Geçenlerde bir cumartesi günü, İstanbu- Tun deniz aşırı semtlerinden birinde otu- ran amcamı ziyaret etmem lâzım geldi. Vaktile ben de ayni semtte senelerce otur- | muştum. Çocukluğum, İlk gençlik senelerin amcamın evinde geçmişti, Hayata atıldık- tan sonra hergün ayri vapurla İsvanbula inezdim. He akşamki yapurumla da köye dönerdim. O yakitier vapurla gidegele Gi“ degele yolcular arasıda uzaktan tarıdı- gım, sonra hayatları hakkıriğa ordan bu zer vardı. Bunların hiç bir ilc tanışma- dığım. halde hemen hemen çoğunun hayatı hakkında epey şey öğrenmiştir. o Şimdi yıllardan âonrâ ayni köye gider- ken kendi kendime düşünüyordum. Acaba eski göz aşlnalarındari bağlarına ras gele- çok miydim”... Bilet alirken kalabalık ara- sında gözüme ilişen şik ve çok güzel bir kadın bana âdeta bir heyecim verdi... Aca- ba o mıydı?... Dikkatle'baklım. Aldanma- maştım. Tâ kendisi idi en hâlâ, yü- larca evvel olduğu gibi, ne, kadar güzeldi. Hattâ genç kızlık zamariindakinden de başka bir hali vardı. kadınlaşmıştı. Böyük bir refah içinde'ul ix bakışta hissolunuyordu. Güzelilğinin; etrafta üyan- * dirdiği hayranlık Ke gi İnsana bir hürmet hlssi de vel Biletimi aldım. Vapur. girerken bu gık, güzel ve zengin olduğüshalinden anlaşılan kadının mazisini, genç dü- şünüyordum. Haftzammf antenine bir sürü “ eski hatıralar yelip çatbıyöfdu. Senelerce evvel bu güzel ve şık Kadını hergün vapur- Ja gidip gelirken tanımiştlim. O zaman hs- nüx on sekiz, yirmi yaşlarında bir genç kız- dı..Daha zayıftı. Fakat gene böyle pek gü- zeldi, son derece sevdiği ve yanından hiç ayrılmadığı bir arkadaşı vardı. Onları hiç biribrinden ayrı görmemiştim. Dalma böra- berdiler. Arkadaşı güzel değildi. Hattâ çir- kin sayılabilirdi. Üstelik Sir bacağı adam akıllı aksıyordu. Lâkin sözldünden zeki dir. kiz olduğu gnlaşılıyordu. Sonra cana ya- kındı, Fakat arkadaşının harikulâde gü- zelliği yanında o derece sönük kalıyordu ki, kimse ona dikkat bile etmiyordu. Hor- | kesin göcü güzel olanında idi. Vapur yolcularının birçoğu gibi ben de onlar hakkında kulaktan bazı malümat edinmişlim. Ayni şirkette © çalışıyorlardı. Güzeli küçük bir dükkânda şekerisme, pas- ta ve salre gibi tatlı şeyler satan bir ada- mun kızı İdi. Hattâ bu yüzden vapurun daimi yolcula” rı arasında nükte yapanlar vardı: — Babasi galiba küçüktenberi bu güzel kızı şökerlerinin en tatlısı'de beslemiş olâ- cak... Çünkü kız da şeker kadar tatlı... der- lerdi. Lâkin iki genç kız biribirlarile ne dereca anlaşınışlardı, Bu, tasaYryr edilmiyecek bir geydi, İçtizleri suyun ayrı gitmediği mena tan anlaşılıyordu. Onlar ar! denili şeyin âdeta birer canlı timsali gibi idiler. Vapurun bir köşesine çekilirler, bazen gü- Tüşürler, bazen tatlı tatlı konuşurlardı. Biri çok neşeli ise muhakkak ötekisi d3 öyle idi. Biri biraz durgun olsa ölekinde de ayni hal derhal göze çarpardı. Hattâ ta- til günlerinde bile bazen gezmeğe giderken onlara ras gelirdim. Onları