini, duyduğunu kaleme alıyor. Ondan ötürü de yarının en iyi romancısı olmaya namzedleniyor. Tarihî roman : 26 Yazan : M. Turhan Tan Holivudlu bir doktor Los Anjeies teki dram muharrirlerinden birile bir konturat imzalamış ve muharriri so ğuktan öldürüp, sonra diriltmeği ta ahhüd etmiş! Doktor, bu cür'etli teklife girişinciye kadar hayvanlar üzerinde birçok tec rübeler j'apmış ve kendi ifadesine göre muvaffak ta olmuştur. Öldürme keyfiyeti 30 derece soğukk yapılıyormuş. Muharririn merakı. bı muazzam tecrübe sırasmda, ruhla vücud arasmdaki münasebeti ölçmek vt anlamakmış. Ölüp dirildikten sonra ölümü tarif etmek istiyen bu muharrir bu ihtimalin yanında hayatın hiç ehem miyeti olmadığını söylüyormuş. Doktor, tecrübelerini, halkın seçeceğ, altı doktorun huzurunda yapacağı vc şayet, Amerika hükumeti. bu tecrübe ye müsaade etmezse. Meksikoya kad? giderek. iddiasını orda ispat edeceğini söylüyormuş. Tilkinin kürkü İvor Novello adındaki meşhur îngiliz aktörü. bir akşam. karısile birlikte, Londranın büyük lokantalarından bi rinde yemek yedikleri sırada. karısı. mevsimle hiç münasebeti olmadığı halde kürk lâkırdısı açmış ve senelerden beri tasıdığı Arjante tilki kürkünden artık bıktığmı, bir mavi tilki istediğini. adeta çıkışarak söylemiş. Aktör. işitmemezlikten gelmiş, aldırmamış, fakat kadın. nihayet sabırsızlanarak, öfkeyle: ... Işte bu sırada sokakta bir nal sesi ve arkasından doludizgin at koşturan bir akıncı belirdi: « tskender Bey, dedi, sürüyü getirdik, ne emrin var?» Ben bu tilkiyi ömrümün sonuna kadar sırtımda mı gezdireceğim yani? Deyince. kocası şu cevabı vermiş: Ne diye gezdirmiyecekmişsin. TilEvde durmağa hiçbirinin cesareti yok. ki nasıl gezdiriyor? Bekçiye haber vermek için anahtarı aCebelittarık tünel lıp çıkıyorlar... Ve bekçi doktoru getiAvrupayı Ameriyaka bağlıyacak orinciye kadar karşıki komşu evinde kalan Cebelitarık tünelinin projesine bülıyorlar. Fikriye odanm içinde dolasıyor... Ve arada bir cumbaya giderek yük bir faaliyetle çalışılıyor. Bu son günlerde, Madridde, bu ise lâmbası yanan pencereye bakıyor. Ah biz ne yapacağız... Ben artık memur komisyonun bir toplantısı ya pıldı. Okunan rapor. işin önemini gcs bizim eve giremem.. teriyor. Bu rapotda. tünelin başlangıç Hala: ve bitim noktaları tesbit edilmiş, Av Be mübarek adam... Ölecektin... rupa ve Afrika kıyılarının jeoiojik Ölecektin de bizim evi mi buldun?.. mahiyetleri tayin edilmiştir. Deniz di Ve anne... binde yapılacak tetkikata başlanmak ü Ah Yarabbı, d?.ha on beş gün olzeredir. Boğazm, deniz dibine aid piânı. du evimize gireli... On beş gün gelmese bundan sonra hazırlanacak ve tünelin. olmaz mıydı?.. tam bir emniyetle yapılması için lâzım Diyor. gelen toprak tetkikatı ikmal edilecek Komşu soruyor: ve ondan sonra inşaata başlanacaktır. Kımdir bu adam?.. Bir şişenin seyahati Mütekaidmiş... Kimsesizmiş... Geçen martm üçünde, Lafayette ge Bilmiyorum ötesini. misi. Kubanın 150 mil açığmdan geçtiği Akrabası filân yok mu. sırada, yolculardan biri, bir kâğıda «bu Haberim yok... kâğıd sahile çıktığı gün, denizde