(ANADOLU) İngi'tere kraliçesi- | nin yeğeni Garsonluk yapıyor Ailesi onun vaz'- iyetinden mem- nundur 10 Ririnci'kânun 1988-Cumartesi ANKETİMİZ KADINLAR-ERKEKLER Bayan Cevriye uyumla karşı karşıya SAHİFE 8 YAZAN: Kadircan Kafıı Andros nihayet ölmüştü Cımrı olarak tanınan Andres, bu kadar parayı Hiyanet etmiyen koca, tayyare pi- nere 'en ve nasıl t___plamıştı Yangosunun büyük ikramiyesine Komşular onun delirdiğini — sandılar. Halki bile herkesin bilmediklerini bi diğ! halde babasının böyle çılgına döt - mesinin sebebini doğru olarak kestire- | ke: iyor, rastgele bir hastalık sanıyor- du. Herek Reisin kurtulduğunu ve üs- telik bir de zafer kazandığını haber almak onu çok sevindirmişti. Lükin Labasının böyle ansızın hasta oluşu o- nu bu sevincini açığa vurmakta alıko- yuyordu. Annesine de, bu yiğit Türk Jevandine karşı duyduğu derin sevgiyi hissettirmekten çekiniyordu. Kendi kendine: —0 buraya gelir. Eğer imzadan beni tanıraa herhalde arar. Tunursa, seviyor demektir, Sevmemiş olaydı u- nuturdu. Diyordu, Ayni zamanda o gelirse ne yapac Binı da bir türlü kestiremiyordu. Zaten bu noktayı o0 kadar irn inceye düşünmüyordu ki.. —Kenı ılık bir selin akıntısına vermiş gibiy. di. Andros o gece öldü. İkisi de sessizce ağzlıyorlardı. İhtiyar adam mezarına gömüldük. ten sonra eve döndüler. Bu sırada Ti nos beyinin bir memuru ile hükim ve baş papaz geldiler. Ölünün mirasını gözden geçirdiler ve yazdılar. u mallar arasında en az ehemmiyet verilen şey küçük bir sandık idi. Ce- vizden yapılmıştı ve güzellikten ziyade sağlamlığı göze çarpıyordu. Andros onu hiç bir zaman kendi oda sından, dolabından vo hastalandığn za- manlarda da ölünceye kadar yastığı nn altından ayırmamışlı. Dul kadı ondan bir miktar para olduğunu önce- den anlamıştı. Zaten Androsun paral olduğu yalmız onun tarafından değil. rafıadan biliniyordu. Fakai bu derecesini hiç kimse ummuyordu. Papaz Teafilos küçük sandığı gös- 'İ Nakleden:. — Tokatliyana! »— Ne zaman buraya gelecek? — Yarın, öğle yemeğine... rebilmek için tutarının bilinmes şüphesiz lâzımdı. Güçlükle açtılar, çünkü —Androsun hiçbir tarafında onun anahtarını bu- lamamışlardı. Her ihtimali düşünerek hiç olmazsa anahtarı, çok gizli ve yal- in bildiği bir yere sakladı. & anlaşıliyordu. Kapağını kaldırdıkları zaman dul nn gözleri sevinçle, fakat diğer- lerinin gözleri de hırsla açıldı. Çünkü orada bir iki yüz altın değil, yüzlerce altın vardı., Teofilos gözlerinin derinliğinde şey. tanca bir parıltı İle genç kadına baktı —İyi yürekli Andros sizi düşün- müş. Hayrını görün ! dedi. Sonra memura dönerek devam etti: —Haydi Kiryako, bunları hemen saymağa başla, çünkü kolay kolay bi- tecek gibi değil.. Saydılar: Tam iki bin üç yüz yirmi dört tanı b Kilise ile beylik hakkı ayrıldıktan sonra ana ile kıza gene iki binden faz- la kalacaktı. Evleri, iki