13 Afustos 1935 CKöy Türkiyede Köy davası kültürünü yaratmak jçin j Bodie Bates Gece saat on iki... Karanlık gökîerin üstünde parlıyan yıldızlar... Şehirleri boydan boya dolşan asfalt yoüitda simşek gibi titreşen elektrikler.. Subvvay, Elevator, otobüs, tramvay, otomobil, otomobil, otomobil, insandan fazla otomobil... Eski Dünya medeniyetile alay eden Amerikadayız. Pitsboro. Missourinin ışık, hareket, hayat saçan sevimli kasabası. Gece saat on iki.. Etrafı orman gibi ağaclarla sarılı, ilk Amerikaya ayak basanların şirin odun evlerınden bırısı. Geniş Denceresi yeşil armana açılan odun evin odasında elektrik yanıyor. Külot pantalonunu, tenıs raketını kanapenın üzerine fırlatan, pembe yanaklı, sarı saçlı Amerikan misi, dekolte omuzları meydanda, yıtağında okuyor. Odun evm penceresine maymun ceddımızin son çocuklarından, kuzguni sıyah, kıvırcık saçh zenci tırmanm.?, pencereden Amerikan misine bakiyor.. Bodi Bates. Bir çığlık, bir kıyamet. Ağac ların arasına bir maymun gibi sak'anan zenci polislerin elınde. Hırsızları polis tutar.. Hırsızları îca nun mahkum eder. Bodi Bates Amerikah misin odasına, belkı de misin külutunu, veya elmas çekmesindeki zümrüdlerini çalmağa gelmiş.. Hava, ışık görmiyen, içerisinde bir insanın bir taraftan bir tarafa dönemiyeceği upuzun, dapdar höcerede yatan Bodi Bates bir hırsızdır. Gece saat on ikiyi çeyrek geçiyor.. Evlerinden, zincirlerini koparrmş bir aslan sürüsü gibi fırlıyan, beyaz ırk, AngloSakson ırkı, eski dünya medeniyetile alay eden Amerikalılar, aslan gibi kükriyorlar: • Linc. Lınc. Lıncedeceğiz... Aslan sürüsü, gardiyanların bellerine bağlı anahtarları, bellerinden, yosun tutmuş höcerede, bir ahtapot gibi denıir parmaklıklara sarıh kuzguni zenciyi parmaklıklardan, tırnaklarile, pençelerÜe koparıyorlar... *** Gece saat on iki buçuk.. Bodi Bate^in cesedi Pitsboro köprüsü üstünde salla nıyor Beyaz sakalh, beyaz saçlı, Amerikan kültürünü bir timsah gibi yutmuş profesör, üniversite kürsüsünde ders •"eriyor: «Demokrasinin vatanı olan Amerikada her ferd, cins, mılliyet, mezhsb ayırmaksızın her ferd müsavidir. Kanunun fevkinde kanun yoktur.? #** Milyonla çocuk ellerinde yıld zlı bayraklarla sokaklarda şarkı söylüyorlar: «Ey Amerika... Ey hürriyetin vatan'... Esaretı, kölelığı ebedıyyen gömen top rak.» Ey Amerika... Ey hürriyetin vatanı!.. Köleliği ebediyyen gömen toprak!... Pitsboro köprüsü üstünde sallanan Bodi Batesin cesedi, bu hürriyete, bu müsavata, cehennemde patlamış bir vnlkan gibi gürültülü bir kahkahavla HÜ'üyor! SABİHA ZEKERİYYA Bir çok derdlere deva bir çamur bulundu! Kayseriye 43 kilometro uzaklıktaki Tuzhisar köyünde bir doktorumuzun yaptığı tetkikler Tatarcık az mevsimi başlarken, arkasinda, turşu fıçısına benzer mus luklu bir hazinecik taşıyan bir adamcağızla beraber günün mutlaka vakitsiz bir saatinde evinize gelip, yeni kazılmış havuzunuzda özene bezene ürt tiğiniz kırmızı bahkları öldüren, kan tere batmış, tozlara bulanmış bir memur hatırlarsınız, değil