Sahfir 9 ATLAS DENİZİNDE On iki kişinin oturduğu bir ada. Aralarındaki kadınlar orada da boyanı- yorlarmış. Atlas denizinin yakarı taraf- larında 60 derece şimali arzda, İskoçya ile İrlanda arasında bir takım adalar - vardır. Bun- lara Feroe adaları derler. Bu adalar 28 tenedir. 17 - tanesi meskündur. Bu 17 adada otu- ran insanların sayısı - 20.000 kişiden ibarettir. Fakat bu adalar arasında bir tanesi vardır ki üzerinde tek bir aile oturur. Bu da Stora Dimun adasıdır. Bu adada otu: ran aile 12 kişidir. 20 inekleri, 200 koyunları vardır. Adanın ekilebilen kısmı yalaız 1,5 dö- nümlüktür. Aile, bu tarlada eski bir anaâneyi bozmadan patates ye- tiştirirler, Burada yetişen patates aile- nin beslenmesine ancak kâfi gelir. Kullandıkları ziraat âlet- leri orta zaman âletlerinden farksızdır. Aile reisi Jacok isminde bir ihtiyardır. Bu adamın başlıca meşgalesi her yaz adadaki Pengucn kuşlarının yumurtalar mını toplamaktan ibarettir. Ada- da bu kuşlardan binlercesi yüksek, sarp kayalıkların tepe- lerinde yuvalarını kurarlar; bu sarp kayalar 200 metre kadar yükselir. Kaşların iki yüz met- reden denize daldıklarını gör- mek li irdi Fak ae AĞü KA bu yumurtaları toplamak hak- kını haiz değildirler. Kuş nes- linin kökünü kurutmamak için alınmış olan bu tedbir, aile arasında mukaddes - bir anane gibi kökleşip kalmıştır. Ale gocuklarına bu mukaddes an- aneyi bir masalla kökleştirirler: “Yüz sene kadar evel bu #ileden bir çocuk babasının emrini dinlemek istemedi. Yük- sek bir kaya üzerinde yumurta toplamak için iple kayaya tır- manırken ip koptu. Çocuk ka- yâ üzerindea denize yuvarlandı. O dakikaya kadar tamamile sakin olan deniz, çocuğun düş- mesile beraber birdenbire ka- bardı, köpürdü, yavruyu sü- rükledi.. Açık denizlerin mavi boşluklarına gömdü.., Bu ada da öteki adalar gibi volkanik topraklardan — ibaret- tir. Eni 3 kilometreyi geçmez. Tıpkı aşağısı denize çökerek su üzerinde kalmış sivri bir tepeyi andırır. Adanın en yük- sek noktası denizden 196 met- re _Fı'lkıoküı. s 'oprağın kuraklığı, her gün köpüren dalgalı denız, bu ada da tek bir ağaç bile yetişme- sine mani olmuştur. Adada sahile inmek çok müşküldür. Keskin kayalar arasınna ince bir yoldan bin müşkülâtla de- nize kavüşmak kabil olur. Bu- raya diğer adalardan ara sıra len sandallardan ufak telek eşya almak için yüz metre yük- sekliğinde bir kaya üzerine konmuş bir çıkrıktan istifade edilir ve kuyudan su çeker gi- bi eşya çıkarılır. Alınan eşyaya mukabil para yerine verilen koyunlar ve kuzular da gene çıkrıkla indirilir. Bu adada oturan insanlar, bütün dünyadan uzakta yaşa- dıkları halde, giyinmelerinde Ada ve burada oturanlardan bazıları eski kalmış değ ldirler. Erkek- ler kilot pantalon ve caket, kırmızı çizgili mavi yün bere giyerler. Kadınların elbisesi si- yah bir rop ve göze çarpan renk- lerde — dikilmiş — önlüklerden ibarettir. İşin en — şaşılacak noktası adada evli kadın olarak bulu- nan üç kadımın dudak — boyası kullanmasıdır. Her defasında #daya gelen sandal, birkaç tüp dudak - boyası çıkarır. Golt İstrim akıntısı bu ada- dan geçer, onun - için adanın iklimi mutedildir. Kışın sıcak- lık 3 