Sabife 9 Tar.hten Yapraklar: Bir Kral nasıl delirdi? O, küçük, taze köy kızlarını istiyordu ve ma- Nihayet bir güzel ANADÜLÜ sasında onların getirilmesini bekliyordu Bir meczup! Dön Kralım, diye bağırdı, sana iha- net var! Yazan: İrfan Hazar Fransa imparatoru altıncı Şarl, yorgub argın çadırına girdi. Güneşin şiddetli sıcağımı bir kat daha şiddetlendiren Britân- ya harbi havadisi ve sefer yor- gunluğu kralı bitap düşürmüştü. Zaten o, memleket dahilinde iyi bir icraatla idareyi tedvir etmek ken şurda burda çıkan hâdiseler kendisini çok üzmekteydi: — Evvelâ, dahilde sağlam olmalıyız, diyordu. Eğer bütün: lüğümüzü ve birliğimizi dahilde temin edersek bizim için ölüm yokturl! Ancak bu ittifak ve sevgi halka göstereceğimiz ada- let ve müsavatla beraber yürü- yecek ve ondan doğacaktır. Rüşvet, iltimas ve her nevi hak- sızlık, zamanı idaremde artık görünmiyecek! Bunlara cesaret eden kesanı kayıtsız. ve şartsız ölüm cezasile cezalandıracağım. AŞıviııı bu temiz düşüncele: rini amcaları mütemadiyen bal- tafıyor, kral namına — eyaletleri idare eden akrabaları İmpara- torluğu durmaksızın yiyordu. Genç imparator, bu suüsti, mal meselelerile bizzat üğraş- mak mecburiyetinde kaâldı. Ve bazan muvaffak da oldu. Fakat bu muvaffak oluş, onun sıhhatı bahasına elde ediliyordu. Çok nârin ve çok içli olan kral, her şeyden — müteessir olurdu. Onun hassasiyeti, belki bir şairde bile yoktu.. Bütün Mmeseleleri, kılı yarar gibi inceler; hükümlerini ken, ve onların tatbi sul — bulacak neticeleri tefekkür ederken adeta .lııoulınııdı. .. 1412 Yılınin Ağustos ayı he- müz girmişti. İmparator — ça- dırda iskemleye oturmaktan zi- yade yere oturmayı tercih etti. Çadirin içinde el pençe divan durân nedimler, yere yaygılar yaydiılar ve kuş tüyü yastıklarla kralın istirahat edeceği köşeyi gelin odasına çevirdiler. İmparator bugün çok malr zundu. Üzerinde her günkü hali yoktu. Arka tarafta duran Bur- gönya Dükası ile iki kumandaan aralarında konuşuyorlardı: — İki gündenberi ağzına bir şey koymadı! ; — Sabahleyin çok geç kalktı. Harb raporlarını bizzat tedkik etti ve sonra, masanın başında ansızın uyuyuverdi. — İki gün önceki o bekle- nilmiyen coşkunluğu ne idi? a Evet çocukluğunda "dahi böyle I:İi'ıuy yapmamıştı! — Krali; Vellai küplere bier, 719 — Seler hali, i tabiliğin sonu iyi olmaz. Krahın, yaslandığı k ağır ağır dotvuldı:u zğ:ıdın Nedimlerinden birisi emirlerine ınlııurun yanına yaklaştı. mparator yüksek sesle Bırdi: PE — Şimdi sofrayı kurunuz! — Hemen Haşmetpenah., — Misafir istemem, ancak ben ve benimle beraber dün sana söylediklerim sofrada ha- zır Olacaklardır. Nedim, krala hiçbir cevap veremedi. Sanki bu emrin ak tında ezil p kalm ş gibi idi. Örleon prensi - yanındakine sordu: — Nedime getirilmeleri em- redilenler kimlerdir. dersin z? — Ben de onu düşünüyor- dum. — Kimler olabilir acaba? Lâkin düşünmek — beyhude idi. Zaten altıncı - Şari, nedimi Giyom Martelin susmasına öyle kızmıştı ki, birden ayağa kalktı. —Kendinize her şey hazırdır, herşey mubahtır, fakat benim için, evet benim için her çeş- menio suyu kesilir, ber ağacın dalları kurur, hazineler de mete- Lkszlikten tamlakır olur değ.k İ? İstiyorum, anlıyor musun, te kadar dün söyledik- lerimin hepsini masamın