Kazanan bilet Genç adam odasinda bir aşağı bir yu- karı dolaşırken derin derin düşünüyordu. Bu parasızlık hakikaten müthiş bir şeydi. Cebinde topu topu bir gümüş lira ile etra- fı tırtıllı birkaç nikel kuruşluktan başka parası kalmamıştı. Halbuki bir hafta hiç bir yerden para, almak ümidi yoktu. Üste- lik alacaklıları da son zamanlarda ke: disini pek ziyade sıkıştırmağı, başlamışlar» dı. Ev sahibi ile her zaman yemek yodi- Hi ahçıya epey borcu vardı. Aşağı yukarı bütün borçları iki yüz Ilra kadardı. Sonra tersisinin taksitlerini de vermemişti. Ona da elli lira borçlu İdi. Bütün bunları dü- şündükçe Şevki ne yapacağını bilmiyordu. Halbuki işte sıcaklar başlamıştı. Üzerinde- ki elbiseler pek eskimişti. İskarpinleri ne- reda ise, bir gün kendisini yolda bırakacak derecde bitkindi. Halbuki erkek iskarpin- lerinin son zamanlarda alabildiğine yüksel- diğini işitiyordu. Şerki bir aralık kendi kendine mırıldan- dı; «Ah bir tayyare piyangosu çıkan. Evet Sunu ne büyük bir heyecanla bekli- yordu. Bir hafta evvel zengin bir arkada» yı ile Beyoğlundan geçerlerken gözlerine pi yangö bileti satan bir dükkân Wişmişti, Ar- kadaşı Şevkiye! N Gel de şuradan bir piyango bileti ala- lım... Diyerek dükküna doğru yürümüş- tü, Tezgühin önünde oturan datmazel ma- pikürlü tırnakları ile onları önüne bir deste bilet uzatmış, Şevkinin arkadaşı da bunlardan birini seçip almıştı, Bundan 300“ ra matmazel bilet desteşini Şerkinin önü- ne doğru getirerek gevrek ve tatlı seal ile: Siz de talihinizi denemek istemez mi- siniz efendim?... diye sormuştu. O zaman hali vakti yerinde arkadaşı Şevkiye Sahi sen de bir bilet alsana.. Benim hediyem olsun... deyince Şevki elini uzate mış, desteden bir bile çekmişti. İşte Şev- Ki bütün imldini bu bilete bağlamıştı. Pi- o günü çekilecekti. Delikanlı gimdi- ndi kendine bir takım hülyalara da- uğu hayaller çıkacak ikra- tarına göre değişiyordu. çıkacak olursa bü- arını, tersinin tak- #itlerini, ahçıya borcunu verecekti, Kalan yedi yüz elli lirasile birkaç ay geçlnecekti, Lâkin eğer birkaç bin lira çıkacak olursa o zaman bir takım fak tefek ticaret işleri yapmağı düşünüyordu. Meselâ şimdi yaz başlamıştı. Şehrin kalabalık bir yerinde bir sucu, tütüncü dükkânı açsa acaba na- sıl olurdu?,. Piyango bileti. bayiliğinden zengin olunduğunu işitmişti. Biletlerine ik- ramiye çıkan bayiler az zamanda halk ara- tında şöhret yapıyor ve zengin oluyordu. O da İşlek bir semte hir küçücük .dük- kân açamaz mıydı? Ötedenberi kendisine eczacılık pek ka- sançlı bir iş gibi görünürdü. Hattâ kendi kendine «Yeniden dünyaya gelsem eczacı olurum... Pilânca ilâcı falinca eczaya ka- rıştırdım mı on kuruşluk sermayesi olan birşeyi yirmi beşe satarım, Hele bir de ye ni Mâç icad edip bunu piyasaya sürdüm mü? Yaşadım gitti.» derdi. Acaba bir eçza- cı arka açamaz m An, ah şu piyango... Hiç ol- mazsa on, on beş bin lira çıksa... Fakat bir de 50.000 İranın kendisine çıktığını tasav- vur ediyordu. İşte o zaman kekâ... Hemen bir atın alacaktı. Bir katında sa, öteki dairelerden aldığı ki- a İle mükemmel geçinirdi. Paralar