Darısı dostlar başına, arkadaşım Fahri- Bin şehrin en güzel semtlerinden birinde beş katlı, kaloriferli, asansörlü ve bilhassa ge güzel manzaralı bir apartımanı var- Pah apartımanın bir dairesinde ken- disi oturur, öteki katları da kiraya verir. Geçen gün ona uğramıştım. Beni görür görmez: , — Aman, dedi, gel sana başından geçen- leri anlatayım. Öyle bir vaka ki, şaşda Daha ben misafir salonundaki geniş kol- tuklardan birine yerleşirken o hikâyesine başladı: — Biliyorsun değil mi?... Bu benim otur- 'duğum katın yukarısındaki daire epey xa- mandanber! boş duruyor. Bunun aslın: ataf- san ben biraz kirayı fazla istiyorum. Bir Beneliği de peşin almağı şart koyuyorum. Yoksa kiradan biraz indirecek olsam şim- diye kadar orası çoktan tutulurdu. Bundan 15 gün evvel evde yalnızdım. Kapıcıyı bir yere göndermiştim. Kapım ça- landı. Genç, güzel bir kadın... Gözlerinin içi aşil ışıl yanıyordu. Dudaklarınıri kızıllığı göz“ eri alıyordu. Beni görünce: — Affedersiniz, dedi, boş dnireyi gezecek- tim. Lâkin kapıcıyı bulamadın. En aşağı katta raş geldiğim bir zat bu daireye sor- mamı söyledi. Acaba yanlış mı geldim?.. © kadar tatlı bir konuşuşu vardı ki, göz- Terimi kapayıp saatlerce bir musiki gibi s8- sini dinlemek istiyordum. Ne Yâzık ki, ça- buk susmuştu. Hemen cevap verdim: — Hayır, dedim, Yanlış gelmediniz efen- dim. Boş dairenin bir anahtarı da bizde var- dir. Emrederseniz size orayı gezdireyim. Gayet nazik bir tavırla; — Rica ederim, dedi, sizi rahatsız etmek #stemem. - Aman efendim... Vazifemiz;. diye cevap verdim, Birlikte yukarı kasa çıktık. Boş dal- reyi beraber gezdik. O her tarafı ayrı ayrı tedkik ediyor, her pencereden manzaranın nasıl göründüğüne bakıyor ve zannederim sihninde «şurası yatak odasi olur, şurası ye- mek odasi, şurası oturma odası...» gibi pro- jeler yapıyordu. Apartımanı bilhassa denizi tepeden gören balkonu pek beğendi. Burada bir iki dakika durup ctrafı seyretti, Ve sordu: . — Kaça veriyorsunuz efendim? Apartımanın kirasını söyledim. Biraz fa3- İa buldu, Her gelen kiracıya yüzüm tuttu- gu halde onun tatlı sesi beni hemen yumu- glam Sizinle anlaşırız efendim... dedim . İş- tediğim kiradan biraz fedakârlik yaptim. O gene benim istediğimden biraz kırptı. O ka- dar cana yakın şeydi ki, kendisini bir türlü kıramıyordum. Sonra bana karşı o kadar ütifatkirdı ki, âdeta onunla kendimi bir para münasebetine değil, bir gönül müna- sebetline girmiş sanıyordum. Kirada anlaştıktan sonra o şık çanlasını açtı, Sanki karşımda bir çiçek bahçesinin kapıları açılmış gibi nefis bir koku burnu- ma doldu. Çantasından elli Hralık bir kâğıd çıkardı. — Apartımanı tutmağa karar verdiir. SiZ9 pey olarak 50 lira takdim edeyim. Sonra ki- raya mahsup ederiz, Ben yüksek perdeden atarak; — Aman efendim, dedim pey vermeğe iö- zum yok. Sözünüz benim için kâfldir. Apar- tımanın kapısından şimdi «Kiralık» levha« sını kaldırdım. Lâkin genç kadın: — Hayır, dedi, pey vermek. usuldendir. Buyrun Sonra gülerek ilâve etti: — Belki ben cayarım.. Değil mi?.. Bon de güldüm: - Sizin gibi bir kiracıyı kaybetmek iste- mem: O halde pey parasını alayım. Kili Hirayı