24 Nisan 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

24 Nisan 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Börse, hallmi kim görecekli ki?... Hem de ne lâzım gelirdi?... Unumu elemiz, Soktan duvara asınışlım, Kimseye beğendirmek niyetinde değildim. Ji a, REY, dondurma yiyor, soğuk birşey. Yimü İçiryormuşum gibi rüzgâra yü veriyor, ağzımı açıyordum. Sinemalar tapa filimlerinde gösterilen sahte meh- andıracak derecede mübalâgalı bir ber tarafı aydınlatmıştı Köyün uzayıp giden yollara, ağaçların, nm, dallarının gölgeleri vurmuş- Üy Sıcak olmasa hakikaten pek güzel bir bar, Mi. Biraz evvel okuduğum bir kitap hira geldi, Bu eser tarihteki böyük aşk- dairdi, Kitapta geçen en şiddetli, en Hye â$k maceralarını düşünüyor, hay- we, sinde kalıyordum. Kendi kendime Maktile insanlar nasıl sevişiyarlarmışi,.. f, ey bügün hâlâ böyle aşklar var mıdir?» b um. Meselâ meşhur Kleopatra ile âşı- ataman bir aralık o derece co#- , saadetlerinden çılgınlıklar yap- yön başlamışlar... Gayet sıcak yaz gece“ sinde bir takım sefil kıyafetlere girerler, ha yeeriye sokaklarında dolaşırlar, onun- Heç unla alay ederlermiş... Hattâ bir 5€- inde tebdili kıyafet ettikleri için onları my yan halktan birkaç kişi ikisini de Ükemmei döşmüşler... h Biraz evvel okuduğum kitap daha böyle âdi, hesapsız aşk çılgınlıkları ile dolu mevgünkü insanların eskilere nisbetle aşk #selelerinde pek yaya kaldıklarına bük- thİştim. Tam bu sırada dışarıda bir ke- »esi başladı. İnsanı, parmağını bile kı- kldatmıyacak bir hale sokan bu eritilmiş gibi sicak gecede kemanı çalan kalıraman da kimdi? . İskemlemin üzerin- biraz doğruldum. Bir de buktım, tam İle- köşkün önünde bir gölge durmuş- MU Bir erkek .. Hafif hafif kemanı an bü idi, Karşımızdaki köşkte oturan» gi tanırdı. Bunlar iki genç kadındı. İkisi #smer güzeli idiler. Birinin uzun ve ilk bakışta dikkati üzerine çeken çok munta- pa ufuk bir vücudü vardı. Öteki telekti. Lâkin hiç kimseye benzemiyen garip bir gü- #ellikte idi. O tanıdığımız ları andırıyordu. Benim ziyaretime Beldiği bir gün bu kadını gören bir şair ar- adaşım onun insanda delicesine arzular Wyandırdığını söylemişti. Bana gelince ne Uzun boylu ve muntazam vücudlüsü İle ne insanda garip arzular uyandıran ufak eği De hususi bir surette alâkadardım. Şedece onlarla tanışıyordum. Aramızda bir Maş samimiyeti vardı. Hattâ benim her- Vevden elini eteğini çekmiş bir adam oldu- hin anlamış olacaklar ki, bana herkesten a le iltifat Doğrusu şimdi- onların haklarında küçük bir de- uzakta, civardaki semtlerde de »ahbaplar bulmuşlardı. Onları da siyare- #iderlerdi, Sonra ikisi de paralı, halleri Tefrika No. 135 Tuzak içinde Tuzak vakitleri de insanlardı. Bu ece köşkün önünde hafif hafif Ke- man çalan bu erkek gölgesini görünce pek şaşmıştım. Karanlıkta bu yüzünü seçeme- 'diğim adam herhalde bir Aşık olacaktı. Aca- bü köşkte oturanlardan hangisine Aşıktı? Uzun boylusuna mı? Ufak tefeğine mi7... Lâkin garip şey Ikisi de pek öyle in- sanlara