eline geçtikten sonra geçireceği hayatı düşünüyordu. Elbiseler, ayakkabılar, türememişti. Piyango isine de hediyeler diği gibi gezdirecekti. Ah, piyangonun çekildiğini hatırladı. Ne yazık ki radyosu yoktu. Bı ın için piyango nu- maralarını dinliyemiyecekti, Vaktile küçük adyosu vardı amma onü da satmıştı. pa bir sokakta oturuyordu ki, gaze- te müvezzileri de burdan pek nadir geçer- lerdi. Belki de şu esnada elli bin lira ken- disine çıkmıştı. İçinden: «İster misin çu dakikada elli bin liralık adam olayım da haberim olmasın...» diyordu. Bir aralık sokakta bir molör sesi işitti, Tuhaf şey.. Evin önünde bir otomobil dur- muştu. Merdivenlerde telâşlı ayak sesleri... Mihayet Şevkinin kapısı çalındı. Delikanlı heyecan içinde kapıyı açtığı za- man karşısında. telişli iki adam gördü. Bun- ları bir yerden tanıyor gibi idi, Biran için- de şimşek süratile hatırladı. Bu iki adamı piyango bileti salın aldığı dükkânda gör- müştü. Bilet satan matmazelin arkasında oturuyorlardı. Adamlar ellerinde kendile- rinden bilet satın alan müşterilerin adres defterini açarak heyecanla sordular: — Bay Şevki sizsiniz değil mi? Şevki bayılacak gibi bir halde idi. Titri- yordu; Evet... dedi, benim... Siz piyango bayi- isiniz değil mi? Biletimi sizden almıştım... Yoksa bana birşey mi çıklı?... O derece he- yecanlı idi ki bilet bayileri onun üzerine fe- nalık geleceğinden korktular Kazandığı büyük ikramiyeyi birdenbire söyliyemediler. Yalnız: — Evet... dedilr, size 1000 lira çıkmış. Şevki — Aman, dedi, sahi mil Pek memnun oldum. Bayiler gülümsediler: — Hayır... Hayır.. 2000 lira çıktı... Böylece onu yavaş yavaş heyecanlı ha- bere alıştırıyorlardı. Şevki cevap verdi: — Demeyin. Kulaklarıma inanamıya» cağım, Bayiler 3000 lira çıksa ne yaparsınız? gülümsediler, Yavaş yavaş ikramiyenin miktarı arti- yordu. Nihayet Şevkiye haber verdiler: — Size 50000 lira çıkmış. Bileti verin, paraları alın. dediler, Şevki yerinden kalktı, Titreye titreye ma- sasının gözünü açtı. Bileti çıkardı. Gelen adamlara, uzattı. Lâkin bu sirada müthiş birşay oldu. Müjdeye gelenler bilete bakın- ca şaşırdılar diye - Fakat, dediler, ikramiyeyi kazanan bi- let bu değil... Öyle ya... Siz bir arkadaşınız- la dükkâna gelip iki bilet almıştınız değil mi?... İkisi de ayni adrese yani sizin İsmi- nize yazılmış.. Demek piyangoyu kazanan öteki bilet... Ne ise Üzülmeyiniz canım.. İnşallah başka vakit size de çıkar. Haydi Allaha ısmarladık. Hikmet Feridun Es AKŞAM Bulgaristanda ecnebiler Miktarı artmamiş, son zamanda azalmıştır Sofya 24 — Parlâmentoda, mebus Deni Kostov, Bulgaristanda ecnebilerin miktarı- ni Ye bunların ne gibi kontrole tâbi tatal- duğunu Dahiliye Nazırı Gabrovskiden sor- muştur. Nazırın verdiği cevaba göre, Bul- garistanda hâlen bulunan ecnebiler iki sı- nıfa ayrılmaktadırlar. Nansen pasaportlu” lar (Beyaz Ruslarla Ermeniler) bunların yekünu senelerdenberi tesbit edildiği için bir değişiklik göstermemektedir. İkinci kı- sım ecnebiler de, başka devletlerin tebaa larıdır ki, bunların yekünu 1904 yılında 19,181 kişi idi. Bu yekün 1 nisan 