aldım. Kısa bir sened yaptım, Senetle yalnız «Neriman hanımdan pey ak- çesi olarak elli lira aldım.» diyordum. Bu vesile #ie isminin Neriman olduğunu da öğ- renmiştim. O gittikten sonra üdeta on 48- kiz yayında bir âşık gibi hülyalara daldım. Nerimanın biran evvel apartımana taşınma» sını istiyordum. Bunun etfafında ne hayal- Jer kurmuyordum ki... Aradan İki gün goç- ti, geçmedi. Bir akşam kapım çalındı. Bir 'Tefrika No. 159 — Ah... Küçük hanımcığım!... diye kekeledi. Hidayet, evlâdını bileğinden yaka- lamış, otomobile sürüklediği gibi, ay- ni heyecanla odasına çıkarttı. Bir çöl yolcusunun su içmesine, bir aç ada- mın yemeğe atılmasına benziyen bir tehalükü vardı. Leman, deminki sualini hanımının yüzüne sormak cesaretini göstere miyordu. Odaya girdikleri vakit, ba- yan Korsanoğlu: — Anlamıyor musun?... 0... Kı ım... - dedi - Ah... Ne mesudum... Fakat başbaşa kalmak istiyorum. Ri- ca ederim bizi biraz yalnız bırak, Le- man... Hizmetçi, sevincinden hüngür hün- gür ağlıyarak: — Demek bugünleri de görecekmi- $iz, hanımcığım... Ne mutlü bize... « diye önlüğü ile gözlerini sildi. Küçük hanımın eteğeni öptü, Ve sonra dışarıya çıktı, Bunun üzerine, Hidayet, kızını bir kanapeye oturttu. Kendi de, elleri tit- riyerek, acele ile, şapkasını, mantosu- mu çıkardı, Koşup geldi. Sevgili evlâ- DELİ KIRACI Tuzak içinde Tuzak de vi Gina iyi giyinmiş başka bir kan dın... Beni ismimle arıyordu. Sordum: — Aradığınız benim... Bir arzunuz mu var efendim? Genç kadın: — Efendim, dedi, benim bir arkadaşım Yar... İsmi Nerimandır.. Hemen alâkam ziyadeleşmişti: — Evet efendim... Deram ediniz, sizi din- yorum. — Kendisi sizin apartımanınızı gezmiş, tutmağa karar vermiş... — Evet... — Lâkin efendim zavallı kız aklından has- tadır... Ne yaptığını bilmez. Sonra bundaki hastalığa doktorlar «Tahrip deliliği» diyor- lar. Öteyi beriyi kırıp duruyor. Böyle bir insana siz nasıl apartımanınız yeriyorsu- nuz? Peşinden bunları size söyliyelim ki son- ra günah bizden Kalksın... — Teşekkür ederim teşekkür ederim... do- dim, zavallı hiç de öyle bir insana benzs- miyordu. Lâkin bu işten nasıl cayayım bil» mem ki... Pey de aldım. — Zarar yok... Ben kendisini kandırırım. m akşam gelir szlden peyi birlikte alı- — Aman hütfedersiniz. Beni fena bir vazi- yetten kurtardınız. Genç kadın gittikten sonra düşündüm. Bu iten veuz kurtulmuştum. Halbuki ben ba mesele etrafında ne hülyalar kurmamıştım. Hakikaten ertesi akşam Iki arkadaş gel- diler, Benden 50 lirayı aldılar. Tuhaf gey. Gene Neriman hiç deliye şınmamış mı? Şaşırmıştım. Bu apartımanın ona yolda rasladım: — Benin yeni kiracılar... Hem de tahrip hastalığı derilen müthiş bir ileti varmış. Bir müdet sonra sen görürsün. sonra duyduklarımı Feride an- lattım. Telâş içinde aparlımanına döndü. Bir gün sonra Ferid bana geldi. Kahka- halarla gülüyordu. — Azizim, deld, işi anladım. Bu benim gü- zel, genç, tatlı seali kiracım sana pey ver- dikten sonra bizim apartımanı kendisine ayn Gezmesi için çok israr ot- da dostlürını kıramamış, sana pey verdiği halde bir kere iş olsun diye bi- zim apartımanı gezmiş, Son derece beğen- miş, senin