benzemiyorlardı. Halbuki sarı 48- man altından su yürütüyorlarmış da ben furkında değilmişim... Herhalde adam sev- gülisinden bir mukabele, bir utifat görüyor- du. Yoksa böyle ulu orta köşkün önüne ge- Wp de, macuncular gibi gıy giy keman ça- Jamazdı. Evvelâ bu adamın uzun ooyı, güzel vü- cudiüsüne tutkun olduğuna hükmetmiştim. Çünkü bu kadın sükünet içinde geçen bir- kaç senelik yalnızlık hayatından sonra in- difaa hazır bir arrı ve ihtiras yanar dağı gibi idi. Onun uzun yamandanberi gördü- Bümüz sakin halinden bambaşka bir büvi- yeti bulunabllirdi, Maamafıh belki de alda- myordum. İhtimal bu sıcak ağustos gece- sinde mehetapla çalınan bu Keman ufak te- fek olanı içindi. Bu iş bana âdeta dehşetli merak olmuştu. Yatağıma girdim. Fakat epey müddet uyuyamadım. Artık ertesi gece, daha ertesi, daha erte- si gece hep ayni köşkün önünde ayni gölge keman çalıyordu. Artık merakım tahammül edilmez bir hale gelimişti. Lâkin yavuş yavaş bu maceraya Karşı içimde hayret uyanmış- ta. İnsanların turşu gibi kesildiği sicak go- celerde bir adamın kalkıp sevgilisinin köş- kü önünde saatlerce keman çalması için onun pek büyük bir aşk içinde bulunması lâzımdı. Demek bugünkü insanlar da eskile- ri gibi çılgıncasına âşık olabiliyorlardı. Şim- | di bu geceleri gözlerimin önünde geçen ma» ceraya karşı hafif bir saygı bile duyuyor- dum. Eeee bir filozof «Hakiki aşk hürmete Jyıktar» demiş kimbilir bu da ne derin, ne ateşli bir sevgi İdi. Ne şairane idi!.. Fakat birdenbire geceleri keman çalmaz öldü. Ar- «ık tanımadığım o erkek gölgesi karşıki köşkün önüne gelip saatlerce keman çalmı- yordu. Bu sefer merakım büsbütün arttı. Ne olmuştu? Bu aşk maesrası birdenbire ör $asından kesilmiş miydi? Bereket versin ki karşıki köşktekilerle sa- mimiyetim gittikçe artmıştı. Bir gün bana uzun boylusu gülerek: — Bizim ahçıyı memleketine gönderdik. dedi, efendim zavallı hastalığa tutulmuş... Her gece biz misafirliğe gittikten sonra ne bilir misiniz? Civarda keman ça» lan fakir bir gençle tanışmış... Biz komşu- larda iken bu adam köşkün önüne gelir, bi- zim ahçıya memleketinin havalarını çalar. mış.. O da ona yaptığı yemeklerin en iyi- lerini verirmiş.. Ne baklavalar, ne börek- Ter... Yemekleri verir verir, İstediği havaları çaldırırmış... Tuhaf bir macera değil mi?... Maamafih zavallıyı bir müddet için mem- Jeketine gönderdik... Bikmel Feridun Es Tortu ittihadına dahil olmıyan Gerek memle| : Seneliği 3600, altı aylığı Mw aylığı 1000 kuruştar. Rebiülevvel e kane İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yat ” : 518 904 1200 141 608 1212 1601 1858 2038. a mmm > İdarehare: Babâli civarı Açımusluk sokak No, 13 Nakleden : (V4 » Nü) Memur bir an âmirinin yanına gi- e #eyler konuştu. Sonra Şer- ser, kaşları çatık, suratı asık cinsten değil, bilâkis neşeli bir adamdı. Fa- kat bu çeşid polisler gevşek olmaz- lar, İşilerini bilirler. Bunlar, gülerek, şakalaşarak, insanın ağzından bütün Iâfları kolaylıkla çekmesini bece- rirler. Komiser Server