mi? Işte bu zal, sivrisineklerle mücadele için dolaşır. Vazifesi ehemmiyeth, yani türkçesi, ödevi önemlidir. Bizlere, o canım yaz mehtablarını zehir eden, mel'un sivrisinekleri daha sürfe halinde iken imha edip, hem rahatımızı sağlamak, hem de vücudlerimizi sıtma gibi, bir afetten korumakla mükelleftir. Gelgeleüm, bu hayır seven zatm mensub olduğu kurum, husumetirri yalnız sivrisineklere hasredermiş. Evvelısi 3ün, mücadele heyetinin bizim gazetede bir izahı vardı ama, bundan birşey anhyama dığım için dün, Feridun Osmanın fıkra sından sonra bu hakikate vâkıf oldum. Oldum.. \e şaştım! Benim de «evimde sivrisinek vaziyeti tersine» (?) olmakla beraber ve <bırleşmek yerinde her zaman iyi görmekle bu hal açığa konur..» (?) olma^ına rağmen, tatarcık ve yahud ki bazı yerlerde yakarca adını taşıyan, ve melânet ve habaset hususunda sivrisinek ağabeyinden belki de üstün olan kanadlı haşeratın, miicadeleden niçin haric bırakıldığını, Feridun Osman gibi ben de incelemek merakına düştüm. Nıhayet, kafamı zorlaya zorlaya şu sonuca vardım: Muhakkak ki mücadele heyeti bu işte ulusal bir gayret füdüyor. Zira tatarcık, nekadar (cık) ta olsa, nihayet Tatardır. Değil mi? Ercümend Ekrem TALU Radikal tedbirlerle bir düzene konulmak istenen bu mevzu hepimizin bildiğimizi ortaya koymasma lüzum gösteren bir ödevdir C. H. P. nin son kongresinde tesbit ettiği yeni programda kültür isleri hakkmda cok özlü ve esaslı maddeler vardır. Kültür Bakanlığının bu proçramm ruhuna göre kültür çah^malanr? yeni bir yön vermek üzere olduğunu içiti yoruz. Bu arada, köy okullarırr.n da ıslahı ve köylünün okutulması sorumla rına ayrıca önem verileceğini, bu hu susta yapılması gerekli işler hakkmda resmî ve özel araştırmalar yapıldığım gazetelerde okuyoruz. Bu mevzu üzerinde ötedenber' biraz uğraştığım ve köylerimizi j'akından tanıdığım için, sırası gelmisken bir iki söz söylemeği uygun buldum. Merhum doktor Reşid Galib Bakanlığa geldiği sıralarda sonradan «Köy İşleri komisyonu> adı verilen bir ko misyon toplamıştı. Kendisile tanışıklı ğım olduğu ve köy davası haktcındaki düşüncelerimi bildiği için bu komis yonda benim de bulunmaklığım1 ıste mişti. Dokuz toplantısında bulun.^bildiğim bu komisyondaki konuşmalardan burada kısaca bahsetmenin yeridır. Komisyonun ödevi şu idi: Köyde. köy öğretmeninin ekonomik rolü na r ıl ol malıdır? sorgusuna cevab bulmak. yani köyde okula dışmda öğretmenlerin nasıl çahşmalan lâzım geldiğine dair bir rapor hazırlamaktı. Bu mevzu üzerinde azçok kafa yormuş olanlar tak dir ederler ki komisyonun işi oldukça ağırdı. İlk toplantılar sırasında komisyona verilen istatistik bilgileri rcevzuun önemini bir kat daha artırdı. Zira, köyde bugün çalışabilen kültür unsurlarının sayısı ve kalitesi bu hususta verilebilecek en sade ve yapılması kolay kararların bile tatbikına yaramıyacak gibi görünüyordu. Bununla beraber komisyonun nıüspet bir sonuca varması lâzımdı. İlk %'örüşmelerden sonra üyelerden birkaçının rapor hazırlaması