Sabife 9 Böylece Amerikaya girenler, hayatlarını satmış demektirler. On- lar için iki çare vardır: Ya teslim olmak veyahut in- tihar etmek! KA Sağda kaçakçı kocası öldür.. len bir kadın kocasının ceseai Üstünde, solda yakalanan kaçakçı. İki üç hafta evel Duluth polisi, Kanada ile Birleşik Dev- letler hududundaki Süperiyör lü kıyılarında pusu kurüyor- » Akşamın — saat sekizine doğru gelen polislerin hepsi gölün civarına gizleniyorlar. Bu hazırlıkların sebebi, nâ- hiye müdürünün bu civara tayyare ile gizli muhacir nakk edileceğini haber almasıdır. Saat ona doğru, büyük bir etomobil, pusuya yatılan ara- zinin civarına sessiz sadasız gelip duruyor. Bu otomobil, derhal polisler türafından çevriliyor. — Eller yukarı! Otomobilde, makineyi bizrat idare eden genç ve güzel bir kızdan başka kimse görülmü- yor. Polisler ona soruyorlar: — Buraya ne yapmağa gel diniz? — Sizi alâkadı Nshye müd n Üzerine, genç kız sadece: — Başka yerde konuşmama imkân olmıyan evli bir erkekle burada randevum var| D yor. — Bu erkek saat kaçta ge- lecek? — Gece yarısı.. — Otomobille mi gelecek? — Hayır, tayyare ile, Polisler, bu ziyaretin sebe- bini öğrenince yerlerine çekilip tekrar beklemeğe başlıyorlar. Biribirini takiv eden üç tayyare Gece yarısına doğru, ayni araziye bir tayyare iniyor. Po- lisler hemen tayyareyi kuşa- tarak: — Eller yukarı! Diye bağırıyorlar. Lâkin tayyarenin içinde pi- Totluğunu bizzat kendi yapan genç, şık, güzel bir - delikanlır dan başka kimse çıkmıyor. Teyyarenin uçuş muamelesi tet- kik ediliyo. ve tanam olduğu etmez! ü ısrarı görülüyor. Genç polislerin h: reketlerine hiddetlenerek: — Bu yaptığınızı. — manası nedir? Beni bir katil mi zan- nediyorsunuz? Şahsi hürriyete tecavüz ettiğiniz için sizi mah- kemeye vereceğiml! diye bağı- myor. Nahiye müdürü, her şeye rağmen şüphesini yenemiyor ve yapınız. Fakat işiniz var onu sebeplerden başka yerde görüşemiyeceğim bir ka- din arkadaşımla burada bulu- şacağız. Polisler bu cevabı alınca çe- kilmek mecbüriyetinde kaliyor: lar, tekrar pusuya yatıyorlar. Sabaha küdar da başka gelen giden tayyare olmuyor. Ertesi gün öğleye doğru Du- luth nehrinin elli kilometre ilerisindeki bir köyden gelen köylüler nahiye müdürüne şu hâdiseyi anlatıyorlar: — Bu gecs köyümüz civa« rına Üüç büyük tayyare indi, Bu tayyârelerden çıkan birçok yolcular da otomobillere bine- rek meçhul istikametlere doğru yollandılar. . . Avrupada, Asyada, Alrikada yaşıyan işsizler, muhteris — in- sanlar Amerikaya gitmek — için can atarlar. Fakat, Amerikaya yabancı- ların yerleşmesi, büyük harpten sonra menedilmiştir. Bu tarihten sonra bu diyara yerleşebilmek için ya fabrıka işlatecek kadar zengin olmak, veya orada bulunan bir akra- basının teminat vı lâzımdır. Fakat açlık ve işsizlik, hiç- bir manin tanımaz. Her türlü tedbire rağmen, Amerikı sınır larını her sene — binlerce gizli muhacir aşmaktadır. Bu muha- cirleri gizlice Amerikaya götü- ven teşekküller vardır. Bu vaziyet karşısında insanın aklına ilk gelen sual şu olu- yor: *“Peki amma, Amerikaya girebilenler nasıl iş buluyorlar? Hüviyetlerini saklamak — için ne yapıyorlar?., Muhacereti temin eden teşek- küller hepsinin çaresini bul- muşlardır. Pek az zaman eveline kadar böyle bir teşekkülü idare eden Şaron isminde biri vardı. Ka- nadadaki barlarda onu tanım- yan bir tek işsiz veya bir tek firari yoktur. Amerikaya