CUMHURfYET Âfüsfos I93S* KUçUk İ hlkfiye j Hortlak Rıhtımlar için hazırlanan proje • Duymadıklarımız ve bilmediklerimiz İlk kısım için bîr buçuk milyon lira istendi Istanbul limanındaki rıhtımlann ıslah ve inşası için yapılan incelemeler bitmek üzeredir. Ekonomi ve Bayındırlık Ba kanlıklannca stüd edilen projenin tatbikat işlerini görüşmek üzere yakında ili mizde ilgili kimselerin iştirakile bir toplana yapılacaktır. Ekonomi, Bayındırlık Bakanlıkları mühendislerinin Liman sosyetesi, Ekonomi Bakanlığı Deniz Müs teşannın, Deniz Tecim Direktörlüğü delegelerinin iştirak edecekleri bu toplantıda projenin dört kısma aynlmış olan tatbikat safhaları konuşulacaktır. Rıhtım lann ıslahı işinde limanm genel ihtiyaclan da gözönünde tutulacaktır. Ekonomi Bakanlığınm hazırladığı bu proje îstanbul limamnı ıslah işinin bir başlangıcı telâkki edilmektedir. Bu projeye bağlı lâyiha ile hükumetten bu ılk kısım tesisat için bir buçuk milyon lira istenmiştir. Başbakan Ismet Inönünün Ankaraya dönmcsinden sonra yapılacak Bakanlar heyeti toplantısmda konuşulacak olan bu proje Kamutaydan çıktıktan sonra alı nacak tahsisatla derhal işe girişilecektir. Bu bir buçuk milyon lira ile Kara kö'yden Fındıklıya kadar olan sahanın rıhtımlan ve Tophaneden Salıpazanna kadar olan alandaki antrepolar yapıla caktır. Son moda elbise! Geçenler. de Fransanın bir şehrinde, kala balık caddeler den birinden geçen halk, bir el bise mağazası nın önünde bi rikerek merakl? vitrinlerini sey • retmeğe başla mıştır. Vitrinde ki mankenler den birine, es ki, partal bir dilenci esvabı giydirilmiş. başına da gene ayni derecede eski, yağlı bir kaskt geçirilmiştir. Ayaklarının dibinde de şu yafta görülmüştür: «Son moda spor elbisesi». Yaftanm üzerin deki fiat te tabiî ona göre yüksek! Mesele neden sonra anlaşılmıştır. Meğer, sırtmda elbise yerine paçavra ta şımaktan bıkan bir serseri, o gece, mağazaya girerek vitrindeki mankenin son moda spor esvabını kendi sırtına, kendi yırtık esvablarını da mankenin sırtuıa geçirmiş... Tarihî romam : 12 Yazan : M. Turhan Tan Kazığa değil, cehennem çatalına beni vursan hakhsm, lâkin unutma ki Türkler öc almağı bilirler! İşte kardeşim öldü. Onun ölusünü bana çevirtemezsiniz. Isterseniz beni de ona benzetin, razıyım. Fakat elimi artık kımıldatmam. Yaksiç te densizlik etmedi: Eh, dedi, yeter. Kardeşini şişe geçirdin, şişi ateş üstünde çevirdin. Şu çe virme ölünciye kadar, senin gözünün önünden gitmez. Benim de istediğim bu dur: Kardeşi kardeşe öldürtmek ve öleni son nefesine kadar inim inim inletmek!. dediğim oldu, yapılacak başka bir şey kalmadı. Küçük Mustafanın ayaklarındaki ipleri de çözdürdükten sonra Voyvadanın yanına gitti, sordu: Bir emriniz var mı asaletmeab? Büyük büyük teşekkürler Yaksiç. Gerçekten sevinç duydum, kıvanc duy dum. Bir adamın hem etini, hem ruhunu yakmak ince bir hüner. Fakat herifin hiç inlememesine