20 Kasım 1932 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 3

20 Kasım 1932 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

S ÖN^TELGRAFLAP • ^r ı Bana kalırsa ~^m^r~ ~^^^~ ^ ^ ^ ^ ^ "^^^^^ ^^ Cenevre'de bizim iştirak etmediğimiz bir teklif Dört büyük devlet silâh imal ve satısının serbest bırakılması arzusunda... Cenevre 19 (A.A.) Silâhîann azaltıtman konferansmda, silâh ve müMmmatm imali hakkında yeniden 3 saat devam eden bir müzakere yapıimiş ve biı esnada iki muhtelir tez ileri sürülmüştür. Amerîka, tngiltere, ttelya ve Ja ponya silâh imali bahsînde silâh ti caretme dair olan 1925 tarihli mu kavele ve silâh imaline dah* olan 1929 tarihli proje haricinde hiç brr ?ey yapıimaması lâzıro geldiğî mütaleasmdadırlar. Bu da bu devletlerin her tür'ü hakiki kontrol fikrini ortadan kaldır roak istetnekte olduklannı göster • mektedir. Diğer taraftan Fransa, Lehisjtn, Danimarka, tsvec, Türkiye, tspanya ilâ... bilâkis, silâhîann azaitılma sma a:t umumî bir mukavelename tanziminin bizzarure silâh imali mes'elesmm yeniden tetkikinî icap ettireceği mütaleasmda bulunmuş lardır. intişan Londra'daki Japon mehafîlinde büyük bir alâka uyandırmıştır. Büyük saffıharp gemileri Ue kruvazörierin hacminin ve bu gemilerdeki toplar çapının indîrihnesi, başhca devletlerin de kabul etmeleri eartile tasvio edilmektedir. San'atkâr ve münekkit Hikâye ve roman yazmağa başladığım gündenberi bir çok haksız tenkitlere uğradım. tlk romanım kîtap halinde çıktığı vakit, eserknden bir sahife bile okumamış olan bir münekkit <Dergâh> mecmua sında bir yazı yazdı ve benim Tür. kiye'de muhaceret hayatma dair bir eser yaptığımı ileri sürerek aleyhime yürüdü. Halbuki o kitabımda muhacerete ait bir t^k satır yoktu! Başka bir münekkit «Simgülerin Gölgesinde» isimli bir hikâyemm ve «Mahşer» ismindeki romanımın ka. paklarını bile görmeden, iki ayrı kitabımm isimlerini birbirine ka nştırarak: «Süngülerin mahşerin de» unvanlı, vücudünden eser ol mıyan bir eseri vesile yaparak beni tenkit etti. Başıma gelenler yalmz bu iki misalden ibaret değildir; fakat tıfcradığım haksızlıklara dair btr fikir verebilmek için bu misalIeri kâfi buluyorum. Hiç birine ce. vap vermedim, kendimi müdafaa etmedim. Cünkü bir san'at eseri kendi kendrni müdafaa kudretini haîz olmalıdır ve dayanıklı bir eserin cnüdafaaya îhtivacı yoktur. Sanat tarihinde, hicivlere, küfürlere, aforozlara, lânetlere ve hepsinden daha korkunç olan zamanin tah riplerîne rağmen ayakta ve dimdik duran eserler görüyoruz. Ben, bahsettiğim kitaplarımm bu seriden olduğunu söylemeği hatinmdan bile gecirmetn; fakat sunu soylemek isterim ki ivi bir eser, bir yanardağ gibi, kendisini tükürüklerle sondür. mek istiyen zavallılara ne kadar yüksekten bakar! Darülbedayi'deki <3 saat» operetini »eyretmedim. Evvelki gün «Cumhuriyet» te yazılan ve hiç te siddetli bulmadığım tenkidin ne derece haklı olduğunu bilmiyorutn; fakat Emin Beliğ gibi yüksek tahsil görmüs ağır başlı ve Hazım gibi cazibeli ve «evimli, hiç te budala veya kaçık olmıyan