f Mulİd eserler arasında Teşkilâtı esasiyedeki Tarihimizde şaheserler | değişiklik nasıl oldu? veren mimarlar Ve yeni çıkan bir kitab üzerinde söylenmesi lâzım birkaç söz. a Yazan: Çinili cami ile Atik valde gamii arasında bir semte el'an Kasım ağa unvanı verilir ki bunun da mimar Kasım ağaya izafe edilmiş olması çok muh- temeldir. Kasım'ın mezar taşında şu kitnbe vardır: Hazreti sultan Murad Gazi Ol ser mimar olan peşti penah Yani ol Kasım ağa ibni Ali Dileriz olsün muini ol ilâh Çün bilir âher bu mevtin camını Nuş eder şahü geda biiştibah Sıhhatinde kabrini - hafreyledi Umnarız mağfur ola cürmü günah, Vehibya de merkadin tatihini Cennetülme'vü kıla ol padişah Çinili cami harimindeki sıbyan mektebi, çeşme ve ev- liya çelebininin (4) methettiği çifte hamamlar en güzel mi- mari eserlerindendir. Gene Çinili cami vakfından olan ve Mahıpeyker Kösem valde sul- tan tarafından yaptırılan valde hanı da mimar Kasım'ındır. Mimar — Mustafa'ya tahsis edilen kısımda mimar Kasım hakkında yazılan yazılar kıs- men tekrar edildikten sonra vaktile İkdamda ve (Alimler ve san'atkârlar) da neşredilen malümat tazeleniyor. İstanbul'da yapı işlerini de maksada göre nakâfi bulduk. Eski 'Türk mimarlarından bah- sedilirken yalnız İstanbul'daki yapı işlerinden — muhtasaran bahsetmek doğru olmayıp bel- ki tanzimata kadar gerek İs- tanbul ve gerek - taşradaki imaratın sevk-ve idare usulle- rinden ve o zamanki teşki- lâttan bahsedilmesi icabeder- di. Bu kısımdaki yazılarda hiçbir sıra takip edilmiş de- gildir. Bilhassa son mimarbaşı olan —Abdülhalim efendinin yeni teşkil olunan ebniyci hassa müdürlüğüne tayini ve buna saik olan Mimarbaşı- Şehremini vezaifinin tevhidi sebepleri çok mühimdir. Tan- zimata kadar muhtelif zaman- larda yazılan buyrultularda, evkaf kayıtlarında ve diğer vesaikle Evliya çelebi seyahat- namesinde haylı tafsilât var- dır. Bilhassa tanzimattan son- ra yapı işleri, ıslâhı turuk ha- reketleri ve son neşrolunan yapı ve yollar kanununa ka- dar hükümetin ve İstanbul şehremanetinin — muhtelif — za- — manlardaki müteaddid teşeb- büsleri, icraatı vardır. Bunlar hakkında hiçolmazsa İstanbul mektupçusu Bay Osman Nu- ri'nin çok kıymetli kitabı ka- dar (Mecellei umuru belediye: Cili 1) olsun malümat veril- - meli idi. Hele divam hüma- yun kuyudatına istinaden bazı tahdidattan bahsedilirken (.... fazla çardak ve şehnişin çıka- rılmamasına da dikkat olunur- du. Saçaklar kerpiçten yaptı- rılırdı...) - süretindeki — yazıları kitabın biraz acele ile intişar sahasına çıkarılması arzusuna hamlediyoruz. Türk —mimarisinde kerpiç gibi mukavemetsiz bir madde ile saçak yapıldığı ve halkın buna icbar edildiği vaki de- ğildir. Ancak, Yangınlarda Mimar Necmeddin saçakların sirayete vasıta ol- dukları düşünülerek 21 Ce- maziyülevvel 967 senesinde Galata kadısına yazılan bir hü- kümde: Yanan evler yerine yapılacak — binalarda — saçak yaptırılmayıp - (Kirpi) ile yap- tırılması emrolunmaktadır. (5) Kirpi saçak, duvarların üst kısımlarında tuğla levhalarının köşeleri duvar sathından dı- şarı çıkarılmak ve — üstüste birkaç sıra teşkil etmek üzere yapılan ve duvarı muhafaza eden bir nevi kârgir imalât olup bununla kerpiç saçak arasında (hiçbir. münasebet yoktur. 