ne dersin? Akıncılar gürlemeği bilirler, inlemeği bilmezler asaletmeab! Herif gürlemedi de! O at üstünde olur asaletmeab. Ateşe konan akıncı ancak susar! Dayanıklı şeyler? Öyle olmasaydılar Türklerın arasında da parmakla gösterilmezlerdi. En yiğit Türk olmak kolay mıdır asaletmeıb. Onlan pek yükseltiyorsun Yaksiç! Öyle yapıyorsam şu yaptığımız işin değerini çoğaltıyorum demektir. Bu da doğru yavrum. Şimdi yapılacak ne kaldı? Çakırcı Paşa ile Yunus Beyin öldürülmeleri! Haydi gel, şu işi benim sistemime uygun biçimde bitirelim. Ne yapılmasını emrediyorsunuz asaletmeab? Heriflerin kazıklanmasını. Yal nız Çakırcı Hamza bir paşadır, şerefme saygı köstermek gerektir. Onu iki adam boyunda bir kazığa vurdur. Öbürlerinin arasında yüksek görünsün! Güzel bir düşüace asaletmeab, lar, arkasından Yunus Beyi de kazıkladılar. Fakat bu işlerin olabilmesini sarsak düşüncesile mümkün kılmış olan Rumdan dönme kâtibin ancak ölüsü kazığa vurulmuştu. Çünkü o, Çakırcının öldürüldüğünü seyrederken korkudan can vermişti, korucuların kucağına yığılıp kalmıştı. Bu iş te bittikten sonra Voyvada emir verdi, halk dağıldı ve ölüler yerlerinde bırakılarak Bükreşe dönüldü. Demitriyos Yaksiçin afyon kanşık şarab sunarak, saz çaldırıp köçek oynatarak sızdırmak suretile yakaladığı Paşa alaymdan sağ kalan yalnız küçük Mustafa idi, o da Yaksiçin yanıbaşında, fakat yaya olarak şehre götüfülüyordu. Gün doğmadan, alacakaranlıkta av lar.mağa çıkmıştım. Yemyeşil kırlarda, nefti rengi fundahklarla örtülü bayırlarda, günün aydmhkları, ağaclarda oynaşan serçelerin cıvıltıları arasında, ağır, ağır uyanıyordu. Çalı diplerini kollıyarak öteye beriye seğirten köpeğimin ardından gidiyordum. Geceden sine, sine yağan yağmurun suladığı çayırlar dan fışkıran taze çimen ve toprak ko kusu ciğerlerime doluyordu. Tavşan ve bıldırcınların ardında dolaşa dolaşa akşaım ettim. Sular kararırken Yayalar köyünün mer'asmda idim. Esmer gölgeler, tepeleri, ağacları sarmıştı. Kasabaya dönmek için geç kalmıştım. Yorulmuştum. Şehre kadar yürümeği gözüm kesmedi. Yayalar köyüne dadımın evine gitmek aklıma geldi. Dadımın eri Dursun Çavuşla küçücük evlerinin tertemiz odacığında; beyaz dokumalar örtülü minderlere yan gelip çene çalmak bu yorgunluk üstüne hoş kaçacaktı. Köyün yolunu tuttum. Ay tepelerin sırtında doğuyordu. Köyün eteğindeki mezarlığın yanından geçiyordum. Servi dallannın arasından süzülen ay ışığı, ak gövdeli mezar taşlarım hafifçe aydınlatı yordu. Köye yaklaşmıştım. Tek katlı evlerin pencerelerinden kızıl ışıklar süzülüyordu. Köyün yanıbaşmdaki çeş menin önüne vardım. Bu mehtablı gecede; erimiş bir gürnüş gibi durmadan akan suyun tatlı şırıltıları, derin sessizliğin içine yayılıyordu. Çeşmenin az ötesinde bir kahve vardır. Dursun Çavuş geç vakte kadar kahvede keyif çatmak itiyadmdadır. Kahveye uğradım. Kapıdan içeri ba şımı uzattım. Basık tavam üstüste içilen