Telsiz teleTon Nisanın son günleri idi. Evimin önünde- ki güneşli balkona bir iskemle attim. Otur- dum. Sokaktan çocukların neşeli neşeli çığ- lıkları geliyordu. Havada renk renk üç dört uçurtma süzülüyordu. Bitişik komşunun bahçesindeki ağaçlar uzun bir uykudan uyanmış gibi idiler. İçimden «Tam ilkba- har günü. dedim. Yalnız komşunun bahçe. sindeki ağaçlar değil, bütün tabiat dan uyanıyor gibi tatlı bir mahmurlu! de idi, Bir aralık gözlerim karşıdaki balkona Uiş- ti. Orada genç denilebilecek yaşta kumral bir adam gördüm. Halinde bir gariplik var» dı. Etrafına şöyle bir göz gezdirdikten son“ ra sağ elile sol kulağını çekmeğe başladı. Bir müddet öyl elile sağ kulağına asıldı. Onu da bir iki kere çekti, Kendi kendime: «Acaba deli mi?. dedim, ne garip, ne tuhaf haller! var:.» Bundan sonra karşıdaki kumral adam On on beş dakika kadar kayboldu. Tekrar balkona çıktığı zaman kravatını bağlamış- hı. Başında da şapkası vardı..Tekrar par- makları Ye gol kulağını tuttu, Bıraktı. Bun- dan sonra birkaç kere çenesini kuşıdı ve balkondan içeriye girdi. Hayretler içinde kalmıştım, Bütün bunlar ne demekti?. Bir iki dakika geçince karşıdaki Kumral adamın evinden çıktığını, köşeyi dönerken arkasına, şöyle kaçamak bir tarzda bakti- ğını farkettim, Bu adamin esrarengiz hali pek meraki- ma dokunmuştu. Ertesi günü gene ayni 'saatte onu balkonunda gödüm. Bu sefer 'de tıpkı dün yaptığı gibi evvelâ sağ elile 8ol kulağını çekti. Sonra sol elile sağ kula- gını tuttu. Nihayet mübalâğalı bir tarrda çenesini kaşıdı, kaşıdı, ve içeriye girdi, Yeniden balkonda göründüğü yaman dün- kü gibi kravatını bağlamış, şapkasını gi mişti. Sağ kulağını bir kere daha çek Odasına girerek balkon kapısını kapat Bir iki dakika sonra da onun sokak kapısı- mi açarak dışarıya çıktığını gördüm. Olur şey değli... Kumral adam sokağa çı madan evvel o garip hareketleri niçin ya- pıyordu? Aradan dört beş zün geçti. Ben artik ha- men hemen bütün zamanımı balkonda g*- yorum. O günü iskemlemi sonra da sol elile sağ kulağını çekme başlamasın mı?... Olur şey değildi... Amma da garip bir mahalleye düşmüş Biraz geçince genç kadın kırmızılığı uzaktan bile faikedilen tırmaklarının ucla ile sivri çene- sini kaşımağa başladı. Tekrar sağ kulağını çektikten sonra içeri girdi. Yarı aat ka- dar görünmedi. Sonra tekrar balkona çıktı. Bu sefer sokak kıyafetinde idi. Onun iki kere daha kulağını çektiğini gördüm. Ara dan birkaç dakika göçtü. Genç-kadın sokak kapısını uçarak dışarı çıktı, Köşeyi döndü. Bu kendi kendinin kulağını çekmek, ga- Tİp garip hareketler yapmak acaba süri bir sinir hastalığı mıydı? Çünkü ayni mahalle. de bu garip hastalığı tutulan iki kişiye raş- lamıştım, Tamam bir hafta sahra tü baktım, İlerideki genç ki sinde... Karşıdaki kumral adam da balkon- da... Zrkek tıpkı eskiden yaptığı gibi sağ eille gol kulağını