, | eT e gğ Dartanyan p;ra kesesini cebinden çıkararak bütün paralarımı masa üzerine bıraktı Atos, biz elinde izin tezke- resini ve diğer elinde de Tre- vilin mektubunu tutuyordu. Atos hayretle sordu: — Şimdi aldığım bu izin tezkeresi ile şu mektubua ne demek olduğunu bana anlatır mısınız? diyerek mektubu okudu: *“Azizim Atos, vücutça olan ihtiyacınıza mebni on beş gün istirahat etmenizi arzu ediyorum. Bunun için Forj kaplıcalarına weyahut başka bir yere giderek mümkün olduğu kadar çabuk sıhbat kespetmenizi — temenni ederim, Hulüskârınız M. dö Trevil.., — Evet; bu izin tezkeresi ile mektuptan maksat benim pe- şimden gelmenizdir, Atos, — Forj kaplıcalarına mı? — Oraya yahut başka bir * — Kralın emri midir? — Kralın veya kraliçenin; ber ikisinin de bendesi değil miyiz? Bu esnada odaya Portos gir- mişti, — Çok şeyl dedi. Çok aca- yip bir şey oldu! Ne zaman- danberi silâhşorlara istenilme- den izin veriliyor? — Kendileri namına izin is- tiyen dostları olduğundanberi. « Oh, ohl demek yeni bir var.. — Evet, gidiyoruz. Portos sordu: — Ben de öyle diye Portos söylendi. Dartanyan para kesesini ce- binden çıkarıp masa üzerine koydu. — İşte, bende var, Bu kese- n'n içinde Üç yüz pistol var. Her birimize yetmiş beşer pis- tol düşüyor ki, bu da bizi Lon draya götürüp buraya getirmeğe yeter. Bundan başka hepimizin Londraya gidemiyeceğimize emin olmalıyız.. — Niçin? — Çünkü her ihtimale karşı içimizden bir kaçımz yolda br rakılacaktır. — Nasıl! demek kavgaya gi- diyoruz? — Bundan daha - tehlikeli. Size açıkçı söylüyorum. — Oh, ohl Mademki ölüm tehlikesine atılıyoruz, hiç ol mazsa niçin olduğunu bilmek isterim, diye Portos sordu. Atos ona cevap verdi: — Açık gözlülük yapıyorsu- huzl. Aramis söze karıştı: — Doğrusu ben de Portosun fikrindeyim. — Kral sebep söyler mi? Hayır, o size basitçe: “Efendi- ler, Gaskonyada yahut Fiânder- de harb var; orâya gidiniz, der. Siz de oraya gidersiniz. Şu hak de bu mesele için kendinizi Üzüyorsunuz?. Atos söze karıştı: — Vallahi, ben bir şey bik | dö Trevil taratından verilmiştir; — miyorum, Dartanyana sor, diye Atos söze karıştı. cevap verdir — Londraya, efendiler, Oortada, nereden geld gini —bil- mediğim üç yüz pistol da var. O halde emrolunan yere gidip ölmeliyiz. Hayatın bu kadar *& Londraya hal orada ne | çok sualler soracak kadar. kiy- “işimiz var? “meti mi var? Dartanyan ben — Söylemekte serbest olma- | senin peşinden gelmeğe hazı- dığım cihet budur. Bana itimat | rım.. etmeniz lüzım, efendiler. — Fakat Londraya gitmek için insanın parası olmak lüâ- zım. Bende ise metelik yok.. — Bende de diye Aramis Söze atıldı. Tefrika No. 78 — Ben de, dedi Portos. — Bea de öyle, diye Aramis söze atıld.. Hem de Paristen gittiğim için kederlenmiyorum. Bir az hava almağa ihtiyacım var. — Pek âlâ efendiler, emin olunuz ki, istediğiniz kadar ge- zinti yapacaksınız... — Ne zaman