sigaralarm dumanları bir sis halinde kaplamıştı. Tahta masalann başma çökmüş köylülerin güneşten yanmış, esmer çehreleri zor seçiliyordu. Baktım: Dursun Çavuş ocağın yanıbaşmdaki peykeye bağdaş kurmuş oturmuş; bir yandan nargilesini tokurdatıyor, bir yandan da karşısmdaki kır saçlı kır bekçisine bir şeyler anlatıyordu. Kahveye girdim, yamna yanaştım; beni görünce yerin den fırladı, sevincle: Vay bayım, diye bağırdı, köyümüze hangi rüzgâr iletti seni? buyur ba kalım, buyur, ve kahveciye seslendi: Hey! Receb okkalı bir kahve yap. Iki dakika sonra önüme ufak bir yoğurt kâsesine yakm büyüklükte bir fincan kahve geldi. Dursun Çavuşun uzattığı gümüş savatlı tabakadan bir sigara sardım. Kahvecinin maşanın ucunda getirdiği ateşten yaktım. Dursun Çavuş; elimdeki çifteye şöyte bir göz attı ve: Bu vakte kadar av peşinde miy din? dedi. Evet; sizin köyün mer'asında avlandım, şehre dönmeğe geciktim, mezarhğın kenarından vurdum, buraya geldim, bu gece senin konuğunum. Dursun Çavuş iri elini göğsüne vurarak: Hoş geldin bayım; başım üs tünde yerin var, dedi ve gözlerimın içine bakarak ilâve etti: Hortlak ardma düşmedi mi? Seni korkutmadı mı? Ötedenberi köylüler; Yayalar köyü mezarlığmda sular kararmca iniltiler işitildiğini ve gece oradan geçmek istiyeni hortlağm kovaladığım söylerler. Bunu ben de işitmiştim: Vaktile Deli Çoban adında bir yanaşma varmış. Dağda bir haydudu vurmuş, bir zaman sonra kendisi de ölmüş, haydudun kanı tuttuğu için de hortlamı.şmış. Dursun Çavuşa gülerek tüfeğimi gösterdim ve dedim ki: Anlaşılan sizin hortlak belki onu da avlarım diye korkmuş olacak ki ne inledi, ne de ardıma düştü. Dursun Çavuş; olduğu yerde bir toplandı. Ürkek bir sesle fısıldadı: Nene gerek, bayım! Hortlaklarla, cinlerle şaka olmaz, bu işlere yiğıtlik sığmaz... Bir daha gece vakti oradan geçeyim deme. Dursun Çavuşun dediklerini kır saçb kır bekçisi de tasdik etti. Ben gen< onların bu çocukça inancına gülüyordum. Dursun Çavuş Dur hele hortlağın daha geçen hafta ettiği işi bir yol sana anlatayım da; o zaman anlarsın dedi ve anlatmağa başladı: Pazar günü sabahtan gene burada toplanmıştık. Hortlaktan konuşuyorduk. Bizim Vehbi dayı köyün en varlıkh adamıdır. Ortaya bir söz attı; eğer içi nizden hanginiz gece mezarlığa gider de hortlak çobanın başucundaki servi ağacına bir fener asarsa ben de ona benim alnı alacalı ineği veririm, dedi. Bizim gümbürtü Hasan (ağzı kalabalık olduğu için ona böyle deriz), köyün güçlü, kuvvetli kabadayılarmdandır. Biz görmedik amma, kendisi anlatır. Vaktile çetecilik mi etmemiş, eşkiya peşine mi düşmemiş, neler yapmış, neler... Astığı astık, kestiği kestikmiş. Alnı alacalı ineği duyunca dayanamadı: Vehbi dayı, dedi. Bu geceden tezi yok, ben giderim, hortlak çobanın başucuna feneri çakarım amma, ineği de alırım ha! Vehbi dayı ile kavilleştiler. Gece oldu. Gümbürtü Hasan bir elinde fener, öbür