nekaNasıl aldınız içeri?.. Bizim kasabın müşterisi imiş, o dar zaman kaldığını anlamak üzere. Pariste İntransigeant gazetesine bir mektavsiye etti ve içfni çeken anne: Fıkaralık maskarahk diyor, bir tub yazınîz» ibaresini yazmış ve bu kâparça para için ver evini ona, bur.a... ğıdı bir şişeye koyarak denize atraış Ondan sonra başma böyle belâ gelsin... tır. *** Doktor ölümü tesbit ediyor... Şışman ve kanlı adam kalb sektesinden ölmü.j.. Ölüyü bu akşam buradan kaldı ramaz mıyız?.. Bu saatten sonra buna imkân yok.. Bir cinayet veya kaza değil ki... Adam kendi evinde ölmüş. Nasıl kendi evinde... Benim evimde öldü. Ben sabaha kadar ne yapa rım. Bekçi ile doktor onu vatasa almak istiyorlar. Hala itiraz ediyor: Bırakımz olduğu yerde kalsm. Yataklara yatırmayınız, benim yataklarıma... Ben o yatakları nasıl kullanırım sonra... Doktor hayretle bu ölü sizin neniz oluyor? Bir şeyimiz değil... Kiracımız... Yabancmın biri, doktor yabancının biri... Onun akrabası ve kimsesi yok mu?.. Kimdir bu adam... Bu adam ki min nesidir?.. Şişe, 13 temmuz tarihinde Flaridada bir banka memuru tarafından bulun muştur. Bu hesaba göre şişe 130 gün denizde dolaşmış demek oluyor ama. şişeyi atar yolcunun maksadı malum değildir. Mimarın banyosu! Trıstan Bernardm zekâ ve incelik dolu fıkraları meşhurdur. Kendi başmdan geçmiş vak'alardan biri olarak anlattığı şu hikâyeye bakımz nekadar güzel: «Amerikada idim. Nevyorkta bir mimarla tanıştım. Mimar, bana, kendi malı ve kendi eseri olan mükellef ko nağını gezdirdi. Her taraf konfor dolu, her şey elektrikle işliyordu. Konağı yukarıdan aşağı gezdikten sonra, salona geldik. Rahat, geniş koltuklara oturduk. Mimar, kendi evini ve dolayısile Ame rika mimarisini bir hayli melhettik:en sonra: Bakımz, dedi, bizim evlerimizde konfor o derece mükemmeldir ki, ben. meselâ banyomu, evimin hangi nokta smda camm isterse orada yapabilirim Şimdi salondayız değil mi ya? Şu düğ meye bastmız mıydı. banyo havuzu ı'aylar üzerinde ayağıma kadar gelir... Konforun bu derecesine şaşmamak kabil değildi. Hemen düğmeye bastım ve hakikaten banyo havuzu tıkır tıkır yanımıza kadar geldi... Geldi ama, içinde de mımarm karısı vardı! çıkarırlarken hala hâlâ böyle dövünüyor: Allah rahmet eylesin... Allah rahmet eylesin amma... Vallahi ölüsüne fena şeyler söyliyeceğim geliyor. A mü barek adam koca İstanbulda bizim ev den başka ölecek yer bulamadm mı?.. Ve anne: Biz bu odaya artık kiracı bulamayız, dije göz yaşlarmı silerken yabancının tahta tabutu köşeyi dönmüş bu lunuyor. SUAD DERVİŞ Diyor ve gene kocaman odada on beşlık ampulun az ışığmda üç kadın birbirine bakıyorlar ve sinirlenmesi artan anne: Ayol çaresiz. çaresiz ne yüzüme bakıyorsunuz. Gidip soralım, kendisine ne olmuş, diyor. Hala: " " » Sen gitsene. Benim çorablarım yok.. Maamafih haydi ziyanı yok... Ve odadan çıkarken şikâyet ediyor: Allah bu parasızlığm belâsmı verBu adam, bir yabancı evinde öl sin... Elin adammı evine koy... Ondan mek felâketine uğrıyan adam, ölüsünsonra da üzüntüsünü çek... den, şefkat esirgenen adam, ölümü bir *** tek gönülde