H l ANADOLU Yazan: M. Ayhan | Kiyara, mektubu'gayri ihtiyari dudaklarına"gö- |— türdü: - Allahım - ded_ı'_- onu sevmeğe lgaşladım. İyi düşün, sen sarayın bah- çe parmaklığında elinde bir — gülle duruyordun. Zaten aş- — kım da burada başladı, sen gayri ihtiyari: — Vahşet! Diye bağırmıştın. Ve o sa- niye içinde meçhul bir genç, arabanın üstüne sıçrıyarak ev- velâ Aarabacıyı, sonra Dükü .deniıc hrlatıp savuşmuştu. İşte © genç, şimdi denizlerde do- laşan Meçhul Korsandır, sizi seven erkektir. . - Kiyaral, Birdenbire yerinden sıçradı ve kalbini tuttu. Evet, çok iyi hatırlıyordu.. Hatta, onun yü: gözleri- ni de şimdi kalbinin üstünde görüyor gibiydi. — O güzel genç! -diye m- rıldandı- o gün beni hayran eden gençi Şuursuz bir hareketle mek- tubu dudaklarına götürdü ve sonrâa kızardı, gözlerini deniz- lere dikti. Onu tekrar görür gibi oldu. Kalbinin derin bir sevinç ve saadet denizi içinde yüzdüğünü hissediyordu.. Bu denizin ötesinde, aşkın ta ken- disi vardı. Artık Meçhul Korsanı tanı- yar demekti. Onun harikulâde güzel yüzünü, ve levend bo- yunu, kaplan gibi çevikliğini hatta iki insanı tutup deniz- lere fırlatırken, gözlerinin gül- düğünü biliyordu.. Mektubu okumakta devam etti: “Bu suretle kendimi hatır- latabildimse ne mutlu?. Fakat ben kimim ve neyim?. Onu, size, bir elinizi bana uzattığınız gün söyliyeceğim. Aksi takdir- de o sır, benimle ve daha altı kişi ile beraber ölecektir, Ben Türküm. Babam da Türk, hem de bugün Türk sarayla- rında en mühim mevkiler iş- gal eden bir Türk.. Anamsa, Venedikli.. Benim bir de, baş- ka babadan doğmuş bir kız kardeşim vardır ki, şimdi, Os- manlı tarihinde ve saltanatında büyük bir rol oynuyor.. Bu kadarı bile, benim için muaz- zam bir sırdır. Onu, bir facia karşısında “vahşet,, diye bağır- masını bilen asil ruhunuza emniyetle tevdi ediyorum.. Be- ni sevmeseniz bile, o sırrı, gizli tutacağınızdan eminim. Sizi yalnız güzel olduğunuzdan sevmedim Kiyaral. Sizi, yüzü- nüzde görünen melekliğin ru- ialer — Hatta nişanlınız Dük Fran- çeskoyu da bilirim.. Dahasını ve meselâ, onu sevmediğinizi, hatta sevemiyeceğinizi biliyo- rum. İşte bu noktaya gelince, içimden mukadderata karşı bir ısyan yükseliyor. Kendi kalbim hesabına değil, sizin sesabı- nıza güzel Kiyaral. Doka, ne güzel damad bul- Muş?. Kendi kumaşını iyi bi- len bir Doka! Kiyara, sizi çılgın bir aşkın mukavemet edilemiyen cezbesi içinde seviyorum. Sizi, dünya- nın öbür ucuna, istediğiniz yere götürmeğe muktedirim.. Ben aynı zamanda iyi bir gen- cim Kiyara.. Sana şarkılarımı ıöflevdim " Sana, — sazımı çalardım.. Sana, dünyanın en büyük şairlerinin şirlerini okur- dum.. Kiyara alim değilim, fa- kat yedi dilde okudum. Baş- kaları kadar hayatı, fazileti, şiiri ve ruhu anlamağa öğren- dim. Korkma, Kiyarali, Ben bir deniz haydudu değilim.. Ben çalmıyorum, — gasbetmiyorum. Ben sadece, korsan geçinen, fakat denizlere musallat olmuş haydutlarla boğuşuyorum. Ki- min hesabına, diye sorarsanız işte cevabım: Zevkim, yüreğim ve - vic- danım hesabına! Başımı pervasızca diktiğim bu denizlerde, benim gemim, dünyanın en güzel, en seri, en keyifli gemisidir. Kıpkır- mızı, kanadları, göğdesi, kıp- kırmızı olan bir martı... Ve şimdi, yüreğim de kıp- kırmızı.. Ateş neler yapmıyor, aşk neler yapmıyor Kiyaral. Bugünlerde, nikâhınızın