beş şartından biri olan zekât... lekât ve iktisadi şartlarımız ;. *; AZANC durumu «hali, vakti ye- K rinde» nin hayli üstünde bir es- ki dostuma (geçen gün sordum: — Sen zekât veriyor musun? Mânasını anlamadığı bir şeyden bah - sedilmiş gibi hayretle yüzüme baktı: — Zekât mı dedin? — Evet! Zekât dedim! Müslümanlığın Unuttun mu? Hafifce kızardığını bana belli etmemek için mırıldandı: — Ha... Tabii, onu biliyorum! — Bilmek yetmez, dedim, malının z2- “ kâtını veriyor musun, vermiyor musun? Bir şeyler kekeliyecek. oldu: — Eğer zekâttan gaye, fakirlere yar - dim ise... Ben, onu... Sözünü kestim: — Tanrı buyuruğu açıktır! Zekâta tâ- bi malının kırkta birini muhtaçlara dağı- tacaksın! Dinine bağlı bir adam olarak tanıdığım muhatabım, dalgın ve düşünceli görünü - yordu. Bir üzüntü hali geçirdiği muhak- kaktı: — Evet, diye başını salladı, namaz, o- ruç, haç, zekât, kelimei şahadet... Bu 80- nuncudan başka #anki hangi vazifeyi ye- rine getirebiliyoruz? — Evet ama, ötekilerin hesabını Al- lah soracak. Zekât ise ayrıca kul hakkı sayılır. Yarın bir divanın kurulacağına, yâni bu perdenin bir de ardı bulunduğu- na inanıyorsan... Durakladı: — Yenicamide vaaz eden kürsü şeyhi edasiyle konuşuyorsun! — Hayır! Cemiyete karşı yerine geti- rilmesi bugün her zamandan ziyade ge- rekli olan bir Tanrı emrini hatırlatıyorum. Tek kurtuluş yolumuz, bul... Bir ara, kendisinden hemen oracıkta zekât tahsiline kalkışacakmışım gibi telâş- landı: i i — Kardeşim, bana gelinceye kadar bu memlekette 'ne zenğinler var! — Her koyunun kendi kacağından a- sıldığını bilmiyor &ibisin! Bir parça dinle benil Şeriatin emrettiği zekât, bugün için- la kat'iyülmüfat bir tedbir düşünülmesi.) Buraya kadar gözönüne serdiğimiz vesi- kalar, ikinci Abdülümidin, kendisine -işnat edilen suçlardan ne kadar uzak olduğunu ve nasıl bir iş seciyesi taşıdığını, ilmi bir kati. GM. Salâhaddin in de yaşadığımız günlerin ağır şartları al - tında, (farz) mahiyetini büsbütün yükselt. miştir. Zekâtı ödenmesi gereken bir mâ: nevi borçtan bilhassa şimdi, bir içtimai nizamın kurul. ması işi, bir kitle adaletsizliğinin düzeltil- mesi dâvasıdır. Gözümüze ilişen sahneleri yalnız kabuk tarafından görüyoruz. Bir iç hastalığını merhemle tedaviye kalkışan a- cemi doktorlar gibiyiz. Şu koca İstanbulda, var ki, hâlâ keşfedilmemiş birer iklimdir. Çöp. tenekeleri © artıklarını kemirmekle meşgul inmeli ihtiyarlardan, sütü çekil- miş bozuk ciğerli anasının kuru memesi- ni büyük bir sabırla çekiştiren saçı bitme- dik yavrulara kadar, iç hüviyetimizin bü- tün döküntüleri bu çatıların altında birer zâhife hayatı yaşamaktadırlar. Sakın, şeh- rin «Yeşil Saha» larını bu zavallılar rahat rahat otlasınlar diye açmış olmayalım? öyle çatı altları Zengin dostumun elimden ve dilimden kurtulmak ister gibi bir hareket yaptığını görerek: — Dur, diye sözüme devam ettim, dur!.. Fi etme! Söyliyeceklerim daha bitmedi. Sana bir kaç olmuş vaka ve gö- rülmüş sahne anlatacağım: Çoluk çocukla birlikte bir Karadeniz gezisi yaptığım günlerde idi. Vapurumu - zun Trabzona uğramasından istifade ede- rek şehre çıktık. Öteyi beriyi dolaşıp va- pura dönerken, çarşıdan aldığım bir kaç parça yiyecek paketini götürecek birini a- radığımı gören on kadar küfeci yolumu kesti. En kabası on beş yaşından yukarı olmayan bu