kararlaştı. Raporlar okundu. Köyde ekonomik bir tes*r yapması lâzım gelen köy öğretmeninin nasıl yetişmesi ve köyde nasıl bir okula kurulması icab ettiğine dair d°ğerli düşünceler ileri sürüldü. Bu raporlardan başka toplantıya gelen bir saylav da köylerimizin bugünkü durumuna dair araştırmalarının hulâsasını okudu. İki veya üç rapor hazırlanmış fakat mevzu üzerindeki münakaşalar henüz bitmemişti. Herkes köy öğrelraeninin kdyde yapacağı ekonomik çalı;maların değerinden ve bu çalışmaların nasıl olması lâzım geldiğinden kuvvetle ve bilgı ile bahsedıyordu. Ediyordu, lâkin davanın köklerine doğru gidild'k^e köy okulasının ve köy öğretmeninin başlı başına bir varlık olmadığı, onan da sosyetenin öteki grupmanlarına. müesseselerine bağlı bulunduğu, bilhassa köydeki çahşmalan böyle «ekonomik» kaydile çevrelemenin pek te mümkün olmadığı anlaşılmağa başlıyordu. Gitgide şu durum karşısında kalın mıştı: Ya yalnız komisyona buyurulan işi sonuna erdirerek icab eden raporu hazırlamak, yahud mevzuu, çok büyük önem ve değerine göre daha geniş tutarak baştanbaşa bir devlet işi halinde görüşmek ve buna göre raporlar nazırlamak. Fakat, ahnmış olan dirtktif belliydi. Mevzuu derinlere götürmenin de yeri değildi. Binaenaleyh bu kadar toplantıdan sonra birşeye karar veımek te lâzımdı. Ben dokuzuncu toplantıdan sonra komisyonda bulunamadım. Sonradan öğrendim ki o sene 200 öğretmene 40 günlük tarım kursları gösterilmesine ve birkaç faydalı bröşür hazırlanmasına karar verilmiştir. Zaten komisvon bundan daha başka türlüsünü de yapamazdı. Kültür tarihimizde hafif bir iz bırakmış olan bu komisyondan burada bahsedişimin sebebi vardır: Hepimiz da vanın esasına aid düşüncelerde birle şiyorduk. Köy okulasının, öğretmeninin nasıl olması, nasıl yetişmesi lâzım geldiği hakkındaki fikirlerde henıen mu tabık kalıyorduk. Fakat verilen kararla düşünceler arasında oldukça uzun bir mesafe vardı. Bakanın buyruğu azçok yerine gelmiş olabilirdi. Lâkin dava halledilmiş değildi. Ben komisyonda hemen hiçbir söz almamıştım. Asıl mevzua girişilır.ediğini gördüğüm için teferruat üzerinde durmıya lüzum görmüyordum. Köy öğret meninin köyde ekonomik rolü diye ortaya sürülen bir mevzuun yeri oisa olsa daha geniş ve genel bir kültrr sivasasınm uzun programmda herhangi bir madde olabilirdi. Ortada böyle bir program yokken ve davanın esası henüz münakaşa bile edilmemişken nıaddelere geçmenin faydasız olacağı besebelliydi. Bugün de ayni mevzu ayni tazeliğile karşımızda durup duruyor. Çok esaslı ve çok radikal tedbirler alınnıasını istiyor. Buna önemle başlandığı bir sırada her Türkün bildiklerini açık söylemesi bir borcdur. * * * İzahına çalışmak istediğim düşüncelerime bir başlangıç olmak üzere, okurlarıma kültür programımız içinde ta rım okulalarının ve tarım derskrinin tarihçesini hatırlatmayı uygun görü yorum. Hepimiz biliyoruz ki Türkiye On dokuzuncu asır başlangıcına kadar Av rupaya ham madde ve mamul eşya satardı. Kendini ve başkalarını öesliyen bu