yola çıkacağız? — Hemen; kaybedecek bir dakikamız bile yok.. Dört delikanlı, bizmetçilerini çağırarak bağırıyordu: — Heyl Grimu, Plânşe, Mus- keton. Bazen! Çizmelerimizi te- mizleyin z, atlarımızı konaktan izller dlhakika, ber silâhşor ken- dilerinin ve hizmetçiler'nin atımı, kışlaları saydıkları, umumi ko- nakta bulunduruyordu. Plânşe, Grimu, Musketon ve Bazen vazifeleri başına koştular. Por- tos dedi ki: Şimdi seferimizin plânını hazırlıyalım. Evvelâ, nereye gi- deceğiz? — Kaleye, Loodra için kısa yol budur. — O halde, beni dinleyiniz.., — Söyle... Ne var? — Dört kişinin birlikte yola çıkması şüpheyi davet eder. Dar- tanyan hepimize talimat versin. Ben Bulonya yolunu tutar - ve size yol açarım. Atos iki saat sonra yola çıkıp Amyens yo- lunu tutsun. Aramis te Noyu tarikile peşimizden gelsin. Dar- tavyana gelince, Piânşenin elbi- sesini giyerek istediği yoldan gits'n ve Plünşe de muhafız el- bisesi ile Dartanyanmış gibi peşimizden gelsin. — m , bana — kalırsa böyle bir işe hizmetçileri karış- tırmak doğru değildir; bir sır efendiler tarafından kazara fa. şedileblir. Fakat hizmetçiler ta- rafından her zal tılır. Dartanyan dedi ki: — Por osun plânı bana tat. bik olunamaz gibi gelyor. Bu. nunla beraber size ne talimat verebileceğimi ben de bilemi: yorum. Bende bir mektup İvar, işte bu kadar. Mühürlü olan bu mektup üç nüsha olmadığı gibi kopyasını da çıkaramam, Sonu var — en Inkılâb hatıralarından Buşo ve Kozmidi gibi Yunan teşkilâtının hâdimi olan mebuslar ANADOLU Yumurtacılığı- mız ne halde? 1931 yıh Ankara birinci zira- at kongresinde, — tavukçaluk ve yumurtacılığımız — ehemmiyetle bahsedilmiş, tavukçuluğumuzun mütekâmil bir şekle ifrağı ile yumurta ibracatımızın artırılması çareleri üzerinde bazı kararlar alınmıştı. O vakit, kongreye bu hususa aid verilen encümen raporundan şu parçayı alıyorum: *Şimdiye kadar yetiştirme ve ihracata fenni bir usul ve kaide gözetilmeden memlekete senevi 6-7 milyon lira getiren tavuk- larımıza — Cinsleri ıslah edilir, miktarları çoğaltılır, gıda, kü- mes, hıfzıssıhha şartları tanzim olunur. ve yumurta — satışı da muayyen bir usul ve kaideye raptolunursa, bu yüzden mem- lekete girecek paranın çok kısa bir zamaaoda 2, hatta 3 misline çıkacağı geyet aş kârdır.. Aradan 7 sene geçti, tavuk- larımızın cinsleri ıslah dedildi mi, miktarları çoğaltılıp gıda, kümes hıfzıssıhha — şartlarının tapzimi ile yumurta satışı mu: ayyen bir usul ve koideye raptolundu mu? Bunu, lâyıkile bilmiyoruz. Biline bir şey varsa, mznkkg— te senevi 6-7 milyon lira geti- ren yumurtacılığımızın bir mik yon lirayı zor temin etmeğe başlamış olmasıdır. Yalnız, Ege mıntakası ihra- catı 933te 109,322, 934te 77,399, 935 te 19,258, 936 da 8,086 liraya düşmüştür. 