Iki arkadaş gö - 786 ——ath v— » 0104 a— — —— üşürken M. dö Trevilin bir hizmet- çisi gelmiş ve mühürlü bir zarf getirmişti — Teşekkür ederim elendim! | faslı şerhini Çok âlicenapsınız! — O halde git, onları bul, ve bu gece yola çıkmak hazır o'sunlar. Ah! evvelâ dö Essarta kendi istidanızı zınız, İhtimal ki peşiazde ha- fiyeler vardır ve ziyaretiniz kar- dinal tarafından duyulursa bile tevil olunabilir. Dartanyan istidasını yazdı ve bunu alan Trevil, sabahın saat ikisinde dört izin tezkeresinin de kendi bizmetçilerine teslim edilmiş bulunacağımı temin etti. — Benim izin tezkeremi lüt- fen Atosun evine yollayıniz. Evime gidersem belki fena te- sadüflerle karşilaşmak ihtimali vardırl. — Olur; adiyöl Yolunuz açık olsun! Muvaffakıyetler dılerim! Diyerek onu kapıya kadar götürdü. Dartanyan gidiyordu. — Paranız var m? Dartanyan elini cebindeki ke- — seye vurdu. * — Yeter mi? — Üç yüz pistol. — Oh! Çok bile; bu para sizi dünyanın ucuna kadar gö- türür. Haydi uğurlar olsun. Dartanyan, elini uzatan M. dö Trevili hürmetle selâmladı ve onun elini hürmet ve — min- netle sıktı. Parise gelelidenberi, daüma değerli, muhterem ve yüksek gördüğü bu büyük ada- mın ilk defa olarak sıkmak Doğru Aramisin gitti, Madam Bonasyöyü takib etmiş bulunduğu mahut göcedenberi Ollun evine gitmemişti. Bundan başka, genç silâhşoru pek na- dir görmekle beraber onu her görüşünde derin bir kederi ok dağunu yüzünden farkediyordu. Bu akşâm Aramisi daha ke- derli, daba düşünceli buldu: Dartanyan onun bu uzun kede- rinin sebebini anlamak için bir kaç sual sordu. Aramis, Sent Augustin kitabının on sekinzinci için M. Mi bir hafta içinde | Lâtnce olarak yazmak mecbu- ı riyetinde bulunduğandan ve bu- nun kendisini pek düşündürdü- î | | ğünden şikâyet etti. İki arkadaş henüz bir kaç da- kika görüştükleri sırada M. dö Trevilin bir girmiş ve mühürlü getirmişti. — Bu nedir? diye Aramis sordu. — Efendimin tezkeresi, — Benim için mil! Ben izin tezkeresi istemedim kil. Dartanyan sözünü kesti: — Susunuz vyealınız. Dostum zahmetinize mukabil işte size yarım pistol. M. dö Trevile söy- leyiniz ki, M. Aramis kendile: rine teşekkür ediyor. Git, Hizmetçi yerlere kadar iğilip selâmlıyarak gitti. — Bundan bir şey anlama- dım? diye Aramis sordu. — On beş günlük bir sefer için lâzımgelen şeylerini hazırla ve peşimden gell. — Fakat ben istediğim şeyi öğrenmeden Paristen ayrılmam. — Onun ne olduğunu bilmek istiyorsunuz değil mi? Zanne- derim maksadınız.... — Kime, ne oldu? diye Ara- mis sordu. — Burada bulunmuş olan ha- nıma, işlemeli mendilin sahibi hanıma. rarak cevap verdi: — Burada bir hanım bulun- duğunu size kim söyledi? — Ben gördüm!. — Kim olduğunu biliyor mu- sunuz? — Evet, hiç olmazsa tahmin edebilirim. — Ba kadarını bildiğiniz hal- de o hanıma ne olduğunu da söyliyebilir misiniz? —Zannederim ki Tura avdet etti.. — Tura