elinde ağaca kakmak için iri bir çivi, sırtında uzun bir kaput önümüze düştü. Ardından ben, Vehbi dayı, Mustafa, Kaval Ömer gidfyUftiuk. Mezarlığa bakan bayıra gelince biz orada kaldık. Gümbürtü Hasan fen**i ySJıtı ve t»yır aşağı mezarlığa doğru yollandı. Elinde sallanan fenerin ışığı gittikçe uzakla şıyordu. Mezarlığa girdi; karanhkta servilerin arasında ışık sağa, sola saptı. Deli Çobanın mezarım aradığını anladık. Biraz sonra ışık olduğu yerde durdu ve yavaşça yukarı kaldırıldı, ardısıra çiviye vurulan taşın tok seslerini duy duk. Gümbürtü Hasan feneri hortlağm başucundaki serviye kakmıştı. Vehbi dayıya, senin alaca inek elden gitti, dememize kalmadı, karanlıklar içinde me zarlıktan acı bir çığlık koptu, fener ağacdan düştü, ışık söndü. Gümbürtü Hasan korkudan sesi dğişmiş, acı, acı bağırarak yanımıza geldi; ayaklarımı zın dibine düştü, bayıldı. Yüzüne, gözüne sular serptik, ayılttık. Meğer: Gümbürtü Hasan feneri ağaca çakıp ta geri döneceği sıra hortlak kaputunun eteğinden yapışmış, bir çekiş çekmiş; Hasanı sırtüstü yere yıkmış, feneri de kaldırıp atmış. Karanlıkta az kalsm onu boğacakmış. Bereket versin can korkusile tiz davranmış ta düştüğü yerden çabucak kalkıp kaçmış. Hasanı kahveye götürdük, hortlağın yakaladığı eteğine baktık: Kaputun ucu kopmuş, hortlağm uzun tırnakları takılarak yırtılmıştı. Dursun Çavuş hikâyesini bitirdi, içini çekerek başmı iki yana salladı ve: Yaî Bayım; dedi, ben boşuna lâf etmem... Cinlerle, hortlaklarla şaka olmaz! Sesimi çıkarmadım; Dursun Çavuşun, kır bekçisinin, karşımdaki bu saf yy rekli koca bebeklerin kafalarında bu efsane öyle kökleşmişti ki bir hamlede bu inancı çıkarıp atmak imkânsızdı. O gece dadımda kaldım. Sabahleyin Dursun Çavuş beni köyün dışma kadar selâmetlemek istedi. Yola çıktık, ileride mezarlığın servileri görünüyordu. Aklıma hortlak hikâyesi geldi. Dursun Çavuş; hortlak gündüzleri de yolculann peşine düşer mi? dedim. Bu sorgumdan beni de hortlak masalına inanmış sanan Dursun Çavuş bü yük bir ciddiyetle: Yok, dedi; gün doğdu mu gayri ondan korkulmaz. O geceleri dolaşır, gün doğarken mezarına siner. İçin, için gülüyordum. O halde şu hortlak çobanın mezarım gündüz gözile bir de ben görsem; merak bu ya dedim. Ölur bayım, dedi. Bayırdan indik, mezarlığa girdik; biraz ötede yan yatmış yosunlu bir mezar taşının başına gelince: Dursun dur Küçük akıncı Topkapı sarayı henüz yapılıyordu. Fatih Sultan Mehmed şimdiki Üniversitenin bulunduğu yerde yapılmış olan eski sarayda oturuyordu. Bir sabah, gün doğar doğmaz Sadrazam Mahmud Paşa saraya geldi. Eflak işleri hakkmda ö nemli haberler getirdiğini söyliyerek hünkânn yanına girdi: Ulu Tann, dedi, omrünü uzun etsin. Çakırcı Hamza öldü. Öldü mü? Nasıl öldü? Ve nasıl ölür? Dinc bir adamdı, taşı sıksa suyunu çıkarırdı. Yoksa inmeye mi uğrad:! Ölmedi şevketlu hünkâr, öldürüldü. Voyvada Vilâd zavallı adamı kazığa