1999da 15099 a inmiştir. O zamandanberi bu yıl I nisan 940 tarihine kadar adedi gittikçe azalan ecnebiler, Bulgaristanda 10238 kişi olarak kalmıştır. Son zamanlarda da Bul- garistanda ecnebiler arasında bir artış gö- rülmemiştir. Meselâ, son üç ay zarfında Bulgaristan hududlarına 3,484 yabancı gir- miş ve 3,205 çıkmıştır. İki ay evvel ecnebi- lerin kontrolu hakkında çıkan bir talimata göre, Bulgaristana gelen bir ecnbinin het gittiği yerde kendini polise kaydettirmek müddeti eskisinden kısadır. İç şehirlere git- mek Için de polisten hususi müsaade al- mak mecburiyeti konulmuştur. Ecnebilerin Bulgaristanda muvakkat bir zaman olsun kalması ve barınmaları güçleştirilmiştir. Bozüyükteki muallimlerin müsameresi Bozüyük (Akşam) — 19 Mayıs gençlik bayramı burada pek büyük tezahüratla kutlanmıştır. Bu arada muallimler bir mü- samere vermiş, «Oğuzlar» ve «Arapça de- gü mi, uydur uydur söyle. piyeslerini tem- sil etmişlerdir. Müsamere çok beğenilmiş- tir. Resimde musllimlerden bir kısmı gö- rünmektedir. Izmirde Kültürparka rağbet İzmir 23 (Ak- şam) — Kültür. park; halkın temiz hava alması, dinlen- mesi ve eğlenceli, istifadeli vakit ger çirmesi noktasından İzmirin en mükem- mel ve biricik mü- essesesi halini almış- tr. Sürekli yağ- murlardan sonra ha- valar açınca kas vetli günlerden kur- tulan halk, her gün kalabalık | kafileler halinde Kültürparkı doldurmaktadır. Kültürparkın muh- telif o kısımlarında fuar o hazırlıklarına devam edilmekte- dir. İran hükümeti, paiyon inşa etmek suretile fuarımıza iş- tirak edecektir. İtalya hükümeti de İz- mir fuarına iştirak edeceğini bildirmiştir. Mühim bir para sarfile vücuda gele» cek Birinci Kordondaki büyük Şehir ote- bu sene büyük bir Tuzak içinde Tuzak 'Tefrika No, 167 Ferhad. — Bütün bunları size sonra anla- tırım! « dedi, — Hayır... Şimdi... Bunları ben den saklamak doslluk değildir, Fer- had ağübey... Öğrenirsem içim ri hatlıyacak... Geceleri zihnim altüst oluyor... Fena rüyalar görüyor, kâ- buslar geçiriyorum... Öğrenmek isti- yorum... Rica ederim beni aldatma- ga kalkışmayın... Salonda babamla konuşulduğu esnada bazı şeyler ku- lağıma çalındı; hakikatin bir kismı- nı öğrendim. Büyük bir cehd sarfederek: — Hakikat benim tahmin ettiğim- den daha feci olamaz. Onun için bar na ne kadar feci şeyler söyleseniz de gene yüreğime serin su serpmiş ola- caksınız, Ferhad, yan gözle Murad Mollaya ve Mâldeye baktı, Onların fikrini öğ- renmek istiyordu. Genç adliyeci, sevdiği kızın elini muhabbet ve şefkatle tuttu. — Bunları öğrenmenin sırası değil, Belkıs... — Zarar yok... Söyleyin... Nakleden : (Yâ - NAJ — Dinleyin öyleyse... Sühi bey, Ailesi tarafından terk edilmiş bir genç- miş... — Ve, babası, yanılmıyorsam, be nim babam. — Öyle... Bu delikanlının ismi Sühi değil Süha... Kudret Süha... —! — Hayatta bir istinadgâh bulama- mış... Kendini kurtarabilmek için bir genç için yolunu şaşırmak ekse- riya mümkündür... Hulâsa, servetini gayri meşru yollardan tedarik et — Peki, o siyahlar giymiş kız? — O da ayni şekilde ailesiz bir ço- cuk... Tesadüf mü diyeyim, gizli