gene beraber görürdüm. Demek tatillerini de birlikte ge- çiriyorlardı. Mevsim (başlangıçlarında bir Örnek elbise diktirirlerdi. İki kardeş bi- ribirini bu derece sevemez, bu kadar iyi ge- ginemezdi. Hattâ bizim semtte oturan arkadaşlarim- dan kendisini «filozof. diye çağırdığımız biri onların bu halinr bakar şunları söy- derdi: Işte arkadaşlık diye bunm derler, Yor yüzünde hiç bir kuvvet bu iki gene kızı bi- ribirinden ayıramışacak, onların arkadaş- Jiğını bozamıyacaktır. Bunlar ölünceye ka- dar biribirlerile arkadaş kalacakla: Şimdi kızlardan güzel olanını böyle geliş- miş, kadınlaşmış, ağır ve pahali cibistler içinde yalnız görünce arkadaşımın bu söz- lerini hatırlamıştım, Acaba übeki genç kız, çirkin ve ayağı aksak olanı' nerede idi?.. Bütün bunları düşünerek vapura girmiş bir köşeye oturmuştum. Daha vapur! sina epeyce vardı, Bir aralık baktım. Biraz bir sürü malümat aldığım bazı kim- | evvel dişarida gördüğüm güzel kadın, ya- nında şişman bir adam, ortalarında lüle saşlı ufak bir kız çocuğu ii oturduğum yere doğru ilerlediler, Tam kar- sındaki kanapeye yerleştiler. Doğrusu oturmak için benim karşın Ni tikleri için memnun olmuştum. Bu surotle arkadaşımın yeni hayatın, yı iyetini dahn işi tediik edebil#c Bir aralık onunla gözgöze geldik. O da he- Bi tanıdı zannederim. Lâkin ne kadar gü- zel giyinmüşti, Havalar daha nmamıştı. Üzerinde en pahalı cinsinden kürkler var- di. Yumuşaklığı daha uzaktan hissedilen bembeyaz parmaklarından birindeki tek taşlı yüzük, hiç mücevher düşkünü olmu yanları bile hayran edecek dörecede güzei- di. Belli idi ki, eski ve güzel yol arkadaşım zengin bir adamla evlenmişti. Yanındaki şişman erkek kocası olacaktı, Karı koca, fakat bilhassa kadın, hayata hâkim ve kar- şılarındakine sözlerini daima geçltmeğe Alışmış insanlara mahsus kendinden emin hareketlerle konuşuyorlardı. O eski gürel, lâkin zıpır tavırlı, delibaş genç kızdan bu kerliterii, hürmet telkin eden kalanlar ta- vırlı ciddi kadın nasıl çıkmıştı? Otida paranın ve refahın verdiği yüksek- ten bakış vardi, Artık onun bet sabah ye- di yirmi vapurile, çantası elinde işine giden zayıf, mütevazi ve katıkahası bol genç kız- ia hiç bir alâkası yoktu. Lâkin ötekisi ne olmuştu? Arkadaşı?.. Onu 0 kadar merak ediyordum ki, utlanma- “odam kartgımdâki güzel ve'şık kadmia: un kalkma- — Kurum yanindan hiç ayrılmadığınız arkadaşınız na oldu?.. diye soracaktım. Lâkin vapur kalkmak üzere iken salova uraktar âdela yaşlı görünen, yürürken adam akılh aksayan, zayıf, çirkin bir ba- dıncağız girdi. Yanımdan geçerken onu pek müşkülütla tanıdım. Bu karşımdaki güzel kadının or- kadaşı İdi. Gene eskisi gibi onun Koltuğu- nun altında bir çanta vardı. Çok bozulmuş- tu. Saçları bembeyaz olmuştu. Bana ayağı eskisinden daha ziyade aksıyor gibi geldi. Kendisini, üstünü başını ihmal etzigi Liz ba- kışta göze çarpıyordu. Beti evvelâ Y£i arkadaşın eski günlerde olduğu gibi gene burun buruna, diz