matemin ateşini tutuştur Tahta kapıya vuruyor.. İçeriden hiç mıyan adam, kendine bağlı olanları ve bir ses yok... Bir kere... Bir kere daha kendi bağlı olduklarım da bütün sevgi ve bütün sevgililerini birer birer top vuruyor... rağm koynuna terketmiş olan bir talih Fazıl... Fazıl... içeridemisiniz? siz adamdır. Gene cevab yok... Kapmın tokmağım tutuyor... Tok mak çevriliyor.. Kapı açılacak... Açılacak amma... İçine gelen anî bir koru ile merdi ven başına geliyor: Fikriye... Fikriye... Abla. Anne... Geliniz kuzum.. Fazıl cevab vermiyor.. Kapıyı açalım... Kadmlar telâşla merdivenden çıkı yorlar. Ölüm yataklarmm başında çok defa göz yaşı döktüğü, çok ağladığı için onun ölüsüne bir döşek veren yok. Çok acı gördüğü için onun acısmı duyacak kimse kalmamış... Bu ölü. bu kocaman dünya içerisinde artık kendini seven bir kalb bulunmadığı için her yerde bir yabancının ölüsü olacaktır.. *** Onu tahta bir tabutun lcinde evden Mallarına, canlarına ilişilmiyeceğine Iskender Bey, dedi, sürüyü getirbirkaç kere söz verilmesi asilzadeler elin dik, az ötede kümeledık, ne emrın var? de canları yanmış, ellerinde avucların Onları bu gece burada alıkoyup da birşey kalmamış «jlan bu halka büyük | yarın yurda doğru sürmek! bır ikram sayılmazdı. Onlar, ölmemek Azıkları yok Iskender Bey, yolda şartıle, her eziyete katlanabilırlerdı. Fa açlıktan kınlırlar. kat kendilerini soyan kılıseye ders venleMihal oğullarının en genci, akıncılana ceğının söylenmesi onların yüreğıne se pek sevgili başbuğlarından biri olan Isvinc doldurmuştu. Her biri Tanrı heybe kender Bey biraz düşündü: ti taşıyan akıncıların, yüzü gb'rünmiyen Bre Mustafa, dedi, koyunları ne bir Tanrı adına doyup kanmadan soy diye önce yolladın. Birer birer kestirir gun yapan papazları nasıl kusturacakları; din, şu sürüyü doyururdun. Şimdi nide da halkın ayrıca merakını kımıldatıyor lım biz! Bu satırları yazarken şair Yahya Ke du. Mustafa, bizim küçük akıncı idi. îsmali hatırladım. Az. fakat özlü yazan Akıncı biraz düşündükten sonra halka kender Beyin şu sözü üzerine elini a\lu' bu yüksek ozan geçenlerde bugünkü şu emri verdi: daki pırıltılı yığına uzattı: edebiyatın beşikte ölen çocuğa benze Haydi yürüyün, güle güle evleri Burada bu kadar para var. Emreyişini, bütün eserlerin ya okunmamaknize çekilin. Laybahı kuşattık ama hır dersen bu sehir halkından tahil (buğ ta veya okunur okunmaz ur.utulmakta bulunuşunu bir sebebe bağlamıya calı palamıyacağız. Yalnız keşiş evlerını do day) filân satın alahm. Ben bu yığını yoldaşlara pay edeşırken yazıcılarımızdan çoğunun gör laşıp döneceğız. Kadınlar, umdukları şeyin olmayışma, cektim. medikleri manzaraları, duymadıkları hazları veya acıları, uzaktan. yakmdan bir beli iki ve belkı üç kere saracak kadar Kiliseden ahnmışa benziyor bulnar temas etmedikleri mevzuları tasvir, uzun görünen şu çelık koliann kendi bel Iskender Bey. Oyleyse haram akçedir, tahlil ve teşrih ettiklerini. bundan do lerine dolanmayışına, hayıflanıyorlardı, yoldaş kursağına gırmesın. Gene bizim layı da ortaya çıkan eserlerin ömürsüz baslarını