vurdu? iştiha antrenörU Frenklerin cdünyada fena meslek yoktur» diye bir sözü vardır. Bir adam kalkmış, gazetelerden birine şöyle bir ilân vermiş: «İştiham yerindedir. Terbiyeliyim. tştihası olmıyanların davetini kabul ederim. Usul dahilinde, yemek yeme an trenmanı yaptırırım. Parlak netice te ADLtYEDE min ederim. Başhca şart, yemeklerin tereyağile pişmiş olmasıdır.» Kilise soyguncusu Birçok antrenörlükler arasında iştiDün asliye birinci ceza hakyerinde ha antrenörlüğü de icad edildi demek Bu nice olur Mahmud?.. Çakırcı şayanı dikkat bir duruşma yapılmıştır. Bu tir. onunla savaş mı yaptı? duruşmada mevkufen bulunan vak'a kahMeraklı bir dava Savaş yapmadı hünkârım. Kâtib ramanı Aleksan oğlu Agob isimli bir Nevyorkta SanYunusun sözüne aldandı, bir düzen kugencdir. Bu genc Beyoğlu Ermeni kili tral Parkta ar rup Voyvadayı yakalamak istedi. Fakat sesinden 12J lira çalmıştır. Bu mabed kaları çıplak bir evdeki hesab çarşıya uymadı, kazılan halde gezen biri soyucu dünkü duruşmada parayı çaldıkuyuya kendi düştü, kazıklandı. Sen onun Yunus gidisine uyup ğını inkâr etti, kendisinin 145 lirası bu 19, diğeri 18 ya şında iki genc kıdüzen kurduğunu biliyor muydun? lunduğunu söylüyordu. zı mahkemeye Bana yazmışlardı şevketlu hün Şahid olarak Nişantaşı karakolu polis vermişler. kâr, biliyordum. leri dinlendi. Agob bunlara da yalan yeGenc kızlar hâ Biliyordun ve susuyordun, öyle re şehadet ediyorlar, dedi. Bunun üzerine kimin huzurun mi?.. da kendılerini müduruşma başka güne kaldı. Ben kulun ne yapabilirdim? dafaa ederlerken, 1" (Arkan var) Bir yalan yere şehadefcdavası üneşten yanmış genc kız sırtlarının göHemen yaptırayım. ( t ) . \i) rramer u n aorauncu kıtao: Eminonii Belediye polis memuru Sa ze batacak bir şey olmadığını iddia etBiraz sonra Çakırcı Hamza ile Yunus «Viîâdı itaat ettirmek için İkinci MuJcfof Sultanahmed sulh ceza mahkemesin mişler ve bu iddiaları hâkim taf afıhdan Bey de kendileri için hazırlanan kazık radın şarabdarı iken donanma kapta de yalan yere şehadette bulunmak suçil haklı görülmüştür. ların yanına sürükjenmişlerdi. Hamza, nı, Mora valisi ve en son Vidin valisi muhakemesi dün ikinci ceza mahkeme Yalnız, hâkim beraet kararı verdik bütün orada ölen Türkler gibi dimdikti. olan Çakırcı Hamza Paş& ile önce Ka . ten sonra, genc kızlara, Nevyork so sinde yapılmıştır. En küçük bir sendeleyiş göstermiyordu. tabolinos ve şimdi Yunus Bey denilen kaklarında dolaşırlarken bundan sonKazığın başına gelinciye kadar tek bir Rumdan dönme kâtib gönderildi. BunBu duruşmanın mevzuuna göre Said ra, elbiselerine bir parça daha fazla kuekmek satıcısı îbrahimden nümuneler maş ilâve etmeleri tavsiyesinde bulun söz de söylemedi, kendi yurdunda ve işi lar Voyvadayı düzenle yakalamak is • başında bulunuyormuş gibi ağır davran tediler. O da bunu sezdi, paşa ile adamalmış, iş mahkemey intikal etmiş ve mah muştur. dı. Yalnız