bir cazibe mi, her ne hal ise hayatta bir- leşmişler... Erkek mücrim, fakat kız bütün mânasile merhamete, hürme- te lâyık... Hasta: — Müerim mi?... Nasıl mücrim? - diye sordu, - — Evvelâ şunun için mücrim ki, i sizin gibi nadide ve harikulâde bir küçük hanımı ancak serveti için iste- linin beton kazık inşaatı, 34,000 küsur liraya müteahhide ihale edilmiştir. Top- rak vaziyeti sebebile temele 25 metre derinkkte 220 beton kazık çakılacaktır. Temel inşaatını, otel inşaatı takip ede- cektir. — Evet... Bu itirafı onun ağzın- dan da işittim... Daha başka ne gibi bir cürmü var? — Şey... Canım... — Rica ederim anlatın... Her şeyi öğrenmek istiyorum... — Sühi Elstanbuli ismi ona âid değil... Bu hüviyeti çalmış... — Kimden? — Mısırlı bir gençten. — Bu genç? — Öldürülmüş amma, kuzum, ne — Daha ne öğrenmek istiyorsun? — Şimdi Sühi nerede? — Bunu da sormasan... — Söyledim ya: Her şeyi bilmek is- tiyorum, — Kaçabilirdi... Uzak memleketle. re gidebilirdi... Bunu arzu etmedi... Kimbilir, hangi sebepler onun benli- Binde bir haysiyet ve vakar yarattı? — Belki vicdan azabı... — Cemiyet onden hesap soracak. tı... Cesaretle, cüretle buna mâni ol- du. Ayni cüret, pişmanlığını da meydana koyuyor... Kik — İntihar mı etti? - diye sordu. Tefrika No. 78 Yazan: İSKENDER FAHRFDDİN i Genç kadın, ikinci kadehi de içer gibi görünerek gene | çobana sezdirmeden otların arasına döktü Deyince, şalr testiden kendisi için bi? ka- deh doldurduktan sonra, köşesinde büzülüp hareketair. kalmıştı. Çoban testiyi aldı.. Su içer gibi, ağzına dikti... İki üç kadeh miktarını birden içti Çobanın gözlerinden alevler saçılıyordu, — Kanımın bu kadaş tutuştuğunu, da- marlarımın bu derece gerildiğini ilk defa görüyorum. Beni dağlarda dolaşan bir yı- ban öküzü gibi, dama hor görenleri şimdi — elime geçse — dişlerimle parçalıyaca- um. Demek ki, bütün saray mensupları go- ce gündüz müselles içerek, cariyeler koy- nunda yatarak eğleniyorlar... Onlar bunun için dalma nepeledir, deği mi? Fakat, be- nim gibi bir dağ keçisinin eline her zaman böyle bir fırsat geçer mi? Çatısını kurdu- gum gündenberi içine kadın girmeyen ku- Mibemde bu gece hem hir melek, hemde testi ile müselles var, Üstelik bir de güzel söz söyleyen dalkavuk... Çoban birdenbire omuzlarını kaldırarak, tebaasına tahakküm eden müstebid bir hü- kümdar tavrile bağırdı: — Bu gece, bu küçük dünyanın hâkimi benim. Kulübemde, kış mevsimi açin bu mis kokulu çiçeği bu gece ben koklıyaca- , Geber orada, Sesini çika- rırsan, şuradaki balta ile, bir vuruşta ka- fanı koparır ve leşini dışarda havlayan aç kurtların ağzına atarım. Şair korkudan titremeğe başlamıştı. Bu haydud kılıklı adam şimdi de şehza- denin cariyesine çullanacak olursa, Riza ne yapacak, onu nasl müdafaa edecekti? O dakikaya kadar ininde sinmiş bir kap- lan sükünetile yatan genç kadının sabri tükenmişti, O gerçi, biraz önce Rizaya açı- ip saçılmış, onunla gönül eğlendirmek İs- temişti amma, böyle bir dağ keçisile seviş- mek aklından bile geçmemişti Yavaşça yattığı yerden başını kaldırdı ve çobana hitaben: — Şarkta zakkum