mi? Evet, olabilir; bizmetçisi içeriye bir paket istediği — izin onu tanıdığınız meydanda. Fa- kat bana hiç haber vermeden Tura nasıl gitti? — Çünkü tevkif olunmaktan korkuyordu. —O halde mıydı? — Çünkü sizi tehlikeye dü- şürmekten korkmuştur. bana yazmaz — Dartanyan, siz bana taze | hayat veriyorsunuz! Ben kendi- | mi aldatılmış, ihanete düşürü- müş zannediyordum. Onu tek- rar görmesini o kadar istiyor- | düm kil onun kendi hürriyetini | benim için tehlikeye koyacağına inanamazdım. Bununla beraber başka ne gibi bir sebepten do- layı Parise gelmiş olabilir? — Bizi bu gün İngiltereye gönderen sebep için, — Bu sebep nedir? — Ahl Bir gün öğrenirsiniz, Aramis. Fakat şimdilik bu sırrı doktoruna bırakmanı rica ede- rim. — Dartanyan, mademki ©o Paristen gitü ve siz de buna eminsiniz. Artık benim için bir mani kalmadığından sizinle be- raber gelebilirim. Gidiyoruz de- miştiniz.... — Şimdi Atosun evine ve eğer gelecekseniz bir az acele ediniz. Çünkü çok vakit kay- bettik. Önce Bazene haber ve- TinİZ. — Bazen gelecek mi? — Belki. “Her hülde Atosun evine kadar beraber gelirse iyi olur. çağırdı beraber bizimle Aramis Bazeni ve | Atosun evinde kendilerini bul- masını emrettikten sonra, haydi gidelim diyerek mantosunu, kı- hei ve iki üç çekme gözlerini beyhude yere araştırdıktan son- ra bulabildiği üç pistoldan iba- ret parasını aldı. Bu Aaraştırmasnın beyhude olduğuna kani olunca, genç mu- hafızın, evine kabul etmiş bu- lunduğu hanım hakkında bu de- || 224 M.J. Taranto 475 11 S Sahile 7 Üzüm satışları Ç. Alıcı K S B 193 İnhisar ida. 12 50 14 102 Vitel 13 13 75 61 K.Boner 14 25 16 S9 49 A. Fesçi 14 14 50 39 P. Paci 13 625 13 75 3 P, Klark 15 125 15 125) 447 Yekün 19331 Eski yekün b19778 Umum yekün Piyasa (latlari 3.2.938 çekirdeksiz üzüm or- ta fiatleri: 12 50 13 00 13 SO0 10 14 50 ı 16 75 İncir satışları Ç. Aha K. &. KSa S90 © 8 8 201 Ş. Remzi 11 Ü. ku.umu 436 Yekün 127186 Eski yekün 127622 Umumi)'ek"“; Ş Zaytinyağı satışları Kilo y'ıAlıı:ı s.. K.S$. 10000 $. Öktem 34 34 10000 Öztürk L.Ş.33 33 )9000 Yekün Zahire satışları Ç. Cinsi K. S. 520 Buğday — 5 63 6 13 M. Darı 4 95 ton P. çe. 1243 kentPalamut270 301 B. Pamuk 33 UDN | K. S $625) 75 245 250 510 41 5İ rece doğru malümatı nasıl edi- nebilmiş olduğunu ve kâadının ne olduğunu kendisinden daha iyi bildiğ'ni hayretle düşünerek Dartanyanın peşine takıldı. Ancak sokağa - çıktıkları man Dartanyanın koluna girip ciddi bir tavırla yüzüne bakar Fük sordu: — Bu hanımdan hiç kimseye bahsetmediniz ya? — Hiç kimseye, — Atos ve Portosa bile? — Onlara da bir kelime bile açmadım. — Çok âlâl Bu mühim noktadan dolayı müsterih olan Aramis, Dartan- yan ile beraber yola devam etti ve bir az sonra Atosun evine gelmişlerdi. — Sonu var — Inkılâb hatıralarından İstanbulun muhtelif yerlerine yerleştirilen avcı taburları F edekâ-’ ranı Millet cemiyetine iltica eden