kı- yılacağını düşündükçe, bütün benliğimin müdhiş bir fırtına ile sarsıldığını kissediyorum. İzdivaç yolunuz, benim kalbi- min üstünden geçer.. O kalbi öldürerek saadete gideceğinizi hiç zannetmeyiniz.. Kiyaral. Eğer bunda bir zorlukla karşılaşıyor ve iste- miye istemiye evleniyorsan, seni kurtarmağa hazırım ve ondan sonra talüni kullan- makta yine serbestsin. Kalbe karşı hiçbir. kuvvet tesir gös- teremez. Evvelâ, dost muyuz, bana inandın mı?. Bunu, bir işaretinle öğren- mek isterim.. Pencere dibin- de saksı içinde beyaz bir gül!, hunuza da bol bol en ince, en| Eğer, bu his, dostluktan daha yüksek nakışlar işlediği için sevdim.. Başka bir saray ka- dını olsaydı, © faciaya belki omuz silkerdi.. Siz ise, insan- Tığınızın sevki - ile bağırdınız ve belki de beni, iki kişiyi birer hamle ile denize yuvar- latacak ve kendimi muhtemel tehlikelere atacak kadar ileri gölüren şey, o dakika karşı- nızda duyduğum heyecan ve © bağıran sesti.. Venediğe gizlice — gelirim Kiyara!.. Venediği sizin kadar bilirim.. Venediğin yüksek ve asil muhitinin bataklığını da bilirim.. Siz, bir diken tarlası içinde göğe doğru yükselmiş tek bir gül fidanısınız. Mü- denizle de öyliyeyim: B ait ileri ve bana dünyaları vere- cek başka bir hisse, beyaz değil, kırmızı.. Ve şayed, bu izdivaçtan se- ni kurtarmaklığımı — istiyorsan sarı bir gül!.. O takdirde, ne pahasına olursa olsun, ben sarayınıza gelecek, sizi kurtaracağım. Bu mektubu Dalmaçya sa:- hillerinden gönderiyorum. Ve- nedikte iki insanım vardır. Onlar bana haber verecekler; tereddüt etme Kiyaral.. Arzu edersen, bir tocrübe bile ya- pabilirsin ve ben odanıza ka- dar gelir, sizi selâmlar ve dö- nerim... Sarı gülün pencerede gö- üncü günü, ben ündüğünün İmzeez STT NER T TTLRŞ T sarayınızda, dizlerinizin dibin- de bulunacağım. Sizi hürmetle sevgili Kiyaral. Meçhul korsan,, Kiyara, sarhoş gibi olmuştu. Kalbi, bütün sür'atile çarpıyor, damarları, — şakakları atıyor, tatlı, derin, esrarlı bir zevk bütün varlığını sarıyordu.. — Ne güzel, ne samimi yazıyor «dedi- bu nasıl genç?. Yerinden doğruldu, pence- reye doğru gitti. Mektupta hafif, tatlı bir koku vardı.. Et- rafına bakındı: — Nereye saklasam!.. Yır- tamam, imkânı yok!.. Sonra geri döndü. Büyük, ceviz konsolun bir noktasına dokundu, oradan küçük bir çekmece açıldı. Kiyara mek- tubu dudaklarına kadar gö- türdü, — gözlerini kapıyarak, onu öptü: — Allahım -dedi- Allahım, onu seviyorum, Onü sevmağe başladım... Onu sen muhafaza eti... selâmlarım - Sıı_ııı var — Papa Yazlık şatoya geçiyor Roma, 1 (Radyo) — Papa Kaşel Gandolfo şatosuna gi- decektir. Bu şato Papanın yazlık ikametgâhıdır. Diğer bir habere göre, Von Nöyrat Romaya geldiği za- man, Almanyanın Vatikan se- firile birlikte Kardinal Paçelli ile bir mülâkatta bulunacaktır. Bulgaristanda Feyezan telâketi Sofya, 1 (Radyo ) — Bul- garistan kabinesi, bugün uzun bir içtima yapmıştır. Bu içtima, son ve feci feyezan ile alâ- kadardır. Vidinde 400 ev sular altın- da kalmıştır. Maddi zayiat çok büyüktür, seylâbzedelere yardım edilmeğe başlanmıştır. Milân Hodza İtalyanın Tuna havzasın- daki mesaisi için ne diyor? Peşte, 1 (Radyo) — Peşt Hirlâbın bir muhabiri Prağda başvekil Bay Milân Hodza ile bir mülâkat yapmış ve Tuna havzası hakkında birkaç sual sormuştur. Bay Hodza Macar gazetesi muhabirine: — İtalyanın Tuna havzası üzerindeki mesaisi fena değil- dir. Merkezi Avrupanın bu mesaiden fayda görmesi de melhuzdur. İstikbalde bizim de bu mesaiye iştirakimiz im- kânını görenlerdenim. Demiştir. Amiral Horti Bundan sonra hükümdar deredesinde salâhiyettar olacaktır Peşte, 1 (Radyo) — Hükü- met naibi unvanı ve salâhiyet- leri genişletilmiştir. Şimdiye kadar Son Allis hitabile kar- şılanan naibi hükümet bir hü- kümdar salâhiyetlerini — haiz olacaktır. 