yerleşmek istiyon SARETEE 0 ANADÜLU Iİnsan kaçakçıları Işsizleri gizlice Amerikaya sokan te- şekküller nasıl çalışırlar? işsizler ona —müracaat ederler. artlk Şaron, Amerikaya gitmek isti- yenlere evvelâ şu suali sorar? — Kaç doların var? Bu iş için elli dolar yeter! Bu sözü işiten zavallı talip, sevincinden deliye döner. Çün- kü o, kendisinden çok fazla para isteneceğini zannetmek- tedir. Fakat Şaron sözüne devam eder: — Evet -der- elli dolar yeter. Lâkin Amerikada kazanacağınız paranın yüzde otuzunu ilk iki sene bize vereceksiniz. Bu defa iş hususunda endişe baâşlar. Fakat Şaronun buna da cevabı. hazırdır: — Biz sana iş de buluruz. Oraya yerleştikten sonra taah- hüdünü yerine getirmeyip te bizi aldatacak olursan vay ha- linel.. Seni derhal Amerika po- lisine ihbar ederek hudud ha- ricine atlırırız. Teklifi kabul eden adam, o günden itibaren, eski satılmış esirlerden farksız bir hale dü- ger.. Şaronun teşkilâtı, hakikaten Amerikaya götürdüğü her ada- ma ayda en az elli dolar ka- zanabileceği bir iş bulur. Fa- kat, bu elli doların yüzde yir- m almağı da kat'iyen il- mal etmez. Müsyü Şaron, son zamanlar- da yakayı ele vermiştir. Böyle olmakla beraber, gizli muhacir makliyati durmuş — değildir. Çünkü yetiştirdiği adamlar, ây- ni işe devam etmektedirler. Bu teşkilâtlar vasıtasile Bir- lişik devletlere yerleşen zavallı adamlar, bütün içtimaf yardım- lardan mahrum olarak yaşar- Jar. Herhangi bir yerden yar- dım istemek, onlar için ken- dini teslim etmek demektir. Bu sebeble, daima gizli - teşki- lâtların bir kazanç vasıtası gibi yaşamak mecburiyetindedir. Bu acıklı vaziyetten kurtul- mak için iki çare vardır: Ya teslim olup hudut haricine çık- mak; ya intihar etmek! Amerikada intihar edenlerin yüzde otuzu, işte bu zavallı Adamlardır. .. Parisir, Londranın, Berlinin veya Şanghayın batakhaneleri den gizli olarak Amerikaya ka- çan zavallıların acıklı hallerini bilmiyenler yoktur.. Fakat genç kızlar için Ho- livad ne ise, işsizler ve fakirler için de Amerika odur. Bu şehirlerin herhangi bir barına gitseniz, size Mişel Tik halli deki adamin mace- rasını itırlar. Mişel Tilhalli, ilk defa Ame- rikaya kaçmak teşebbüsünde bulunduğu zaman, ancak onbeş yaşında imiş. Harbi umumiden sonra — Avrupadaki Amerikan askerlerini memleketlerine gö- türen Ağamemnun vapuruna gizlice binmiş. Fakat, vapurda yakayı - ele- vererek, — tekrar memleketine gönderilmiş. Lâkin bu azimkâr genç, te şebbüsünden geri — kalmamış; gayesine erişmek için her iki üç ayda bir Amerikaya giden vapurlardan birine gizlenmiş. Fakat her seferinde de, yaka- lanmış. Nihayet rikkate gelen Amerika efkârıumumiyesi, onun kanun harici — memleketlerine sokulmasını istemiş. Bu sıralarda da - Nevyorklu Bay Şefik Ulualp, singer ma- kineleri ve Thempson daktilo- larım — Anadoluda satan - bir ajandı. Küçük ve sapa bir şe hirde iki ay kalacaktı. Yaşadığı büyük şehrin kalabalığı onu tamamen otomatize etmişti. O otomatizmden, itiyadın emin ve dar çemberinden çıkıverince, Merih ve Zuhal yıldızlarına dü- şüvermiş gibi ne yapacağını, ne edeceğini bilemiyerek mü: kedder oluyordu. Çünkâ mw taddan ayrılınca beynini işlet: mek mecburiyetinde kalıyorr Beyinse işliyemiyor, can sıkın: tısından patlıyası geliyordu. Hiç yeniye, yani görüp ge- çirdiği mutadın gayrisine ihti- mal vermiyordu. Yaradılış onu yaratırken, solucan, kı