san'atkârların Darülbedayi sahnesinden kendile > rini müdafaaya, hatta metetmeğe kalkmalannı pek çirkin buldum. Avrupa'da bazı kabareler, bar. lar, kafeşantanlar ve gazinolar vardır ki oralarda hafif operetler, açık •açık revüler oynanır. Bekârlar oraya eğlenmek için, vis yapmak için, sarhoş olmak ve kadmlarla vakit geçirmek îcin giderler. Genç kizîar, namuslu aileler böyle yerlere uğ . ramazlar. Ancak öyle yerlerde gazetecileri, günün siyasî adamlarını ve saireyi ima ederek sarkılar, monoloğlar, sozler soylenîr. Acaba «3 saat» te bu kategoriye dahil, adi bir «operette revue» tnidir? Doğ rusu gSrmedim, bilmiyorum; fakat oyle ise bu gibi eserlerin oynanacağı yer Darülbedayi değil, yanıbaşmdaki Garden Bar sahnesi olabilir. öyle değilse ciddî bir san'at ese . rinin temsilinde bu çesit hafiflik lerra yeri nedir? Darülbedayi'm bu mevsimde eıkardığı yeni eserlerden hiç btrinin halk tarafmdan iyi karşılanmadığım soylüyorlar. Acaba «3 saat» opere. tile halkm san'ata karsı rağbetin den ziyade, cüzdanma ve daha başka duygularma mı tnüracaat edil . mek isteniyor? Fakat, o zaman yapılacak sey bu değildir: Bütün koltuklar kaldırıhr ve yerine beyaz ortülü masalar konur. Halka içki verilir. Hatta bar numarası olarak türlü cambazlıklar ve saklabanlıklar yapılır. Hazım Bey Karagöz oynatır, Vasf i Bey hanende hammlarla karşı karsıya gazeller, sarkılar, düetolar söyler, bekâr ahali de e&lenir. Fakat bir sartla: Tepebaşı tyiatro sunnn kapısı üstünden, güzel san'atlar evi tnanasma gelen <Darülbe dayi» f irması kalkar ve yerme Avrupa'daki yahut buradaki emsalinde olduğu gibi «San değirmen», «Kırmızi papağatı», yahut ta <Belediye gazino, bar ve birahanesî» levhası asılır. Böyle bir tereddi, simdikinden daha az korkunç ve Devlet ve fert 6 KiSLERı Yeni dilenciler Resim gibi, musiki gibi, ede • biyat gibi, hatta ilim gibi, dilencilik denilen ince san'at ta gün den güne değişiyor. Eskiden, kavruk bir kol ucundan sarkan cıhz parmakları, kesik bacağı, patlak gözile merhameti iğrendiren dilencileden şimdi eser yok... Eskiden, lıazin bir sükut içinde köşe başlannda boyun büken uçuk benizli, yorgun bakışlı, utangaç dilencilere de artık rasgelmiyonız.. Eskiden, ilâhiler okuyarak akşam garip • liği içinde İstanbul sokaklannı dolaşan yan deli ve yarı veli tavırlı dilenciler de artık tney danda değil... Şimdikİ dilenciler, düğüne, dansh çaya, baloya gider gibi giyiniyorlar. Bir saîon delikan lısı, bir bar kızı gibi insana so kuluyorlar. Sizi hazin sözlerile mahzun değil, kibar kıyafetleri, nefis lâvanta kokularile meste diyorlar. Geçen akşam, Elhamra sine masına girerken, uzun, ipek etekleri rüzgârla oynaşan, saçlan oksijenli, dudakları krnnızılı bir taze yanıma yaklaştı. Şaşkm bir tereddütle irkildim. Bereket v*sin, ben, nazik bir selâmla; Emriniz hanımefendi? Demeden. o, kendisini tanıttı: Dilenci değil mi imis! Dün de, Babıali yokuşunun eski bir perukânna bu hanımefen dinin erkeği girdi: Rugan is karpinli, melon sapkalı bir bey. Berberin: Peki yavrum, peki paşam. Diye