2/5/937 li C Yabancı basında okuduklarımız ) SA İMadridde bulunan bir Ame- rikan romancısı Otelinizde yatarken — açık duran pencereden silâh sesle- rini duyuyorsunuz. Bu sesler sabaha kadar devam edecek- tir. Ondan sonra bir makineli tüfek Aateşi başlıyor; bunun daha yüksektir. Daha sonra bir bomba patlıyor; arkasın- bir makineli tüfek — yaylımı daha.. Siz yatıp bunu dinliyorsu: nuz. Bu sırada üniversite ma- hallesinde bulunmayıp ta ya- tağımızda bulunmanız büyük birşeydir. Aşağıda sokakta bir adam şarkı söylüyor ve sizin tam uykuya dalacağınız sırada üç sarhoş hararetli bir münakaşa ya girişmişlerdir. Sabahleyin de bir infilâk sesi sizi uykunuzdan uyandı- rır. Ö zaman hemen pencere- ye koşarsınız; dışarda palto- sunun yakasını kaldırmış ve başını önüne eğmiş hir adamı telâşla sokaklardan - birisine doğru kaçmaktadır. Sırtınızda bonyo elbiseniz, ayaklarınızda gecelik terlikler, mermer merdivenlerden aşa- ğıya koşa sınız. Bu sırada de- risinin üzerinden yaralanmış orta yaşlı bir kadın, işçilerin mavi sigara dumanlarile dol- muş methalden ötele alın- maktadır. Kadıncağız ellerini kavuş- turmuştur. ve parmaklarının üzerinden ince bir sel halinde kan akmakta, yere damlamak- tadır. Sokakta yirmi yarda ötede bir köşede biribirine karışmış harç ve çimento yığınlarının üstünde ölmüş bir adam uzan- mış, yatmaktadır. Elbisesi pa- ramparça ve toz içindedir. Bir polise sorarsınız: — Kaç ölü var? O cevap verir: — Bir kişi, bomba biçimli bir yerde patladı bereket ver- sin. Eğer sağlam bir duvar üzerinde patlasaydı, belki de elli kişi ölürdü. .. Morata cephesinin arkasın- da, İspanyol demokrasisine dost olan Amerikalılar tara- fından kurulmuş bir hastane vardır. Burası Valensiya yolu üzerindedir. Burada bana: — Raven sizi görmek isti- yor, diyorlar. — Ben kendisini muyum? — Orasını bilmiyoruz; fa- kat o sizi görmek istiyor. Yukarı katta kolunu uzata- rak yatan ve fena halde inil- deyen, yüzü kül renginde bir adama kan veriyorlar. Bu adam muntazam - fasılalarla inildiyor ve bu ses sanki on- dan gelmiyor gibidir. Sordum: — Raven nerededir? Üzeri battaniyelerle örtülü bir yataktan bir ses geldi. Raven: — Buradayım dedi. Bura- da iki kol görünüyordu. Yüz yerinde sargılarla çepeçevre sarılmış bir kısım vardı. — Kimdir 0? Diye sordu Raven. Dudakları yoktu, fa- kat onlarsız da güzel bir sesle konuşabiliyordu. Ben: — Hemingway, dedim, na- sılsınız, ne haldesiniz onu gör- tanıyor- Üzeğe geldim i ı. |Amerikan hastanesinde yatan yaralılar arasında Ernest Hemingway Deyli Heraldde yazıyor Madridden bir manzara — Yüzüm çok fena. Bir bomba ile yandım. İki defa derim soyuldu. " Fakat şimdi iyileşmeğe yüz tuttu. Dedim ki: — Biraz şiyor. Fakat konuşurken adamca- ğızın yüzüne bakmıyordum. şişlik var; — iyile- DU Amerikada ne var, ne yok? İşler ne