çekmeğe başladı. Gözleri ile de karşıdaki esmer genç kadına bakıyordu. e kaldı. Bundan sonra #ol | Adam habire kulağın! çekiyor... Bu sırada *uhaf birşey dikkatime çarptı. Kumral erkek sol kulağını aşağıya doğ- ru çekerken genç kadın, sanki hiç farkında değilmiş gibi, sağ elinin baş parmağımı isi rıyordu. Erkek kulağını çekiyor, kadın par» mağını ısırıyor... Amma da garip bir vazis yet ha... Bu işteki garip sırrı yavaş yavaş anla mağa başlıyorum. Fakat tam mânasile iç- yüzünü öğrenmeliydim. Bir gün arkadaşım Osman ziyaretime gel- mişti. Balkonda olurmuş kahvelerimizi içi- yorduk. Karşıdaki kumral adam gene mey- dana çıkıp garip garip hareketlere başla yıpsa hemen Osmani dürttüm: Aman, dedim, karşıya bak. Komediyi seyret, Osman karşıya bakag bakmaz kumral adamı tanıdı: — A... dedi, o benim en samimi arkadaş- larında Vasfi. Ona gördüklerimi anlat- tim. Osman gülümsedi: — Benden birşey saklamaz. Şimdi ben onun yaptığı garip hareketlerin mânasını öğrenirim, Osman kalktı. Karşıdaki kumral adamın evine gitti, Onların balkonda biribirlerine birşeyler anlatıp kahkabalarla güldükleri- ni görüyordum. Nihayet Osman döndü: Bana: — Efendim bizim Vasfi pek çapkın bir çocuktur. Karşılarında da esmer genç bir kadın varmış. Biribirlerine hafiften hafife işarete başlamışlar... Lâkin sizin mahalle son derece dedikoducu bir semtmiş... Niha- yet Osmanla genç kadın buluşmuşlar... Ma- hâllede bir dedikodu çıkmaması için bazı kararlar vermişler. Vasfi; — Pencereden biribirimize yaptığımız işa retlerden mahalle halkı hiç birşey anla» mamalı,.. Demiş ve aralarında işaretler âdeta bir parola tanzim etmişler... Meselâ sağ elle sol kulağı çekmek «Haydi dişari çıkalım her xa- manki yerimizde buluşalım» demekmiş... Sol elle sağ kulağı çekmek: «Vakit kaybetme... Hemen çıkalım» demekmiş... Çene kaşımak onların arasmda «Seni çılgın gibi seviyo- rume mânasına geliyormuş... Parmak isir- mak: «Vaktim yok. Işim var, sokağa çıka- mam« demekmiş. Hani sen evvelki gün görmüşsün .. Vasfi sol kulağını çekiyor, ka- dın parmağını ıırıyormuş ya... Vasfi <So- Kağa çıkalım!» diyormuş. Kadın da cİm- künt yok..» cerabını veriyormuş. Yani iki sevgili uzaktan uzağa aralarında parols- larla kimsenin anlıyamıyacağı bir telsiz te- lefon kurmuşlar. Bununla mükemmeli an- laşıyorlar, konuşuyorlarmış... Onlar deli fi- lân değil âşık.. Hoş ikisi de ayni kapıya çıkar Ya... Hikmet Feridun Es Halde toptan satış 204/940 Pazhrlesi gü İstanbul Balediyesi Merkez Hâlinde top- tan satılan yaş meyva ve sebae fiatları: En aşağı En yukarı Kr. 45 9 18 9 u dizmir)9 pi n Cinsi Domates (Yeri « odiskenderiye) » Sakız kabağı Fasulye Bakla (Yeri » — (Adana) Semizotu Araka Bezelye Patates Soğan İspanak Pırasa Taze yaprak (Adana) Havuç Kereviz kök , » — Yaprak Demet 10 Karnabahar Adet 25 Enginar Marul Yeşil salata 'Taze soğan » sarmısak Maydanoz Dereotu Nane Pancar Pazı Turp kırmızı Elma Ferik » iz Can eriği Malta eriği Kastane Limoey ecnebi Turunç Portakal Rize » öğenin. Yafa 100 San. 950 w » 65 Tuzak içinde Tuzak Tefrika No, 141 Gelin, annesinin kollârı arasında yarı baygın çırpmıyordu. Kaptansa, heyecanlar geçiren ka- Tısını kendine gelirmeğe uğraşıyordu. Hidayet hanım, kızını kalabalıkta görmüştü. z — işte 0... Şermin... » diye bağiriyordu. Dürrüler telâş içindeydiler, Bu anli şanlı düğün alayının böyle birdenbi- re rezalet şeklini alması aile haysi- yetlerine dokunmuştu. Yüksek sesle | tenkid edenler: İ — Yahu! Nedir bu?... Ne mâni olu- yorsunuz? - diye haykıranlar olu- yordu. Ehali büsbütün toplanıyordu. Komiserin damadi İle konuştuğu- nu görünce, Kolonbey, baltalanıp da ne tarafa düşeceği malüm olmıyan bir ağaç gibi sendeledi, Fakat yük- sek bir irade sarfedip toparlandı. Ko- miselre Sühg arasına'girerek kısık | bir — Komiser bey... Bu yaptığınız | skandaldir... Her halde meşul ola- | caksinız... Yavrum... — Vazifemi yapiyorum. Nakleden : (Vâ - Nüj Komiser bunu söyliyerek arkasında duran iki polise işaret etti. Dümüâdı gösterip: — Bu beyi karakola götürünüz. Belkis; ânnesinin kollarından siyr- larak; — Karakola mı?... Onu mu?... İki elile birden kocasını yakaladı: — Haydi... Kendinizi müdafaa et- seniz e... Konuşsanız a... Server bey, polislere; — Ne duruyorsunuz? Belkıs, Sühanın hareketsizliğini gö- Tünce bizzat müdafaaya kalkıştı: — Böyle bir vaziyette karakola ça- gırdığınıza göre, ciddi bir sebep ola- cak... Onu neyle İtham ediyorsunuz? — Çok geçmeden öğrenirsiniz. Bunun üzerine, genç kız, ümidsiz- likle delikanlıya döndü: — Cevap verin... Suçunuz olmadi- ğım söyleyin... Bir şeyden korkmü- yorsunuz ya?... Erkek bir an tereddüd etti, Polisler, düğün alayından bu şata- fatlı ve gösterişli damadı almak c8- saretini kendilerinde bulamıyorlardı. Süha, küstahlıkla meydan okuyordu. Her gün öğleleri 1974 metre ve akşam- ları 317 metre kısa dalga postalarile her gün yapılmakta olan ecnebi dillerde ha- berler neşriyatı programı: Birinci servis o İkinci serrle İranca Saat 1200 (o Saat 170 Arapça » BE TAS Kience 1345 1845 Fransızca 1100 2100 İngilisce 145 2115 Bulgarca 1430 1830 SALI 3074/940 Türkiye saatile 1230) Proğram ve memleke$ saat ayarı, 125 Ajans ve metcoroloji haberleri, 12,50 Müzik: Çalanler, Fahire Fersan, Refik Fer- san, Cevdet Çağla, Fahri Kopüz, Okuyanlar: Sadi Hoşses, Melek Tokgüz, 150 1 — Oku- yan: Sadi Hoşses 1- Osman Enine - Niha- yend şarkı: (Kalbimde bu aşk ateşi) 2- Fahri Kopuz - Nihavend şarkı: (Hülya gi- bi sessiz süzülüp), 3- Taksim, 4- Abdi efen- di - Mabur şarkı: (Gülşeni ezhar açdı), 5- İsak Varan - Mahur şarkı: (Şu gümüş ır- mağıni, 2— Okuyan: Melek 'Tokgöz, 1- Nev- rss - Muhayyer şarkı: (Gülü kavuştu), 2- Rahmi bey - Muhayyer şarkı: (Serapa hüs- nü