apartımandan da pek ucuz bul- muş. Nihayet bizim apartımanı tutmağa ka- rar vermiş. Sendeki elli lira pey parasını da tehlikesizce koparabilmek için bir arkadaşı bu deli hikâyesini uydurmuş.. Lâkin azi- #im.. Kiracımla aram o derece İyi ki, hiç sorma... Böyle kiracı dostlar başına... Hikmet Feridun Es WAOYO ANKARA RADYOSU Cumartesi 18/5/940 1330 program ve saal ayarı, 1335 ajans haberleri, 13,50 fasıl heyeti, 14.30 riyaseti- cümhur bandosu, 15,15 müzik, 18 program ve saat ayarı, 1805 müzik, 19 konuşma (Yurd bilgisi ve sevgisi), 1915 alaturka müzik, 19,45 saat ayarı ve haberler, 20 ala- turka müzik, 2030 günün meseleleri (ko- nuşma), 20,50 fasıl heyeti, 21,20 alafranga müzik, 2230 haberler ve borsa, 22,50 caz- band, Tahran radyosu Kısa dalga 31 metre üzerinden hergün Türkiye santile 1215 de türkçe neşriyat yapıyor. Nakleden : (Vd « NüJ dınınkileri de çıkardı. Sonra Şermini bağrına bastı. Bir şefkat ve muhab- bet seli içinde, onu öptü, öptü, öptü... Göz yaşları oluk oluk boşanıyordu. Bakıyor, bakıyor, doyamıyordu. Ne sevimlisin!... görürdüm... Fakat tahayyül ettiğim- den de daha harikulâde imişsin... Genç kız, gözlerini eğdi, Annesi: — Kimbilir benden nasıl nefret ediyorsundur! - dedi. - Anlıyorum, ân- i hyorum... Sana hak da veriyorum. — Anneciğim! — İnkâr etme... Beni kalbsiz san- mışsındır... Beni alçak bir kadın farzetmişsindir... Seni istiye istiye bi- raktığıma kail olmuşsundur... — Bazan bunları aklimdan geçir- dim... Çok iztırab çektim de onun için... Felâket insanı haksızlığa sevk eder. — Ne kadar aldanmışsın, yavrum... İmkânı var mıydı seni ihmal et- memin?... Allahın verdiği minimini bir yavru, sokağa atılır mı? Bir gün, I aklımdaydın, hep... Amma iktidarım Yeni Erzincan nerede kurulacak Muvakkat inşaat yeri elverişli görülmedi i gat yeri şehir için “5 eiverişi o görülme- miştir. Şimdi bara- tar. Erzincan vali vekili Romanya kralı Kas B. Hilmi Balcı rölan (o yaptıracağı köy yerinde tedkiklerde bulunmak üzere bir Rumen mühendisi gelmiştir. Kendisine bir Türk mühendisi refakat etmektedir. Köyün yeri tesbit edilince inşaata başla- nacaktır. Köylerde inşaat için tedkikler yapılıyor. Heyetler köy köy gezerek evleri harap olan- ların zararlarını tesbit edecektir. Kıştan evvel evler yapılacaktır. Kımlay çifçiye öküz, tohumluk vermektedir. vilâyet umumi meclisi 15 nisanda top- lanmıştı, İçtimalar devam ediyor. Hususi muhasebe en mühim gelir kaynaklarını kaybettiğinden umumi müvazeneden yar- dım istenecektir. İzmir hayvanat bahçesindeki maymun doğurdu İzmir (Akşam) — Yukarıda resmini gör- siri Baluryor. Hayvanat bahçesinde senelerdenberi bu maymunun doğurduğu görülmemişti. Hattâ birkaç erkek maymun, kısa zamanlarda veremden ölmüştü. Niha- yet, uzunca süren muhabere neticesinde İs- kenderiye hayvanat bahçesinden bir baba maymun getirildi, Bu maymun, senelerce evvel Hamburg hayvanat bahçesinden geti- rilen dişi maymunla çabuk anlaştı. Şimdi bir de yavruları var. Bu küçük, yavru may- munü görmek için hayvanat bahçesini ri- yaret 'edenler pek çoktur. Daha pek küçük olmasına ve ana SÜtÜ emmesine rağmen yavri maymun, annesinden, babasından