âlemde? Burası hak- kında neler düşünüyorlar? Dedim ki: — Hisler biraz değişti. Artık onlar da hükümetin har- bi kazanacağına kanaat etme- ğe başladılar. — Siz de bu fikirde misiniz? — Muhakkak. — Memnun oldum. Hâdi- seleri görebilsem, bütün bu çektiklerime aldırış etmiyece- ğim. Bu bana mühim görün- müyor. Görüyorsunuz ıstırap çekmekten pervam yok, Yal- nız bütün hâdise ve vak'aları yakından — takip edebilsem. Yalnız, bir işe yarıyabilsem. Harpten hiç perva etmedim ve çok iyi harbettim. Bir defa yaralandım, geri geldim ve iki haftada iyileşip tekrar ta- buruma iltihak ettim. Arkada kalmağa tahammülüm yoktu; sonradan başıma bu geldi. Elini elime verdi. Bu bir işçi eli değildi. Uzun ve mun- tazam parmaklarının tırnakla- rında kabalık göze çarpmı- yordu. — Nasıl oldu da bu yarayı aldınız? Diye sordum. — Bir takım askerleri ıslah ettikten sonra laşistlerle har- be giriştik ve onları yendik. Dehşetli bir muharebeydi o, biliyorsunuz, fakat düşman- larımızı mağlüb ettik. İşte tam © sırada birisi bu bombayı benim üzerime attı. Elini tutuyor ve söyledik- lerini dinliyordum. Anlattığı şekilde yaralanmış olduğuna inanmıyordum. Bu hikâye ba- na doğru gibi gelmiyordu. Herhangi bir asker bu şekil- de yaralanabilirdi. Fakat inan- mış görünüyordum. Sordum: — Nereden geldiniz raya? — Pitsburgdan. Orada üni- versiteye gidiyordum. — Buraya gelmeden evel ne iş görüyordunuz? — Sosyalist bir işçiydim. Bunu da doğru bulmadım. Fakat şu var ki, bu adam ya- bu- , Harbte şunu öğrenmiştim: Yaralılar, yaralandıktan sonra bu yarayı nasıl aldıklarına da- ir, çok defa yalan uyduruyor- lardı. O, ban’; dediyki: n — Dos Passos ile Sinelair | Lewio da buraya gelecekler- miş, öyle söylediler. — Evet dedim, geldikleri zaman buraya sizi görmeğe onları da getiririm. — Oh, dedi, bu büyük .bir vaid. Bunun benim için ne demek olduğunu bilmezsiniz. — Onları da buraya getire- ceğim, dedim, — İyi adamsınız siz Ernest; size Ernest diye hitab ettiğim ! için bana darılmıyorsunuz ya? Bu nazik ses, güneşte yu- © ğgurulduktan sonra üzerinde harpler yapılan bir tepeyi an- dıran bu yüzden geliyordu. — Hayır, dedim, yalnız be- ni dinleyiniz, iyilı iniz; o zaman radyoda konuşabile- ceksiniz. — Olabilir. Siz geri döne- eek misiniz? — Elbette döneceğim. — Öyleyse güle güle! — Allahaısmarladık, dedim. .. Aşağıya indiğim zaman bu adamın yüzünü ve iki gözünü kaybetmiş, bacaklarile ayakla- rından da ayrıca yaralanmış olduğunu söylediler. Doktor diyordu ki: — Ayak parmaklarından bir kısmını da kaybetti; fakat kendisi bunu bilmiyor. — Belki de ebediyen bil- miyecek, dedim. Doktor: — Galiba öğrenecek, dedi, çünkü iyileşiyor. Burada yaralanan siz değil- siniz; fakat bizim de bir zar man harbettiğimiz Pensilvan” yadan gelmiş bir vatandaşınız yaralıdır. Sonra Ravenin zabiti Jock Cunninghhama rastgelip uzun uzun konuştum. O bana - bir asker ağzile birçok hikâyeler anlattı. O da kolunun üst kısmından üç kurşun yemişti- Anlattığı bütün — hikâyelerit içinde en enteresan ve mühim olanı ne idi biliyor musunuz? Pitsburg üniversitesinden gel miş ve talim görmeden harbt atılmış olan “Ravenin bütü? söylediklerinin doğru oluşu. İspanyada eski harblerden farklı olan birşey var: Burada inanabildiğiniz kadar çok şey” ler öğrenebiliyorsunuz. Ş L Z NBS AŞ — e ĞAM DG G p AA G