ansın), 3- Udi Mehmed - Muhayyer şar- kı: (Kanıma kaynak olsan), 4- Bedriye Hoş- gör - Muhayyer şarkı: (Bahara bak gönül gibi), 5- Cemil beyin saz semaisi, 1330-14 Müzik: Hafif müzik (P1) 18 Program ve memleket saat yarı, 1805 Müzik: Rina Ketiy ve Deanna Durbinin plâkları, 18,40 Ko- nuşma ©Çifçinin saati), 18,55 serbes sant, 19,10 Memleket saat ayarı, Ajans ve meteo- roloji haberleri, 16,30 Müzik: Koro, İdare öden: Mesud Cemil, 20,15 Konuşma (Çocuk Esirgeme kurumu tarafından), 2030 Mü- zik: Fasıl heyeti, 21,15 Müzik: Küçük orkest- ra (Şef: Necip Aşkın) Saprano Bedriye Tü- zünün işlirakile, 1- Fylix Glessmer: Kırlan- gıçların veda), 2- Brusselmans: Felemenk sultinden aşk gölü, 3- Hanns Löbr: Mem- leketter; memlekete (rapsodi), 4- Franz Le- har: Vals, 5- E. Tavan: Rossini üzerine bi- ei mozaik, 6- Moustorgeky: Khovantse» a operazından dans, 7- Joh. Strauss: Vi- yana ormanlarının efsanesi, 22,15 Memle- ket, saat ayarı, Ajans haberleri, ziraat, e ham » tahvilât, kambiyo - nukut borsası (fiat), 2230 Müzik: Senfonik müzik (PL 23 Müzik: Cazbanâ (Pİ), 23,25-2330 Yi ki program ve kapanış. AKŞAM Abone ücretleri Türkiye SENELİK © 1400 Kuruş © 2700 kuruş GAYLIK 79 » M0 > 3AYLIK Çam » 800 TAYLIK © 150 — Ecnebi Posta ittihadına dahli olmıyan ecrehi memleketler: Seneliği 3690, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. "Telefonlarımız: Başmuharrir: 20565 — Yüz işleri: 20165 İdare: 20681 — Müdür: 20497 Rebitilervei 23 — Kasım 175 5. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı E. 801 956 5,08 BS9 1200 14 va. 305 500 1211 1602 1004 2047 İdarehare: Babsâli civarı Acımusluk sokak No, 19 Apartıman sahipleri Boş dairelerinize hemen iyi kiracı bulmak için «Akşam» ın KÜÇÜK İLÂNLARI'ndan İsti fade ediniz. Kolonbey, ne yapacağını bilemi- yordu. Bahanın içeride söyledikleri kolunu, kanadını kırmıştı. Düşmanı ona: «— Siz adliyecisiniz... Bu işin ma badini de meslekdaşlarınızdan öğre- nirsiniz!» demişti, Acaba öğreneceği nasıl bir müthiş esrar daha vardı? Halk burada ikiye ayrılmıştı. Bir anda âdeta iki cephe teşekkül ediver- mişti, Ekseriyetin bu güzel gelin - gü- vey lehinde olduğunu söylemeğe bi- İe hacet yok... Şayet delikanlı kaç- mağa kalksaydı, bahusus, kadınlar, komiserin takibine mâni olmak, İ yolunu. bile kapatmağa hazırdılar. Güzel ve asil tavırlı erkeğin o derece ! tesirinde kalmışlardı. Hakikatte pek kısa olan bu uzun uzun tasvir ettiğimiz kargaşalık es. nasında soğukkanlılığını en ziyade muhafaza eden gene Süha olmuştu. Gözleri bir noktaya çevrilmişti. Bel- kısın yalvarmalarına, çırpınmaları- na lüâkayddı. Kendisine ihanet eden kıza şefkatle, muhabbetle bakıyor, Onu alâkadar eden yalnız Şermindi. Sevgilisine karşı kalbinde en ufak bir kin bile duymuyordu. Şermin başını kaldırmak cesareti- ni gösteremiyordu. Gözlerini yere dikmişti. Vaziyet, içinden