başın da görmek istiyorum. Aksi tak- dirde... Heskes biribirine bakıyordu. Öğle sıcagında işret sofrası- nn kurulması hayra alâmet değildi. Harp bir haftadaaberi baş- lamiş, — İngilizlerin yürüyüşleri tehlikeli bir şekil almıştı. Sofraya davetli olan misafir- ler kimler olabilird.? Prensler, bilhassa buna akıl erdirmeğe çalışıyorlardı.. İmparatorun gene sesi dü- yulda: - idam Yala'z kalmak istiyorum. Lülfen prensler ve kumandan- lar, beni yalnız biraksınlar! .. Çadırdan çıkalı on dakika olmuştu ki, Bu:gonya dükası, kralın nedimi hassı Giyom Mar:- teli kendi çadırında — buldu. Kiyomun rengi limon sarısına dönmüştü. O, yavaşça dükanın önünde eğildi. Çadırda, ikisin- den başka kimsenin olmadığına emniyet getirdikten sonra: — Aziz prensim, dedi; aya- tım tehlikededir. Size — iltica ediyor n Martel? Niçin? Se- bebini söylesenel —Elfendimiz! Dinleyiniz beni! haşmetmenah kral — hazretleri bu zamana kadar hiç yapma- dıkları ve bu zamana — kadar sözünü bile işitmek istemedık- leri bazı şeyleri bendenizden istiyor. — Ne gibi? — Efendimiz! — Vallahil azim söylemeye s.kıhyorum. — Söyleyiniz; çünkü vakit geçmektedir. —Evet söyliyeyim! Üç saat önce | Maas civarından geçmekte idik. Bze maümuâliniz her yerde tezahürat yapılmakta ve kral hazretleri bu tezahürattan mem- nun olmakta idiler. — Evet.. — İşte üç saat önce de Ve- meniden geçerken, karşımıza çıkan üç küçük köylü kızı yok mu? — Evet. hatırladım! * — Krala çiçek takdim eden kızlar! Evet kırmızı yüzlü, güıe_l gözlü, 10, 12 yaşındaki köylü ktzları! — Tamam, işte onları! — Evet iste onları.. — Kral hazretleri bendeniz: den istiyor. Sotrasında beraber — Aman ne söylüyorsun? — Evet efendimiz! Ben haş- metpeaahın ahlâkı seniyelerin- den emin olmakla — beraber böyle küçük kız'ardan ekse- riyetle hoşlandığına ve şimdi de bu üç kızla... — Uzatma Martell.. Bir brp yapacığız! Yoksa masur mi melerle zevk ve safa mı? Şe- refim hakkı içn - söylüyorum; ba bir rezalettir, bu bir alçı lıktır. Haskı kendimize mi hü- cum ettirmek istiyoruz? Giyom Martel ortadan kay- bolmuştu. Burgonya dükası ile Orlemn düka: ında bazı istişareler al altıncı Şarlin otağına girdiler. Hayretl.. İmparator bütün faaliyetile masasının başında - çalışıyOrdu. Onları gülerek karşıladı. Hepsine âyrı ayrı, cephedeki” hareketlerden bahsetti. Alınacak yeni tedbirler üze- rinde alâkal/ ve nüfuzlu görüş- lerile iki Dukayı da — âdeta şaşırttı. Bu ne perhir ve bu ne.... İmparator yemeğini çoktan bitirmiş, atının hemen hazırlaa- Holivut Aşık sultanla alayda artisti brğendi ultan ve müstakbel zevce » Malezyalı — sultan — Lahorun Doroti Lamurla evlenmek iste- diğini ve batta, bu sebeple, ka: rısı mis Vilyamı “boşol, diye- rek boşadığını yazmıştık.Fakat, sultan, Doroti Lamurun evli ol- duğunu görünce, ona benzer başka bir kadınla evlenmek is- tediğini bildirmiştir. Bunun üze- rine, Holivut neşriyat vasıtaları sultanla alay etmek maksadile, ona birçok yıldızlar teklif et- mişlerdir. Sultan, en son teklif edilen Fransız artisti Olimp Bradnayı beğeniyor ve Holivuta şöyle bir telgraf çekiyor: *Teklifinizi kabul ettim. Ge- liyorum. , Şimdi Holivat, bu alayın doğuracağı neticeyi, heyecanla beklemektedir. Mt masihı emretmişti. İki prens, biribir.min yüzüne