maymun misillâ her hayvana Ööğrettiği birinci öğrentiyi ona da belletmişti. B. Şefik iyice biliyordu ki bir işkenbesi vardı. Ve işte bu işkenbe kâinatın merkezi, Başı ise işkenbesinin - bilâ kay- düşart — teferrüatındandı. fer'in vazifesi, da zararına olsa işkenbenin kârına olarak dalavere - çevir- mekti. * *. Bay Şelik Ulualp, kıza akşam üzeri rast geldi. Deniz kıyısında ayakta duruyordu. Koca koca portakallar İoş yapraklar ara- sında birer ateş küre gibi par- lıyorlardı. Portakal koparırken Ayşenin açılan âvucunu, güneş, ışığile dolduruyorlardı. Kızın portakal koparmak için kalkan kolu bembeyaz parladı. Rüzgâr eserken Bay Şefik Uludağın burnuna hem portakalın, hem onu koparan kolun koltuk al! kokusunu — getiriyordu. Hemen sinemâa perdelerinde aktarma şairliği tuttu. Meselâ — zengin bir adamın bir köyde fıkara bir köylü kızı ile evlenmesini ve filim s#onunda da, sanki du- daklarile soruya soruya bir ağacı kökü ile ve toprağile beraber sökecekmiş gibi vaki olan up- uzun bir öpüşü hatırladı. Sular kararıyordu. Ağaran pa tikadın Üüzerinde yamaç mavi gölgesini acele acele yürütüyor- du. Şefik Uludağ eve dönen kızı yol üzerinde takip ediyor- du. Onun yürürken endamını, şal n inhinalarını süzüiyordu. a KA L y omamn a zengin bır dul, hükümete İâzımge- len tel t akçasını yatırarak, Tilhallinin Amerikaya girmesini temin etmiş. * » Tilhalli gibi binlerce insan, bir serab diyarı haline gelen Amerikaya girmek için sırala- rını beklemektedirler. Geçen hafta, El Pasodan bildirildiğine göre, Meksika hududunda insan kaçakçılarile gümrük memurları arasında şiddetli bir çarpışma olmuştur. Bu çarpışmada zırhlı otomo- biller ve mitralyözler biribirine girmiştir. Neticede üç kişi öl- müş ve beş kşi yaralanmıştır. Gene sekiz on gün evel, Det. rova şehri zabıtası, mobilizas- yon şehrinin birkaç kilometre ötesine bir kaçakçı tayyaresinin ineceğini baber alıyor. Polis Stanley Lenremba, tay- yarenin ineceği mıntakaya zırhlı otomobille gidiyor ve oraya vardığı zaman, tayyareyi — yere inmek üzere buluyor. Fakat ya kalanacağını anlıyan pilot, gazı açarak tayyareyi tekrar havar landırmak istiyor. Polisler otomobili tayyareye çarptırıyor, tayyarenin perva- nesi kırıliyor. Kaçakçı ile ka- çırdığı zavallı adamlar yakayı ele veriyorlar. Lâkin bu şid. detli çarpışmada, — otomobili idare eden J-aremba da ölüyor. elih, ve nüvesi idi. | Bu | bütün kâinatın | Yazan: Halikarnas Balıkçısı Ona Marlı Ayşe, hatta ekse- riya yalnız “Martı, - derlerdi. Güneşin, portakalın ve manda- lin ağacının Anadolusundandı. Şiddetle yaşar, şiddetle canlı | bir organizme malik olduğu, sıhhat, hayat ve enerjile taştığı besbelliydi. Mavi yeşil derin gözlerinin renkleri, Akdenizin için için akan akıntıları gibi gi- der gelir, kararır açılırdı. Bu da cenubun mavi gözlü kara kir- pikli bir kârmençitası idi. Martının evi koca bir frenk inciri kümesinin yanında idi. Evin önünde bir hurma ve Akdenizin şıpırdıyan mavisi; iki tarafında alabildiğine giden nlikler ve ze bakmak istiyorlarmış gibi biribiri ardısıra, perde perde yükselen mor, leylâki pembe tağına uzanmıştı. Gözlerini pamış, fakat uyumuyordu. Kızla evlenmeyi aklına kuruyordu. O kıza son moda kürklü bir man- tonun, başının kenarına fiske gibi küçücük bir şapkânın ne güzel yakışacağını tahayyül edi- yordu. Onu giyd kuşatıp lüks bir resturana götürebilirdi. Belki