avcuna sıkıştırdığı çey reği aldı, gitti... Artık kime sadaka vereceğimi şaşırdım... Yanımdan, sefaletleri sert bir gurur ile zırhlanrm» öyle dilenci kılıklı hanımlar ve efendiler geçiyorlar ki, azametlerinden Orkmesem, avuçlarına birer kuruş sıkıştıracağım... Ve gene yollarda, sefaletleri, ipeklerin, kokuların sahte ihtişamına bü rünmüş öyle hanımefendiler, beyefendiler gorüyorum ki, bir âşina giilümseyişle gözlerimin icine baktıklan zaman, iğilip ellerini, eteklerini öpeceğim gelivor.. Artık, kıyafet bir maske oldu. Bu maskenin altında gizlenen hakikî hüviyeti tanımak pek kolay değil! YUSUF Z1YA Basitten mürekkebe, sürüden millete doğru Tarihten ve içtimaiyattan az çok baberi olan hangi akıl ve iz'an sahibi vardır ki her an herkesin g(>züne çarpan devlet gibi âlemşümul seniyeti inkâr edebilsin?. Devlet tabiatile devletçidir. Devletçilik devlet mefhunuınun ta içinde mündemiçtir. Dünyada en iptidai, meselâ Zulu kabilesinden başlıyarak en mütekâmil devlete meselâ Ingiltere ve Fransa'ya kadar hengi devlet vardır ki devletçi olmasın?. Dev letin mahiyetinde bile içtimaî ni zama müdahale etmek hassası konulmuştur. Binaenaleyh devletin devletçilik sıfatı esas itibarile inkârı gayrikabil bh" şeniyettir. Fakat asıl mes'ele devletin bu müdahale salâhiyetinîn hududunu tayin etmektir. Tarihen ne görüyomz? Müşahede ettiğimiz tarihî sey ruret sudur: Beşeriyet ilk içtimaî adımını istirakçi ve müsavatçı, me. saide istirakçi ve müsavatçı, istih lâkte iştirakçı ve müsavatçı olarak atmııtır. Bu iptidaî tesekkül amorfth". Yan? sekilsizdir. Tek renkli, tek biçimIi, tek nesiçli adeta yalnız hazım cihazından ibaret olan plâtoplâz maya benzer. Bu tek biçimli içtimaî varlık henüz tamamen tabiatin zebunu ve esiridh. Onu teşkil eden fertler arasındaki tesanüdü temin eden âmil müdafaai nefs saikası dır. Sürü halinde yaşıyan bu varlık bulduğu av ve topladığı otla geçi • nir ve onlan birlikte istihsal ettiğî gibi birlikte de istihlâk eder. Ve gene birlikte mağaralara ve kaya oyuklarına iltica eder. Fakat insanı diğer mevcudattan ayıran şunr durmaz yurür. Tecrübe ve müşahede sayesinde inkişaf eder. Sintezler yapar. Yavaş yavas zira at, sürücülük baslar. Şimdiye kadar seyyal olan hayat btikrara doğru yürür. Kabile devri gelir. Tek bi çimli varlıkta yeni uzviyetler çıkar, ayrı ayn aileler ve ayn ayn ocaklar kurulur. Arazîde istirakçilik daha bir müddet devam ederse de istihsal ve istihlâkte fertçilik baslar. lf bölümü, raülkiyet esaslan kurulur. Ayni camanda hükumet nüvesi de kendini gösterir. Kabileler arasındaki çarpışmalar ve cidaller seflerin, kumandanların zuhuruna yol açar. Bu suretle kabilede eski müaavatçıltk yerine idare edenler ve idare olunanlar kaidesi kurulur. Ve gene cidal ve kavganın neticesi olmak üzere yenilen kabile fertleri galebe çalan kabilenin emri altina girer ve bu suretle sımflar tesekkül eder. Beşeriyet yürüdükçe bu ameliye devam eder ve devam ettikçe ge nisler ve mürekkepleşir. Kabilenin yerine f ederasyonlar, federasyonlardan sonra siteler, ntelerden