ipsiz, sapsızları da yakalamıştı Askerler! İyi dinleyiniz, söz- letime iyice kulak verin. Sizleri vazile görmek için İstanbula gönderdiğimi söylemiştim. Bir gün gelir de İstanbulun havası ve suyu sizin bu temiz yüreği: nizi bulandırır, fikrinizi caydr mr da mürtecilerle bir olmağa kalkışırsanız, emin olunuz bütün ordum ile gelir, âsileri tepeler, sizi de tutup birer birer astırı- nm. Bunu iyi biliniz. İşte size son nasihatim budur. Şerefle yaşadığınız gibi şerefle ölünüz, vatana hizmet, dünyadâ en büyük şereftir. Hepinizin gözlerinizden ayrı âyrı öper, se* Tâmetler, muvallakıyetler dilerim. Ordunuzun - sizinle beraber ol- duğunu hiç bir vakit unutmayın. İşte böylece İstanbula gönde- rilen avcı taburları çelik bir kale gibi geçtiği bütün yerlerde yarü ağyar tarafından alkışlandı. Bunlar İk iş olarak ortadan kal- dırılan fesli zubaf, sarıklı zuhaf (Arap ve Arnavut) - taburlarını Yıldızdaki yuvalarından çıkar: "Jdar" ellerinden silâhlarımı aldı- lar, bunlar artık lâğvedilmişlerdi İstanbu'un muhtelif somtlerine yerleştirilen bu avcı taburları Gedikpaşadâ Fedakâranı Millet cemiyetine iltica eden bir takım ipsiz, sapsız herifleri de yaka- lamış hükümete — teslim et mişti. Muvakkat ta olsa İstan- bulda oldukça bir inzibat tees- süs etmişti. İstanbulda gidiş iyi gidiş de- gildi. Selânikte de ordusuz he- men hiç bir iş yapılamıyordu, Kâmil paşayı atlatmak için or- dunun müdahalesine ihtiyaç bit- tabi pek çirkin bir şeydi, Avcı taburlarmın nüfuzu “sulistimal edilmeğe başlanmıştı. Polis dev- riyelerine kadar verilmeleri yü- zünden hınçları azalmağa baş- lamıştı. Tam bu sıralarda — ordunun siyasetle uğraşmaması için Se- lânikte kuvvetli bir cereyan baş gösterdi. Ordu, meşrütiyeti ida- reye sadakat yemini etmişti. İdarei meşrutiyete vurulacak bir darbeye karşı harekete geçmek bir namus ve vatan borcu idi, ç d ;'.'" .. .İ vi Bunun için — meşrutiyeti idare kökleşinceye kadar İttihad ve Terakki cemiyetine kuvvei zahir olmak kâli idi. Bu esas üzernde — mutabık kal iyi düşünceli ve yi gö- rüşlü arkadaşlar, ordu için ya- pılması elzem olan “Rütbe tas- fiyesi, maaş ve harcırah nizam- ları, bilhassa askeri tekaüt ka- nunları ve idareye taallük eden bir çok Sizamnamelerin yapıl- ması gibi, askeri ihtiyaçlar üze- rinde elbirlğile çalışmak ve bü- tün zabitanı kışlalarda vazile- leri başında bulundurmak kas- dile (Zabitan müdafaai hukuk) adında bir cemiyet vücude ge- tirmişlerdi. Bu askeri cemiyete girenler tahriri bir senet vermeğe mec- bur idiler. Senet gayat açık ya- zılmıştı. Meşrutiyeti idareye karşı sadık olan ordu bu uğurda İlt- tihat ve Terakkiye kuvvei zahir olacağını teyid ettikten sonra sırf askeri vazifelerle meşgul olacakları beyan ediliyordu. O aralık her yerde birer de âskeri kulübler tesis edilmişti. Bu ku- lüplerin idare heyetleri ekseri- yetle bu cemiyete mensub za- bitandan idi. Bu