937 yılı ön bir aylık ihraca- tımız hakkında neşredilen bir istatistiğe göre, Türkiyenin yu- mMürta ihracatı 635,773 İiradır. “Bü Hiktar bi yıl evelki ihrar | cattan 914,078 lira noksandır. Bu düşüşün, yumurta kontro- lundan başlıyan ve yabancı pazarlarda devam eden müş- küller gibi sebebleri bulunu- yorsa da bunun için bir ihtisas raporuna ihliyaç vardır. Ankarada bir ziraat koöngre- sinin akdedileceği — bu yakın larda, böyle bir ihtisas raporu ile yumurtacılığımızın cılklaşan dürümünü ortaya koyarak müs- bet çarelere başvurmamızın da gerektiği gayet aşikârdır. Nejad Böğürtlen Yazanı M. Doğan Taşnak komitecilerile elele vermişler âdeta bayram yapıyorlardı Ava — taburlarile — İstanbula giden arkadaşların hepsi — iti- mada şayan idi. Bunlara ne olmuştu. Bütün ümidlerimiz avcı taburlarında idi. Neuzubillâh — bunlarda mi ele alınmıştı. Bun- lardan bir kâç zabit Selâniğe davet edildi. Kendilerinden bir — çok istizahatta bulunuldu. Ver- dikleri cevablar: —Ele geçirecekleri bir ipı belki bir edebsizlik yapmak istiyeceklerdir. Fakat emin olu* nuz bir çelik kale olan askerle- rimiz bunları tedib etmeğe kâ- fidir. Bu güne kadar askeri terbiyelerinden zerre kadar bir şey eksilmemiştir. Zabitlerine, âmirlerine bu kadar bağlı olan askerimiz mürtecilerle birleşir: ler mi? Evet birleşemezler, fakat su uyur düşman uyumaz derler. Nitekim hâdisat bu atalar sö- zünün selabetini bir kere daha tebarüz ettirmiş bulundu. Bir akşam karanlığında Ga- lata köprüsünden Beyoğluna geçmekte olan Serbesti gazetesi yazı işleri müdürü Hasan Feh- mi bey Mevlânzade Rifat zanr nile Şeref sokağı muhafızların- dan (H..-) Bey tarafından at lan bir kurşunla ö'dürülmüştü. Ertesi günü Cemiyeti Muhüm- medi ile birleşen Fedakâranı Millet Cemyeti tertib ettikleri muazzam bir cenüze alayile Hasan Fehm'yi defnetmişlerdi.. /— Ne Volkan ve nede Serbes- tinin okunmak için el ile totu- lacak bir halleri kalmam'ştı. Ne hüyâ ve ne de terbiye kalmıştı. Hesab sorulacak günlerin yak- Jaştığını iri puntlu harflerle ya- ziyorlardı, — İstanbul patlamak üzere Etillerine ateş verilen bir “bombanin üzerinde gibi İ ir, heyecanlar Zeçiriyordu. — hareket, tarihe mal ola- cak kanlı bir. hâdisenin arife sinda bulunuyormuş hissini ver- * mekte idi. Bu hissi kablelvuku bir çok vatanperverleri düşün- dürüyordu. Önüne geçilemiyen bu gidiş nereye gidecektl. Mec- Lsten de höyir kalmamıştı. İs- tiklâl peşinde Arap ve Arnavut mebusların bir çokları bu gü- rültülü havayı körüklüyorlardı. Buşo ve Kozmidi gibi Yunan teşkilâtının candan hâdimi olan mebuslar, Taşnak ve Hınçak komitecilerile elele vermişler, âdeta bayram yapıyorlardı, Sub tan Hamid de için için gülü- yordu. 