daha sevimli ve güldürücü hareketler yap- makta, halkalarda sallanmukta, salıncak iplerine turmanmaktadır. Apartıman sahipleri Boş dairelerinize hemen iyi kiracı bulmak için «Akşamı ın KÜÇÜK İLÂNLARI'ndan isti fade ediniz. li... Sana kavuşamıyordum bir türlü... Aramızda mâni vardı. — Kim? — Bir erkek... Ondan nefret edi- yordum... Şimdi ise tapınırcasını onu seviyorum... Mesudum... Nefret etmeğe hiç sebep yok. — Bahsettiğiniz erkek Burhan Kap- tan mı? — Dinle yavrum... Sana anlataca- . Öğrenmeli ve beni affetmeli- — Asıl affedilecek benim ... — Böyle lâfları birak evlâdım... hiç bir şeyden korkun olmasın... Ar- tık seni dizimin dibinden ayırmak istemiyorum. Hayatta ne yapmış olur- san ol... Şermin!.. Şerminciğimi!... Korkma... Daima düşünmüşümdür: Ne tehlikelere maruz kalmak ihtima- lin olduğunu aklımdan geçirerek çıl- dırmak raddelerine gelmişimdir, Din- le, yavrum... Ve Şermine bütün macerasını an- tattı, Genç kız, «Korsanküyü> nın ne de- mek olduğunu işte şimdi anliyordu. Zavallı deli Pervinin ağzından çıkan bu kelime, hayatında ne büyük bir mevki işgal ediyormuş meğer ... Söz, kendisinin Pervine teslim edil- diğine gelince, kız, içini çekti; ei Tefrika No. 66 — İmad çCehennöm kulesi)ne gönderii- meden, bir hafta kadar saray sindanımda yatmıştı. İşo, İmadla zindanda buluşmuş... Ve orada İninddan gebe kalmış. Anlıyor musun? — O halde, İşanun zindana gidebilmesi Için, ancak sizden yardım görmüş olması icap eder, — Belki görmüşlür. Orası seni alâkadar ötmer. Ortada benim bildiğim ve inandığım bir hakikat vardır: Küçük Hüsrevin baba- #1, İmaddır. İşte o kadar, Bu çocuğu baba- sına teslim etmek için söz verdim. Hüsrevi bir iki gün içinde Rikistan civarındaki İma- dın annesinin evine göndereceksin! * İmad annesile konuşuyordu — Semerkandda uzun müddet kimsesiz yaşadım, anne! Bütün gençliğim Türkân sultanın sarayında geçti. Bağdad seferin- den dönerken, İşo adlı bir Arap dilberi sev- miştim. Sultan Mehmed onu da elimden al- dı. Halbuki, ben artık çocuk babası oldum. Ve sen, bir büyük annesin! Rikistandaki evimize arasıra uğrarsın! Hüsrevimi sen bü- yöteceksin ve sultan Mehmed onun bisim yanımızda olduğunu duymıyacak, Ya duyarsa? ... — O zaman ikimizin de kellesi uçar. Fa- Kat, buhü duyurmamak senin elindedir, nn- nel Hizmetçimiz, sultan Mehmedin düşman- larından biridir. Onun ağrından birşey öğ- renemezler... O ve sen, çocuğuma güzelce bakarsınız! Bize gelince, belki yarın öbür- gün ordu ile Moğolları kovalamağa gidece- ğir. Bu yolculuğumuz diğer yolculuklara benzemiyecek... — Bu seferki düşman biraz çetin diyorlar, doğru mu? — Evet, Birax değil... Çok çetin. Eğer kar- şımıza Cengiz çıkarın — Sultan Mehmed onun da sırtını çabuk yete getireceğini umuyor amıma — ben onu mağlüp edeceği- mizi sanmıyorum. — Cengiz bu kadar kuvvetli ve korkunç bir adam mıdır? — Duyduklarımızdan, bildiklerimizden fazla, kuvvetli ve korkunç bir adamdır. Bü- tün Türk ve Moğol beylerini Karakuruma davet etmiş. Görünüşte Çine hazırlık yapı- yormuş. Halbuki, hakiki hedefi Çin değil, Harzem ilidir. — Bunu nerden biliyorsun? — Otrarda yakaladığım casuslar