yavrucuklar, elimdeki paket- lere ciğere bakan kedi gibi bakıyor ve ayrı ayrı kolumu dörterek: «Amca ben götüreyim!.. Ben götüreyim!» diye yal - varıyorlardı. İçlerinden hangisini seçdiysem ötekiler itiraz etti: «Onun başka işi var amca... ben götüreyim!..» «Evde üç cana bakıyo- rum, ben götüreyim!» Nihayet «Anlaşıl- dı, dedim, bu böyle olmayacak, aranız- da kura çekelim, Kime çıkarsa paketleri o götürsün!» Kura içlerinden birine çık- - tı. Ötekiler kaderlerine razı oldular. Fa- yetle isbat eder. Bütün pe boyun. ca, kendi Öz irade tek insanın hayatına ei nış kita bu. Hükümdara (Kızıl .Sultan) lâkabını takmak; o Tanzima- tun, ecnebi buyunduruğu altına girmeğe doğ” p 26 Ea ibaret mi sanıyorsun? O,: kat ikisi hüngür hüngür ağlaniağa yapa masın mi? İki pakete can kurtaran' gibi sarılan on gocuk... Hemde: Trabzon gibi en işlek bir limanımızda... unu da dinle: Geçen gün Çarşıkapı- dan geçiyordum. Bileklerinde yakut göz- lü altın yılanlatın çöreklendiği, göğsünde “pırlantalı bir (agraf)ın pırılpırnıl yandığı, elinin 'altında en aşağı yüz liralık bir çan- tanın sallandığı genç bir kadınla karşılaş- tım. Yanında belki kocası, belki âşıkı, bir erkek vardı. Kadın çantasından çıkardığı bir şeyi, kaldırım üstünde dileniyor mu, dilenmiyor hu, pek belli olmayan bir ih. tiyara uzattı: «Al, baba, bunu!» Erkek Hemen müdahale etti: «Ne yapıyorsun? » «Hiç, ine yapacağım, sadaka veriyorum!» «Dilenci değil ki ol.. Kadının cani sıkıldı: olmadığı için veriyorum Neye veriyorsun? » «Ben de dilenci iştel..» Kadın dinlemedi ve avucundaki bir beş -lira mi sandınız ?- kuruşu ihtiyara uzattı. İtina ile giyinmiş olduklarma göre, her halde bir ziyarete gidiyorlardı. Belki saza, belki ti- yatroya... Ve biraz sonra, o beş kuruşun €n az yirmi mislini yalnız garsona bahşiş diye vereceklerdi. Fakat bir fakire uzatı- lan bu beş kuruş, kollarında bir küçük ev parası değerinde ziynet eşyası taşıyan bu kadınla, kıravatı inci iğneli, ayağı lostrin iskarpinli erkek arasında, sokak ortasın - da, bir tartışma ve çekişme mevzuu ola- biliyordu. Ya şu dakikada görünmiyen bi Zekâ- tınızı vermeden, nereye gidiyorsunuz? » el, göğüslerine yapışıp: «Nereye?.. diye haykırmış' olsa, bu mağrur bay ile bayah kim bilir ne hallere girerlerdi? Geçen gün bir toplulukta, büyük ser- vet yapan kirinden bahsettiler. Kızılay mı, yoksa başka bir hayır kurulu mu, kendisinden yardım istemiş... Bin nâz ve niyazdan sonra ne çıkarıp verse beğe- nirsiniz? İki buçuk Jiralık bir kâğıt! Siz (Nâbi) nin dediğine bakın: «Servet efzâyiş bulunca agniya hısset- lenür» Muhatabım susuyor, bense yine zekât bahsine dönerek soruyorum — Ne yapabiliriz? Bellibaşlı zenkinle- rimizi zekât vermeğe nasıl mecbur edebi- liriz?.. Konferanslar vermek, makaleler yazmak suretiyle mi?.. Gülünç olduğu kala» yersiz bir tedbir! Nihayet insaflı muhatabım dünyanın en güzel sözünü söyleyiverdi: —— Azizim, bu vaziyeti kurtarabilmek için yepyeni bir nesil yetiştirip onlara müslümanlığın asırlardanberi unutulmuş ve sezilmemiş *ırlarını yeni baştan ve yepyeni bir sistemle öğretmekten başka çare yok-.. rük ve hasta gidişini, milli ve şahsi lere önlediğ; için ona ilim ve terakki düşmanı gözile bakmak, sadece 1908 politi- kazılarının, mektep kitaplarına okadar inti. kal ettirdikleri ilmi bir yalandır. 5. Bö Wi YA EEE TEE ; !