sonra kraliyetler ve nihayet asri devletler geîir. Yani inkisaf Oerledikçe içtimaî hayatta «ski müsavatçılık ve istirakçilik kalkar ve yerine birbiri üzerine konmuş muhtelif îktisadî ve siyasî vaziyetleri haiz ve muhtelif iş bölümü tarzlarile birbirine bağlı ve birbirlerrle mücadele eden tabaka lardan ve fertler den mürekkep ce miyetler konur. Bu aralık hayatm diğer cepheleri de meselâ: Dinî, fikrî ve bediî cepheleri de inkisaf eder ve mütemadiyen basitten mürekkebe, tek renkten çok renklere doğru yürür. Bununla beraber hükumet nüvesi de kuvvetleşir. Mü. rekkepleşmiş olan içtimaî hayatın mürekkepleşmis ve çoğalmıs olan ihtiyaçlan cemaat reislerinin vazifelerînin genislemesini ve hükumet daha az iğrenç olur, çünkü bütün bunlar «san'at namına» yapılmaz. PEYAMt SAFA Ah, rezil sahtekâr, rezil sahtekâr! Dudaklanmı dişlerimle gemîre rek düşünmeğe başladım. Bu türlü insanlardan, sahtekârlardan nefret ediyordum. Bunların gece yanlan evlere giren hirsızlardan ne farkları var? Onlar para ve mücevher çalı yorîar, bunlar namus! Para ve mücevher yerine konur ama namus bir kere elden giderse ne fayda? Ah, iyi ki vaktinden evvel akhm başıma geldi. Belki ben de o serseriyi Andre Roan zannederek tuzağma dîisecektim. Kendimden bile, sinemadan bile nefret ediyorum. Ne kadar beyaz perde varsa parçalansın, böyle serserilere kefen olsun inşallah! Hiç kabahati olmadıgı halde o Andre Roan'ın kendisinden de nefret et meğe başladım. Hemen yerimden kaiktım, koştum, sinema albümümü aldtm, masanm üstünde açtım rc o serserinin hediye ettiğile beraber Andre Roan'ın ne kadar resîmlerî salâhiyetinin gittikçe büyümesini icap ettirir. Beşeriyet tekâmülünün bu sey ruretini seyrederken biz daima iki hâdisenin yanyana yürüdüğünü görüyoruz. Bir taraftan ferdin mütemadiyen inkişafını, diğer taraftan da bununla muvazi olarak devlet sa~ lâhiyetlerinin genislemesini. îçtimaî nizam kendi ahengîni işte cemiyetle fert arasında bu mu vazeneyi tutmakla temin etmeğe çalışır. Hakikatte yaşıyan ve tekâmül eden cemaatlerde ileriye doğru gidişin itici ve sürücü âmili ferttir. Cemaatler mahiyetleri îtibarile istatistikdirler. Dinamik olan ferttir; fil • hakika fert hareket kuvvetlerini cemaatten alır. Fakat böyle bir fert yetişinciye kadar bu kuvvetler saklı ve gizli kalmaktadırlar. Ferttir ki kuvvetlerin zuhuruna vasıta olur. Fertle cemaat arasındaki bu iç münasebet tıpkı tabiatle her hanri bir motör arasındaki münasebete ben zer. Sudan buhar almak için bir dinamoya ne kadar ihtiyaç varsa öyle de cemaatleri yürütmek için fertlere ihtiyaç vardır. Tarihte yapılmiş olan bunca icatlar, ihtiralar, kerifler, bunca içtimaî ve fikrî ilerlemeler arasında hangisi vardır ki bir cemaatin heyeti umumiyesi tarafmdan meydana çıkarılmiş olsun. Bütün bunlan yapan fertlerdir. Vakıâ fert yaptığınm malzemesinî muhitten alır, fakat bu dağmık malzemeyi toplayıp sintez haline koyan fert zuhur edinciye kadar onlar avare kaknaktadır. Eğer bir cemaat durgun bir hale gelmiş ise, eğer onda ilerlemek hamleleri