1130 tarihli bir hü- kümde de bu tekit edilmek- tedir. (6) Mimar Sinan'dan sonra mimarbaşılar arasında sultan Ahmed mimarı sadef- kâr Mehmed ağaya tahsis et- tikleri — satırları da — nakâfi bulduk. Türk-Osmanlı — mimarisinin en güzel eserini meydana ge- tiren, san'atta teceddüde doğ- ru kuvvetli hatveler atan mi- mar Mehmed'in hayatı tetkike değer bir mevzudur. Bilhassa mimar Mehmed'in zamanı ya- zıcılarından — Cafer - efendiye yazdırdığı - (Kitabülmimariye) unvanlı eseri kendi menakı- binden bahsettiği gibi ©o za- manki mesai sistemi ve mimar yetiştirilmesi usulleri hakkında da etraflı malümatı ihtiva et- mesi ve mimar Sinan'ın Sai çelebiye İyazdırdığı (Tezkere- tülbünyan) dan daha mühim- dir. Mimar Mehmed'in kendi ifadesine göre: Süleymanı ka- nuninin son senelerine doğru 970 de devşirme acemi oğlanı olarak İstanbul'a getirilip beş yıl ulüfesiz. durduktan sonra sultan Süleyman türbesinde bir sene bahçe bekçiliği et- miştir. (Bir seneden sonra has bahçeye girip varup içe- risine dahil oldukta görseki bir makamda acemi oğlanları taifesinden güruh güruh cem- olup arayerlerinde gene taifeci mezbureden bir şahsı dıraz önüne birkaç türlü saz dizip berayı — izharı marifet birer birer eline alıp onları istimal kılıp envar makamat ile nâ- ğamat ve esnaf terennümat terennümat ile taksimat gös- terip bülbül gibi malişler kıl- dıkça - taifei mezbureden her biri bire aferin, bire aferin bundan özke safa ve sultan- hk ve bu san'attan ziyade kâmıranlık olmak ihtimali yok- tur. Diye sazendei mezbura envar vücuh ile tahsinler ve hezar aferinler deyip ağayı mumaileyh bu hali müşahede edecek) kendisinde — musiki tahsiline bir heves uyanmıştı. Hemen cebinde ne varsa o sazendeye vererek ondan ta- allüme karar verdi. Resim, musiki ve mimari gibi sanayii nelfise — şubelerinin biribirine olan irtibatına misal olmak üzere Mehmed ağa dahi sa- nayii nefise — hissile doğmuş olduğu ve bu hissin evvelâ müsikide zuühur ettiği görü- lüyor. Mehmed ağa birçok zaman kemali şevk ve gay- Kamutayın bu celsesinde dikkate şayan müzakereler geçmiştir n e Ben bu maddelerle Türk'ün ve istikbalinin sigorta edilmiş olduğunu görüyorum. Bugün Atatürk böyle istiyar, ne di- yorsunuz? diye millete sorsak onsekiz milyon Türk müttefi- kan Teşkilâtı esasiye kanu- nunun bu tadil edilen mad- delerini kabul ediyoruz.. diye- ceklerdir. Atatürk'e bu mü- nasebetle de ebedi minnet ve şükranlarımı arzederim. HALİL MENTEŞE (İzmir) — Arkadaşlar; zannederim hepi- niz kabul edesiniz ki Türk'ün tarihini ve Cümhuriyet Halk Fırkasının ümdelerini ve hiz- metlerini exalter etmek İâzım- gelirse hepinizin üstündeyim demek için çok pretansiyö olmak lâzımgelir. Fakat hiç birinizden de aşağı kalamam. Bunu söylemekten maksa- dıim, arkadaşlarım benim bu faydalı müzakereyi tahrik edi- şime cevab verirken, biraz Türk'ün tarihi üzerinde heye- canlı ve milliyet prensiplerine temas ettiler. Bunlarda hiçbir ihtilâfımız yok. Arzettiğim gibi onları exaleter etmek lâzım gelse ben hiç birinizden aşağı kalmam ve bu kürsüde muh- telif vesilelerle bunu ifade ct- mişimdir. TEŞKİLÂTI ESASİYE EN- CÜMENİ BAŞKANI ŞEM- SEDDİN