dize oluracaklarinı tahmin ettim. Biribizlerini görmüşlerdi. Lâkin vapura sonradan giren kadın âdeta kendini göstermek İstemiyor- müş gibi eski arkadaşının bakışlarına müm-| kün olduğu kadar uzak bir yere doğru sa- kat bacağını sürükliyerok uzaklaştı. Çan- | tasını yanına Koydu. Belli ki, eskisi gibi ge- ne çalışıyordu. O gün cumartesi İdi ya. Evine erken dönüyordu. Belki çirkinliği ve sakatlığı yüzünden kendisine kişmet çık- mamıgtı. Hâlâ kızdı. Yanındaki çantayı âç- tı. İçinden bir sürü kâğıd çıkardı Galiba yazmak üzere evine de bir miktar iş götürü- yordu. Vaktile biribirlerinden hiç ayrılmıyacak- miş gibi görünen Iki eski arkadaşa baktım. Hayat onların arasına ne müthiş bir du- var örmüştü!... Edirne Halkevi temsil kolunun faaliyeti Edinme (Akşam — Edirne Halkevi teni- sil kolu Edirnelilere çok zevkli bir gece ya- şattı. (Has bahçe) adi komediyi temsil eden temsil kolu da diğer kollar gibi bir müddettenberi alâkadarlardan vs halktan gördükleri teşrik üzerine çalışmalarına hz vermişlerdir. Tomsii kolu bugünlerde ala- turka ve alafranga konser de verecektir. Arifi meyhanede öldüren Hüseyinin muhakemesi Çatalcada berüber rakı içmekte olduğu Arll çavuşu tabanca ile öldüren aşçı Hü- seyinin muhakemesi birinci ağır ceza mah- kemesinde yapılmış, müddelümumi, suçu sabit görerek Hüseyinin Türk ceza kanu- | nunun 448 nel maddesine göre tecziysini talep etmiştir. Maznunun müdafaasını ha- | #ırlaması için muhaköme başka güne #a- Mik edilmiştir. AKŞAM .AOYO ANKARA RADYOSU # Maziran Pazar 1240 Program ve haberler, 1250 Türk müziği, 13,30 Küçük orkestra, 13 Program, 18,05 Alafranga , 1880 Caz orkest- rası, İ923 Konus 1945 Haberler, 20 Türk müziği, 2045 Tarih konuşması, 2i Türk müziği, 7145 Alafranya plâk, 2230 Haberler plâk. (48 Bpor servisi, 23 Alafra ga BULMACAMIZ 1 — Koruma. 2 — Hem sağda hem solda. 3 — Su içme ihtiyacımı hissetmek - Taz- Şile et. 4 — Kaba bir kümaş - Şikâr < Küçük mağara. 5 — Hakkından sarlınazar etmek. 6 — Köpek - Darbeder mi? 7 — Dallı çiçekli bez. 3 — Bağına «D» gelirse dantelâ işlenmiş Para sandığı - Sonuna «P. gelirse ikrardır. Yukarıdan aşağı: 1 — Konuklük. 2 — Mücarat - Nida. 3 — Kâle duvarı - Sebep. 4 — Baba - Menfaat, 5 — Kıbrıs adasında bir liman, 6 — Fazla birükmalı, 7 — Tersi kümes hayvanlarından biridir - Kadın balo elbisesi. 8 — Kusur bağışlama - İmrenmenin ba» şi - Başına «Ş» gelirsş çocuk olur. 9 — Tecrübeler. 10 — Şıcak mevsim - Sonuna «Ş» gelirse havada uçâr. Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 Asan, Saire, 2 — Hidicellez, 3 — Eyli- meli, 4 — Aksak, Azim, 5 — La, Mesnevi, 5 — Mettirmek, 7 — Amca, Re, Zi, Land, Kibar, 9 — Bani, Ea, Gn, 10 — Mi- ii Yukardan aşağı: 1 — Ahvailalem, 2 — Sı, Kalmadı, 3 — Ades, Ecnas, 4 — Niyamtadla, 5 — Riket, 5 — Sal, Sirke, 7 — Almanrelsi, 8 — İle- zem, 9 — Reliyezak, 10 — Ezimikirağ, Bir heroinci aradan beş sene geçtikten sonra yakalandı Baş sene evveli bir heroin fabrikası