çıklamı- yâcak bir hal almıştı, Neticeye bağ- dedi TURKAN HATUN Tefrika No, 49 Sultan Mehmed, C Yazan: İSKENDER FAHREDDİN elçilerini sarayda misafir ede- engizin el rek mektubu aldı ve moğolca bilen bir kâtibine okuttu. — Benim bu korkunç zindana sürüldü- Bümden acaba Türkân hatunun haberi yok mu? Diyor ve saatler geçtikçe artan hayretini bir #örlü şenemiyordu. Imad: — Ortada bir suç yok, diyordu, sevgi- limle konuşurken, eli elime, saçı saçıma değmedi. İşo ile benim has bahçede koruş- tuğumu acaba hükümdara kim haber verdi? Nehir boyundan geçen kafile tepeye tıf- manmağs başlamıştı, Yollar o kadar çe- tindi ki, nehir boyundan tepedeki kuleye ancak dört saatte çıkabildiler. İmad, dağ tepesindeki kulede inliyor.. Kuleye geleli bir hatta olmuştu, ” Bir haftadanberi güneş ve ışık yüzü göre müyordu. | | | İ Kulenin çok salim bir muhafızı vardı. Ku- lede muhafızdan başka ayrıca on iki göğ- cü asker bulunuyur, bunlar nöbetle sabaha kadar etraftan gelip geçenleri gözetliyordü. Tarassud kulesi şarka ve cenuba hâkim bir tepede yapılmıştı, On saat uzaktan ge- | len bir düşman kuvvetini buradan görmek mümkündü. Bu kuleyi sultan Mehmed yap- termiştı. Kulenin zemin katında bir mahzen vardı, Mahzene yirmi adım merdivenle ini- Hirdi. Mahzenin pencereleri yokta. İmadı bu mahzene atmışlardı. Mahzenin demir ka- pısı daima kilidli dururdu. Sultan Mehmed bu mahzene İşkence yap- mak için casusları gönderirdi. İmad kulenin mahzeninde usun müddet yaşayamıyacağını anlamıştı. Daha aradan bir hafta bile geçmeden dizlerini ve omuz- larını sızılar kaplamıştı. İmad başını du- varlara vurarak ağlıyor vo; «Keşke beni gelirken Karaderya nebrine atsalardı..» di- yordu. İmad'a hergün bir kuru somün ile bir tes- *i su ve bir parça kuru et veriyorlardı. Mah- zenin bir köşesinde küçük bir yağ kandili yanıyordu. Bazen kandilin yağı tükeniyor, Imad bütün geceyi karanlıkla inlijerek ge» çiriyordu. Semerkand halkı buraya «Cehennem lestv adini vermişti, Birkaç kişi bur gün gelmiş ve bir dalın şehre dönmemişti, Cehennem kulesin mahzende bir insa- nın — vüğüdü ne kadar sağlam olursa ol- sun — Iki üç aydan Tazia yaşamasına imkân yoktu. Yerliler arasında Cehennem kulesi darbı meseller sırasında anılırdı, Meslâ, bir aile hava ve güneş görmiyen bir evi ce- hennem kulesine benzetirdi. Geçimsiz aile- ler arasında da: «Evimiz eshennem kule- sine döndü;» gibi sözler söylenirdi. Küçük çocukları; «Cehennem kulesi zebenileri ge» tiyor!. diye Korkutulardı Kulenin çok merhametsiz bir muhafızı vardı. Sultan Mehmede Türkistan seferinde cellâdlık yapan bu adam bir bacağından sa- kat kaldığı için, hükümdar kendisini bu kulenin muhafızlığına tayin etmişti. O, ca- susları çabuk söyletmesini, hükümdarın düşmanlarından kolay öz almasını iyi bilir- di. Btreket versin ler: — Hükümdar, ona işkence ki, İmadı