GÜNALTAY (Si- vas) — Bunu size söylemedik. HALİL MENTEŞE ( de- vamla) — Şu müzakereyi tah- rik ettiğimden dolayı çok GRRERIL URRA SADA KUZUNDE cETEE Te retle musiki tahsil epledikten sonra bir gün rüyasında bir alay sazendegân ile teferrüce gittiklerini görmesi üzerine rüyasını tabir ettirmiş ve ken- disine musikiden fariğ olmak gerektir, dediklerinde o san'at- tan rücu ile tövbe ve istiğfar eylemiş idi. Mehmed ağa bir gün gene (Has bahçeye revan olup idman hane yanına var- dıkta belki birisinin içerde pervaz edip manendi sadayı saz kulağına bir avaz erişir diye nedameti uzma ile bahçe içinde bir âma gibi kâh ol yana, kâh bu yana gezip gi- der iken gördü!ki sadefkâriler kârhanesinde bir şab destinde bir kitap tutup okur, fasıl fasıl okudukça gene dönüp onlara naklü tefhim eder. Me- ğger okuduğu ol kitap ilmi hendeseye müteallik imiş, ağa- nın kemali teveccüh ile kulak tutup istima ettiğine cümlesi meğer açmazdan mukayyed olmuşlar imiş. Ol kitap oku- yan şahsı şab hitap edip dediler ki ağa hazretlerinden ötürü: İşbu ferzent senin tah- kikatını pesent kılıp sadefkâr- hk ve mimarlık san'atlarına arzumend oldu. Sahibülkitap olan şab dahi.. Bir an içinde onu tecrübe ve imtihan etmek âsandır. Keser ile bir kirişe vurup - bir mahallinde nişan edin. Ondan sonra ol keseri tefe'ülen eline verin ol dahi alıp mütevekkilen alellâh sa- vurup vursun, eğer keser ol nişan olan yere?gelirse ondan meylü kabiliyeti zahir ve bahir olup sonra san'atta dahi ziya- de üstad ve mahir olur deyip imtihan eylediler. memnunum. Çünkü — vaziyet tamamen sarahat peyda etmiş- tir. Benim endişem şudur: Dev- Tetçilik — kelimesile — devletin şekli beyan ediliyor ve Dev- letçilik aleyhinde propaganda edecek olanlar şekli Devleti tayin cürmü ile takib edile- cek, sarih. Yalnız endişe et- tiğim nokta; Teşkilâtı Esasi- yenin diğer prensiplerile bunu nasıl te'lif etmek kabildir. Maahaza vaziyet sarahat pey- da etmiş ve ben bu müzake- reyi tahrik ettiğimden dolayı çok mahzuz olarak kürsüden ayrılıyorum. G. REFET BELE ( İstan- bul) — Arkadaşlar; bu sabah ben takririn metnini ve En- cümenin mazbatasını okudu- ğum zaman, acaba seneler- denberi devam eden ve fakat programı, Hükümet programı şeklinde tatbik edilegelen bu uümdeleri Devlet programı ha- line ifrağ etmekle ne kasd ne menfaat kasdedildiğini düşün- düm. Menteşe saylavı bu hu- sustaki fikirlerini döktü. Kü- tahya saylayı da açık surette izah etti. Her ikisine de te- şekkür ederim. Bilhassa esas teşkilâtın, Ana Yasanın değiş- mesi meselesinde biz reyleri- mizi verirken, kanaatlerimizi tam olarak edinmeli ve ona göre reylerimizi — vermeliyiz. Bizi uzaktan seyreden, on yedi milyon insan vardır. Kelime- bekelime ne istediğimizi anlat- malıyız. Çok defalar kelime: lerin manasını anlıyamadığımız için biribirimizle kavga ederiz. Eğer kelimelerin manasını iyi anlarsak aramızdan kavga kal- kar. Sonra Kütahya saylavı bir- şey daha söylediler; — bu Ana Yasada her kelimenin tarifi için uzun boylu satırlar yazılmaz. Ana Yasa bir me- celle haline sokulmaz. Onu buradaki münakaşalar - vazıh bir balde çıkarır ve herkese anlatır. Şimdi anl.yorum, Hü- kümet programını Devlete mal ediyor. Altı