mey- dana çıkarılmış, suçlulardan bir kısmı ya- kalanarak muhtelif müddetlerle hapse mah- H küm olmuşlardı. O zaman bu heroinei şe- | bekesinin. elebaşılığını yapan Hikmet Yü- | rek adındaki adam kaçmağa muvaffak ol- muştu. Aradan beş sene geçtikten sonra Hikmet Yürek tekrar İstanbula gelmiş ve yakalanarak mahkemeye verilmiştir. Astiya beşinci ceza mahkemesinde muhakemesine başlanan Hikme: Yürek, mürur zaman ol- duğu için kendisi hakkında takibat yapı- lamıyacağını ileri sürmüş, müddetumumi Ise bu iddiayı varid görmemiştir. Muhake- me şahid celbi için falik edilmiştir. 9 Haziran 1940 Tetrika No. 87 harpte sen beni Çocuğuma hükümdar bile babalık iddlasın- da bulundu. Beni ve çocuğumu neden bü derece talihsiz yarattın, Tanrim? Neden bü na vezir Nâsırın talikinden bir katen olsun ihsan eimedin? İmad tekrar ellerini indirir, göğsünün üs“ tüne koyup, kendi ıztırapları va kendi derd- Jerile başbaşs kalırdı. İmadın dünyada kıs- kandığı bir tek adam vardı: Vezir Nâsır, İmad onu düşündükçe: — İnsan, talihil olmak için, yalancı, hi- iekâr, zalim olmalıdır. Talih kuşu ancak böylelerinin başına konuyor. Diye bağırdı. İmad (Cehennem kuyusu)na kimin tek- mesile atıldığını hâlâ anlamamıştı. Vezir Nâsırm hükümdara gammazlık yaparak kendisini yakalattığını bilseydi, Nâsır bel- ki de o güne kadar hayatta kalmış olmaz» 41, Çünkü, İmad kinei bir adamdı... Düş- marından intikam almadan duramazdı. Nâ- sırı öldürmek, onun İçin işten bile değildi. Ne yazık ki o birşey bilmiyordu. Keşke bil- seydi... Keşke bu tekmenin Nâsırdan geidi- gin! anlasaydı. Hiç olmazsa, memleketi, bövle bir akrebin elinden kurtarmış olurdu. İmad, birşey bilmedüğ içindir ki, her ge- ce konak yerinde yalnız kalınca, İşoyu ha- tırlar ve; Semerkanda varır varmaz, vezir Nâ- sıra gidip yalvaracağım.. Ondan yardım istiyscoğim. Zira ben vaktile onun başımı Idamdan kurtardım. O, bana iyilik yapma» ğü borçludur. Der ve bununla müteselli olurdu. İmad, son konak yerinde de bunu düşün- dü ve Semarkanda varınca, vezir Nâsırla gizlice konuşmağa karar verdi. zcan rüyasında «Nüruci- hanı» görüyor Özcan, Nürucihanı unutmuyordu. Moğol larla dörüşürken; — Tanrını, eğer sevgilim Nürucikana ka- vuşacaksam, bu harpte sen beni ona bağış- İ : la! Kavuşmıyacaksam, bu kanlı dövüşe ölüp gideyim» Diye yalvarmıştı. Özcan, Harzemlilerin galebesile biten bu kanlı savaştan sağ ola- rak çıkınca: — Allah sesimi işitti, vuşacağım. . Diye sevinmiş ve yeniden ümlüç düşmüş- tü. Özcanin yarası kapanmak üzere idi. O, daha ziyade kalbinden muztaripti... Nüru- cihanın sevgisi, bir kurd gibi onun içini kemiriyordu. Özcan hir akşani konak yerlerinden bi- rinde uyurken, rüyasında Nüruclhanı gör- dü. Ertesi sabah ordu yola düzülüyordu. Öz- canın maiyetindekt! askerlerden ihtiyar bir Kazaklı rüya tabir. nimselni iyi bilirdi...) Özan temi ve Nürucihana ka- ürdü,. Rüyasına enini « Bu geçe sevgilimle göğüs göğse, ağız ağıza geldim... Bunun