1293 te mebusan mecl bilâ müddet dağıttığı vakit: (. ... Millette - kanunuesasi ve meşrtiyet sistemi ile idare olunacak kabiliyeti görmediğim için meclisi bilâ müddet kapa- tıyorum)| demiş ve otuz iki sene sonra açarken zebirli ok — gibi ayni sözü açılma nutkunda da söylemişti. TMilletteki gördüğüm kabili. yetsizliğe mebni kapadığım mec- lisi milletin bu defa gösterdiği Iı'y:ılşıte itimaden açıyorum) de- miştir, Hamit için güçlük olamazdı. Bir kere arkasında yumurta kü- fesi yoktu. Sonra saltanat için de utanacak kızaracak bir sevi- yede de değildi. Ona her gün gözeteler (rillıllahı filâlem) Ak- labın arz üzerine düşen gölgesi diyorlardı. Belki bu İslâma aid bir fe'sefedir, fakat ber halde Hamid için muteber olmıyan ve Hamide lâyık görülmiyen bir payedir. Hamid Allahın yere düşen gölgesi değil, olsa, olsa Türk iklimine musallat olm.? bir belâsıydı. — Sonu var — Eve taarruz Kemerde Kocatepe sokağında Hasan kızı Meryemin evine an- Taşılmıyan bir sebebten elinde bıçak bulunduğu hald> tağrruz eden Osman oğlu Ali tutul- muştür. -Ö Sahile 3 . NASREDDİN AOCADAN .— | hiret —.. Yem Şeyh ektupları- YA ae Hafız Durmuş nihayet iki elimi de öperek bana çömez oldu Hazreti Davut aleyhisselâm cevap verdi: — Ey benim karındaşım, ben ağlamıyayım da ya kimler ağ- lasın?. — Cürmün çok mu büyük karındaşım, efendim? — Daha nice büyük bir cü- rüm olsun ki ben Allahı bir saniyenin mi'yonda biri kadar bir zaman için unuttum.. Kar- şıma sarkık memeli, davul gö- bekli, dövmeli dudaklı, çatlak tabanlı, törpü avuçlu, çpil gözlü bir duhteri nazikeda çıktı, bana bin türlü naz ve işve icra eyledi. Şeytana uydum, onu midem hiç bulanmadan şapadanak öptüm. te © zaman imamı âzam Ebu Hanife Hazretleri pederimiz im- dada yetişti. Davut aleyhisselâ- mın göz yaşlarını incir yaprak: larına silerek: — Süküt, ya Hazret, süküt; dedi, bir gün olacak, senin üm- metinden Edison isimli bir in- san peyda olacak, Senbartelmi bayramını müteakıp — zamanın şişe tüccarlarından Vaterlo kah- ramanı İbnisina ile dondurmacı ustası Viktor Hügo isimli ve dini bütün bir Müslümanla bir- leşerek Hazreti Alinin düldülüne! binince Hindi, Çini, Kâfiristanı baştanbaşa — kılıçtan — geçirdik- ten sonra hepsini hak dinine sokacaktır. Amma ey Davut, sen diye- ceksin ki kılıçtan geçmiş olan bu kâfirler - ölmezlermi ki hak dinine girmeğe imkân bulsunlar. Hayır, hayır dostum Kont dâ Kantin.. Allah © maktul kâfir- lere ruhlarını Cebrail aleyhis- selâma teslim ederlerken, son nefeste, hidayet verecektir. İstezübillâh; men mazare fil- keder, işihâ hemen becer.. Haki sın ya Davut;işte o za- man Cenabıhak sana mağfiret edecek ve yüzülmüş derine top- rak yerine saman dolduracaktır. Bu tebşir üzerine Hazreti Da- hafifledi, vut sevindi. O kadar © kadar hafifledi ki bir silkindi, kuş oldu, kanadı gümüş oldu, palamutun çifti beş kuruş oldu. — Hangi balambırtın? Hafız Durmuşun bu saali ak- h başıma getirdi. Ben de he- rifi sersemleteyim derken am- ma saçmalamışım. Şimdi pala- mutun sırası miydi?.. Maamafih işi sezdirmeden da- yandım: — Dördüncü kat Cennetteki Tüba ağacının yanında bir de palamut ağacı vardır. — Hocam bağa bunu deme- diydi.. — Hocan medresede talebe iken daha bu ağaç