dereceden aşağı inmez ve yazın da 12 dereceden yu- karı çıkmaz. Fakat sık sık yağ- mur yağar ve hemen her gün hava sislidir. Bütün seyahat yollarından uzak kalan Feroe adaları tabit manzaraları itiba- rile yalmız tenezzüh gemileri tarafından — ziyaret edilir. Bu adalar 1907 de uğrıyan kutup kâşiflerinden doktor Şarku duy- gularını şu cümlelerle anlatıyor: *Tabil güzelliklere çok alış- kın olan tayfalarım bu adack- lara ilk çıktıkları - vakit vahşi tabiat güzelliğinin fevkalâdeliği karşısında kendilerinden geçt.- ler. Saalere bürünmüş tepeler insana dünyanın sonuna gelmi- şiz hissini veriyor diyor. Medeniyet bu adacıklara eli- ni uzatmıştır. Artık Stora Di- mun adasından başka meskün olan adalar eskisi gibi yeryü- zünden ayrı yaşamıyorlar. Kü- gük adacıklar arasında - telsiz telgraf vardır. Radyo makineleri dünya har berlerini bu isssiz. topraklara götürüyor. Büyükçe adalarda Mmorina balığından yağ çıxaran fabrikalar kuruldu. Son zaman- bu adalara uğrıyan bir muharlarda rir: “İnsan bir defa bu adalara çıkınca burnuna — sinen — balık kokusunu bir hafta müddetle her Nefes alışında düyuyor.,, Diyor. Bu adalar Danimarkaya aid- dir. Adaların ne vakit Dani- markalılar tarafından işgal edil- diği malüm değildir. Halk ara- gında dolaşan rivayetlere göre, ' Danimarka — krallarından birisinia zülmünden kaçan Kren Kamban isminde bir Danimar- kalı ilk defa bu adalara kaç- mış yerleşmiş, bngün bütün adalarda oturanlar bu adamın neslinden türemişler. yıldönümünde |Onlar birer rüya parçası Ulus - refikimizden: Ahmed Haşimin ölümünün beşinci yıldönümü münasebetile Halkevinde hazin bir ihtifal yapıldı ve Suut Kemal Yetkin; Haşimle olan eski dostluğunun hatıralarile süslediği, iyi hazır- lanmış bir konferansla, beş se- nedenberi gözlerini çok sevdiği bu dünyanın rengine ve ışığına kapamış san'atkârı bir gün :çin canlandırdı. Haşimin Parise ilk gelişinde aralarında kurulmuş olan dost- luğun sonraları nasıl kuvvetlen- diğini anlatan konferanıçı de- di ki: *— Hç unutmam; bir sonba- har akşamı, Gymnase tiyatro- sunda o zaman muvaflakıyet kazanan bir piyesi görmeğe gi- decektik; fakat bilmem neden bu fikirden vaz geçmiş, Sen- mişede, Sen nehri karşısında bir. kahvede oturmuştuk. O akşam gözlerinde derin bir hüzün vardı. Oturduğumuz iki aaat zarfında iki kelime söyle- medi diyebilirim. Sonra — kalk- tık, bir müddet yavaş yavaş yürüdük; Lüksenburg — bahçesi« nin önünden geçiyozduk; hava- da uyuşturucu bir sıcaklık var: di. Haşim, gö'gesinde birçok büyük şairleri barındırmış olan ihtiyar çınar ağaçlarına uzun uzun baktı. Sonra oradan ge- çen bir çifti gözlerile süzdü. Tekrar yürümeğe koyulduk.Ben de o sari süküta kendimi kap- trmıştım. Sıküta dağıtmak için br vesile bulmağa çalışırken © ansızın kolumu tuttu: — Biliyor musun, dedi. Ha- yatımın bugün en acıdığım se- neleri, şür uğrunda israf etti- ğim senelerdir. — — —— Haşim bu bedbin hükmü, sa- adet ve neş'e içerisinde etra- findan geçen — çiftlere bakarak vermişti; fakat dünyanın hangi zevki, hangi ânı, hangi saadeti ebedi? Her fani şey gibi haz- lara da ebediyet veren sanat- tan başka ne olabilir? Haşim bugün aramızda