»1/ Teşrinisani Cumhuriymt SON TELGRAFLAQ ! Bana kalırsa Kötü bir tercüme münasebetile j Devîet ve fert 4 ©ÜNÜN AKİSLEPİ Iki şöhret 1932 senesinin ilk gününden temmuz nihayetine kadar geçen sekiz ay içinde, Türkiye'de kaç kitap basılmış, biliyor musunuz? İlmî, edebî, fennî, içtimaî, ikti • sadî, tarihî, siyasî, büyük, küçük, hepsi 180 tane! Demek ki, yalnız okumuyor değil, yazmıyoruz da... Niçin okumuyoruz, niçin yazmıyoruz?. Sebep meydanda: Okumanın, yazmanın bir tehlike olduğunu bildiğimiz için! Hangi meslek vardır ki, şöh reti servetle beraber gelsin?... İşte KarakÖy'deki meşhur bö • rekçi... tşte Balıkpazarı'ndaki meşhur Kurukahveci... İşte Bahçekapı'daki meşhur Şekerci... işte Sirkeci'deki meşhur Tavukçu... tşte meşhur terziler, perukârlar, ahçılar, mahallebiciler... Hepsi, şöhretlerinin temeli ü«tüne, birer, ikişer, üçer apartıman kurmuşlardır! Fakat, hangi meşhur âlimi • miz, hangi meşhur şaiirimiz, haif gi meşhur ressamımız vardır ki, şöhretlerini, omuzlannı ezen bir günah gibi taşımasınlar?. Süleyman Nazif'in, sobasız bir; kış odasında on parasız Can ver > diğini duyan; Mahmut Sadığ'ın, pencereleri perdesiz, döşemesi halısız çıplak bir evde devletin yardımile son günlerini yaşadı ğını bilen; Mehmet RauFun, resmî bir hastane koğuşunda gözIerini yumduğunu işiten bir nesilden, bu korkunç misaller karşısında bile okuyup yazmağa rağbet göstermesini istemefc: için, hafızalar üstundeki izlerin, banyo edilmemiş bir fotoğraf kâğıtındaki hayaletler kadar uçucu olduğunu zannetmek lâzımdır.. Kitap, kalem... Ne zahmet efendim, ne zahmet... Gelinizj bir Yo Yo oynıyahm! Alman'lar Fransa'nm yeni plânını beğenmediler «Bu plân tahdidi teslihat işini geciktirecektir« diyorlar Berlin 16 (A.A.) Wolff ajansından: Doğru malumat sahibi mehafillere göre Fransız proiesinin şekil ve mahiyeti geçende M. Herriot tarafın dan söylenilen nutkun hâsıl ettiği iyi tesirleri hayli zayıflatacak gibi görüniiyor. Mezkur mahfellerin mütaleasınca Fransız plânmdaki bütün unsuriarın ve bahusus hukuk müsavatı mes'elesinin gayet derin surette tetkik ve tatniki elzemdir. Hukuk müsavatı, ancak Wersajlles muahedesinin 5 inci kısmının mer'iyetten iskatı suretile temin oluna bilecektir. Heyeti umumiyesi itibarile Fransız plânına, Cemevre protokolunun yeni bir tefsiri nazarile bakılmaktadjr. Çünkü, rüâhları bırakma mes'elele rinin muhtelif safhaları ancak Fransız nokta' nazannda mevcut siyasî ve askerî zaruretler itibarile tahlil «•dilmektedir. Salâhiyettar mahfellere göru, Fransız piânı büyük bir noksan göstermektedir. Bu noksan ise derhal tatbîki iltizam edilen tedbirlerin tahakkukumm uzun müddee bağlı olan diğer bir takım tedbirlerin icrasına tabi bulunmasidır. Bundan başka hacimleri 10,000 tondan falza olan gemilerin orta dan kaldırmasi mes'elesi nazarı itibara alınmaksızın donanmaların beynelmiiellestirilmesi keyfîyetine Fransız projesinde müsteana bir ehem miyet verildiği kayıt ve müşahede olunmaktadır. Bu suretle tanzim edilen bir