sağına soluna selâm vermi larını yakaladı, ellerini ayaklarmı koskemede Said dinlenirken İbrahim onun Gürültü ölçüsD yordu, bunu da yapsa bir salhanede, ti, hepsini kazığa vurdu. Fakat paşaya yalan yere şehadette bulunduğunu iddia Her türlü gürültüleri ve bilhassa şe cellâdlar arasında, ölümün eşiğinde de şerefli bir yer verdi, yani onu öbürle etmiş. Mahkemeye de ayni kanaat gelhirlerdeki gürültüleri ölçmek üzere bir ğil de Vidinde dolaştığına herkesi inan rinden daha yüksek bir kazığa vurdurdiğinden bu suçtan ikinci cezaya veril alet icad edilmiştir. Şimdi Londrada dırmış olurdu. du.» miştir. beîediye tarafmdan kullanılmakta olan Çakırcı, üç beş kişi tarafmdan yaka(2) Kazıklı Voyvadanm babası da Dünkü duruşmada dinlenen Said ek bu aletin ölçüsü için tayin edilen vahidi lanıp ta kazığa oturtulacağı sırada şöyle Vilâd adlıdır. O, 1432 yıllarına doğru mek nümunesini nasıl aldıklarını ve vak kıyasiye desibel ismi verilmiştir. Bu subir silkindi, herifleri bir tarafa itti, ken Türklerin Uc beyleri gibi bir şey olan anın nasıl olduğunu anlatmıştır. Netice retle, telefonun mucidi olan Bellin isdinden beş on metro uzakta duran Voy Karpat Mağravları yanmda mahpustu. de mahkeme Saidin ifadesini doğru bul mi de, elektrikte ölçü diye kullandığıvadaya doğru elini uzattı: Macar kralının emrile serbest bırakılıp duğundan beraetine karar vermiştir. mız Volta, Amper, Watt gibi isimier Bre kahpe oğlu, dedi, iyi yapı Eflâka gönderildi, prensliği ele aldı. Lâarasında yer alıyor demektir. yorsun. Domuz yavrusunu besliyenlerin kin Macarların himayesi altmda kal • İnsanm uzviyetine tesir yapmıyan cezası işte böyle dişlenmek, ısınlmaktır. ması Osmanlıların işine gelmıyordu, du ve elile bir mezar taşmı göstere gürültü nisbetinin 50 desibel, yani nor Otuz yıl önce sen benim eıimde idin, bir bundan da kendisi için tehlıke vardı. O rek: mal şekilde konuşan iki kişinin sesi de enüktün. Seni hoş tutup incitmedim, ye sebeble kalktı, Edirneye geldi, İkinci îşte hortlağm yattığı yer dedi. Mezarın etrafını otlar bürümüştü. Is recesinde olduğu anlaşılmıştır. dirip içirttim. Şimdi o alıklığımın karşı Muradın himayesine sığmdı. Türkler onu lak çimenlere basınca öyağım kaydı, 50 desibeli aşan gürültü sıhhate ve lığını görüyorum. Kazığa değil, cehen bir müddet Geliboluda hapsettiler, sondüşmemek için hortlağın başucundaki cümlei asabiyeye çok muzırdır. Gürüî nem çatalına beni vursan haklısın. Lâkin ra Bükreşe yolladılar. Fakat oğullan servi ağacına elimi dayadım. Avcuma tünün, iştihayı ve çalışma isteğini azalt unutma ki Türkler öc almayı bilir Vılâdla Radolü, beş on da buyarı rehin sert bir şey battı. Fena halde canım acı tığını tecrübeler gösternnştir. olarak alakoydular ve bunları Kütahyaler! (2) mıştı. Elimi çektim, avucumu uguştu Gürültülü bir odada çalışan bir dakya gönderip Eğrigöz köyünde oturttuVilâd, bağırdı: rarak ağaca