cemiyet ordudaki vahdete büyük hizmetler etmiştir. Hare- ket ordusunun — canlanmasına daha çabuk harekete geçmesine bu teşkilât büyük yardımlarda bulunmuştur. Derviş Vahdetinin hezeyan kusan Volkan gazetesi her gün yazdığı yazılarla binler. ce çapulcuyu — başına toplayıp gitmekte, kar topları gibi büyü- mekte milletin başına bir kara belâ kesilmekte idi. Mevlanzade Rfatın Serbestisi büsbütün bir rezalet mecmuası olmuştu. Bunlar düşünülecek, taşımlacak ve tedbir alınacak şeylerdendi. Bunlar kime güve- niyorladı, ne oluyordu. Ba pa- raları nereden buluyorlardı. Ey ittihatcılar, ey katiller, sizden yakında intikam alacağız-. Bu yazlar için hangi kaynak bun- lara öğüt veriyordu?l.. — Sonu var -— | yiniz; ahi [_âv NASREDODİN HOCADAN ret —e Mektupiarı. * — 18 — Aman sus!. Hadisişerife “bu da ne,, demek hâlis, muhlis küfürdür Akşam oldu. Tarhanadan, bulgurdan; Allah ne verdise, akşam yemi yeyenler birer, birer cami odasında toplandı- lar. Yatsı namazı kılındıktan sonra dualar yapıldı, tesbihler çekildi ve Durmuşun — başına, şair Eşrelin tabirince, ölmüş beynine kefen sarmak kabilin- den sarıklı bir fes geçirildi. İşle o gün bu gün, bizim Ramazan Softasının adı — “ule- madan Hafız Durmuş Efendi. dir. Allah fırsat verir de bir de Hicaza giderek beş, ©on çöl Arabına Türkün beş, on lira- sını kaptırırsa unvanı bir az daha büyüyerek “Hacı Hafız Durmuş Etendi, olacaktır. Hocasından okuduğu emsile, bina, isaguci ilimlerile, zahir ve batın, bütün ulümu balon kafasında toplamış olan Hafız Durmuş, emsali gibi, her Ra- mazan köy, köy gezer, cerret- tiği para ve eşyayı köyüne ge- türerek damızlık manda gibi bir sene besiye yatardı. Bu sene de öyle yapacaktı amma kendisine İzmiri pek medhetmişler, İzmirin sokakla- rından altın akar demişlerdi. Hoca bu altın akışına nasıl da- yansındı? Allahın büyüklüğüne sığınarak kâararı vermiş ve yola çıkmıştı. Tam köyden ayrılacağı gün de Habibe ile Şerife ken- disine emanet edilmişti. .. O zamanlar Midilli adası Osmanlı bükümetine aiddi ve İstanbulla İzmir arasında işli- yen her vapur, esasen yol üsr tünde olduğu için, giderken ve gelirken, Midilliye de uğrardı. Biz de uğradık. Bir kısım yolcular oraya çıktılar, oradan da vapura yeni yolcular geldi. Meğer gelenlerin arasında Kemal Aktaş, yani bildiğimi; adile Bay Kemal Kâmil de varmış. Böyle biç umulmadık zaman- da karşılaşınca hemen sarıştık; öpüştük. Kemal Kümil deyip te geçme- hinoğlu hindir ha. O kadar ki, — şeytanlık bahsinde onun kâbına, elli yıllık dut ağaçlarına damataşı — gibi yer değiştirten belediye recisi dokter z bile varamaz. Maamafih hak ta yemeyelim: Doktor Uz, köy otobüslerini şehir trambüsü diye İzmir ha kına yutturur, yatturmaz Kemal Kâmili de, Kemal Kâmilin de- desşini de geçti. Gerçi dümeni tutmaz, maki- nesi tornistan yapmaz duba bozuntularını İzmir halkına “va- pur, diye yutturdulardı