plân Fransa'nın kendi ordusumın diğer ordulara karşı faikiyetini muhafaza kaydında bulunduğu hissini uyan dirmaktadır. Plânm tetkikinden Fransa'nın elyevm mevcut olan siyasî vaziyetten istikrarmı ve bu istikrarın bekasını Versailles muahedenamesinin 16 mcı maddesine tevfikan ancak kendi kuvvetlerile temin etmek istedigi anlaşılmaktadır. Fransız plânınm tatbikından hâsıl olacak teşevvüşlea, silâhları bırakma konferansının mesaisini haleldar etmekten hâli kalmıyacaktır. Fransız plânınm kuvveden file çıkarılmasi silâhları azaltmak ame. liyesini geciktirmekten başka bir şeye yaramıyacaktır. İngUiz'ler kızdılar Cenevre 16 (A.A.) Havas ajan. sı muhabirinden: Terki teslihat konferansındaki salâhiyet sahibi lngiliz mehafilinde, Sir John Simon'ım ancak per sembe günü tngiliz noktai nazarını izaha karar vermis olduğu soylen . tnektedir. Sir John Simon'un bu karan, Fransız plânınm neşrinden sonra Berlin mehafüince ittihaz olunan hattı hereketle alâkadar değildir. Esasen bu hattı hareket, tngiliz hariciye naztrı üzerinde büyük bir «uitesir yapmıştır. Berlin'ce, Fransız plânına karşı sarfedilen haksız ve mevsimsiz tenkitler hakkında sureti umumiyede iğbirar gösterilmektedir. Ne Sir John Simon, ne de tngil tere hükutneti Fransız tekliflerinin heyeti umumiyesine müsait olan noktai nazarlarını tadil etmiyecek. lerdir. Kadrocular ve Demokrasi «Kadro ve inkılâp» demokrasiyi söyle tarif ediyor: «Muasır ilimde demokrasi cemîyet dahilinde bütün kabiliyetlerin ahenktar ve mütevazin inkişafına îmkân veren makul bir içtimai nizam dır.» [Sahife 841 Bu tarif oldukça doğru ve sarihtir. Demokrasinin milletlere ve umum beşeriyete temin ettiği faidelere gelince: Cene ayni eser diyor ki: «Demokrasi kendinden evvel gelmis olan bütün nizamlann en mükemmeli ve besere bir a sir içinde bütün insaniyet tarihinin veremediği kadar mahsul vereni olmak itibarile kendinden evvelkilere nisbeten elbette ki bir terakki hamlesidir, ileri bir nizamdır.» Maamafih ve bütün bu faidelere rağmen Kadrocular demokrasi taraftarı değildirler. Buniar bir iki memleketi misal gos tererek demokrasi nizamının her tarafta çüriimekte ve terkedflmekte oldu ğunu iddia ediyorlar. Bunlann Fransa, tngiltere, Amerika ve bütün Şimal devletleri gibi sağlam ve salâbetli cemiyetleri buakıp ta misal i binbir keftnekesler içinde yuvarlanan ve bir türlü muvazenelerini buiamıyan muhitlerde aramalan aynca dîkkati calip bir noktadır. Maamafih, gösterdkleri memleket lerde dahi demokrasinin çürümüş olduğunu ve terkedildiğini isbat için Kad rocular esash ve mukni deliller geti • remiyorlar. Hakikatte Kadroculann demokrasiyi sevmemelerinin sebebi bu nizamın istinat ettiği esashr. Malumdur ki demokrasi her türlü kabilivetlerin mkisafına maniastz v e pürüzıüz sahalar açan ferdî hurriyet temeli uzerine kurulur. Kadrocular ise ferdî hürriyetten hoslanmıvorlar. bu husustaki ideallerini şu cümle ile ifade ediyorlar. «Cemiyet içinde ferde adeta onu cemiyetten ayıran bir hurriyet vermek