denilen bir çiçek var- dır. Görünüşü o kadar güzeldir ki. Pakat, onu koklayan derhal zehirlenip yere düşer, Ben tıpkı o çiçeğe benzerim... Anlıyor mu- sun? Dedi. Kuzu, birdenbire kurtlaşmıştı... İri dişlerini göstererek, acı acı güldü: — Ben, karlı dağlarda doğmuş ve büyü- müş bir adamım. Beni, bir çiçeğin zehiri kolay kolay yere düşüremez. Elindeki müselles kadehini uzattı: — Haydi, iç bakalım şunu. Sen de biraz neşelen. Senin de biraz yüzün gülsün! Vü- cudünden et, kesenden para alacak deği- lim... Benden korkma! Sadece neşelenmeni, beni de eski efendilerin ve yeni sahiplerin gibi eğlendirmeni istiyorum. Genç kadın kadehi aldı... Tehlikenin bü- yüdüğünü görünce, itiraz etmedi... Fakak, içkiyi içer gibi görünerek, otların arasna döktü. Bu işi o kadar meharetle yapmıştı ki, şair bile farkına varamamıştı. Riza kendi kendine: Eyvah, diyordu, şimdi o da sarhoş ola- cak... Çobana uyacak. Eğer bir kadeh da- ha içerse, kendinden geçer. İşte o zaman çobanın gözleri büsbütün döner ve kızın üzerine çullanırsa, ben ne yaparım? Bu aç kurdun elinden şehzadenin cariyesini na- sıl kurtarırım? Meğer, şimdiye kadar #a- kin, uysal ve sessiz gördüğüm dağ keçileri arasında böyle canavarlar da varmış Çoban biraz sonra kadeh daha dol- durdu — Haydi, bunu da Iç. Bak, içtikçe güzel- leşiyor, kır çiçekleri gibi çarçabuk açılı yorsun! Bizim kazak hocası «İnsanın başı- na talih kuşu bir kere konar, Onu kaçırır- san, bir daha elde edemezsin!» derdi. Sen de benim kulübeme ilk defa giren bir talih kuşuna benziyorsun. Seni kaçırırsam, bir daha nasıl ele geçirebilirim?! Erkek cevap vermedi. Belkış gözlerini kapayarak, ir rapla; — Ölmüş... - dedi, - Süha... Ölmüş... Kirpikleri kuruydu. Göğsü heyecanlıydı. Bir müddet hareketsiz durdu, Annesi, ona, korkarak bakıyordu. Yavaş yavaş gözleri sulandı. Zayıf yanakları pembeleşti. Dudaklarından uzun bir soluk fışkırdı. Elini Ferhada uzatarak: — Mersi! - dedi. Delikanlı, kuzininin elini öptü. Be- yaz çarşaflar üzerine bıraktı. Sonra Molla beyle birlikte uzaklaştı. İki kadın yalnız kalmıştı. Belkıs, hıçkırıklarla ağlamağa baş- ladı, Sesi, ıztırap içindeydi, — Zavallı kardeşim, zavallı Süha... Ben onu affettim; Allah da affetsin... Ruhuna bir hatim indirt... Ben de iyileşirsem daima okurum... Değil mi, anne? — <İyileşinces de... ne demek?... Ağabeyim... «İyileşirsem> Ağustosun beşiydi. Hava gayet sıcak... Âdeta Cehen- nemden bir gün... İki arabacı iskelede konuşuyorlardı. İçlerinde ihtiyar olanı; — Merak etme, yiğit! Ben, senin kulübesi den kolay kolay uçup gidecek kuşlardas değtim, Kazakların pe kadar merd ve mis satin sever insanlar olduğunu da bilirim. Sana bol bol bahşiş verdim... Bize kulübendi açtın! Yarın Buharaya gitmemize de yar” dım edeceksin! Dışarda kar, fırtına varken; gece yarısı, bizi evinden atacak kadar dâ bayağı bir adama benzemiyorsun! Haydi. İçelim... Hoş sohbetlerle sabahı bulalım. İkinci kadehi de içer gibi görünerek, ge“ ho — çobana sezdirmeden — otların için) ne döken genç kadın, çobanı iyice sarhoği &dip sızdırmak istiyordu. İ Zaten, birdenbire kuduran