durmuş ise, eğer nesiller birbiri ardınca gelerek yaşayış tarzmda bir değişiklik olmıyorsa o cemaatm içinde ferdin ölmüş olduğuna, yani itici ve dinamik kuvvetin tükenmiş buiunduğuna hükmedilebilir. Nasıl ki ferdin inkişafma meydan vermiyen Şark'ta bu halin asırlarca devam etmiş olduğu müşahede olunmaktadır. Şunu da ilâve edelim ki: Fert muhitten almış olduğunu aynen geri vermekle kalmıyor, yani sırf otomatik bir sintez aleti değildir. Ayni zamanda da almış olduğuna kendismden bir şey de ilâve ediyor. Başka tabir ile fertte yaratıcı bir kuvvet te vardır. Falân fikir, falân hareket, falandan türediği zaman bir şekil alıyor. Falandan da türediği zaman başka bir şekil alıyor. Bu şeki'ler fertlerin kendilerinin, kendi şahsiyetlerinin malıdır. Rikardo «fazlai kıymet» kanununu, Nevroton ccazibe» kanununu keşfederken bu keşiflerin ana malzemesini, yani iktisadiyata ve mihanike ait malumatlarını muhitlerinden aknışlardu Fakat işte aldıklarını bu kanunları ilâve ederek geri vermişlerdir. Keza Luter çıkıp ta 17 tez ile Roma'ya karşı gelirken hiç şüphe yoktur ki Roma hakkmda ta Jan Huss zamanmdanberi muhitte dola • şan fikirlerin tesiri altında bulunuyordu. Fakat o 17 tez ve tncil'in almancaya ilk defa tercümesi Luter'indir. Mustafa Kemal zuhur ederken Türk muhitinde bir kurtuluş cereyanı vardı, fakat bu cereyana bildiğimiz istikamet ve mahiyeti veren Mustafa Kemal'dir. Mustafa Kemal zuhur etmeyip te cereyan başka ellerde kalmış olsaydı, kim bilir ne şekil alır ve nereye varırdı. Demek ki cemaatlerin ve devletlerin ileriye doğru yürümeleri ve inkiçaflan için birinci şart dinamik kuvvet olan fertler için hareket ve inkisaf imkânıdır. Fertlerini bu imkândan mahrum eden muhitler kendi kentfilerini de durgunluğa mahkum ederler. AĞAOĞLU AHMET varsa ayırdım. Pakize hayretie bakarak sordu: Ne yapıyorsun? Görürsün şimdi! Ayırdığım resimlerin hepsin< bi rer birer parçalamağa başladım. Parçalan ayaklarımm altma aiıyoır, eziyordum. Pakize gene gülmeğe başladı. Ben bu kadarla hmcımı alaraamıştım, öteki resimleri de parçaiıyarak yerlere atıyordum. Halının üstü yüzlerce mukavva parçasile dolmuştu. Pakize ellerîmi yakaladı: Ayol, ne yapıyorsun, yazik değil mi? Bunlara o kadar para ver din, ne yırtıyorsun şimdi? öfke ile bağrrdım: Sus! Sen karışma!. Şimdi bana kalkıp bu münasebetsiz şeylerı müdafaa mı ediyorsun? Kahrolsunlar! Ayol bırak, yazıktır, dur!.. Ben dinlemiyordum. Pakize ue aramda bir didişme başladı. O sırada koca albüm büyük bir gürlütü ko pararak masanm üstünden yere yu tngil&ltsr ne diyor? Japonyctntn kanaati Londra 19 (A.A.) Tahidi teslihata müteallik tngiliz teklif'prinin Berlin 19 (A.A.) Havas Ajansı muhabirînden: Bir çok liberal gazeteler gibi, Sir John Simon nutkundan sonra Al manya'nın teslihatın tahdidi konferansına avdet etmesi lüzumtma kail olan Vossische Zeitung, şöyle diyort cBoş bir sandalya, pek çok şcy yapabilir. Fakat müzakeratta bulunamaı» diye yazmaktadır. Fakat hükumet mehafili i!e M. von Schleicher*in fikri bu değildir ve mumaileyhin