umde vardır. Bu altı umdeyi ben de edebiyat yapmaksızın, gözden geçire- ceğim. Hepimiz cümhuriyet- çiyiz. Hiç şüphe yoktur ki bu memlekette hemen hemen her kes milliyetçidir, millicidir. Ba- husus amele en başta olmak üzere milliyetçidir, millicidir. Belki başka memleketlerde iş- çiler — milliyetcilik — fikrinden uzak kalmıştır. Fakat bizde onlar hepimizden fazla milli- yetcidir. Montrö zaferini tram- vay amelesi gözleri yaşararak anlatır. Tramvaydaki - biletçi Hatay dediğimiz zaman göz- leri yaşarır. Bunlar çok güzel şeylerdir. Lâiklik: Lâükliği bu mem- leket gayet iyi anlamıştır. Ba- husus bu memleketin dini olan islâmlık gayet iyi düşünülürse lâik bir dindir. Geriye kalıyor halkcılık. Bilmem eğer halk- cılık demokrasi demekse esa- sen bu, cümhuriyetin ruhunda mündemiç bir şeydir. Halkcı olmıyan bir cümhuriyet esasen bir cümhuriyet demek değildir. Vaktile muhtelif şekillerde cümhuriyetler — vardı. Esnaf cümhuriyeti, Venedik'te oldu- gibi... Fakat bunlar doğrudan a Zayi makbuz İzmir ithalât gümrüğünden almış olduğumuz 28-7-936 ta- rih ve 22676 sayılı bir adet makbuz zayi olmuştuür. Tas- dikli bir sureti alınacağından eskisinin hükmü olmadığı ilân olunur. 651 Sokoni - Vakum Oyl Kompani İnk. Bayındır Hukuk hâkimliğin- den: Davacı Bayındırın hacı İb- rahim mahallesinden kadı oğlu Mustafa'nın müddei aleyh de- mircilik mahallesinden mersin kâhya oğlu Habip ve altı ar- kadaşı aleyhine açtığı han satışı bedelinden (1820) lira alacak davası müracaata kal- mış isede yenilendiğinden ve Habibin bulunduğu yer belli olmadığından Habibe ait ye- nileme istidası mahkeme di- yachanesine talik kılınmış ol- duğundan muhakemenin talik bulunduğu 25 mart 937 Per- şembe günü saat dokuzda müddei aleyh Habibin Bayın- dır asliye hukuk mahkemesine gelmesi veya bir vekili kanu- nile kendisini temsil ettirmesi lüzumu tebliğ yerine geçmek üzere ilân olunur. 656 KEKMURCTARA MA GA TCARMENAN DriN doğruya başlarında bir hüküm- dar olmıyan oligarşik bir ida- reden başka birşey değildi. İnkılâbcılık: Yer yüzünde bir Devlet var mıdır ki ben ol- duğum yerde saplandım, ka- lacağım. Buradan bir adım ileri gitmiyeceğim desin, Eğer inkılâbcılık bir evolüsyon mu- kabili ise her Devlet inkılâb- cıdır. Eğer inkılâbclık revo- lüsyon mukabili ise hiçbir hü- kümet revolüsyonis olamaz. İnsanlar en kısa yollardan kendilerinin teşkil ettikleri ek- seriyetle, Meclis - tarafından, kendi arzularını tatbik eder- ler. Her Devlet inkılâbcıdır. Binaenaleyh bizim memleke- timiz için yerinde sayacak ki niçin yerinde sayması hatıra gelmiştir ki ona inkılâb vas- fını ilâve etmek lüzumunu his- sedelim? Fakat öyle olmasını isterseniz hiçbir. itirazım yok. Geriye kaldı — Devletcilik. Zannediyorum ki şimdi - işin en canlı ve en mühim nokta:- sına geldik. Arkadaşımız Şükrü Kaya uzun ve güzel izahatı arasın- da, çok güzel bir lâf da söy- ledi. Günün ihtiyaçlarına uy- mıyan, ben ilâve ediyorum, vaziyeti duymıyan, duyacak kadar zekâsı olmıyan her mil- let, gene bu vaziyette olan her insan gibi sukuta mah- kümdur. Bugünkü şekilde, bu:- günkü ekonominin icab ettir: diği ihtiyaçları duymıyan bir millet, değil uzun seneler, sa- atlerce bile