dikilmemişti. vesini bağlamak için diktiler. — Heece.. — Evet; işte sana hadisi şe- rifin de mealini* anlattım. Hafız Durmüş ansızın yerin- den fırladı. ben “Amanın ne oluyoruz. demeğe fırsat bulma: dan ellerime yapıştı, iki elimi de, üştlerine salya doldura, dol- dura, öptükten sonra: —-Sen benden de, bağa ders viren hocadan da derinmişsin, dabanını yalayın, imamı Hınbili (Hanbeli — olacak) — elfendimiz “ıtlafıl ulümâti minel balsin, buyaurmuş, bağa ders vir.. — Ne buyurmuş, ne buyur- muş?, ee Mlafıl ulümüti minel bak sin... *“Balsin, — kelimesinden — işi çaktım, Hafız Durmuş utlubül ilme velev bissin demek - isti- yordu. Eski yazıyı bilenler bu kelimenin yazılış târzını hatır- larlar. — Peki Hahz; dsdim, fakat bir şartla... — O şartın ne ise gabul.. — Ben itirazı hiç sevmem, ne dersem yapılmalıdır. Görü- yorsun ki, biz de ulemadanız. Kâfı nuna, rayı kafa vurmuşuz.. — Ne demek 0? — Acele yok.. Bunlar tasav: vuf Tâfıdır; sen anlamazsın.. Anlamazsın değil; ileride anlı: yacaksın. Eliften çakan tı ile gayının — kitabullahtaki yerini bulur. Bu dünyada her şey elifle gayından ibarettir. Men tereni elifen illalahil gayın; an ladın mı hafız?. — Anlamadım efendim.. — Sizin köyde Gara Volile- rin agubat hafız Mıstıva var ya.. — Hece... — Bu rumuzattan © anlar, Ezekantül kasidesini ona sor da bak.. Şimdi maksada gelelim: Beni bir mürşid gibi kabul ederek her sözül aat edecek misin? — Ha — Benim ebharı şeriatte ne misillü sabih olduğuma inandın, iman ettin mi?. — Ne dedim ben şimdi? — Bilmem.... — Bilmediğin bir şeye nasıl olu, da tasdik cevabi. verir — Sereiki a Ben de amma sual - sorüyor dum. Buoların hangisi - bir şey biliyordu ki bildiğine inansındı. Hafızın — şaşalamasını uzun sürdürmedim: 3 — Zararı yok; ben seni tec- rübe ettim ve inandım ki ca- nü gönülden bağlanmışsın. Ey Hahz Darmuş, Hafız Durmuşl. Sana Hindistanda tahsil ettiğim ulümu da öğreteceğim. Gözle- rinin önündeki esrar perdesi kalkacak, her şey sana mekşuf olacaktır. Aç ağzımı... Açtı İki estepeta, üç mestepeta okuduktan sonra yaradana sığı- narak — gırtlağını mükemmelea temizledim. Hafız Durmuşün açık ağzına muazzam bir îü_t'ıl balgam oturttum. y — Derhâl yut ve surei ihlâs tu. Şaşturi gözlerini yumdu, la. — marinaya çivi sürtülüşünden çı- kan ses gibi kulakları yırtıcı bir sesle dediklerimi okudu ve *âmin, deyip iki elini yüzüne sürdükten sonra ayağa kalktı. — Hazır mısın Hahız?. — Neye?. — Bay Kemal Kâmilin ziya- fetine... Ka — Sen olduktan kelli.. Haşşöyle.. Şimdi bir uydur- ma fetva basarak Habibe ile Şerifeyi de yemek - solrasına götürmek kalmıştı. Bende bu — derin ilimler olduktan sonra bu da iş miydi?. Zâten Hatfız Durmuşa — verdiğim — muazzam dersi onlar da dinlemişlerdi. — Sonu var — Seker hırsızlığı Çukurçeşmede şekerci B. Ce- lâlin dükkânına girerek üç kılği şeker çalan Abdullah, Kadri ve “Oyşman zabıtaca vıkiınını.iııdn.