küleye getirene yapılmasın, Demeyi ihmal etmemişler ve yolda ken- disine çok açımışlardı. İmad, Semerkand sax rayından Cehennem kulesine geldiği gün- denberi ne uyku uyuyabiliyor, ne de yemek yiyordu. İmad (Cehennem kulesinde çok muzta- ripti. Burada ne zamana kadar kalacaktı? Bunu bilmiyordu, O hâlâ Türkân hatunun yardımını bekliyor ve kendi kendine: — Beni işo unutsa bile, valide swtan unulmaz; çünkü ben ona kimsenin yapma- dığı, yapamıyacağı iyiliği yaptım... Eski kö- lamak lâzımdı. İşte tam bu esnada, komiserin dik- katini bir şey celbetti, Karşıki kala- balıkta bir hareket vardı. Bir adam, insanları yarmak istiyerek: — Bırakın rica ederim, yim diyordu. Böyle azim ve iradeyle ilerliyen kimdi? Halkonun bu müşkül hale bir deva getirdiğini hissederek yol veri- geçe yordu. Dürrülerin küçüğü: — Ay, amca!... - diye mütekald zabite seslendi. « Bak, Ferhad! Fer- | had geliyor... a Hakikaten de gelen genç avukat- | tı. Benzi solmuş, zayıflamıştı. Sırtın. daki seyahat elbiselerini bile değiş- tirmek fırsatını bulamamıştı. Doğruca komisere yaklaştı. Onun kulağına usulla bir şeyler söyledi, Kendisine bir de kâğıd gösterdi. Son- ra Kolonbeye hitapla: — Çabukt... Eve efendim. Ve Sühaya, kısa ve keskin: — Geliniz... Sakın kaçmağa uğ- raşmayın... Mahvolursunuz. Damad, omuz silkti. 'Tek söz söyle- medi, Bir müddet sonra, otomobiller dol- müş bulunuyordu. Aile öve dönüyor- du. Yalnız bu cemaate üç kişi daha katılmıştı: Komiser, Ferhad ve si 1esi olan vezir Nâsırin başımı kurtardım. Bi“ bette valide sultan da beni bu zindandan “kurtaracaktır, diyordu. Sultan Mehmed Buhâra'da. Sultan Mehmed Buharaya geline, oğlü Gıyaseddinin sarayına inmişti, Sultan Mehmed Buharaya tam vaktinde geldi. O sırada Semerkanda gitmek üzere yola çıkan Cengiz hanın elçileri Buharay& gelmişlerdi. Sultan Mehmedin Buharaya gelişi bu elçiler için bir nimet oldu; derhal Mehmedi ziyaret ederek: — Karakurumdan geliyoruz, dediler, Cen giz han size bir mektup ve birçok hediyeler gönderdi. Sultan Mehmed, elçileri sarayda misafir &derek, mektubu aldı, moğolca bilen kâ- tiplerinden birine okuttu. Cengiz han mek- tubunda göyle diyordu: «Size selâm ederim, İmparatorluğununun vüsatını biliyor ve sizinle dost olmayı ark ediyorum. Size, oğullarımın en mümtasi nazarlle bakacağım. Eibet six de bilirsiniz ki, ben Çinin bir. kısmına hükümranım ve şimal tarafındaki kabileler hep benim idaremdedir. Büyük gümüş madenlerile, karıncalar kadar çok cengâverler ile bir imparatorluğa anhip olan ben, başka yerlere göz dikmeğe muhtaç de- | gilim. Fakat, tebanlarımız arasında ticareiğ teshil etmek için, sizinle bir ticaret mua- hedesi yapmak, her ikimizin de menfaati muktezasındandır sanırım. Elçilerime müâbet, bir cevap vereceğinizi umuyorum, oğlum.» (İ) Sultan Mehmed bu mektabu ozuyunes şaşırdı. Kendisile büyük Moğol imparatoru