dükkân ve bir kaç yüz dönüm tarla da caba idi. Andros bu kadar parayı nasıl ve zeden toplamıştı. Cimri olarak tanınmıştı amma, n« kadar olsa gene bu derece para topla- yabilmesini mümkün göremiyorlardı. Bu paraların içinde vaktile Kaya Relsin ona verdiklerinin büyük bir ye- kün tuttuğunu kim bilecekti? Üstelik belki ondan sonra Venedikliler hesabı. Na da çalışmıştı. n ölümü de bu yüzden olmuştu. Bu haber kasabada bir yıldırım hı- ziyle yayıldı. Herkes ana ile kızı kıskumyor, ya. Vââ- Nıırem'n ra imreniyorlardı. A pazya iso kimbilir nasıl bir his i- le, korkuyordu. Kafasına gelen ilk dü- şünce şu idi: Mallarını hemen satmak, parasını da alarak bir Türk kalyonu ile Anado- luya geçmek.. Kendisini ancak- orada emniyette bplacaktı. Bütün dünyada adalet ve hak cihetinden Türk devleti. nin örnek gösterildiği bir devirde idi- ler, Adalardan, Moradan, diğer mem- leketlerden bir çok zenginler akın akır İstanbula veya oraya yakın kasaba. larla şehirlere göç ediyorlardı. Deği' buralarda, Macaristan ve Almanyad» bile Türklerin adaleti atalar sözü 0l- müştu. Bavyeradan bir heyetin gele rek Türk padisahım orsları zapt içir çağırdığı tarihlere bile geçmiştir. Aspazya her hangi bir Türk şehrin de rahat rahat — yaşı ani, — kazını evlendireceğini, belki de onun kimbi- Ür nerede olan, sağ olup olmadığı bi- inmiyon babasına da rastgelacoğini üt olacaktı. Bu sırada Toofilos ise bir şeytanlı$ düşünüyordu: —Eğer Androsun çocuğu — olmadı- Ptamı meydana atarsam bu mal ve pa- radan büyük bir kısmı kiliseye ve bey liğe kalacak. Bu kızın bir Türkten ol duğunu söylesem günah mı yapmı: olurum ? On dört yıl önce Halkiyi duktan sonra Aspazyanın büyük hastalığı, hayattan ümidini ke serek papazı çağırdığını, ve - biricil günahına kesik kesik ona anlattığını dün gibi hatırlayordu. Teofilos o zaman genç kadını gözü nü kırpmadan dinlemiş: —Bu da Allahın isteğile olmuştur. Yüreğini geniş tut.. Allah her şeyi ba: gışlar.. Senin ve çocuğun için dua © deceğim. demişti. O zamandanberi vaz!fesini tam mâ- nasile yapmış ve günah) da, yüzlerir kadın ve erkekten dinlediği günahla rin arasına ntip birakmıştı, Fakat sa- rı altın yığınlarının verdiği hirs o gü nahi kock bir yığının içinden çıkar- mış bulunuyordu. Zrımnn geçtikçe bu sırrı kendi fay. ası için kullanmayı daha uygun bu ı_ı'oıdu Birkaç gün sonra Aspazyay: şağırtarak bir teklifte bulunmayı ta- sarladı. Eğer yola gelmezse © zaman İkendisi zararlı çıkardı, doğu geçirdiğ BİR FEP.)IAN'X"F. İKİ ALÇAK Doğu Akdenizin bütün alış verişini en büyük kale ve limanlarını ellerinde tutan Venediklikler, Türklerin az za- manda denizcilikte de - ilerleyişlerini üiç hoş göremiyorlardı. Bunün için va- di — Hanımefendi. rahat ettirmek için, bu meseleyi ordu. O zaman, ne kadar mes-| , Gorson Mr: Fon Mister Fane, İngiltere kraliçeş Eli- zabetin — kardeşinin - oğludur.” Lord Klentanın oğlu olan bu genç, bir.gün annesile iş meselesi Üzerinde görüşmüş — Anne; bütün meslekler içinde be. 1 en çok alâkadar eden lokantadı . aktır. Öyle ümid ediyorum ki, bu Möş- ekte epiyce birşeyler —kazanacağım. İnümüzdeki hafta Kovadis lokantası- vt çırak olarak giriyorum. Anne; oğlunun bu hevesine / müni ilmak istememiş, yalnız: — Fakat bu iş zeni sıkmış olmasın glum! Demiştir. Mister Fane, annesine verdiği ce- benzer.. Bu da âlâ mı? Bizim eski meslektaş buyan Cevri- yeİsmail Uyum'u hatırladım. Onun- Tışmıştık.. Bana ikide bir; — Haydi, gene tembelliğin üstün- de.. Aksi tarafından kalkmış ola- caksın, ne roman yazmışsın, ne de makale ve fıkran var. Der ve beni harekete geçirmek için, Kemen kahve ismarlardı. Çok hürmet ettiğim meslekdaşımı, haf- talık meselelerinde kızdırdığımı da şimdi hatırlıyorum. İtidalin azlığı ve matbuat kant- nunun fazlaca verdiği hürriyetle bir gün, Ahenk müdür Bay Süleymanı da'mahkemeye sürüklemiştim. Bay Süleyman, Ağırceza mahkemesinin kapısına kadar gelmiş, sonra geriye dönmüştü. Mütemadiyen söyleniyor- du: — Be birader, tek durmaz, sağa sola ça sabı, Bizim meılern böyle cilveleri çoktur. Adalet, bekledi duğum şekilde çıktı. Yıkıyı kurtar- dım. Bizim Bay Süleymanın keyfine payan yoktu. Şimdi Ahenk matbaa- sından geçerken onları hatırlıyor- idum. Bir de ne bakayım, bizim eski patron ve arkadaşı bayan Cevriye orada.. 'apta Jokantacılıktan başka, bir , işte *Özü olmadığını söylemiştr. Bügün Mister Fane günde 750 -ta- “yak silmek ve bunları masalara yer- eştirmekle meşküldür. Özle ve ak - yam yemeklerinde, üstünde beyaz bir sulüz ve kolunda bir peşkir - olduğu alde onu Kovadis lokantasında, gör, nek mümkündür. Bilâ fasıla 18,6 sa. vt çalışan Mister Fahne, vazifesinden sok memnundur. Kraliyet silesine men şup birçok mütecessisler, Mister Fanci törmek üzere lokantaya gelmektedir. 'er. Kovadis lokantasının #ahibi” Leon, bİr gazeteciye şunları söylemiştir: — Niçin taacetip ediyorsunuz. Her mesleğin kendisine mahsus indelikleri rardır. Mişter Fane d& bu mesleği en 'nce hoktalarına varındaya kadar ta- sımak'jistedi ve vazifesine koyuldu. Beni görünce, her zamanki gibi İgüldü, ben de hatıralarımızla dölu olân Ahenk matbaasına daldım.. (Gene ayni odadayız. Gene kahve- ler geldi.. Bay Süleyman gülüyo: — Nerede o günler, değil mi?. Ben cebimden küğıd, kalemi kardım. Bayan Cevriye hemen doğruldu: — Hayrola?. — Hayırdır tabili, anket var, an- ket.. — Gördüm, gördüm.. E, bana da mı?. — Tabil yal.. Hele başlıy: — Fakat şü kahveleri içelim ” biraz nefes alalım.. — Arkadaşım, sen bilirsin; ben a- eeleciyimdir, pek fazla sabra gele- mem., Patdon, unutmuştum; ndi belediye azasısın.. Mec- ç- Hakikâten lokântamızın içinde ondan daha çalışkan ve vazifeşinaş- hiçbir —— Devamı 9 ncu sahifede — uü — — kit vakit Türk imparatorluğu