arkaya çevire çevire yürüyor sürüye harcıyalım. olduğunu söylüyordu. Ben onun k^nea lardı. Gene yerinde kalan akıncı şimdi Çok gelır. Onda biri bıle senin de* tini doğru bulmuştum. Eğer o da Fakihe başpapazla konuşuyordu: diğin işe yeter. Lsttarafını gene pay e E,y, yattığın yeter. Kalk ta bize kı deriz. Udmamn şu Sevgi ve Saygı adlı romanını okursa muharrirlerimizin arasma lavuzluk et, sizin çanlı sarayları görelim. Beni dinlersen Bey, bu paralan ya gördüğünü, sezdiğini, duyduğunu yazan Ve yüziinü, küçük bir kımıldanış gösazık satın almakta kullanalım, ya'nud bir kuvvetli unsurun karıştığını göre termeden sıra sıra durup sahneyi seyretdullara, öksüzlere, yoksullara dağıtahm. rek sevinecektir. mekte olan akıncılara çevirdi: Yoldaşların .bugünedek kazandıkları Yoldaşlar, dedi, Lâybahı şöyle bir kendilerine yeter. Hükmümü, iyi anlaşılsın diye. tekrar edeceğim: Bugünün romanı bunu gös dolaşıp çıkacağız. Ileri, fakat çok yavaş! Iskender Bey gülümsedi. Şimdi atların yürüyüşü, başpapazın termelidir. Okuyucu elindeki kitabm İyi düşünüyorsun Mustafa, dedi, sahifelerini çevirirken tanıdığı ve hatta adımına uydurulmuş gıbıydi. Uçmağa şu keşışlerın halktan aldıklarını gene pek iyi tanıdığı bir âlemde dolaştığını alışkın hayvanlann yürümesıni şaşıran şu halka dağıtmak çok güzel bir iş olur. Busezmelidir. Realizm budur. Gene oku sarsak keşışi çığnemek şöyle dursun, geçnu gel sen yap, sürüye azığı da sen bul. yucu, romanda sıralanan hâdisclere âşi miyecek kadar dikkatle ilerleyışleri gerBen yanına beş on yoldaş bırakayım, sena çıkmalı ve onları yadırgamamalı çekten görülecek bir manzaraydı. nin sürüyü bıraktığın yerde bekliyeyim. dır. Natüralizm de budur. Eğer Fransa. Laybahlılardan evlerıne gırebılenler Fakat elini çabuk tut, bizi bekletme. da bugün bile Madam dö Sivignenin pencerelere asılarak, henüz evlerıne erıIskender Bey, yirmi akıncı bırakarak Mektubları okunuyorsa, sebebi bir ana şemıyenler de kaldırımlara sıralanarak oradan ve şehirden çekildi, kıra çıktı. yüreğinde yanan özlemi, göresiyi oldu bu geçişe bakıyorlardı. Akıncılara kıla ğu gibi kâğıda geçirebilmiş. duygu ve vuzluk eden başpapaz, kuvvete yol gös Küçük Mustafanın getirip te sürü dediği dü.şüncelerini riyasız bir sadakatle kı. teren azce benziyordu ve pek gülünc gö tutsaklar kümesinin yanına gitti, şehrı çeviren iki bin akıncıyı da oraya getirtti. zına anlatmış olmasmdan başka bir şey rünüyordu. Bu sürü, yirmi bin kişilik bir kafile teşdeğildir. Halbuki bizde, Yahya Kemalin Nihayet büyük kılıseye varıldı. Altın kil ediyordu. Beş yüz akıncı tarafından dediği gibi, görmediğimizi ve bilmedive gümüş ne varsa hepsi ortaya çıkanldı, sevk ve ıdare olunuyordu. Iğ gıbı, Müfğimizi anlatmak tuhaflığı var ve bu tuöbür kiliselerde bulunan bu gibi şeyler de layn gibi kapılarını açmıyarak ak'nalara haflık eserlerimizi hem gülünc, hem öçuvallara doldurularak ve papazlaıin sır karşı koymağa yeltenen yerlerden sürümürsüz yapıyor. tına vurularak oraya getırtildı. Avluda lüp çıkarılmış tutsaklardı, Türk yurduna Fakihe Udman ilk eseri olan (Sev