nun bir ticaret munahedesi yapması elbetie çok faydalı olacaktı. Fakat, sultan Meh- med bu mektubun yazılış tarzından hiç de hoşlarnımamıştı. «Oğlumu, «Küçük kardeşim», «Yeğer tabirleri manın siyaset Ilsanında Emir. lere &arşı kullanılırdı. Halbuki, sultan Meh- med, Ülkesine birçok yeni memleketler &- hak etmiş ve yeni bir imparatorluk kur- | muştu, Avrupadan gelen elçiler kendisine? «Büyük Türk imparatoru'u diye hitap sd'- yorlardı. Şu halde — bütün bunları çok iyi bile Cengiz hanın kendisine gönderdiği mektupta «Oğ'nm!, diye hitap etmesinin n& mânası vardı? Cengiz banın elçisi Mahmud, Harzem W- sanını bildiği için, sultan Mehmedle İyi ans) laşıyordu. Mehtede sordu: — Cengiz hanın mektubunda tereddüdü ettiğiniz bir nokta var mı? Varsa, söyleyim de izah edeyim! i Sultan Mehmed dayanamadı: — Dost bir hükümdara değti, bir eyalet | vattet olan oğluna mektuy yazar gibi yaz miş. Cengiz han galiba kendini yeryüzündö tek görüyor?! i Diye söylendikten sonra, Mahmuda hitap ederek; Sen beni ve Harzem ilini çok iyi tas niran! dedi, Askerlerimin cesaretini ve miktarını da yakından bilirsin! o Cengizim memaliki benimkinden büyük olabilir, Pa- Kat, askerlerimle onun askerleri arasında bir Yark var mıdır? Diye sordu. Mahmüd şu cevabı verdi: (Arkası var) (1 «Murajasmın Blojol tarihine göre, Cenx giz han, sultan Mehmedin izzeti nefsini kır” mak için, ona yazdığı mektuplarda sık sık lum diye bitap etmeğe başlamıştı. Ni- hayet, Cengize gönderdiği bir haberde: (Bes bir Emir değilim. Senin gibi bir büküm- darım? demiş, Cengiz han da kendisine şu cevabı vermişti: (Mükümdarsın fakat, bes nim Emirlerim arasında senden daha kuv- vetlisi var, Şimal kabilelerimden. birinin arazisi, senin topraklarının üç mislinden fazladır.) yahlar giymiş genç kız, Komiser ona,' geçirdiği değişilikten dolayı hayret- le bakiyordu. Şerminin karakoldaki coşkulunğundan arlık eser kalma muştı, Başı, göğsü üzerine düşüyordu. Çehresi korkunç bir sarılıktaydı. Iri gözlerinden vâraklarına damla düm“ la yaşlar akıyordu. Kız, ağlamamak için en ufak bir irade bile sarfetmi- yordu. Otelin kapısında, yarı baygın bir halde olan annesini, kaptanın İ kollârında görmüştü. Kafile hareket ettikten sonra, otö- lin önünde biriken halk bu dramın roahiyetini anlamadan dağıldı, gitti. Evet, bir skandal olmuştu şüphe 5iz... Fakat nâsıl şeydi bu? Kimse bi- lemiyordu... Yanında genç bir kız ölan komiser, damada âdeta taarru? etmişti. Damad ise, bu taarruzu bür | yük bir soğukkanlılıkla karşılamıştı. Düğüne iştirak edenler de bir şey ans Jamamışlardı. Yalnız gelinin babasi kısmen bir şeyler biliyordu. Fakat vir zih değil. «— Her halde korkunç bir iş...» di ye yüreği çarpıyordu. Şayet Bakırcıların Baha, şu and ortadan kaybolmak o mecburiyetini hissetmeyip de orada bulunsaydı, du” yacağı neşeye payan olmazdı. (Arkası var)