bakarak imparatorun çadırım dan çıktılar. Bu tehavvülden gülmeleri mi, yahut ağlamaları mı lâzimgeldi- ği üzerinde tereddüde düştüler. Burgonya prensi arkadaşına döndü: — Korkuyorum, dedi. — Neden? — Aklından! — Kimin aklından! — Kimin olacak, kralın ak- lmdan! Bi Burgonya prensinin bu teşhisi ölledeınıayurıp kapkara bir ha- kikat halinde orduya ve bütün Fransaya yayıldı. İmparator maiyetile Mans or- manından ilerlerken önüne an- sızın bir meczup — çıktı. Krahn atından tutarak vah,i bir sesle ona bağırmağa başladı: İmparatorum, sevgili im- rum! çabuk geriye dönl. ibanet edilmiştir. Pusuya düşüyorsun. Geriye dönl Altıncı Şarl meczubun bu müthiş haykırışları içinde der bal kılıcımı çekti. İmparatorun bücumu meczuba değil, bilâkis maiyetine müteveccihti. Prens- lere, Dükal Nedimlere öyle kılıç havaleleri gönderiyordu ki, herkes biran içinde çİyavrusu gibi dağılmak mecburiyetinde kaldı, Hatta bu komedyada Orlean Dükası bile muhkkak bir ölüm- den kurtuldu. Koca ” ormanda kimseyi yakalayıp öldüremiyen altıncı Şarl, nihayet bitap bi.r hülde beygirinden düştü. Gi- yom Martel onun kılıcini aldı. Köyden tutulan küçük bir. ara- ba, elleri kolları bağlı olan Fransa krâlını Parise götürü- yordu. Bir dahs iyi olmamak üz:re imparator aklını kaybet- miş, azılı bir. dei oluve, mişti! | — Fırtına ne âlemde? — Fırtınayı atlattık. — Şu halde biz de açlığı atlattık! — Nasıl? Nasih reis, ambardan çıkan kokuyu alır almaz derhal aşa- ğıya atladı. — Aman yarabbı, bu — ne hal, dedi, atoşi, kandili, balığı, unu nereden boldunuz? Artık hiç bir sınkıntımız kak- mamıştı. İçecek su için meyva- lara müracaat ediyor; onun buz gibi sütümü şapır şapır içiyor- duk. Daha üç gün, üçgece devam eden seythatimizin son uyku- sundan uyandığımız zaman he- | pimiz birdenbire — şaşaladık. Çünkü etrafı erbeamız irili ufak- 1 adalarla kuşatılmıştı. Demek Nasih reisia dediği adalar bun- lar olacaktı. Ne yapacağımızı henüz karar- laştırmak — üzereyken, — körfe- zn her canibinden ince ince kayıkların bizim sala doğru sür'atle geldiklerini gördük. Zaten kaçamazdık! Nasih rois, suyu yararak iler- liyen yerli kayıklarına dikkatle baktı: — Bunlar, dedi; evelce söy- lediğim gibi Hüşrüş kabilesine ait sandallardır. Adaya çıkmak- tan ve reislerini ziyaretten başka yapıl: birşey yoktur. Ben, bu adamların âdetini iyi bildi. gim için çok zorluk çekmeyiz ümidindeyim. Ancak vereceğim işaretlere dikkat ediniz ve on- ları tatbikte istical eyleyiniz! Sala yanaşan ince kayıklar tüy gibi hafifti. Kürekçileri yan- larda değil, arkadaydı. Bu sandalların içinden, yam- yamlara hiç benzemiyen bize yakın insanlar çıktılar. İhram nevinden entariler giyorlardı. Önde yürüyen kısa boylu bir yerliye Nasih yaklaştı. O, şekline hiç tesadüf etme- diğim bir selâmla yerliyi kucak- ladı. Meğer ki bu kucaklaşma dakikalarca devam Biz de onların önül larca durduk. Sonra - biribirle- rinden ayrıldılar. Bu selâm me- rasimine sandaldakiler o kadar memnun oldular ki, yazmakla anlatılamaz. Çünkü Nasih reisin yalnız kendi selâmlarını değil, dillerin- den de bazı cümleleri ve keli- meleri bildiğini hisseden yerli- ler, ona izaz ve ikramda çok ileri gittiler, Sonradan bize — anlattığına göre, Nasih reisle aralarında ilk konuşma