organı olan Taeglîche Rundschan, tngiliz'lerin tekliflerini ve bHhassa siyas! maddeleri kâfi bulmamakta ve bu maddelerin Fransız taleplerine karşı büyük fedakftrIıklar kabul etmekte olduğunu yazmaktadır. Bir de askerî tayyareciliğe müteallik tedbirler, müsavat pren sibini hesaba katmaTnaktadrr. Dünkü Meclis içtimaî Beş kanun lâyihası mü zakere olundu Ankara 19 (Telefonla) Mecli» bi'^ün 14 te Hasan Beyin riyaseti alpnda toplandı. Hayvan sağhk zabıtası kanununun 60 ıncı maddesinde mezkur heyetin tazminat zabıtlarının damga resmi kanununda tnevcut muafiyet faslınm 20 inci maddesinde yazılı evraktan addolunması hak . kmdaki lâyfha müzakere ve kabul edildi. Mekteplerde okutulan askerî dersler hakkındaki kanunun temdidine dair lâyiha bu dersler muallimle rine verilecek ücretler karşılığı 932 Maarif bütcesine konulmuş oldu • ğundan tayini muameleye mahal olmadığı kararile ~eri verildi. Seyrisefain memurlan ücretleri nin tevhit ve taadülü kanun lâyi hasınm idarenîn gerek teşkilât, gerek faaliyet itibarrle başka bir şekle getirlimesi mukarrer bulunduŞun dan tetkik ve müzakeresİTide fayda görülmediği hakkındaki Bütçe enctimeni fnazbatası kabul olundu. Tütün tnhisan 932.933 bütçele rfnde 500,000 liralık münakale icrasına dair lâyiha müzakereye mevzu teşkil edemiyeceği kararile ka bul olunmadı. Bundan sonra nahiye müdürle rinin nayvan bedellerinin ilgasına dair lâyihanm birinci maddesi müzakere ve kabul olundu. Kanunun 2 mci maddesmin Da • hiliye Vekilinin huzurile müzakeresi kararlaştınlarak celse pazartesi gününe bırakıldı. Borçlar meclisi Fransız hâmillere te dîyat yapacak Paris 19 (A.A.) Osmanlı borçlan idare meclisi, borçlara ait tediye edllen ve şimdi elde bulu , nan bütün paralan birinci kanunun birinden itibaren hâmillere dağıtmağa karar vermiştir. Bu paralar »unlardtr: Şark devletleri hesabına on milyon beş yüz bin Fransız frangıdır. Bu para bu devletlerin 25/5/ ve 25/11 taksitlerine ait hisselerinin yekunudur. Türkiye'nin hissesi olarak 8,200,000 franktır. Bu para Türkiye tarafmdan 1931/1932 seneaine ait Türk lirası olarak yatı I rılan paranın tutarıdır. Diğer devletler, hiç bir tediyatta bulunmamışlardır. Türk hüku meti . murahhasile müzakerelere devam olunmaktadır. Kontenjan liste Ve kararnamesi Heyeti Vekile bugün müzakereye başladı Ankara 19 (Telefonla) Kon • tenjan komisyonu bugün de tktisat Vekilinin riyaseti altında toplandı ve yeni listenin tetkikine devam ettL Yannki Heyeti Veküe içtimamda yeni liste ile kararnamenin müza keresi muhakkak gibidir. îktîsat Vekâleti kontenian işl«»rinî bitirdikten sonra vapurcular ve Seyrisefain işleri ile mesgul olmağa baslıyacaktır. Emniyet işleri müdörlüğönde yeni tayinler Ankara 19 (Telefonla) Emniyet Umum müdürlüğü muavinliğine ve birinci şube müdürlüğüne Birinci Umumî Müfettişlik asayiş Müşaviri Şükrü, 6 ıncı şube müdür muavinliğine 5 mci şubeden Şükrü Beyler tavin edilmişlerdir. Kars Vilâyeti emniyet işleri müdürlüğüne Samsun sabık polis müdürü Zekeriyya Bey tayin olun muştur. Bursa'ya kar yağdı! Bursa 