memleket idaresizlik ve Avr'ipanın makineciliği yüzünden fakirleşti. Ta mamile toprakla beslenen bir yurdda Tanzimat devri bütün kuvvetiie tarım siyasasına önem vereceği yerde işi mukallidliğe dötü. Tanzimatta başhyan romantik siyaset ve romantik edebiyat Cumurluk devrine kadar sürdü. Bir asırlık devlet siyasası içinde toprakçı, köylü, müstahsıl olan bu yurdun ne yönetim, ne kültür siyasasmda tanmla ilgili esaslı bir hareket görülemez. Sanki havada yaşıyan bir ulusmuşu? gibı devletin «Ziraat Nezareti> en gerde ve en değersiz bir kurumuydu. Çamur gofünun genel görunüşü ve civarındakî Kayseri (Özel)Burada yazm, 34 dereceyi bulan sı caklarda vakit ge çirecek belli baş lı bir yer olmadığmı gözönüne alan Şimendıfer idaresi her yıl olduğu gibi bu yıl da bir banliyö treni tesis et miştir. Her pazaı günleri sabah ve öğleyin Kayseri Dr. Haydar Ismail den kalkan iki tren Gaspirali yollarda bir takım duraklara uğradıktan sonra 43 kılo metro bir uzaklıktaki Tuzhisara kadar gidiyor. Havalar ısındıkça trenler, sahanlıklarına kadar dolup boşalıyor. Gidenlerin hemen hemen hepsı Kümeç ve Tuzhisara gidiyorlar. Bu Tuzhisar de nilen yerin meğer kendine has ve in san sıhhati üzerinde büyük roller oy nıyacak derecede bir önemi varmış. Bunu ben, bir tesadüf eseri olarak öğrendım. Belli başlı işleri tuzculuk olan köylülerle görüşürken, köyluler çoktanberi bir doktorun Tuz golü civarır>da araştırmalarda bulunduğunu ve bu sıralarda köyde bulunan hastaları da bu doktorun tedavi etmekte olduğunu minnet ve şükranla anlatıyorlardı. Bu doktor benım bütün merakımı ayaklandırdı. Araştırma yaptığı yere kadar gittim. Memleket hastanesi doktorlarırcan dahiliyeci Haydar İsmaıl Gaspiraliyi orada buldum. Kırımın (Gaspirali) aılesine mensub olan Haydar İsmail burada herkesın tanıdığı ve her hastaya çağırıldığı bir doktordur. Onun bu tuzlu göl içinde yaptığı ara,ştırmalarda her halde tıbbî bir maksadın bulunduğunu anladığım için kendisinden Cumhuriyet namına bir mülâkat aldım. Doktor dıyor ki: « Bugün herkeste bir kanaat vardır ki soğuk ve sıcak sulardan başka. bazı hastahklar içm tedavi usulü yok tur. Halbuki bir de çamurla tedavi vardır. Bu nevi tedavi diğer feanyolu tedavi lerden de müessirdir. Kırımda (3ak) ve (Unaynak) tuz gölleri civarmda iki (Çamur evı) vardı. Buraya kötürüm olarak hatta hasta arabasile ve sedye ile gelen hastalar, bir iki defa ç.ımur tedavisi aldıktan sonra bastonile yürüyebilecek bir hale gelirlerdi. Bunları gördükçe çamurla tedavinin ehemmiyeti ni anlamıştım. Tahsıl müddeti içmde de bu ehemmiyeti unutmadım. Bura hastanesine geldiğim vakit böyle bir ça mur yeri aramayı kendime iş edindim. Bu yolda araştırmalar yaparken Kay seri civarmda iki yer buldum. Biri Kayeriye 12 kilometro uzakta olan ( Varvara sözün burasında durdu, gülerek yeğenini süzdü ve devam etti: Sahi Aryan bir dostun var mı senin? Sen benim bütün yaptıklarımı bilirsin, senden birşey saklamam. Fakat, bir de, benim tarafımdan düşün, sana dair ben ne