içinde isyanlar uyandırıyor, yahut onun düş: manlarile birleşerek içeriden ve 'dişa- rıdan vürmak istiyorlardı. (Devam 'edecek) Naclye, muhavereyi istediği mecraya sokmuştu. Sonra, bu bahis, ken- d şahsan alâkadar etmiyı ormuş gibi: Diye söze başladı.'Bira valide için evlâdının bü: etmek hem gü AFZu ediyorsanız, size karşı vazifemdir: hem nazik hir iştir. Maamafih, Şüphenizi izale edip kalbinizi anlamağa çalışayım. — Allah razı olgun, kızım... Çok iyi yüreklisin... Cidden” doştsunt? 4 Fakat bu işi nahl yapacaksın? — O ciheti bana bırakm... Birkaç güne kadar öğrenilmesi lâzimge- len her şeyi haber alır, size malümat veririm, — Bana pek büyük bir hizmette bulunmuş olurşun. —'Gayet tabil değil mi?.. Bu evin içinde her ihtiyacım.temin edili. Nste matbuattan kimse yoktu. Hi olmazsa sen gittin(, onunla mütesel. liyiz. Ben de sanâ rey verdim. Şu halde sual sormak hakkını haizim. Hay — Peki -dedi- sor bakalım.. Ve, başladık.. 1 — Kadını düşüren ve küçülten şeyler nelerdir? — Kadınlık nezahatine aykırı ha« reket eden, vekar ve ciddiyetinden uzaklaşan, bilmeden her şeyi bildi- ğini iddia eden kadınlar.... Böyleleri, cemiyet hayatında hiç sevgi ve hür. met kazanamazlar... 2 — Alâ., Peki, ekekleri sinirlen. diren kadınlar kimlerdir? Çok söyliyen, az dinliyen.. Kendi- lerini erkekle müsavi gören kadın « lar.... 38 — Oh oh oh, bu da âlânın âlâsı.. Ailede erkek mi kadın mı geçimsiz. dir, — Ailede geçimsiz gibi görünen ka- din ekseriya haklıdır. Erkek sessiz, sadasız olan karısını ihmal eder, ale datır, ona yalan söyler.. Kadına İti. matsızlık aşılar. Hilkatin hassas ve zayıf yarattığı kadının seviye, bün- ye ve terbiyesine göre aile hayatının havası değişir. Bir erkek, karısına kabahatinin en gizli tarafını söyliye. cek kadar samim? olmalıdır. Nasıl, bu cevap ta âlâ mı? — Vallahi iştihamı kaybeder gi- bi oldum. — Tabil, tabil kaybedersin.. Baş. ka soracağın! 4 — Hangi kadın cemiyete fayda- hdır? — Her kadın çocuğu ve ailesi ef. sadı için lâzım gölen fedakârlığı ya. |JJpar. Fakat bilgisiyle (zenginse pâe asiyle de) karşılık hiç bir şey bek- lemeden Mmemleketini düşünen, çalı- yan, cesur, müteşebbüs, zeki, aziti. kâr kadınlar da gayretleriyle muhit- lerine refâh ve Saadet verirler. Bu zibi mesainin mükâfatı bütün memle- kete şamildir. Doğurmak ve ana öl- nak, hiç şüphesiz tabiatin kadınlara bahşettiği bir vazifedir.. Vazifesini müdrik olmyan kadınlar -şayamı hürmet değildir. Çocuklarını maddi ve manevi ba- kımdan sağlam ve kâmil birer uzuv olarak yetiştiren analar-takdiso şa- , |yandır. 5 — Aile saadetinde yalan lâzım mıdır? — Karı koca, arkadaşlığım. büyük. lük derece ve ehemmiyetinden haber dar, maddeten ve manen biribirine bağlı, arkadaşlığı ve vazifeyi takdir atmiş, analık, babalık —daerecesine kselen bir samimiyete sahip iseler 'yalana ne hacet?.. Fakat aile yuvası için bazan-ya- lan mübah görülüyor, ne yapalım, bu da bir hakikat.... 