yaşıyorsa, ya- rın da yaşıyacaksa — sanatı ile, uğrunda hayatını israf ettiğini söyliyerek yandığı sanatı ile yaşıyacaktır. Bunun içindir ki, bugün bur rada söyliyeceklerim Haşimin fani tarafına değil, sanatına bedi tarafına aid ola- , Haş min sanatından bah- sedildiği zaman Fransız senbo- lizminden bahsetmemek müm- kün olamaz. Onun sanat hayatı senbolizmle o kadar kayna- mıştı. Göl saatları şairinin sanat anlayışını ve sanatını kavramak için umumiyetle senbolizmden bahsetmeyi zaruri görüyorum. Yalnız senbolden ve senbo- lizmden bahsetmeden önce, bir çok asırlar ilhamını, şeklini ve ifadesini' şarktan —alan edbiya- fımızın — tanzimat hareketi ile garba teveccühünü hatırlatmak isterim. , B. Suut Kemal Yetkin şarka müteveccih olan Türk edebiya- fının manzarasını, ifade bakı- mından dini, tasavvufi yazılar, methiyeler, naitler; şekil bak- mından arab ve acemden inti- kal eden aruz vezninin uzunlu- ğguna ve kısalığına uyarak ma- hiyetini kaybeden bir dil olarak sıraladığı karakteristik noktala- rının bir izahını yapmış; Fran- sız senbolizminin muasın olan Serveti Fünun edebiyatının par- nasyen şiirden ileri gidemedi- ğini işaret etmiş ve mavi siyah- tan verdiği misallerle bu görü- şünü isbat ederek demiştir ki: Ve Şiirleri ıydı HĞ Ahmed Haşim Anlatan: S. Kemal Yetkin *— Bizde sembodzmı aale yan da a doğrusu — duyan ve onu hulya dolu mizacına mezc- ederek şahsi bir kılığa sokan şüphesiz ki Ahmed Haşimdir., B, Suut Kemal Yetkin; bun- dan sonra, sembolizmin mne de- mek olduğunu izah etmiş, onun türlü edebiyat devirlerinde in- kışaf seyrini anlatınıştır: Sembolizm, 1880 senelerine doğru Fransada yayılmağa baş- hıyan Sehopenhauer felsefesinin yani her şeyin bir tasavvur, bir hayal (illusion) olduğunu iddia- eden bedbin, esrar dolu felse- fenin edebi fadesidir. — Derin bir (subjectivisme) e dalan sem- bolist şairler eşyayı hulyalı ruh larının şekil büzücü menşurun- dan temaşaya daldılar. Barnas- yenler vazıh çevreli, mükemmel şekilli düzgün mısraların meftu- nu idi. Sembolistlerin — elinde ise, mısralar rüya kapılarını açan büyülü birer aitın anahta- n oluyordu. Rü: edebiyata sembolizinle girdi. — Bu rüya edebiyatında bütün bakışlar içe çevrilmiş, dışardan içimize ak- seden pıriltiların — temaşasına dalmıştır. Hangi — milliyetten olursa olsun, her sembolist şa- ir Haşimin “Göl Saatları, nın başına koyduğu şu kıtayı, kita- bına bir mukaddime yapabilir: Seyreyledim eşkâli hayatı Ben havzıhayalin sularında Bir aksi mülevvendir onunçün Arzın bana eşcarü nebatı. Garp sembolistlerinin eserle- rinden parçalar veren konlerans- çı, H şimin şüiirlerinde bütün saydıklarının bulanduğunu söy- lemiş: *— Haşim, demiştir. Haya- ta olan sonsuz sevgisinden, tat- min edilemiyen — isteklerinden dolayı daima karanlık ve yarı karanlık görmeğe alışamıştı., Her büyük şairde — olduğu gibi Haşimde de . realiteden, reslitenin bayağılığından kaç- mak, ideal, muhayyel bir bek deye sığınmak - istiyen bir ruh varde Haşim hemen bütün şi- irlerinde daima tahayyül ettiği (o belde) nin iştiyakı ile yanar, mecruh gönlüne sessizliği ora- da arar: O belde? Durür menatıkı — düşirci te- hayyülde? Mai bir