biliyorum? Haydi söyle bakalım maskeli bücür? Bdhçeler alp), dığeri de şu gördüğünüz tuz gö lüdür. Hasanalp küçük bir maden su yunun birikintisinden meydana gelen pek az bir çamurdur. Fakat etrafınm çıplaklığı ve gelecek hastalara gerek olan konforunun bulunmaması dolayısile buranın bir (çamur evi) haline gelmesi azun külfet ve masraflara ihtiyac gös terecekti. Bilhassa şimendıfer yolu üzerinde bulunmaması en büyük bir noksandı. Bundan vazgeçtim ve burada a raştırmalara başladım. Burası orta A nadolunun en büyük tuz kaynakların dan birisidır. Burada uzun zamandan beri yaptığım tetkıkat sonunda aradığım evsaftaki çamuru buldum. Bu çamur Kırımda gördüğüm çamurun aynıdır. Şimdi bunlar tahlil edilmektedir. Bunlardan müsbet bir sonuc elde ede ceğimi çok ümid ediyorum. Bu çamur romatizma, nikris, bazı kemik ve oynak hastalıklarında, kadm tenasül cıhazı hastalıkb'ının tedavisinde pek çok faydalıdır.> Haydar İsmailin bu mühim işe el koyması ve bundan müsbet bir netice elde etmesi halkın dilmde dolaşıp duruyor. Bu hastalardan müracaat edenler bile şimdiden vardır. Doktor bu araştırma sile hem tıbba ve memlekete büyük bir hizmet etmış olacak, hem de su ufacık bir köy olan Tuzhisarm da buyümesine ve bayındırlığına sebeb olacaktır. Tuzhisar köyü Kayseri Sıvas tren yolu üstünde ve Kayseriye 43 kilometrodur. Burası bağıle, bahçeHle ve mü tevazı evlerile bugün bile bir takım hastaları barındırabilecek bir durum dadır. Doktorun bu izahatı karşısında, bir kaç yıl sonra buralarda bir takım modern çamur evlerile uzaklardan gelmiş bırçok hastaların çamurlu vücudlerile şuralarda gezip, üstünde durduğum şu topraklardan hayat ve sıhhat alabıle cekleri zamanın pek uzakta olmadığını sanıyorum. SAHİR ÜZEL Mimar Sinanın büyük eserleri harab oluyor «Ziraat mektebleri> nin mukaddera tını yakından bilenler bu siyasanın nekadar şuursuz olduğunu takdir eder ler. Ziraat teşkilâtı, ziraat memurluk ları, Muallim mekteblerinde ve Idadilerde devir devir batıp çıkan ziraat dersleri kaldırıp koymaları... gibi tu haflıklar bu topraklar üstünde oyna yeni bir yön ve şekil vermek lâzım genan tarihsel komedyanın çok acıklı sah liyor. neleridir. Genel kültür siyasasının esaslı su Herbiri ayrı bir derd olan bu mese rette tesbiti işine başlandığı bir sırada lelerin bir kısmı çözelenmişse de mü bilhassa köy davasına aid sorumiarın him bir kısmı henüz olduğu gibı duru çok dikkatle incelenmesi zaruridır. Ben yor. Yani: gelecek yazılarımda köy öğretmen okuTarım okulları meselesi, köy öğret lile köy okullarma aid düşüncelerimi imen okulları ve köy okulları işi, tarım zaha çalışacağım, Ankara ürgünleri meselesi... gibi herbiri TürS. KANDEMİR kiyenin varlık davası olan mevzulara varanın yanında kalmıyordu. Alışılmış sakin ve emniyetli halini o da kaybetmişti. Varvaranın Aryana karşı tavn pek garibdi. Bazan onu okşar, vesileler bularak ve sokağa bile bırakmıyarak yanmda alıkor, birçok hediyeler verirdi. Ba zan da ona herkesin önünde çatar, kendinden