haylı yüksek ve çok pırıltılı bır yığın pey götürüleceklerdi. gi ve Saygı) da bu tuhaflığa düşmek da olmuştu. Kılıselerın koynundan bo Mustafa, kendi yanına bırakılan yirmi ten kendini kurtarmış. bize çok c?nlı bir şaltılan bu kıymetli şeyler, gene orada akıncıyı beş bblüğe ayırdı, birini kilise roman okumak zevkini tattırmıştır. atlarından inip küme küme aynlan akuı' dekı altın ve gümüş yığınının başında bıSevgi ve Saygıda felsefe, yahud tefelsüf cılar arasında bir fiskos uyandırıyordu. raktı, öbürlerıni ayrı ayrı yollardan şehri yok. Usandırıcı. bıktırıcı tahliPer, tasAtlılara kumanda eden ve alamanca virler yok. Sade hayat ve hakikat var. konuşan Türk ortaya çıkacak altın filân dolaşmağa memur etti ve kendilerine şu Fakat o hayat ne kadar açık, o hakikat kalmadığını anladıktan sonra başpapaz talımatı verdı: Her kapıyı çalacaksınız. Orada ne kadar berrak?.. dan kilise ehndeki mülklerin defterini isdul. yoksul kimse olup olmadığını soraGenc romancmın kendi içimizden a tedı ve onun getırdığı deften gene kendicaksınız. Eğer varsa hemen buraya gellıp gene bize seyrettirdiği sahneler. iıe ne okuttu. Bu kalın hacımlı vesıkaaa nemesini söyliyeceksiniz. (Niçin) dıyen bupimizin görüp te kayidsiz geciverdiği ler yoktu neler?. En başta bütün gei.rleri | lunursa para dağıtacağımızı anlatacaksımiz canlı tablolardır. Onlarm mevzuu Romaya gönderılen düzınelerle değır men, bır sürü çıftlık yazılıydı. Ardından nız. O sırada şöyle dört yana bakarsınız. kendimizden doğduğu. taşıdıkları renk Kapısını çaldığınız e\de buğday, bulgıır ve ziya benliğimizden döküldüğü için baspapazların *geçınebılmesı» ıçın aynfilân bulunacağını sezerseniz parasile sabize yaptıkları tesiri belki duymuyo lan dükânlar, tarlalar, otlaklar, komlar rı:z. Hayatımızı yapan ışığa ve havaya geliyordu. Her biri bir aileyi bol bol ge tın almak istediğinizi söyleyip pazarbğa karşı da öyle değil miyiz? Ne dğerimize çındırecek kertede verımli olan bu mülk girışırsıniz. Cimrılik etmeyin. Bol para dolan havayı duyarız. ne hüceyreleri ler yetmıyormuş gıbı başpapaza halk:n verın. mizi besliyen ziyayı. Lâkin hava ve z vereceğı sadakalardan ayda yüz altın da Ve birden hatırhyarak sordu: ya ile ilgimizi bize anlatan bir kitabı. o ceb harclığı ayrılmıştı. Her bölükte bir dil bilen yoldaş kurken başkalaşırız, onları yeni anlı Akıncılar kumandanı bütün bunları bulunsun. Yoksa Lâybahlılara gülünc oyormuşuz gibi oluruz. okutup dinledikten sonra yüzünü ekşitti: lursunuz. Bre keşıs, dedi, ne doymaz gözüSevgi ve Saygı romanı da böyle bir Akıncılar, Sırptan, Ulahtan, Macar tesir yapıyor. eserde bildiklerimizi gör nüz var sizin. Koca bir memleketi mide dan, Alamandan boyuna tutsak yakaladüğümüz halde yeni şeyler görüyor ve nıze geçırıyorsunuz, gene kanmıyorsu mak ve onları kendi topraklarında, evleöğreniyormuşuz gibi heyecana, hazza nuz. Şu topladıklarınızı bari biz götüıe rınde çahştırmak dolayısile birçok dil kapılıyoruz, içimizde yaşıyan bir âlemin lım de, akhnız başınıza gelsin! belliyen kimselerdi. Hemen hepsi komşu dilini duyarak, resmini