ukşam Edere üstünde daima âram; Eteklerinde deniz Döker ervaha bir sütunu me- nam. Haşimin bütün — hayatı bu hayal-hakikat trajedesine sahne olmuştur. Şiirleri bu trajedinin izlerini taşır. Sembolizmin mühim icadla: rından biri de serbest” nazım- dir. Nazımı derüni ritme uydür- mak endişesinden doğan ve Fransada Jules Laforgne, Gür- O, başını önüne iğmis düşünüyor, kendi kendine mırıldanıyordu : — Nedir bu geçirdiğim hayat?, Se- nelerdenberi ayni - şey: Sefalet, hk, ve ümidsizlik.. Günde aldığım şu elli kuruşla kendimi mi, karımı mm, İyoksa evde <ana, açız!» Diye haykı- ran çocukları mi — besliyeceğim? Bu- nun sonu yok mu, yarını yok mü?, Seneler geçiyor.. Ben hâlâ bu elli ku- ruş peşinde sürükleniyorum. Neden ve niçin zengin olmıyayım?.. Ben de bir insan değil miyim? Benim de ya- şamak hakkım yok mul.. O böyle düşünürken patronum se- si duyuldu: — Haydi, kalkın... di ). İhtiyar amele yerinden kıpırdama-| di bile. Bu sesi duymamış - olacaktı. Hâlâ düşünüyordu. Patron ağzındaki) siğaradan derin bir nefes çekerek sinirli sinirli bağırdı: — Hey, sana söylüyorum.. Kalk- sana .. Amele hâlâ oturduğu yerde dalgın durüyordu. Patron fena halde kiza- rak zavallı ihtiyara yaklaştı ve a- yak larına bir tekme indirdi: — Utan be adam!. Bu kadar para İş başı zili çal- tav Kaha gıbı mahir sanat .âr- lar bulan serbest nazım, Haşi- min elinde harikulâde bir mw ni bu nazım tekaiği ile yazmıştır. diyebiliriz. Ruhu gibi dağınık olan bu nazımla şifasız melâlini, bize duyurma:- ga çalıştı, fakat istırab onu yuğurdukça sanatı da — olgunla- şıyordu. Haşimde — (Syrtes) lerin sen- bolizminden (Stances) lerin elas- sicismine geçen Moreas i hayatının sor. demlerinde y'i-ih bir — (elassicisme) — yaklaşmıştı. Şu son manzumesi bu olgunluk devresinin son bedbin bir mey- vasıdır. TAHATTUR Bir acem bahçesi: bir seccade, Dolduran havuzu ateşten bâde: Ne kadar gamlı bu akşam vakti: Bakışın benzemiyor mutadel Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar, Dalmış üstündeki kuşlar yâde. Bize bir zevki tahattur kaldı, Bu sönen, gölgelenen dünyada. İşte son devrinin olgun, klâ- sik Haşimi, Ölüm onu susturmamış ol saydı, kimblir, o, ruhumuza daha neler fısıldayacaktı? Senbolizm hakkında, senbo- lizmi hisli ve bulyalı — şahsiyes tinde eriten Ahmad Haşim hakkında söyliyeceklerim — bun- lardır. Haşimin sanatı — ideal bir sanat mı? Örnek tutulacak bir sanat mı? Bu suale ce- vab vermek için şu hakikati daima gözönünde bulundurmalı: Sanat - bir mizaç ve şahsiyet meselesidir. —Ayn — mizaçta olan kimselere de ayni sanatı idenl sanat olarak göstermek boştur. Yüksek — şahsiyetlerin ifadeleri olan sanatlarda —aşa- gibk ve yukarılık değil, ancak başkalık mevzuubahs olabilir. Haşimin şiri, diğer şürlere benzemiyen, başka bir — şiirdi. Bedeninin, — ruhunun, — hulâsa şahsiyetinin ifadesi olan ışık ve gölge dolu bir şiirdi. Ma- ziye gömülen sevdiklerimizin seslerini andıran bir — şiirdi, Böyle bir şiir -zevke, mizaca, anlayışa göre- ya - sevilir; ya sevilmez. Fakat; sevilmese bile hürmete lâyıktır; çünkü hayatı- ni sanata — bağışlıyan bir şah- siyetin ifadesidir.,, PIYANGO Yazan: Nuri Akyel