6 — Peki, insanlara aşk-mı, âliş. kınlık mı hâkimdir. —Devamı 6 ıncı Sahifede— mura yı yollarım... Memnun oldun mu?,. — Çok teşekkür ederim.. Sen benim biricik annemsin.. — Arkadaşına da güzel bir akşam yemeği yedirmeği unutma... Ya. rın akşam beklerim... — Tabil, anmne... İhtiyar kadın, telefonu kapattı. Yatak odasına gitti. Kasasıhi açtı. Pafraları bir zarfın içine yerleştirdi. Sonra, Naciyeye: — Gözüm, sen bu işi bir an evvel anlamağa gayret et! Bu çekingen arkadaş, galiba, fistanlı, pudralı birşey... Naciye, otelin holundan iç.eri' ıırdxğı zaman, kapicı, meşgul değildi. hiçbir şeyle — Arkadağı ile mi? — Hayır... Ben teklif ettim amma, — A, — Neye öyle şüpheli şüpheli «a> dedin?, — Hiş... Hanimefendi biraz düşündü. Sonra: — Doğruunu istersen bu arkadaş meselesini ben de beğenemedim. — Anlattığı arkadaş meselesi doğru değilse neye zahip olursunuz? —— Senin düşündüğünü düşünüyorum... »— Peşine bir kadın taktı da getirdi mi dersiniz? —— Korkarım ki öylü... — O zaman ne yapacaksınız? Bedia hanımefendi, afalladı. Gümüş tablanın içine sigarasını söndür- dü ve ciddiyetle: — Adnan atık çocuk değil ki.. Genç erkeklerin eğlenmek hakkıdır... Bilirim... Yalnız, sıhhatini düşündüğüm için, böyle bir eğlençenin fena metice vememesini temenni ederim, golmaz diyo getirmiyor ! yor. Kendim rahat geçiniyorum. Bu kadarcık bir şükran mukabelesin- de bulunmadan ne çıkar?.. O esnada, telefon çalındı. Neciye açtı. — Allo.., Burası Bedia hanımefendinin yalısı... Hanımefendiyle mi görüşmek istiyorsunuz? Peki... Genç kadın, ahizeyi ev sahibesine uzattı. — Sen misin, yavrum?.. Ne var.. « —H Anneciğim.. Merak etme... Birşey değil... Yanımda , Türk parası yok:.. Vakit te gecikti... Derhâl bana şoförle beş yüz lira, yollı. yabilir misin? — Â... A... Beş yüz lira mı?.. Bedia hanımefendi, başile Naciyeye bir- Işıın(u bulunarak, muhave- reye deyam etti: — Arkadaşının sana epeyce pahalıya olduğunu görüyorum.. — Ne yapayım, anneciğim.... O zengin değil.. İstanbula geldi.. Mus- rafım ben çekiyorum... — Pekâlâ... Pekâlâ... Üzülme... Ben şimdi ana şoförle istediğin para- Alnan bey-mi?... Kadın, adamın avucuna iki lira sıkıştırıp yavaşça sordu: — Sizden bir izahat istiyeceğim. Bahri paşa zade Adnan bey bura- da mı oturuyor?... — Evet efendim, 45 numarada.. — Kendisile görüşebilir miyim? — Şimdi çıktı efendim. Boğaz — Galiba, o, dün, buraya bi — Evet, efendim... — Madam burada mı?... — Evet efendim... — Yanındaki odada mı oturuyor? — 46 da. — Pekâlâ... Ha.. Daâha bir şey sorncağım... —— Matmazel Gabi Montel. “ — Teşekkür ederim. Naciye tara cıkacağı esnada, bir genç kadın yaklaştı ve kaupıcıya — Arkası vör — annesinin evine gitti. madamla beraber indi.. Değil mi?. Madamın ismi ne? 4x < İ ae ee GÜi e İAi dit