söyledi- ler. — Casus sözüne inasılır mı? — İnanılmaz. Fakat, bir insan ölürken, çok defa hakikati itiraf eder. İdam edilen her Moğol casusu: «Cengiz sitden çok kuv- vetlidir!. dedi. Otrarda daha meler duy- duk, Bunlar korkut anna! Sul. tan leh ŞT Tü ŞAR yamalak of? du ile hiç bir zaman mağlüp edemez kanaa- tindeyim. — Sultan Mehmedin hamisi büyüktür... Onu Allah koruyor ve koruyacaktır. Yirmi yıl içinde fethettiği yerleri, Iran ve Sel, çukilerden hangi hükümdar elde edebildi? — İnsan yirmi yılda kazandığını, bir gün- de, bir saatte kaybedebilir. Bununla övün- mek, bir zenginin parasile öyünmeğe ben- mi Para, kimin cebine girerse, onun mal- O halde, büğün bizim cebimizde duru- yor. Bizim malımız demektir. — Yarın, Moğolların cebine gireceğinden korkuyorum. Sen ne dersen, de.. Sultan Mehmed çok gevşek davranıyor. İran beyle- Yile, Mergitlerle, hattâ Kanıklı prenslerile anlaşmalıydı. Cengiz han nasıl bütün prens- lerle anlaşıyorsa,, — Sultan Mehmed, işini bizden iyi bilir, oğul! Biz kendi İşimize bakalım. Demek ki, şimdi sen de bir çocuk babası oldun, öyle mi? — Evet, anneciğim. Bugün, ben de bir ço- cuk babasıyım. Hüsrevimi sen büyütecek- sin! Ona, büyüdüğü zaman; «Sen, bir şel — O öldü! » dedi. — Ne zaman? — Bugün! — A... Ne garip tesadüf... Sanki vazifesini ikmal ettiği içini, artık ©r- handan çekilip gitti... — O fedakâr bedbaht kadının cese- di evde bekliyor... yim... Bu da benim vazifemdir. «— Biraz dur... Bitireyim... Ve, Hidayet, evlâdınm Pervine tes- lim edilmesinden sonra bizzat kendi- nin kocasile birlikte geçirdiği cehen- nem hayatını, kocasile aralarındaki nefreti de hikâye etti. — Şimdi anlıyör musun?... sözünü bitirdi. — Evet, hanımefendi! | — — Bana «annes de... — Fakat sizin allenize lâyık m İ yım?... Ah, siz de benim hayatımı bil İ Hidayet hanım, titreyen parmakla- İ ranı genç kızın dudaklarına götürdü. İ —Susi... Mazin ne olursa olsun i seni seviyorum... Kötü günler geçirir. ken bana lânetler yağdırdığın için İ ben sana bütün mezimi anlatmak mecburiyetindeydim... Fakat senden izahat bile istemiyorum... Acelesi yok... İlerde icab ederse anlatırsın... Pervini söyle bakalım... Nasıl bir in- sandı? - diye Yanına gitmeli | TÜRKÂN HÂTUN Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Seni aldatıyorlar İmad, ben bu çocuğun yüzünde ecdadımın asil kanını taşıyan bir asalet göremiyorum zadesin!» diyen olursa, bu sözün yalan ol- duğunu söyliyerk: «Senin baban, İmaddır!» diyeceksin. * Ana, oğul evde konuşurlarken, birdenbi- re kapı çalındı. Ortalık yeni kararmıştı. İmad kapıya koştu. Satıcı kılık bir adam, arkasındaki yükü yere indirdi ve imada uzattı: — 'Türkân hatun hediye gönderdi. Fa- kat, dikkat et, canlıdır. al kıpırdanıyor. İmad, sevinçle eğil- — Saraydan geliyorsun ha... getirdin, öyle mi? Diyerek, satıcının uzattığı çocuğu ku- cakladı. — Annel Oğlumun yüzüne dikkatli bak. Bana benziyor mu, Hüsrevim? İmad, oğlunu bir görüşte sevmişti, Fakat, Anası, çocuğun yüzüne bakmca: — Bu bir piçe benziyor, İmad! dedi - Ba- na benzer yerini göremedim. Galiba seni Türkün hatun aldatmış! İmad, çocuğunu annesinin kucağına ver- Hüsrevimi — Ne diyorsun, anne? Bana benzer yeri- hi göremedin mi? İmad çocuğu iyice tedkik etti: — Yamiyorsun sen, anne! Hüsrevimin dudakları, alnı, gözleri, hattâ bakışları tap- kı bana benziyor. Konuşmasını bilse; — Ba- ba! diye haykıracak. İhtiyar kadın kaşlarını çatmıştı. Yüzün- de merhamet ve şefkat bhislerinden eser yoktu. — Seni aldatıyorlar, İmad! - diye bağırdı. Sen bir budalasın. Hem de bir piçin baba- sı olduğunu iddia edecek kadar ahmağın birisin! Küçükken her çocuk biribirine ben- zer... Ben onun yüzünde ocdadımın asil ka- nını taşıyan bir asalek görmüyorum, İmad, annesinin birdenbire değiştiğini görünce şaşırmıştı. Bu vaziyet karşısında kadına çocuğu nasıl teslim edebile- & — Anne! Haniya bana söz vermiştin?... Çocuğumu bakacağını, onu ( büyüteceğini vadetmiştin?! Vaz geçtin mi yoksa... — Hayır, Sözümde duruyorum. Piç de olsa — mademki sen ona baba olmak İsti- yorsun! — bakacağım. İmad tekrar çocuğu kucağına aldı: — Söyle yavrucuğum, bana: Senin ba- ban İmad mıdır, yoksa bir yabancı mı?! Ve başını yukari kaldırarak, göklere doğ- ru haykırdı: — Allahım... Sen bana bir munize gös- ter! Şu çocuğa, bir kelime ile, evet veya hayir demesini öğreti Onu görür görmes sevdim... Kanımın birdenbire kaymadığını gördüm... O, benim çocuğum olmasaydı, İşo onu bana gönderir miydi? Ve benim kanım, sultan Mehmedin şehzadesini gö- rünçe kaynar mıydı? Çocuk, İmadın gür ve heyecanlı sesin- den korktu... Minimini ellerini İmada uza- tarak ağlamağa başladı. İmad annesine döndü: — Haydi, beni çileden çıkartma, annel Bu çocuğa canla başla bakacaksan, bira- kayım. Bakmağa niyelim yoksa, bakacak birini bulmağa gideyim, İhtiyar kadın, küçük çocuğu, kucağından çekip aldı: — Gel yavrum! Baban kim olursa olsun, sen masum ve bizünahsın! Bu işte günahı olanlar düşünsün, Benim vazifem — ev- Jâd hatırı için — sana bakmak, seni bü- yütmektir. Sonra sert bir tavırla oğluna döndü: — Bu sırrı kimseye açma sakın! Onu giz- li büyüteceğiz. Mesele meydana (Çıkarsa, sultan Mehmed, ak saçıma bakmaz, başı- mi vurdUrUr: oğlunun (Arkasi var) — Harikulâde... Adetâ mübarek bir Kadın... Bana. tam müânasile evlâdı gibi muamele etti... Fakat o öldüğü zaman yanında bulunamadım... Hâ- yatımdaki ıztıraplardan biridebu olacaklır,.. Bırakın, gidelim... Daha bu sabah yatağının başı ucundaydım. — Niçin evden ayrıldın? — Sebebini söyleyince benden nef- ret edersiniz diye korkuyorum amma, yine söyliyeceğim: Metresi olduğum erkek, Belkıs hanımı alıyordu. — Metresi olduğun erkek mi? — O da benim gibi ailesi tarafndan terkedilmiş bir bedbahttı. Zonguldak civarında kendisini evvelce tanımış- tım... O sıralarda namuskâr bir in- sandı; alnının terile hayatını kazanı- yordu... Bundan iki ay evvel, İstan- bulda karşılaştık... Bense o sıralarda yiyecek ekmek bulamıyordum, Evde- kiler açtılar. Anmneliğim olan Pervin hastaydı. Kızı ise, içinde bulunduğu- muz sefaletten şikâyet etmiyorsa da son derece ıztırap çekiyordu. Genç kiz, elini alnında gezdirdi. Mazisinden utanıyordu. Sesi titriyor» du, Annesi onu göğsüne bastırdı: — Ne yapmış olsan hakkın var... Söyle... Bana herşeyi anlat... (Arkası var)