mânası nedir? Diye sordu. İhtiyar asker: — Rüyanın mânasi üstündedir, dedi, fa7- la düşünmeğe lüzum yok. Çok yakında sev- giline kavuşacaksın! — Çok yakında kâvüşacağımı nerde an- tadın? * — Ağıs ağıza gelişinizden.. — Eğer yakında sevgilime kavuşursam, eye kadar yarımdan ayırmıyacı ! biraz balışiş ver, yeter. Ben bun- ân sonra memleket memleket, ülke ülke senin yanında dalaşacak çağda değilim. İn- tiyarladım artık. Bu şeflere de senin hatı- rın İçin iştirak etikiştim. — Kaç yaşındasın — Yetmiş Iki. — İyi amma, at üstünde benden diri, ben- İ Gen dik duruyorsun! Şikâyete hakkın yok... — Sen benim at üstünde dik duruşu- ma bakma, oğul! Içim çöktü... Dizlerim tit- riyor... Altımdan şu hayvanı alırlarsa, üç dört saatlik yolu yaya olarak güç yürürüm. Yazan: İSKENDER FAHREDDİN «Tanrım, eğer sevgilim Nürucihana kavuşacaksam, bu ona bağışla!» Bileklerimde de eski kuvvet kalmadı... D5- vaşta sayımı güçlükle gerebiliyorum. Bü 84 yaşla; ancak kırk kişi yarılayabildim. Hal- buzi, eski savaşlarda yüzlerce düşman öl- dürür ve palamı çekince üç kişinin başını birden yere düşürürdüm. — Demek kl, Kaymuş harbinde ancak kiri kişi vurabildin, öyle mi? — Evet, oğul! Sakın Semerkanda varın- &u, gocuklarımın yanında bundan bahset- me! Oğullarım benden soğurlar sonra... Özcan koynundan küçük bir kese çıkar- dı ve ihtiyara urattı- — Al şu paraları. İhtiyar keseyi sevinçle aldı: — Allah senden razı olsun, oğul! Koy- numda, küçük torunlarıma verecek param yoktu. Bu savaş çok yavan geçti. Moğollar gözü açık insanlarmış.. Vurulanların pa- ralarıni bulamadık. Galiba hepsi midele- rinin içinde saklamışlar! Özcan güldü, İhtiyar Kanıklı hâlâ anla- tiyordu: — Dokuz erkek oğlum var, Torunlarımın sayısmı, yirmiyi geçince unuttum. Semer- kanda sağ olarak dönersem, hepsi cepleri» mi, heybemi yoklayacaklar... — Oğulların nerede? — Üçü Gıyaseddinin yanında... İki Rükneddinin ordusunda. Dördü de Uzlak şahın maiyetinde, — Sultan Mehmcâle yola çıkmak da $ü- ra düştü desene?.. — Yola çikacak halde değildim, oğul! Senin adını duyunca dayanamadım; «Öz- can Lanınmış bir kumandandır, Onun mai“ yetinde harbe gidersem, dönüşte heybemi doldurabilirim» dedim. Halbuk!i Moğollar insana günahlarını bile vermiyorlar. Başka bir mijletie harp edip üstün çıksaydık, şim- di develer yükü gannimle dönerdik, — Fars iline gidişimizde sen de var miy- dın? — Far beyinin peşinden koşarken, ben de senin arkandan geliyordum. Haniya ens sene bir ok saplanmıştı da, yararu ben sar- muştım, unuttun mu oğul! — Hatırladım. Sen imdadıma yetişme- seydin, ölmüştüm.. — İşte o harpten dönerken, ceplerimiz, heybelerimiz nasl doluydu! Develerle Se- merkanda ne kadar ganaim getirmiştik. Bu harpten dönerken, yalın kendi ağırlığımızı taşıyoruz. — Bir miktar ok, hayvan eğeri elimize geçmedi değil... — Bunlardan ne çıkar? Bizlm oklarımız bize yeter... Hayvan eğerlerimiz Moğolla- Finkinden daha kullanışlı, Karın doyura- cak hiç