kızın okuması, yazması yazması yoktu, fakat bu şeylere ne hacet? Evet, filvaki kızın renkleri ve caalılığı biraz aşırı ve haşarı idi, Onu tatlılâştır- mak, mülâyimleştirmek lâzımdı. Fakat bir kere kız eline düş- sün ehlileşmesi artık, bir gün ve hafta meselesi olurdu. Bay Şefik Ulualp, bu mülâyimleştir: me işinin, rengi çok çiydir diye gelincik ağartmıya benzeyece- ğginin hiç farkında değildi.. O- nun aklı, hayat görmemiş köylü kızının koca şehri görünce du- yacağı bayretteydi. Büyük şeh- rin apartmanlı okaklarını, otomobillerini, otobüslerini,tram- vaylarını, kostümlerini, tuvalet dükânlarını, pastacılarını, şeker- cilerini, mahallebicilerini, kun- duracılarını, şapkacılarını, sine- malarını, tiyatrolarını, köprüsü- nü, tünelini, Akay vapurlarını görür görmer, kız ha! hayrete geçecek, kendini mut- laka binbir gece masalının pe- riler diyarında sanacaktı. Şefik ona “işte bu köprüdür! Bu pas. tacıdır! Bu tramvaydır,, dedikçe Mati “ayi vayi, diyerek birer kere parmak ısıracak.. Bunca harikaların yaradıcısı, — mucize lerin büyücüsü, B. Şefik Ulual- pa baktıkça arşıâlâya sed çek- miş Olimposun zirvesinde kur -— S ea u : rulu Zefisisin ta kendisini gör- düğüne kail olacak, mi: lğının onun kulu kölesi, ayas - gının tozu olacaktı. ( Evet kız fakirdi, fakat güzek © di. Onun güzelliği Bay Şefik Ulualpın bataku malı olacaktı.. | Bu kadar güzel bir insan tağll rafından Allah diye tapılmak zevki bin lira da mı etmezdi? | Hem de arkadaşları “ulan, Şes fik bu kelepiri nereden avladı, diye yan gözle kıskanç kıskanç bakacaklar, bu da aymca bir haz menbaı olacaktı. Sonra da; bir fıkara kızla evlenmiş olmak © ulüvvü cenabı masl | lecok bu şehvet ve sefahat lesinin de dadı, üstelik cabi kalacaktı. Bay Şefik Ulualp bir iki gül böyle hesapladı, tasarladı. Ki — zın babası soyu sopu hakkınd. malümat topladı. Kızla konuş — mağa karar verdi. Martı sabali — ttare | ları deniz kenarına gidiyor, de | nizin attığı tahta parçrların — toplayıp eve götürüyordu. Ba — Şefik Ulualp erkence kalkara | kapağı deniz kıyısına attı. Ki daha erken davranmıştı. Ki hakikaten güzeldi. Bay Şeli fıkara kızı - tipl filimlerd hakiki hayatt görmemişti. Mari yalın ayak, yalın bacak kumlar — da yürüyor, fıtası saçlarile bu raber rüzgârda uçuyordu. H | men Bay Şefik bir kucak di0 lusu tahta parçaları toplad | Martının yanına vardı. “Seni f için topladım!,, Dedi. “Kız ae ba deli midir?,, Diye yüzür bakakaldı. | Bay Şefik- Ulualp bir ( adım geriledi, yaratmış olduğ | bu manzaranın bir filimde £ üzel —görüneceğini — tal ! îuti. Ko:di yıp:.ınıı l:,ı seyircisi oluyordu. Güzel B | kız, güzel bir delikanlı, iki m- | sum gençleri Yolda bihab yürürken, —önlerine — tesadülk © çıkıvermiş bir hendeğin — içir — gümbedek düşm gibi, şara | diye öz yüreklerinden aşk okâ | vuruyorlar. Bu idilik güzelli neyse deniz kıyısı zemin ediyor. Eh, d&mıu; nbı.:'t van tamamdı, Bay Şefik Ulum memnuniyetinden az kalsın k çük dilini yutacaktı, Öteden beriden konuştula Bay Şefik, Martıya babası, ana - | kardeşi olup olmadığını sord Zaten — sorduklarını - biliyord —| fakat lâf olsun diye bildikleri soruyordu. Kız iki erkek kard | şinin denizde boğulmuş old ğünu söyleyince Bay *Vahi Vahi, derken içind *dipdiri iki hödük enişle olacağına böyle romantik | tarzda cavlağı çekmiş, iki m hum enişte daha iyidir, di düşünüyordu. — Sonu var —