uzaklaştırmağa çalışır ve günlerce söz söylemiyerek tanımıyormuş gibi hareket ederdi. Gene kız .teyzesinin bu belirsiz mizacını, keyfıne göre değişmeleri aldırmadan karşılamağa alışmıştı. Teyzesinin çok neşeli olduğu günlerden birinde jimnaz imtihanlarından biraz sonra Universiteye gitmek düşün cesini teyzesine açtı ve babasınm gösterdiği güclükleri anlattı. Van'ara eniştesini hiç sevmez ve görmek bile istemezdi. Aryana: Baban her zaman için bir aptaldan başka birşey olamamıştır, dedi, halbuki sen çok zekisin, onunla yaşıyamazsın. Seni evlendirmek isteyişine gelince; bu da, bııdalalıktan başka birşey değüdir. Sen daha henüz bir çocuksun. Hayatı ne biliyorsun ki?... Şimdiye kadar bir dostun bile olmadı değil mi? TAPV VE KADASTRODA Mekteb Ankaraya gidiyor Tapu ve Kadastro meslek okulunun bu sene Ankaraya kaldırılması tamamen ta karrür etmiştır. Şimdi Ankarada musaid bir bina aranmaktadır. İşittiğımıze gore bj okula de\am edecek talebeler için An karadaki mekteb dahilinde veya cıvarında bir pansiyon da vücude getırılecektır. Bu sene mezun olan 30 talebe yurdun muhtelif taraflarına tayin edilmişlerdır. Bu talebeler yerlerine gitmelefi için yol masrafı ve emrin gelmesini beklemektedırıcr. Gebzede Mimar Sinanın ta. ihî eserlerinden Mustafapaşa camisi şadırvanı Gebze (Özel) Büyük mimar Si nanın eserlerınden olan Mustafapa^a cami ve medresesi son zamanlarda ihmal cdılemiyecek derecede tamire muht^c bir hale gelmiştir. Kocaeli Evkaf idaresi pek büyük bir önemi olan bu mimarî eseri bugünkü vaziyetinde biraz daha bırakırsa İstanbul İlk okullar kadrosu Üzerinde çalışılmakta olan ilk okul Adliye sarayının görünüşünden pek farklar kadrosu perşembe günü bitecek ve sız bir harabeye döneceğine hiç şüphe kat'ılesecektır. etmemelidir. dereceye düşmüştü ki sadece Vlâdimiri görebılmekten başka umudu ve arzusu kalmamıştı. Kendi kendine «bunda benim için ne tehlike olabilir? diyordu. Doktor Aryan için oldukça ihtiyardır. Yeğenim güzel güzel delikanhlarla kur yapıyor. Eğer bir dostu varsa, şüphesiz, bu genclerden birisidir. Eğer henüz yoksa gene onlardan birini seçecektir. Vlâdimir onu alâkadar etmiyor. Doktorda ki fevkalâdeliğin farkına varabilmek için hayatı benım kadar anlamış olmak gerektir!» Zavalh Varvara bundan ötesini göremiyor, oynadığı oyunun tehlikesini kav rıyamıyor ve sırf Vlâdimiri kendi yanında alıkoymak maksadile Aryanı bırak mıyordu. Bunun içın Aryan Universiteye gitmek lüzumunu anlattığı vakit, teyzesinden red cevabı almıştı. Gene kız bahsin sonunda Varvaranın gözbebeklerine bakıp: Pekâlâ! Böyle olmasmı sen istedin! Dedi ve çıkıp gitti. Varvara bu muammalı kelimelerin anlamını (manasmı) endişeyle düşünmeğe dalch. (Arhaaı var) Yazan: Klod An* " Cumhuriyet „ in edebî romanı: 14 A'N Çevlrenler: F. Varal ve F. Osman fatçı bir kadındı. Günler, nekadar değişse, onun yüzü, gene değişmezdi. Şimdi ise saatine göre kederli, düşünceli, ve sinirliydi; kendine az hâkim görünüyordu. O vakte kadar kimseyi kırmamıştı. Halbuki