değil; cihan içinde millete hak ve ferde de bu hür mfflet içinde iş ve vazife vermek idealdir.» Sanki klâsik demokrasiler cihan içinde millete hak vermiyorlarmış? Sanki tngiltere, Fransa, Amerika, tsviçre, tskandinavya ve sair demokrat devletler cihan içinde milletlerini haktan mahrum ediyorlarmıs!. Bu gibi keDme ovunlarîle bir terin ismh v* mUdaf«ı« edîldiri »mnolanuyorsa aldanılıyor. Hürriyetin ferdî milletten ayırmasına gelince: Hurriyet ferdi milletten ayırmaz; bilakis fertlerm yekunundan ibaret olan cemiyet azası arasmda kınlmaz ve cozülmez bir tesanüt sebekesı kadınlar tarafından bile anla şılmak ve sevilmekle maruf bir filozoftur. tşte, kadınlar kadar bile felsefî bir metnin manasını anlamıyan Mehmet Emin Bey, Darülfünuna felsefe profesörü ve Yüksek muallim mektebine de müdür ol muştur. Halbuki Fransa'da Bergson'u anlamıyan bir adamı Da rülfünun felsefe «ubesine profe sör ve Yüksek muallim mektebine müdür olarak degil müzakereci, hatta talebe olarak bile almazlar. Bu zat, fazla olarak, bir de Yeni Türk mecmuasını idare eden başlar arasındadır; hayatı devlet hazinesine kırk bin liraya malolan (Hayat) mecmuası da onun beceriksiz ellerinde kapanmıştı. Halbuki Mehmet Emin Beyin eline bir felsefe kürsüsü, bir Yüksek muallim mektebi, bir mecmua değil, hem fransızcayı biraz sökebilmesi, hem de felsefî yazılan anlamıya biraz alışa bilmesi için ancak Lâfont^n hikâyeleri verilebilir! PEYAMİ SAFA kurar. tçtimaiyat ilmi, hürriyetten mahrum azalardan mürekkep iptidaî cemiyet lerle hür fertlerden müteşekkil mütekâmil cemiyetler arasındaki tesanüt farklarını çoktan kaydetmiştir. İptidaî cemiyetlerde tesanüt mesa inin müs^b°hetinden doğar ve bu te sanüt zâhfrî ve mihanikidir. Meselâ: Bir kabilede bütün kabile erkekleri a y ni islerle meselâ gazve ile, hayvan gütmckle mesgul olduklan gibi bütün ka bile kadmlan da avni islerle, meselâ evde çocuklara bakmak, yiyecek hazırlamak, ayni mahivette iptidaî tezgâhlar kul lanarnk evin ihtiyaçlanm tatmin ede • cek islerle mesgul olurlar. Burada ferdî kabiiiyetler, itiyat, an'ane, prejuje ve saire gibi bir çok zmcirlerle baelan • mıs, kendflrîne serbest cevelângâh bulamaz. Nesüler nesiilerin ardmca gider, muhitte değisiklik olmaz. Mütekâmil cemiyetlerde ise tesanüt biiâkîs iş bölümü esası üzerine müste nittir. Burada tesanüt denmidir, kim • yevidir. Burada fert ihraz etmis olduğu hürriyetler sayesinde kabiliyetleri icin serb*»st cevplânpâh bulur ve bu kabi livetler eittikçe inkisaf eder^k nihayet ihtisas derecesine vanr ve bu suretle fertler adeta yekdiğerinin mütemmimi olurlar. H°rkes komsusunun mesaisine muhtaç olduğunu his ve idrak eder ve bBtün cemivet fertleri arasmda bu mö tek^bii ihtivaç ve merbu+iyet dolayısile oyle bir zincirleme sebekesi kurulmuş olur ki birisinm mesaisine varit olan her h?ngi bir teşevvüs ve bozukluk derhal diŞerleri uxerine »>kseder ve cümlesini rahatsız kalır. Ve bu ictimaî rahatnzhk; bozukluga meydan veren sebep k^ldffilmadıkça devam eder. Meselâ: Farze diniz ki bir sehirde h<«r hanei bir sebep dolayısile ekmekçilerin mesaisin de durgunluk hasıl oluyor ve bunlar işliyemez oluyorlar. Bütün .«ehir halkın da hnsule gelecek r»hatsız'>3'in ve aksülâmelin derecesmi kolayiıkla tasavvur edersiniz. Kabilede ise böyle bir hal vukua gelmer. Cünkü: Orada is bölümü iptidaî bir h?1dedir. Her aüe kendi ekmeğini Itendisi pişirir. binaer,?1»vh bunlardan birisin<* arız olan illet diğeilerine aksetmez. Di&erlcrini rnhatsız kılmaz. Yanı burada fertleri birbirine baehvan de • runî ve bünyevî merbutiyet henüz husule (relmemistir. Cemaat yükseldikçe ve hurriyet sayesinde is bölümü arttıkca bu merbutiyetin kökleri her tarafa dal budak salar ve fertleri biribirine kırılmaz havatî alâkalarla bağlar. Bütün bu müsahedelerden çıkarıla cak netice sudur: Fert inkisaf ettikçe yani fert hürriyptlerini eline alarak mesaide tenevvÜ ettikçe fertleri yekdiğerine bağlıvan iplerm adedi çoğalır ve bu adet nisbetinde cemîyet arasmda tesanüt ve vahdet teessüs eder. tşte bunun içindir ki esas ve istinatgâhı ferdî hurriyet olan demokrasinin galebesile her ycrde ve her muhitte millî vahdet cerevanlarımn başladığını müşahede ediyoruz. Muasır millî grupmanları ve muasır milliyet cerevanlan sirf demokrasinin mahsulüdür. Nasıl ki demokrasinin galebesinden evvel tarihte mülî cereyan lara tesadüf olunmuyor, övle de gavet tnbiî ve mantıkî olarak demokrasiyi inkâr eden m»Th°nIerin düsti"larmdan baslıcası milliy»»ti ink? ve «dünya vatanım ve beşeriyet milletim» şianndan ibarettir. Binaenalsvh Kadrocularin guva hurriyet ferdi cemiyetten ayırıyormus tarzında^i iddiaları hakikatin tamamen aksidir. Buna rağrn"rı K^drorttar sıkılmıyor lar, hiicum edivorlar. Bunlar diyorlar ki: «Bir takım kücük, dar ve dağınık fert menfaat'erinin bütün kabilivetleri kıran kasvetü havası içinde değil, hudutları vatanm ^ıfuklarına sari sen ve müferrih bir millet camiası içinde is sahibi olmanın heyecanmı duymıyanlar kendi miskin çerçevelerinde kalsmlar!» Cümle oek parlak ve sairanedir. Fakat ne çare ki iktisadiyat ve içtitrrmek için: Peki, dedim, anladık işte, anladık, herif Andre Roan filân değilmiş, serserinin biri imiş, peki, sonra ne olmuş? Pakize biraz kendini topladı, gözlerinden boşalan kahkaha yaşlannı sildi, «a...y, a...y» diyerek son kahkaha artıklannı da içinden dışarı attıktan sonra doğruldu ve anlattı: Sonra siz bahçeden dışarı çıktınız, haydi biz de arkanızdan! Siz bir otomobile bindiniz, biz de. Siz o senin prova yaptığmızı söylediğln apartımann gittiniz. Biz önündem otomobille geçtik, uzaklaştık. Fakat orasını ihtiyaten öğrenmiş bulunuyorduk. Ben parmağım ağzımda kalarak mırıldandım: Aman Allahım!.. Sizin gibi pişkin insanlar hiç görmedim.. Pertev de senden aşağı kalmıyor. Fakat onu gene r«n teşvik e*m«şsn»dir. Mel'un domuz! Sürün inşallah! E... Sabık Maarif Müsteşan, Da rülfünun felsefe profesörü ve Yüksek muallim mektebi müdürü Mehmet Emîn Bey, Yeni Türk mecmuasmda ilâve olarak, Bergson'un son eserini tercüme ediyor. Daha ilk forması çıktığı vakit bu tercümede bazi yanlışlar bulunduğundan bahsedenler olmuştu. Aslı ile karşılaştırma dığım için Mehmet Emin Beyîn tercümesi etrafında söylenen sözlere, bütün rivayetlere karçı duyduğum şüpheyi kalkan olarak kullandım ve ehemmiyet vermedim. Fakat, işte, müdekkik dothım Nurullah Ata, Milliyet gazetesînde iki makale ile daha ikinci forması çıkan bu tercü menin bütün yanlışlarını ortaya döktü. Anatole France bir eserle tercümesini, bir kumaşın yüzile tersine benzetir; yeni îtalyan mu harrirlerinden biri de, bir eserle tercümesi arasındaki farkı, bir tabiat parçasile tasviri arasın daki farka benzeterek der ki: «Bir adama güneşi tarif ederek hararet vermek ve nezîesini te daviye çalışmak ne ise, tercüme ile bir eserin aslını anlatmak ta odur.» En iyi tercümelerin mu kadderatı için bile söylenen bu sözler, Mehmet Emin Beyi biraz mazur gösterebilecek gibi görünüyorlar; fakat Nurullah Ata'nm bulduğu yanlışlar, Bergson tercümesini bir tercüme olmaktan çıkarıyor, okuduğunu hiç anlamıyan bir adamın uydurma ibarelerinden mürekkep sahte bir eser haline sokuyor. Bir çok misallerden en kısasını alalım. Bergson'un şu ibaresi: «Les preceptes moraux, imp liques dans les jugements de valeur.» M*lım«t Emin Bey kunu »oyle tercüme etmiş: «Ahlâk kaidelerinin icap ettirdiği kıymet hükiimleri.> Halbuki aslımn manasî tamamile aksidir ve bence şöyle olmak lâzım gelir : «Kıymet hükümlerinde mündemiç ahlâk kaideleri » Mehmet Emin Bey, bu kadar ters bir tercümeyi müdafaa için «ha Alihoca, ha Hocaali!» di yemezî cünkü, en ipftidaî kültürü olanlar bilir ki, ahlâk de diğimiz şey kıymet hükümlerinden çıkar; kıymet hükümleri ahlâk kaidelerinden çıkmaz ve Bergson gibi bir filozoftan böyle skolâstik bir mülâhaza beklenemez. Demek ki mes'elenin «ta vuk mu yumurtadan çıktı, yu murta mı tavuktan?» gibi *di bir diyalektik oyununa da ta hammülü yoktur. Bu tercüme bize yalnız Mehmet Emin Beyin farnsızca bilmediğini isbat etseydi zararı daha az olurdu; fakat görüyoruz ki mütercimin orta münevverlere mahsus umumî bir kültürü de yoktur. Okuduğunu anlamıyor ve anladığı şeyin ilmî hiç bir manası olmadığının da farkında değil. Halbuki Bergson, hem sisteminin cazip taraflarile, hem de sade ve san'atkârane üslubile Pakize, dogTU söyle, yoksa o dada ne kadar eşya varsa hepsini kafana atarım! Pakize gülmekten kırılıyordu: Vallahi, billâhi dogru söylü yorum. tnanmazsan Pertev aşağıda, çağıralım, soralım! Benim kollarım birer kırılmış dal gibi aşagı düştü. Kalakalmışhm. Gözlerim daldı. Aman yarabbi! Neler işitiyorum! Sahi mi söylüyor bu kız? Yoksa bana muziplik mi yapı yor? Andre Roan nerede, Çıtkırıldım Sadık nerede? Şimdi çat diye ortamdan çatlıyacağım! Vay mel'un, vay rezil, vay edepsiz, vah hain, vay çapkın, vay serseri, vay yüzsüz, vay münasebetsiz, vay, vay, körolasi Çıtkırıldım Sadık! Pakize benim yü zümdeki öfkeyi gördükçe iki yumruğunu da karnına basarak, adeta başı dizlerine vuracak kadar boğularak gülüyordu. O güldükçe benim tepeme kan çıkmağa başlamıştı. Sus! Hınzir yezit, sus! Gül Von Papen ve Alman fırkalan Amerika fikrini Değiatiıiyor YUSUF ZtYA Fırkalar Başvekilin da • Harp borçlannin ilgasi taraftarları çıktı vetini kabul etmiyorlar Berlin 16 (A.A.) Başvekil Von Papen, bugün Berlin'e avdet et miştir. Mumaileyhin siyasî fırkalar rüesası ile yapacağı muzakereler yarın başlıyaeak ve ihtnnal bütün gün devam edecektir. Başvekil perşembe akşamı cenubî Almanya'ya hareket edeceğin den Reisicumhura vereceği raporu ancak pazartesi günü takdim ede bileceği söylentnektedir. Berlin 16 (A.A.) Sosyal de mokratlar Alman Başvekili ile müzakeratta bulunmaktan istinkâf etmektedirler. Sosyalist fırkası, M Von Papen'in davetine icabet et memeğe karar vermiştir. Fırka, yeni bir temerküz hükutneti te»kili müzakeratma jririşmek istemivor. Bu kararın verilmesine sebep olan şeyler Başvekilin sosyal de mokratlara karşı gösterdiği huşu net, Münih'te söylediği bir nutukta sosyalitsleri millet düşmanı diye tavaif etmesi ve sosyalistlerin kanaa tinee fırkalarla tnüzakerenin Baş vekile değil, Hindenburg'a ait bulunmasıdır. Di^er cihetten hali hazırda Mü nih'te bclun»» Hitler, M. Von Papen Ue müzakerat* girişmek hak kındaki kararında ısr&^ «tmektedir. Nevyork 16 ( A . A . ) ' Fransa ile tngiltere'nin borçlar hakkında vuku bulan müracaatleri dolayısile bir çok mühim gazeteler ve bu meyanda Nevyork Times ile Baltimore Sun bu möracaatin lehinde makaleler neşretmektedirler. Nevyork Times, şöyle diyor: «Borçlar, hali hazırda Fransa ile tngiltere'nin tediye kabiliyetinin fevkindedir. Fiatların düşmüş, ticaretin inhitata uğramış, beynelmilel istikrazların nihayet bulmuş olduğu şu zamanlarda ve bu ahval ve serait altında bizim yapacağımız şey, ya itilâfnameleri yeniden tet kik etmek, ve yahut borçlulann borçlarını ödiyemiyeceklerine hüküm vermektedir. Zha böyle hareket etmediğimiz takdirde fazla olarak cihandaki buhranın şiddetinden müteessir olmanuz lâzım gelecektir. Ticaretin % 1 nisbetinde salâh bul • ması, borçlann ilgası yüzünden kaybet • tiğimiz her seyi elde etmemize müsa ade bahşolunacaktır.» Hatta borçlann ilgastna düşman olan bütün gazeteler, bugün ayni mütaleayı serdetmektedirler. Nevyork 16 (A.A.) M. Roosevdt harp borçları gibi mühim mes'elelerin münakaşasında M. Hoover ile teşriki mesaiye karar vermesi üzerine bu hareketini tasvip eden yüzlerce telgraf almıstır. M. Roosevelt, henüz rahatsız olduğtmdan Reisicumhurla görüşeceği saati tayin edememişth. Başvekilin Söyliyeceği nutuk Ankara 15 Ankara Hukuk Fakül1 tesinin diploma tevzil merasimi cumarj tesi günü saat 15 te yapılacakhr. Baş»| vekfl tsmet Pş. Hz. bu merasimde eh< mivetli bir nutuk söyliyeceklerdir. Furugi Hz. nin teşekkOrleri Ankara 16 (Telefonla) İran fîi ^ riciye Naztn Furugi Hazretleri tsmet v« Kâzun Pasalar hazaratile Tevfik Rüştö Beye tesekkür telgraflan yollamıstır. maiyat gibi kuru ve soğuk sahalarda şiir faide ehniyor. Anlıyamıyorum; inkâr olunan, hürriyetten mahrum edilen ve cemiyet için de erimiş bulunan fert nasıl iş sahibi ol«/ bıiir?. Ve gene anlıyamîyorum, inkâr edHmi» ve hürriyetten mahrum kıluırnu fertlerden mürekkep bir eemiyet najıl şen v» müreffeh olın? Millet kelimesile ovnamıyahm! Bm kelime neyi ifade eder?. Bu mücerret mefhumun mahsus c«|»' hesi fert değil mi? Milletten, onun yegâne teşekkül unsuru olan ferdi alınır, ne kalır? Bedihîdir ki bu unsur inkâr edildiği ve hürri yetten mahrum lnlmdığı nisbette onun mahsuiü olan millet te inkâr edilmiş olur. tnkâr olunan ve hürriyetten mahrum edilen bir muhit nasıl inkisaf eder, nasd kuvvetlenir?.. AĞAOĞLU AHMET sonra? Sonra otomobilde Pertev bana dediki: « Dur. Sadık benîm Sabiha'yf tanıdığrmı bilmez. Zaten Avrupa'dan geldikten sonra da onu görmedim. Ziyaretine giderim. Bu bahsi a* çarım. Anlatır. Avantürlerini gizle mekten hoşîanmaz. Herkese, hele bana anlatmağa bayılır. Bu gece gider, onu göriirüm. Pakize bunu söyleyince artık d«yanamadım, avcumu onun ağzma kapadım: Sus, dedim, sus, kan, yetişir artık, iş buralara kadar geldi ha... Hep bnlik olup benimle alay edersiniz ha!.. Maşşallah!.. Aşkolsun size, aşkolsun size kırk yıllık dostlar! Artık Pakize'de gülmeğe takat kalmamıştı. Biraz daha gülerse bayılacaktı: (Mabadi var) BOYÜK HtKÂYE: 49 Sinema Delisi Kız SERVER DEDİ « Mekiep arkadaşın mı? Nerede! Paris'te mi? < Ne Paris'i canım? Burada, tstanbul'da! « Ay bu çocuk Türk mü? « öyle ya, ismi de Sadık, Çıtkırıldım Sadık! « Çıtkuıldım ım? « Evet! Galatasaray'da beraber okuduk. Narin bir çocuktu ozaman. Şık *.A gezerdi, biz ona «Çıtkınldım Sadık» derdik. Şimdi de aramızda bu Sadığ'ın bahsi geçtiği vakit, ötekilerden ayırmak için «canım hani şu Çıtkırıldım Sadık yok mu, o işte!» derîz. Pakize bunu söyleymce ben ya taktan yastığı kaptığım gibi havaya kaldırdıra ve bağırdım: Ayel, ne gülüyorsun, diye tekrar ettim. Gene kolumu sıkarak: Sus! dedi. Aman, onun yanında senin halin gorülecek şeydi. Neş'e içinde i • din. Sevîncinden yüzün kıpkırmızıydı, yarvaklarin şişmişti. O senin ko » luna ghdi ve bütün bütün uzaklaş tıaız, ben de Pertev'in koluna asıl dım: « Neye gülüyorsun, şimdi söyle, dedim. « Ayol, dedi, ben bunu tanırım. < Kimi, Andre Roan rolünü yapam mı? <*' öyle ya!.. Benim mektep ar kadasım! «Birdenbire anlamıvarak sordum: me! Yalan söylüyorsun! Benim Andre Roan'mıı kıskanıyorsun, yalan söylüyorsun! Evet, diyordu, ne Andre Roan ya... Kırk bir buçuk maşallah! Çıtkınldım Andre Roan! Çenen tutulsun! Meşhur «Mes'ele yok!» filmi nin büyük san'atkân Çıtkırıldım Andre! Yerin dibine bat! Sabiha Hanımm meftunu! Sabiha Hanıroa provalar yaptırıyor, filimler çekilecek, Sabiha H. yıldız olacak, göklere çıkacak, ben de yerin dibine batacağım. Bin parça ol! Türk'lerin Greta Garbo'su ve Çıtkırıldım Andre'nin sevgilisi, «dokunma bana Sabiha Hanım!» Alay etme, Pakize, vallahi şimdi saçlarını yolarım! Fakat Pakize kendini tutacak halde değildi. Yerlere serilecek gibi gülüyordu. Onu biraz kendine ge