yaklaştım, baktım: Ve kah tilo, sessiz yerde çalışan bir daktiloya lar, Çakırcı Hamza işte o günleri hatır Söyletmeyin, kazıklayin! kahalarla gülmeğe başladım. Canırpm a nazaran yüzde yedi nisbetinde az iş çılatıyor. Vilâdla Radolün o sırada pek Korucular, kürklü kaftanile, irî ka cısını unutmuştum. Gülmekten bayılı karmaktadır. küçük oldukları anlaşılıyor. M. T. T. vuğile Çakırcıyı o uzun kazığa oturttuyordum. Olduğum yerde hortlağın mezar ta Istanbuldan Londraya şma oturuverdim. Dursunun hayran, motosiklet yolculuğu şaşkm bakışlarından çıldırdığımı sandığı nı anladım. Hiç şüphesiz bu delirmemi Kembriç Üniversitesi talebesinden de gene hortlağm beni çarpmasına atDuglas Yung ile Cek Eva vapurla In fetmiş olacaktı. Oturduğum yerden giltereden îstanbula gelmişlerdir. tki Inkalktım. Dursunun elinden tuttum: Gel sana Gümbürtü Hasanın eteği giliz genci beraberlerinde getirdikleri moni çeken hortlağm tırnağını göstereyim tosikletle Istanbuldan Londraya döne dedim ve servinin yanına götürdüm. İri ceklerdir. Dün kendilerile konuşan bir bir çivi ile ağaca çakılmış kalın bir ku arkadaşımıza Ingiliz talebeleri şunları maş parçasını göstererek ilâve ettim: söylemişlerdir: İşte sizin hortlak çobanın uzun « Orijinal sporlan çok sevdiğimiz tırnağı ve Hasanm kaputunun eteği.. Senin Gümbürtü Hasan, yüreği gümbür, için buradan motosikletle Londraya gi gümbür atarak feneri ağaca çakarken deceğiz. Yalnız otomobillerin gelip gittibir kenarına ilişen kaputunun ucunu da ği yolu değil, dağlık, sarp yollan tercih mıhlamıs olacak. Korku ile birdenbire, edeceğiz. Istanbuldan Edirne yolile Sofgeri dönünce; ağaca çakılı eteği şiddet ya, oradan da birçok köylerden geçerek le gerilmiş, hem onu, hem feneri yere Ragus ile Venediğe gideceğiz. Gidece düşürmüş. Bir daha sana hortlaktan lâf ğimiz yollardan şimdiye kadar ne oto açan olursa hortlak korkusu, şaşkınhkla mobil, ne de motosiklet geçmiştir. Mümkendi kendini eteğinden ağaca mıhlıyan kün olduğu kadar Londra otomobil kuadamın korkusudur dersin... lübü tarafmdan hartası tanzim edilen yolDursun Çavuş afallamış, kalmıştı. 0Sıg suların ve bazan denizierin sırça cedir. Yalnız onun da denizi gaîîl av • nu orada bıraktım. Şehre döndüm. Ara dan aynlmaya çalışacağız. Venedikten Iaştığı zamanlar olur. Fakat gözler için... ladığı ve yatağmda perişan serpilmişken dan uzun yılJar geçti; fakat Gümbürtü Insbruk yolile Bavyeraya, oradan da Insan şuurundan kabiliyet te almış olsa camına sindirdiği oluyor. Kalamış kıyıHasanın hali ne zaman gözümün önüne Paris ve Londraya gideceğiz. Bunda mu nihayet kendi de bir sırça olan adesenin larınm su altmdaki kırışıklarına kadar vaffak olursak gelecek yıl Hindistana gelse gülerim... gözü için denizler eksyiya boşluğa ufki tesbit eden bu fotograf ta işte o cinstenkadar gideceğiz.» NURt SAMt scrilmiş kara bir duvar, karanlık bir ge dirl Adesemize çarpanlar