şimdi, en eski arkadaşlarına bile, olmıyacak şeyler söylüyordu. O zavallılar da sadece birbirlerine bakışmakla iktifa ediyorlar ve bir mesele çıkmasından korkuyorlardı. Artık saçlan kırlaşan güzel doktor Vlâdimir lvanoviç gene Varvaranın e\ine girip çıkmakta devam ediyordu. Fakat gelmesile gitmesi bir oluyordu. An cak Varvaranın misafirleri olduğu za manlar, masada birkaç dakika oturuyordu. Yatak odasına bitişik küçük salona girerse muhakkak ağzına bir sigara iliştirir ve hiç oturmadan biraz dolaşıp çıkardı. Eskisi gibi geceyarılanna kadar Var Lâkin elâlem de nedir zaten? Bir ahmaklar sürüsile batıl inanlar (itikadlar) topluluğundan başka birşey mi? O, benim hakkımda istediği fikirleri edinsin. Ben kendi gözümde daima namuslu bir kız olarak kalırım... Davetlilerin yarısı, ateşli ateşli Aryanı alkışladılar, yalnız Pol Poleviç başını iğdi. Birisi Aryan için: Hakk ıvar! diye bağırıyordu. Başka biri: Işte insanın hakikî ahlâk prensip leri, bravo!! diyordu. Olga ise ağlıyordu. Kanşık günler Dvoranskayaya sık sık gelip gidenler endişeye düşmüşlerdi. Varvara Petrov Vtnm mtzacmda garib değişiklikler oluyordu. O, eskiden şen, kayıdsız ve ilti yorum. Eskiden.... (Sözün burasında Varvara derın derın ıçını çektı) Neyse, bırakalım bunları... Ne olursa olsun beni bırakıp gıtmiyeceksin. Burada bahtıyarsın, serbestsin. Eve istediğin saatte girip, istediğin saatte çıkıyorsun. Daha ne istiyorsun? Imkânı yok, ben senden ayrılamam Aryan... Bu son cümlede acıklı bir anlam (maGene kız cevab vermiyor, yalnız güna) vardı. Aryan bunu hissetti, lâkin arlümsüyordu. Teyzesi tekrar başladı: zusundan da vazgeçemedi. Onu, üni\er Bütün şehir ayaklarına kapanmış, siteye gıtmesıne razı etmek için boşu bobütün erkekleri çıldırtıyorsun; ama kenşuna uğraştı, dil döktü. Nafile, Varvadinden ne veriyorsun ki? Bununla berara hiçbir şey dinlemek istemiyordu. ber seni anlamam için sana bakmam kâfi: İşin içyüzü şu idi: Varvara uzun araşSen de bizim kanımızdansın. Annen sen tırma ve incelemelerinden sonra gaıib bir yaşta iken başından bir roman geçmişti. Ben bile on sekiz yasında iken canımın sonuca (neticeye) varmışh. Vlâdimir istediği gibi yaşar, canımın istediğini ya lvanoviç, daıma Aryanın evde bulun pardım. Sonra bir de oturmuşlar bana, duğu sıralarda geliyordu. Gene kızın şazamane kızlarının dehşetli ilerilediklerini tafatlı ve zevkli konusmasından çok hoşve bizlere taş çıkarttıklarını söylüyorlar ve landığına, Aryana rasgelmek ıçın fırsat beni, buna inandırmağa çahşıyorlar. Hiç kolladığına, dikkat etmişti. Onceleri buna olmazsa bir kerecik samimî ol bakalım? '• fena halde kızdı. Fakat çok geçmeden, Erkeklerle ne yapıyorsun? Maamafih ele avuca sığmıyan dostu Vlâdımiri eve onları istediğin gibi idare ediyorsun gali getirmek ve evde tutmak içın gene kızın mükemmel bir alet olduğunu, Aryan gi ba!.. derse Vlâdimirin de ziyaretlerini büsbü Biraz dunıp düşündükten sonra: Ah, dedi, vallahi sana gıpta edi tün seyrekleştireceğini anladı. Artık o