19 (Husıuî) Bugün Bursa civarına bir miktar kar yağmıştır. Hava soğuktur. Cumhuriyet Nüshası 5 Kuruştur Divanı Muhasebat lâyihası Ankara 19 (Telefonla) Ön3müzdeki hafta Mecliste Divanı Muhasebat teşkilât ve vezaifinin ifasma dair olan lâyiha müzakere edilecektîr. Troç'ai, Napoü'de Napoli 19 (A.A.) Troçki ve zevcesi ile iki kâtibi ve iki dostu . nun binmiş olduklan Praga vapuru saat 6 da Napoli'ye gelmiştir. BÜYVK Abone • şeraiti • Seneîik AUı aylık Üç aylık BİT avhk Turkive içitı için 1400 Kr. 750 400 1R0 2700 Kr. 1450 800 Yokttrr Vallahi öğünmek için uydur muştur. Göğsünde uyumadm mı onun sen? tnkâr ettim: SERVER BEDt Hayır, haşa, o pis münasebet • sizin göğsüne kusayım. , Vay, Sadık! Çıtkınldım! NeBen sînhraıden yerimde duramı Pakize'nin sözünü birdenbire kesrelerdesin? yordum. Hemen evd«n çıkarak bir thn: Diye bağırmasından korkuyor, en otomobile atlamak, o çıtkınldım Sa Aman şu pasaport mes'elesini kısa yerlere bile seni otomobille gödık'ra evine gitmek, basmı gözünü anlat... Bir de o resim... türüyormuş. yaralamak istiyordum. Sahiden ben Ha... O resim... Ben sana de Sahi... Ben de şaşıyordum, ne saf şeymişim! Bu kadar budalamedim miydi?.. Tıpkı dediğim gibi bahçe ile apartımamn arası ne ka mıyım ben canım? Olamaz ki... Ardarcık yer?.. Oraya bile otomobil tu olmuş... Resmi bir sinemadan almı» kadaşlarla lâdes tutuştuğumuz va ve altıni yazıp sana vermiş. Nere tuyordu. kitler hep ben aldatırım; beş taş oyden tanıyacaksin sen Andre Roan'ın tşte hep yakayı ele vermemek narken hep ben kazanırım» Bunlar yazısmı?.. için. Fakat bir kere siz bilmem ne abdal harcı şeyler mi?.. Hayır! Be Peki, ya pasaport? nim gözlerimi şu sinema bürüdü. Sa reden otomobile binmişsiniz. Şoför o Arkadaşınm pasaportu. f smini nu tanıyormuş. tsmimi söyler, türkçe hiden deli divaneye döndüm, bastı • ecza ile silmiş, yerine başka isim yazhitap eder diye ödü patlamış. ^ ğım yeri göremez oldum. mış. Resmi de öyle değiştirmiş. Bak, bak, bak... Pakize anlatmağa devam ediyor Fakat resmin üstünde mühür Derken ef endim, seninle aijardu: vardı. tımanda pruvalara başlamış. Neler Senm yanında, yollarda hiç ya Rasgele bir mührü okunmıyade neler! Sen bana bunları anlatmayan yürümek istemiyormuş. Bir tadın. cak surette basmıs. nıdığı karşı sma çıkar dat Sinema Delisi Kız HtKÂYE: Sl varlanmıştı. Pakize elimdeki bir deste kartpostalı kurtarmak için benimle halâ çekişirken kapı açıldı ve içeriye babam girdi. Bîze evvelâ hay retle baktı. Yüzünde büyük bir öfkenin uyandığını gördüm. Mes'eleyi anîamamıştı. Belki de Pertev mes'elesi için benim Pakize ile ciddî bir kavgava tutuştuğumu sandı, ustüme yürüdü: Bu ne hal? Utanmaz! diye ba ğırdı. Hemen bağırarak cevap verdim: Ben sinema resimlerini yırtı yorum, Pakize bırakmıyor. Babam tabiî işittiklerine inanmıyarak Pakize'nin yüzüne baktı: Ne oluyor, Pakize Hanım? diye sordu. Efendim, sînema resimlerini yırtıyor, yazık değil mi, bunlara hep para vvrmiş. Hiç olmazsa çocukl&ra veririz de sevinirler. (Mabadi var}

Bu sayıdan diğer sayfalar: