EBOLFAZL (Hatevi) Altmış. yıl köşelere bucaklara kaçıp nam ve nışanını ortadan silmek istedi. Hiç bir kılık ve dış görünüş ifadesine bü- sindi yy Bir gün müthiş balçıklı bir'yoldan ge- çerken, müridi; onun ayağına bir çamur zerresinin bile yapışmadığını görüyor ve (Sidrestül-müntehâ) ya oradan ileriye geçemiyen, geçerse (kanadla. kadar dayanıp rının yanacâğını bildiren (Melek, aklın mü: messilidir — Bu radan ileriye nasıl geçilir? Sualine Cebrail şu cevabı verdi: * — Buradan ileriye âkılla geçilmez, aşk- la geçilir!: : dl e il sat Çöcuğa ana karnında ruh içiren, tohu- mu ateşler içinde çatlatan, ompulü nurla dolduran, Çin seddini yükselten; Süle; Di hesablarını vi hilkatindeki (OL!) hamlesinin biricik sırrı, bede her işi aşk yapacak, akıl hesab- lıyacaktır. Ve bunlar ek hiç de iyi ge. çinemiyecekler Akıl, cüceler oi A en becerikli cüce; fakat muhakkak ki bir cüce. Mesafele- ri karış karış ölçmeyi, zamanı tık tık say. tmayı; cücelere ökçeli © 3 p» 3 8 > e > bi — 3 3 &. # 3 bilir; fakat bir bir şeyi bilmez: Eğer kırk am ve tecrübe işaretile defterinde ka. yıtlı değilse, bir kere birin kaç ettiğini. : . “Fakat, bir büyüğün dediği gibi, ne sade. ee akilla olur; ne de büsbütün akılsız. .. Gerçek akılsız, dolayısile nasibsiz kim” dir bilir misiniz? Ne aklın altında kalıp da de aklın raya Calibeyma) dan aşk parmaklarile cidar pencereleri (o açama. dan turşuya dönen m Akılla aşk nasıl geçinebilsin?, Akıl, kemmiyetin uşağı; ve aşk, keyfiyetin me& zabu. elendi Adıdeğmez şeyhinin bu ihtiyarsız kerameti karşısında donup kalıyor. Ve sonra o, bir gün, halkanın kahra- manlarından bir topluluğun bir araya gel- diği yerde, kendi şeyhi tarafından en faz- la saygı ve alâka toplamış olarak garib bir gençe tesadüf ediyor. Bu genç, kılıkş- sız, kıyafetsiz, süklüm püklüm, başı “açık, zayıf ve bitkin bir halde... Şeyhine soruyor: — Bu kadar alâka gösterip başköşeye oturttuğunuz bu genç'kimdir? e cevabı alıyor: ın velilerinden biri... Bir veli ki, evliyalık ona tâbi, o evliyalığa değil... Keramet ve mârifet İgöstermeğe hiç de he- vesi yok... MÜMİN (Şirazi) Biri Hacce niyet edip Şiraz'a geliyor. Orada şeyh Mümin'e tesadüf ediyor. Se- lâm verip yanına oturuyor. Şeyh, kendisi- ne soruyor ç — Niyetin nedir? — Hacca niyetliyim. Bu maksatla Şi- raz'a geldim — Annen var mı? —— Evet! — Öyleyse dön geriye, annenin yanına NR a. > ! Adam, bu mukabeleden inciniyor. Bu hali gören şeyh — Neye müteessir oldun, diyor bizim yalınayak, başı kabak, tam elli Haccımiz var. 'Hepsini birden sana bağışladım. Haydi gönlünü hoş et ve annenin yanına d İ ABDULLAH (Herevil (Tefsirci) bu zattir. Evet, (Halkadan Pırıltılar) im başhca tefsire'si bu zat... C Tuğun'da irticali şiirler söyler ve zekâsının parlaklığiyle akranlarını sön - dürürdü. Gecelerce bir mum karşısında sabahlara kadar çalışır, çok defa yemek- lerini lokma lokma ağzına verirler, ken- disi yine çalışmakta devam ederdi. Ha- sı ve -ilmi görülmüş, işitilmiş cins- den değildi. Ezberinde üç yüz bin hâdis vardı, Arap şâirlerinden de yetmiş bin beyit... ! l Kendisi hakkında anlatıyor: uma günü gün batarken doğmu- sum... Bahar vakti... Baharı çok severini. Gül, çiçek ve meltem devri... zevcesi Hızır'ı görmüş ve şu hitabiyle bar #laşmiş: «Güneşin doğduğu yerden bat. tığı yere kadar bütün cihan Sü çocu”un sesiyle dolacaktır.» Bir mısraı: «Ezeldenberi su, kendi yatağı içinde akar.» Büyüklerden biri, minber üzerinde ko- nuşuyor; Abdullah (Herevi) minbetin dibinde oturmakta: —Ben artık gidiyorum! Ayağımı içe- ri çektiler, dışarda kalamam. Nice büyük- ler, ayakları içeri çekildikçe emaneti »i- den ele teslim ederek göçüp gittiler. Be- nim ayağım içeri çekilince yerime Abdul. lah gelecektir. Ve büyük zat, minberin dibindeki ç9- cuğu işaret ederek ilâve ediyor: — Abdullah dediğim, işte şu gördü. günüz çocuktur! EBU HAFAS (Kerveti) Hasta oldu. Onu ziyarete geldiler. Zi. yaretçilerin arasında birisi, şeyhin önün- de, ileri geri dâvalarda bulundu. Şeyh bu hale tâkat getiremedi. Gayretinden, ye - rinden sıçrarcasına üç kere: — Ya Hak! Dediğini duydular. Aradan bir saat ys. çince, şeyh yavaş yavaş üç kere istiğfar etti ve mırıldandı: — Ne kadar da zayıf düşmüşüm? Ve etrafındakilerden özür diledi. - 1: Tr EZ100137151 AZRETİ Ömer devrinde müslümanla- bir arlaık ums'tan alınan paranın iadesini emretti — Biz bu vergiyi, onları düşmanlarına karşı himaye etmek için aldik Madem ki wları himaye edemeyeceğiz, paralarını ken bildirmeli” dilerine iade etmeli ve vaziyeti z1 oplanmış olan yüzbinlerce altun ahali- ye dağıtıldı. Bu hareket Hıristiyanlar: ara- sında o kadar müthiş bir hayranlık ve rikkut uyandırdı. ki: — İnşali ve yine bize hâkim. olursunuz! diye bağırıştılar. Yahudiler de: Biz sağ kaldıkça Bizanslilar Hums” a siinmi dediler. * Böyleyken?: Adıdeğmez 5