şöylece olmuş: — Bizim selâmımızı ve dili- mizi nerede öğrendin? — Kendi memleketimde! Si- reisinizin şöhreti bi« zim diyarlara tamamen yayıl- mıştır. Bir zaman gelipte ada« larınıza - uğrıyacağımızı ve ma- bedlerinizi tavaf edeceğimizi bildiğim için küçük yaşımdan beri güzel lisanınızı öğrenmeğe çalışmıştım. — Aman, şu halde hemen sizi ve arkadaşlarınızı mukad- des hakanımıza takdim edelim. Ey seyyahlar! Hoşgeldiniz! Bize şerefler, saadetler getirdiniz. Nasih reis, eskiden Hürşüş adalarına yaptığı ziyareti bun. lardan saklamıştı. — (22) yıl, az bir zaman değildi. Bu müddet zarfında herşey değişir, yüz, boy, konuşma vesaire başkala- şirdi. Elbet de Nasıh reisin Nisan 19 tanınmasına ihtimal yoktu. Hintli pek sakin görünü- yordu. Ağır ağır saldan indik. An- cak inerken saldaki bütün eş- yamızı da yanımıza almayı unut- madiık. Tabit bu eşya yamyamlara aiddi. Bilhassa Hindistan cevizine benziyen © nefis meyvalardan tek bir tanesini salda bırak- madık! Yolda giderken, (Fakir) he- pimizi başına topladı. — Arkadaşlar, dedi; Reisin rehberliğile — buradaki küçük tehlikeleri de — atlatabi- lirsek, artık memleketimize ka: vuşacağız demektir. Deli gbi Hintliye sordum: — Nasıl, memlekete mi? Ey habibi, bu müjden için söyle, sana ne süretle şükranlarımı ödiyeyim? Güldü: — Sendbad, dedi; emin ola- bilirsin ki, yakında buradan yeşil bir gemiye bineceğiz. Bu gemi üç direklidir. İçi kalaba- lıktir ve kaptanları çok candan insanlardır. İşte onunla sen Bağdad yolunu, ben de Hind yolunu tutacağım. Gözlerim faltaşı gibi açılmış olduığu halde, (fakir)e sokul- dum: — Aman ya Seydi, dedim; aklımı kaybedeceğim. Bunlân nereden biliyorsunuz? Hindli başını sallıyarak — ve derin derin etrafını tetkik ede- rek cevap verdi: — (Murakabe) den ya Sends Nasih badi Beş gün süren deniz yol» Binbir iı ece masallarından * Seyyit Sendabadın Harikulâde deniz seferleri Nakleden: İrfan Hazar | ASA tuluğumuzda hep murakabeye — daldım. Binaenaleyh talihimizin — iyi olacağını sana tebşir etmek — için bugünü bekledim. Artık korkâcak hiçbir şey yoktu. Aynada görür — gibi, Hindli kardeş istikbalimizi tıre — nağında görmüş, artık tehliko. nin olmadığını bana müjdele. mişti. Şu halde — istediğim — gibi yürüyebilirdim amma, Nasih reisin kumandasına da etmek lâzımdı. Kendimi 0 anda asker el muşum sanıyordum. Çünkü bü- yük bir yokuştan geçdikten sonra Hüşrüşlülerin merkez sa- rayına vardık. Kapıya gelir gelmez ellerimizi havaya kaldı: myor, sağ bacağımızı - ileriye uzatıyor, burunlarımızın —ucunâ kadar varan dillerimizi durmak- sızın şapırdatıyorduk. Bu talimi bize yaptırıncıya kadar Nasih reis akla karayı soçti. Nihâyet hepimiz bu selâm merasimini becerebildik. Görseniz, bizim istikbalimize çıkan Hüşrüş ahalisi bu mera- simden ne kadar çok - sevini- yorlardı! Pimizin —ayri ayrı — keyiflerini sordu, Başımızdan wîıl, ı::-! cerayı Nasih Reis Sultana uzun “zun anlattı. Bizi dinliyenler, hakiki bir felâketten kurtulduğumuza 3e- vi_nı_iilu; Orası — cehennemdir. Sizin oradan kurtulmanız bir ıueiudî.r(. dediler. Tam İki gün Hüşrüş adası; da kaldık. Bize yaptıkları ;:— thuk.t ıö:ıvdılılui misafirper- verlikten dolayı Hakı e kürler ettik. 4 eai * Arkası var « Hakan, bizi kabul etti. He j dikkat —