görerek zevkten Işte bu sırada sokakta bir nal sesi peymilletlerin dillerini konuşabilirlerdi. Bu zevke düşüyoruz. da oldu ve arkasından dolu dizgin at yüzden Mustafanın su ihtarı bir ihtiyatFakihe Udman liseden çıkarak üni koşturan bir akıncı belirdi. Kilise avlu tan ibaretti. Nitekim kendine hemen şu versiteye giren bir genc kızm * Sevgi* sunda ış gören başbuğ o ses ve bu beliris cevab verilmisti: nin orada ve Talebe Yurdundaki üç yıl üzerıne vereceği emri ağzında tutmuştu, Merak etme Mustafa Bey, biz lık ömrünü parça parça gösteriyor. Po gelen atlıya bakıyordu. O, avluya girer girmez hayvandan atladı, dizginleri ko meramımızı anlatabıliriz, güclük çekmemanın kahramanı bu kızdır ve bize seyrettirilen de onun hayatıdır. Bu hayat luna alarak yürüdü, başbuğun önüne ka yiz. seyrolunurken Üniversitenin dershane dar geldi: (Arhası vat) leri bütün aydınlığile gözümüzün önünde canlanıyor. Bir gün o dershanelerde bir belâgat ve en riyasız bir sadakat Sevgi; Oğuz, Yalçın, Saygı adl: üç genKöprülüoğlunun edebiyat tarihi oku la gösteriyor. cin aşkına karşı sendelemeden, kır tuşunu. bir gün muhterem müderris Fakihe Udmamn yüksek muvaffaki lenmeden, kalbini açıp kapıyor, ıhtiyar Feridin Farisî dilile yazılmıs bir kasi yeti yalnız bu tabiî ve hakikî hayatı en bir doktoıia nişanlanıvor, sonunda zıhdeyi tahlil ettirişini. başka bir gün rah ince ve gizli noktalarma kadar aydın ninden bir türlü söküp atamadığı Saymetli Abdülbakinin Melâmileri anlatı latmasmda değil, genc üniversiteliler gı ile nişanlısı doktorun delâktile şını dinliyoruz. Ikınları dinlerken, on kalbinde kolayca tutuşan aşkların gene evleniyor. Bu umulmıyan sorı, eserde o larm gözbebeklerimize çarpıp geetikle kolayca nasıl söndüğünü. fakat bu sö kadar tabii görünüyor ki romancıyı gösrini seziyoruz, hoşlanıyoruz. ner sanılan aşklarm bazan da için için terdiği meharetten dolayı takdir etmeSevgi, Talebe Yurdunda jatıp kalk yanarak bir sürü ıstırablar yarattığmı mek mümkün değil. tığı için o yurddaki şen hayatın iç yü en olgun romancılarımızı imrendireFakihe Udmamn üslubu selis, at'asıra zü de önümüze seriliyor. Müdürü, tale cek bir kudretle tasvir etmesinde de şivesizlikler yapıyorsa da bunlar rnu beyi. yemekleri, ders çalışma şekillerinı belli oluyor. Bunu ona yaptıran doğru harririn kadın olduğunu gösterdiği için ı ve bütün yurdu görüyoruz. öğreniyo luğı dur, hakikate hayal karıştırmama ayrıca hosa gidiyor. Nitekim vaktilo ruz. Talebe Yurdu, genc bir cihan de sıdır. Halide Edibin yazılarmda da bu şivemektir. Orada şafakların nasıl doğduRomanın meiTzuunu tamamile yaz sizlikleri görmüş ve beğenmistik. ğunu, gecelerin nasıl belirdi ğini, tinel mıyorum, çünkü pek güzeldir, pek seçTekrar ediyorum: Sevgi ve Saygı, neyazların ne biçim mehtablarla bezendi medir, onu kısaca yazmak gazeîliğî cü fis bir eserdir. Ve onu yazan Fakihe Ud1 ğini, gene tinel'kışların ne ceşid bora celeştirmek olur. Yalnız şu kadar söj nan, yarının en iyi romancısı oîaraklar püskürdüğünü bu eser bize en canlı liyeyim ki liseden üniversiteye geçen tır. M. TURHAN TAN,