bu aç kurdun pençesinden başka türlü kurtulmak imkâx ni var mıydı? Çoban, kadının içtiğini görünce heşele- niyor, ve müselles testisini mütemadiyen! ağzına götürüp içiyordu. | Çobanın sarhoş olup sızması uzun Sür“ medi... İçki testisi elinden düştü.. Çobanı birdenbire yere devrildi... Birşeyler homur- dandı. Fakat, ne söylediği anlaşılmıyordu. Riza derhal sindiği köşeden fırladı, yarıs yere dökülen müselles testisini, cellâdın elinden bir idam mahkümu kurtarır gibi, gekip aldı — Müsöllesin hepsi bitti diye korkuyor- | dum. Talih kuşu geno benim başıma kon- | du. Fakat, o ne çabuk sızdı da, sen hAlâ| sarhoş olmadın? Genç kadın gene eski yerine uzandı ve kahkaha ile gülerek: i — Ben sarhoş olmamak için, kadehleri | otların arasına döküyor ve ona İçer gibi gö”! rünüyordum, dedi, artık bir tehlike kalma dı... Rahatça uyuyabiliriz. Şair kuru otlara baktı; — İnsanlarm talihsizi, saraya da girse aç kalır. Şu kurumuş otlar, hayatta iken, günün birinde oesedlerinin şarapla sulana- cağını düşünmüşler midir acaba? — Döktüğüm müselleslere acıyorsun, de- Zil mi? Şüphesiz. Çünkü, bu nefis içki ancak, İl meyhaneyi mabed yapan aziz canların mi- delerine yaraşır. | Yerde horuldayan çobana döndü — Bir atın boynuna mücevher takmak, bir kurdu papağan gibi kafese koyup bes lemek hasıl âdet olmamışsa... Bir dağ ke- çisinin şarap içmesi de görülmemiştir. Hi le şu zarallıya bir bak! Müselles onu ne çabuk mağlüp etti... Destiyi ağzına götürdü... Yudum yudum içerek, köşesin çekildi. — Haydi, sen uyu artık, yavrumi — Ya sen?.. — Bön de yavaş yavaş içerek sizaca Genç kadın göğsünü ve omuzları Ve uyudu: Ertesi sabah. Fir mişti. Şair Riza, yol andı... Kalktı... Kapıyı tanbaşa kar kaplamış, nış. Köye yarım saatlik hâlâ ölü gibi, kı Ocak sönmüştü. Yere dökülen yat gibi donmuştu. W Genç kadın, yu: sincap gi zehirli bir yılan hamlesile başımı kal saldırmadan, kulübeden çekilmek dı. Riza yavaşça yürüdü, cariyeyi uyandı dı — Haydi, fırtına dinmiş.. Hava sakin. Hemen köye inelim, Kafilenin bugün git- mesi muhakkaktır. Gayasın müstakbel gözdesi kalktı. nı topladı. Kalpağını giydi sırtına aldi. Başı- Kocuğunu (Arkası var) — Yirmi senedenberi Bürhan kap- tan buraya hanımile beraber gelme miştir! - dedi. — Ne yapsınlar Korsânkayada... Allahın dağ başı... Kim bilir onlar ne iyi yerde gezerler? İhtiyar arabacı başını salladı. Kur naz kurmaz baktı. Bazı esrar bildiğini bu hareketile göstermek istiyordu, — Korsankaya fena yer değildir... Fakat hanım burasını sevmez. Çünkü fena hatıraları vardır... Çok eskiden geçmiş hatıralar... — Neymiş kuzum?... Ne varmış? — Bilmiyorum... Amma bilseydim de gene söylemezdim... Çünkü kap- tan kendi gevezelik etmesini sevmedk ği gibi, başkasının da boşboğaslığın- dan hoşlanmaz... Hattâ bu kadarını konuştuğumuzu öğrense kimbilir n$ kadar kızardı... Anlıyor musun? Genç arabacı: — Ben de pek sağır değilim... Kus lağıma bir şeyler çalındı... Beraber getirdikleri küçük hanım onun kıs imiş galiba... — İhtimal, — Nereden çıktı? — Bilmem ki... — Böyle bir kızdan kimsenin ha İ beri yokmuş... (Arkası var)