birşey elde edemedik, Oğul! — Cuci hastalıklı bir prenatir.... Midesine de düşkün değilmiş. Yanındaki askerler ona benzemişler. Baskınlarda. yiyeceklerini ve paralarını — bize testim efem iein — ırmağa atmışlar, Bu yüzden “elimize; “İşe yarar birşey geçmedi. Örcan, Nüruelhana çok yakında kavuğas cağını düşünerek, ihtiyar asekri sevindir. dikten sonra, atını sürdü. Yoluna devam etti, Semerkanda yaklaşmışlardı. Özcan da, İmad gibi, sevgilisinin peşinden koşuyor- du Cengizi kışkırtan kimdi? Sultan Mehmed orduslle Semerkanda döner dönmez, askerlerini kalelere ve şöhire lere taksim ederek, Semerkand kalesi bı mandanlığına Özcan han (1) ı tayin etti ve yanından ayırmadı. Diğer kaleler dö Ta- hınmuş kumandanlar gönderdi ve memlöko- #ini bu suretle müdafaaya karar verdi, O sirada (Otrar)dan: ve Hazrzemin eski memurlarından Bedreddinin Cengiz hana iltica etiği haberi gelmişti. (Arkası var) () Harzemliler, kumandanlarına «Han» Bikabını verirlerdi, Özcan asıl adı «Can Oğulmuy. idi. Otrar valisi Gayer hanın asıl ismi de «İmalerkodır. Esrarlı Yüzük AŞK ve MACERA ROMANI Nakleden; (Vâ - Nü) Tefrika No, 2 Dünkü tefrikanın hülüsası: Izmirdeyiz. Eşratan Sarıvasıf paşaza de Ralf beyin muhteşem evinde, kızı Ma- sume'nin on sekiz yaşına basması şerefine bir ziyafet veriliyor. Binada müz'k var, dans ediliyor, Bahçenin bir köşesinde 130, Raif beyin Musulda vaktile hizmetlerine şar. Hacı efendinin İse, gizli bir mak- satla her lâfta taşı gediğine koyduğu anlaşılıyor... Çipil gözlerini kısıyor; her ifadesini kontrol eder gibi Mahire bakıyordu. Bu iki erkek şimdiye kadar biribir- lerile pek az temas etmişlerdi. Ma- hire nazaran Hacı Esad, kuzeni Rai- fin maiyetinde tufeylinin biriydi. Sarı Vasıf paşa zade Musuldan birinci dö- nüşünde bu Hacıyı beraber getirin- ce, Arap, aileye eklenip kalmıştı. Bu- rada ne iş gördüğü de, belli değildi. Mahir Iraklıyı asla sempatik bulma- mıştı. Fakat Hacı Esad, iki sene kar dar Iraka dönüp de Hurma şirketi- nin başında çalıştıktan ve tekrar Tür- kiyeye avdel ettikten sonra, Mahirin si | ona dâir hissiyatı büsbütün menfi bir şekli almıştı. Kendi kendine; «— Bizinı Raif de amma acâyip!. Şahsına karşı bu derece hasım olan bir adamı nasıl oluyor da yanından Ayırmıyor?» diye düşünürdü. Nitekim demindenberi velinimeti aleyhine Hacının savundukları, artik, Mahire tahammüllensi ogörünmeğe başladı, Birdenbire piposunu silkerek: — Affedersiniz... Yanınızdan ayri lacağım!... - dedi, - Zira kızım içeri- de yalnız kaldı. Beni merak eder, Annesi de yok, bitiyorsunuz... O vazi- fe de bize düşlyor! Esad, cevap vermek için kalın du- i i ! ) daklarını kımıldattıysa da vakit bu- lamadı. Mahir de yerinden Ke dı. Zira o anda, havsalanın yacağı bir hadise cereyan EN Raifle Galibe, dolaşırlarken, ölek- trik ışığının bol olduğu yere tekrar | gelmişlerdi. İkisi de ciddidiler. Gür | trültüsüz ve hareketsiz konuşuyorlar» dı. Mevzularının ne olduğunu kestir. mek