yaşıyamaz. İhtiyaç birkaç saat sonra ona haki- katı göstermeğe kâfi gelir ve sonra onu doğru yola sevk eder. Bugün ekonomik - ihti- yaçlar olabilir. Fakat bir bu- gün var bir de hayatın daimi şekilleri var. Hayatın daimit şekillerini düşündüğümüz za- man benim çok genç yaştan beri duyduğum bir kanaat var. Bir)Devlet tüccar, bir Dev- let san'atkâr olamaz. Ben bu- gün dahi bu fikrin doğru ol- duğuna kaniim. Pekâlâ, amma bir memlekette san'atkâr ola- cak, fabrikatOr olacak kimse bulunamazsa, memleketin ihti- yacını temin edecek tüccar bulunmazsa bunu kim yapsın? — Devam edecek — 71319371- 4B Hayatın garip cilveleri. — Başı 3 üncü sahifede — çıkarın. Bunun ailesi de gide- cek. Kendi vasıtalarile, kendi parasile gitsin. Dedim., - Filhakika, benim eski dostumun “kız. çocukları çok feci vaziyetteydi. Bilâhare iki kağnı tuttu, eErıurııııı'ı'lnzı yola çıktı, İstanbul'a döndü. Ben de içim inşirah dolu bir vaziyette, onu uğurladım.. Bu da tesadülün ikinci halka- sıydı. Yıllarca sonra.. Evet, harp çok şiddetli ol- muştu. Ben, burnumdan derin bir yara almış, esir düşmüş- tüm. Bir zabit kafilesi balinde Sibirya'ya sevkedildik. Soğuk, sefalet, yolların uzaklığı, vatan ayrılığı, bizi harap - etmişti. Artık — ümitsizlik — içindeydik. Nihayet yedi zabit, kaçmağa muvaflak olduk. Rusya, inhi- lâl içindeydi. Aylarca yol çi; niyeı?ek. FZkıt ıığhıtimiğî. şçeE: limizi kaybetmiş, insan kılığın- dan uzaklaşmış - olarak Batu- m'a geldik.. Ne üstte üst, ne başta baş vardı. Biz sanki bu karlı, buzlu diyarda sefaleti temsile çıkmıştık. Vatana yak- laşmıştık. Fakat oraya varma- dan öleceğimizden korkuyor- duk. Bakü'de açlık başlamıştı. Kime başvurabilirdik?. — Bir Gürcü müslüman bize, evinin dam gibi. kısmında geceleri barınacak bir yer göstermişti. Fakat bunun sonu ne ola- bilirdi?. Kendimizi gizliyor" duk ta... Bir gün parka çıkmıştım. Hava soğuktu. Bir kanapeye oturdum. Sefaletime ağlıyor- dum. Ansızın karşıdan iki atlı göründü. Bunlar, başları kal- paklı, ayakları çizmeli, kazak- lar gibi giyinmiş, belleri ke- merli tabancalı ve kamalı in- sanlardı. Yanıma yaklaştılar. Birisi; — Ne düşünüyorsun, ne ağlıyorsun, kimsin sen! iye sordu. Hüviyetimi giz- lemek mecburiyetinde idim. Bir yalan savurdum. Fakat diğer atlı dik dik yüzüme ba- kıyordu. Bir aralık: — Doğru söyle «dedi- se- nin adın ne? Canımdan - bıkmıştım. Ne olacaksa olmalıydı artık. Ha kiki adımı söyledim. İkinci atlı; ne, diye bağırdı. Sensin ha?... Sen ha?... Ben de ona dikkatle bakınca derhal tamdım: Tercan efendi.. Meğer, Kaf kas ciheti de karışıklık içinde imiş. Ermeni'ler de onu tütün mütehassısı olarak getirmişler ve mevkii büyükmüş. Boynu- ma sarıldı. Beni ve arkadaş" larımı aldı, götürdü. Günlerce baktı. Sonra vapura bindirdi. İstanbul'a gönderdi.. Ayrılmadan evel: — Gel - dedi - buralarda kal, sana çok iyi işler buluruz: Ona cevab verdim: — Ben Türk'üml. Askerim: . Derhal orduma dönmek - iste* rim., Toprağımdan bir kari$ ötede dünyayı verseler, Tet ederim. İşte da tesadüfün üçüncü halkası idi.,, ) Ne dersiniz; hayattan hakiki masal, diye buna demezler mi? Varipati mobilyaları satır hıktır. Arzu edenler Burnova istasyon caddesinde 55 No. a müracaat.,)