amma bunun tarihi pek yeni değildir. Asıl marifet; vapurdan, tram- vaydan, otobüsten, otomobil- den bittecrübe bu derece ağzı yanan bir halka köy otobüsle. rini şehir trambüsü diye pra- zante edebilmektir. Bundan bü- yük marifette; bu prazanteyi doğru bulup *öyledi,, demektir ki elhak şehir — meclisimize aiddir. Uzatmıyalım, efendim, Kemal Kâmilin hinliği derhal kendisini gösterdi: Evvelâ bir bana, bir de bizim çifte kumrulara — ma- nah, manalı baktıktan sonra: — Görüyorum ki yalnız de- ğilsin, Dedi; ondan sonra da Hafız Durmuşu görerek bir ürküntü geçirdikten eğildi: caksın? — Hayır, acaibi seb'ai âle- me sekizincisini ilâve edecağim. — Biletin kaçıncı mevki? — Bu da sual mi Kemalci- ğim; soldan birinci.. — Benimki sahiden birinci.. — Nereden esli bu böyle? — Midillide çıkan “Azameti Osmaniye, gazetesine, can sı- kıntısından, “Kadının erkek pi- sikolojisi karşısında cinsi cazi- besi, başlıklı bir yazı yazdım, pek beğenmişler. Para teklii ettiler, almayınca biletimi alır verdiler. — Bu akşam yemekte ben- desiniz.. — Sende miyiz? Kimler?. — Sen, hanımlar ve Halız efendi.. — Yemeği nerde yiyeceğiz?. — Birinci mevki salonunda.. Kemal Kâmili şöyle bir ke- nara çektim. — Azizim, dedim, sen de- lirdin mi? Bu hoca o salonu karşıdan görse dünyasını şaşırır. — Daha iyi ya.. Alay ederiz. — Vazgeç Kemal, başımıza iş çıkar, — Sen karışma yahu.. Yak nız bunları salona sok, ondan sonrasını bana bırak.. — Sen bilirsin.. Ayrıldık; Kemal Kâmil kama» rüya gitti, ben de Hafız Dur- muşun yanına döndüm. Ayıme- — rük içinde, beni bekliyordu. — Hafız efendi, müjde., — Ya Allah.. Hayırolsun.. — Bu akşam lüpteyiz.. Sevgilisinin bulunduğu habe- rini alan bir Gşık heyecanile bağırdı: — Nirde?, — Demin yanımda olan bay yok mu?. — Şu dan püskülü saçlı oğ. lan mı?. — Ta kendisi.. O delikanlı çok zengindir. İzmirde konak- ları vardır. Seni sordu, derin bir ulemadır dedim; Ramazanda bizim divanhanede Teravih na- mazi - kıldırsın dedi. Hem bu akşam bizi yemeğe davet edi- yor. — Nirde? — Vapurun salonunda.. — Vapurun salonu nirdeki? — Ben - biliyorum, beraber gideceğiz. Şerife hanımla Ha bibe hanım da beraber.. ğ İmamın şaşturi — gözleri öyle — bir dönüş döndü ki ödüm ko- payazdı. Başındaki kavağu be- yinsiz kafasından üç karış yu- karıya fırlamış gibi bir vaziyet aldı, sırtındaki fersude, lime, lime cübbesi şişti, kirpi dikenin- den nişan veren sakalları di- kildi: — Ne diyon, ne diyon?. — Bir şey demedim hocam; hani dünya ve Ghiret maimu- kattar kardeşlerim değil mi; on lar olmadan boğazımdan yemek geçmiyecek de.. — Garı kismi erlerle arada yemek yir mi?, — Aman hocsm; öyle değil.. Onlar bizden ayrı, kapalı ka> maranın içinde, yiyeçekler... — Yobaz efendi di. Fa- kat bir az sonra ikinci endişe- sini izharda gecikmedi: — Ben gitmecen... — Sonu 10 uncu sahifede — sonra — kulağıma Cambazhane mi — kura- bir TEYE