kabil değildi. Birdenbire durdular. Bakışları, hayretle, ayni istikame- te çevrildi. Üzerlerine doğru biri ge- liyordu. Bir saniye sonra, Raifin zevcesi Lâtife hanımefendi, karşılarında be- lirmişti. O da elektrik ışığı dairesine girince, Hacı ile Mahir, kadının yü- Bündeki dehşetli ifadeyi farkederek yerlerinde mıhlanıp kaldılar, Bir facia başlıyordu! İşte yeni gelen kadının dudakları titriyordu. Ağzından korkunç cüm- eler çıkacağı belliydi. Raif: — Lâtife!... Ne oluyorsun? - diye haykırdı. Kadın cevap veremedi, Gözleri hiddetiş açılmış ve Galibe” hanımefendiye çevrilmişti. Fennozların gelini, mâğrur hâline rağmen, ürkmüş gibi geriledi. Yüzü- nün hatları âdeta eriyip inhildi etti. O sırada, Lâtife hanımefendi, söy- liyeceği sözü bulmuştu. Boğazından kelimeler tok ve kısık çıkıyordu: Defolun buradan... Esimden gidin... Oğlunuzu da götürün... Bir daha buralara ayak bastığmızı gör- miyeyim... Ne sizi istiyorum, ne de melün evlâdınızı! Sarı Vasıf paşa zade, cidden şaşır. mış bir halde; — Lâtife! Aklmı mı oynat tın? «dedi. Bir an müthiş bir süküt hüküm sürdü. İki kadın, gözlerini biribirlerine çevirmişlerdi. Kanşılıklı ipnotize edil- mişe benziyorlardı. İlk defa olarak karşı karşıya gelmiş yaman düşmanları andırıyorlardı. Zavahir, hiç de tahkir ödenin le- hinde değildi. Lâtife, Gallbe gibi gü- zel ve ihtişamlı görünmüyordu. Komşu, ilk şaşkınlığı müteakip kendini topladı, Uzun boyu, gururla dikildi. Ev sahibesini baştan aşağı süzdü. Lâtife: — İşitmiyor musunuz?... Sizi ko- » dedi. Düştüğü bu müthiş vaziyete rağ- men, Lâtife sesini yükseltmiyor; asırlardanberi hükmetmeğe alışmış bir ailenin terbiyeli evlâdı olduğunu gösteriyordu. Ufak tefekti, esmerdi. Yüzünün çizgileri güzel olmamakla beraber kibardı. Siyah gözleri hid- detle parlamalarına rağmen pek hoştu. Kocası, onu clinden tuttu ve ken- dine doğru çekti. Hâkim nazarlarile onu süzdü. Karısının bu bakıslara mukavemet edemediğini bilirdi. Sonra, bir çocuğa hitap eder gibi, ona dedi ki: — Yavrum... Lâtife'ciğim... Ne ol Kendini topla... İradenç hâ- » Şayet kalbinde bir şey var- .. Her halde bie anlaşmamazlık bir yanlışlık var... Galibe hanımefendiye senin tarafın- dan tarziye vermeme müsââde et... — Tarziye vermek mi? Kadın, çevik bir hareketle geriys doğru sıçradı. oKocasınm pençesin- den kollarını kurtarmıştı. Buna rağmın kocasının nüfuzu kendi üzerinde pek fazlaydı. Tapınır- câsına onu severdi. Ralf, bu sefer, emreder gibi: — Lâlife... Bizi rezil edecek değil. sin... Bilhassa kızımızın şerefine vere diğimiz bu ziyafeti... — Kızımız... Mesumecik... Ah, yâ vall!... Ah zavajlıcık!... Galibe hanım, istihtafla: — Hanımefendi her halde hezeyan geçiriyorlar... Sahrfilmenam gibi bir Mecnunlarla münaki- Ben çekiliyorum... Ev sahibi, itiraz etti. Fakat zevahi- ri kurtarmak için... Hakikatte kome şunun: çekilmesini oda istiyordu. Zira Lâtifenin daha müthiş bir iskan- dal çıkarmasından korkuyordu. (Arkası var)