ahyorsun. Hâlâ da kendi keyfine gös re mi hareket etmek istiyorsun?. De. fol buradan senin gibi miskin herife lere ihtiyaç yok burada.. İhtiyar amele titriyerek oturduğu yerden kalktı; — SBSiz bilirsiniz, — dedi, gideyim. şu benim on iki günlük günde d de verin de.. — Ne sayıklıyorsun sen?. — Altı yüz kuruş alacağım var? Verin de bir dakika bile durmiya- yım burada.. Patron kabarık portföyünden bit beşlik bankanot — çıkarıp — ameleniiii önüne fırlattı: — Al bu parayı da defol git. — Bir lira daha isterim. — Haydi dedik ya - Yetişir, defil artık! Zavalh ihtiyar özüne baka baka uzaklaştı. Hiç bilmeden Nereye gidecekti, ne yapacaktı?. Ne kadar zaman geçtiğini bilmis yordu. Birdenbire ürperdi. Soğuk bir rüzgür yüzüne çarpmışlı. Kendis jhne geldi, etrafına bakındı; köprü Üşk tündeydi. Gece olmuş her tarafta pik fıl piril yanan Glektrikler karanlığı nisbeten — dağitmağa — çalışıyorlardı. Üç dört adım karşıdaki küçük kulüs benin önünde birçok insan toplanmış birşeyler yapıyorlardı. Kulübenin — üzerinde *elektriklerle süslenmiş kocaman bir — reklümda 600,000 rakamı pırıl piril yanıyordu. Yavaşca yaklaştı. Baktı. Kulübenin önünde birikmiş olanlar harıl haril yılbaşı bileti alıyorlardı. Hepsi de zengin olmak ümidile bile bile paraa larını bu zevkli ve en tatlı kumara jyatırıyorlardı. İhtiyar amek gayri ihtiyari titres di. Elini cebine attı. Bütün varı olum beş lirayı çıkardı, baktı. Sonra başıs ni kaldırarak bir daha o parlak ve göz ahcı 600,000 rakamına baktı. Bir iki saniye kendi etti, durdu. Sonra birdenbire kararı- ni vererek kulübeye yaklaştı ve bile&i alan kalabalığın arasma karıştı.... Şimdi elinde, deminki beş — liramın iyerine, küçük bir bilet parçası vardı. Aklı başına gelir gibi oldu!!. Eyv şimdi ne yapacaktı??. Eve.. Karısis Da. Çocuklarına ne götürecektik Hepsi açtı.. Hepsi de onun gibi aç ve. bir dilim ekmeğe hasret çekiyorlarda İ | Bileti cebine koydu. Dalgın ve bitkim pıama geldi. Elini uzattı. Lükin kasi Piyiı varamadı.. İçeriden gelen —ineki çocuk ağlamaları onum elini tutmuşa tu. Gayri ihtiyari gözleri ü B;oqı önüne düştü, Gerisin Ş ! döndü. Karanlık — sokaklara — dald kayboldu... O geceyi nerede geçirdi, bilmiş du. Ertesi günü akşama kadar ötede beride serseri serseri dolaştı, — d| du. Açtı.. Evet hiçbir şey yimemişti Birşey dilenmeğe ixzzeti nefsi | oluyordu. Akşam oldu.. Bir yıl gil enatler... Geçmek bilmiyen dakikı biribiri arkasına yavaş yavaş hyorlardı.. Vakit gece yarısına yaklaşıyo Bitkin ve ölgün bir halde son bir gi ret ve ümitle evine giden saptı. Yürüyemiyor, âdeta si yordu. Bir iki adım attı eve geld Kapıyı çalamadı, kapınım önünde y kıldı kakdı.. » Biraz ilerisinde duran lüks B otemobilin gürültüsü zavallı ihti) İkendine getirdi. Gözlerini açtı, Duran otomobilden şişman bir ad latlamıştı. Amelenin evine doğru yordu. Bütün kuvvetini - sarfed kalktı. Şişman adam — kendisini gi müştü. Bir iki saniye dikkatle b tıktan sonra, haykırdı.. — Müjde, ağfam müjda... dın! Zavallı ihtiyar şaşırmıştı.. — Ben mi... Ne kazandım! run otomobile, beraberce — paralar almağa gidelim?.. İhtiyar amele hayret, - sevinç ' — Lütfen çeviriniz — yürüyordu. lÇ