bey esrar öğren- mek cihetinden sekiz on müstantik kuvvetindeydi. Şermin heyecanla ona yaklaştı. Masanın üzeri yığın yığın kâğıdlarla doluydu. Server, umumiyetle neşeli olmakla beraber, o gün biraz ters tarafından kalkmıştı. Kaşlarını çatlı. Kızla alâ- kadar olmıyarak hattâ ona bir kere bile bakmıyarak önündeki kâğıda gözlerini gezdirdi: — Ne istiyorsunuz? » diye sordu. Ve cevap beklemeden: — Haydi, çabuk çabuk... İşim var.. i.m yefendi... — Çabuk, söyle... Neymiş... — Pek mühim bir iş için müracaat ediyorum. — Hmm... Vây... : 1648 m. 182 Ke./3. 120 Kw Ankara Radyosu T.A. P. 317 m. 9465 Ke/s 20 K.W. Türkiye saatile Ankara radyosu 317 metre kısa dalga postasile her gün yapılmakta olan ecnebi dillerde haberler neşriyatı programı: Birinci servis o Ikinet İranca Sant 1200 OSaat 1779 Arapça » 1215 » A Klence » 1345 » 1845 Fransızca » 4 » 2100 Bulgarer » M0 » »© ÇARŞAMBA 2474/940 1230 Program ve memleket saat ayarı, 1235 Ajans ve meteoroloji haberleri, 1280 Müzik: Muhtelif şarkılar (PU. 13,30-14 Mü- sik: Küçük orkestra (Şef: Necip Aşkın), I- Behubert: Askeri marş, 2- Max Sehönherr: Alp köylülerinin dans havaları, 3- Josef Tanner: Balo dansları. 18 Program ve memleket saat ayarı, 18.05 Müzik: Fasıl keyeti, 18,55 Müzik: Okuyan - Mahmud Karındaş, 1- Tatyos - Hüzzam şarkı: (Suyi Kâhtanede), 2- Sel, Pınar - Hüzzam şarkı: (Gönlümde derin), 3- Halk türküsü: (Yakına geli, 4- Halk türküsü: (Ay doğar sini sini), $- Halk türküsü: (Ma- ya), 19,10 Memleket saat ayarı, Ajans ve me- teorolaji haberleri, 1830 Konuşma (Dış po- Witika büdiseleri), 1945 Müzik: Çalanlar, Hakkı Derman, Şerif İçli, Hasan Gür, Ham- di Tokay, Basri Üfler; 1— Okuyan: Sadi Hoşses, 1- Peşrer, 2- Hacı Arif bey - Kâr cığar şarkı: (Aşkı pünhan edemem), 3- Sel, Pınar - Karcığar şarkı: (Yıllarca sevizdik), 4- Hüseyin Fahri - Tahir şarkı: (Uzaktan baktı gitti), 5- Dede - Gülizar şarkı: (Bi- yefa bir çeşmi bidad), 2— Okuyan: Radife Erten, 1- Sel. Pınar - Bayali şarkı: (Kal- bim yine üzgün), 2- Sel. Pmar - Baysti şarkı: (Artık yetişiri, 3- Uşşak Kesik Ke- rem: (Sakıya camında nedir), 4- İsak Va- ran - Eviç şarkı: (Son ayrıldığın), 20,15 Ko- nuşma (Çocuk Esirgeme kurumu tarafın- dan), 20,30 Temsil, 2130 Müzik; Riyaseti- cumhur bandosu (Şef: İhsan Künçer), - Auguste Bosc: Marş, 2- Chambe: Endilis (vals) 3- Franz Sehubert: Bitmemiş sen- foni (kisim 1 ve 2), 4- R. Wagner: Lobeng- rin operasının koro müziği, 22,15 Memleket Saat ayarı, Ajans haberleri, ziraat, esham - tahvilât, kambiyo - nukut borsası (flat), 2235 Müzik: Cazband (PL), 23,25-2310 Ya- Tınki program ve kapanış. İşçi yurddaş! Ekmeğini makineden Çıkar yorsun. Makine işlemezse, ekme ğin kesilir. O halde velinimetini sev, makineye iyi bak! Ulusal ekonomi ve arttırma araman Spor sahası Hazırlanan plân belediye reisliğine teslim edildi Menemen (Akşam) — Menemen be- lediyesi, Kubilây âbidesinin bulunduğu tepenin kaidesinde güzel bir spor saha- sı ve muhtelif spor tesisleri vücude geti- receklir. Güzel sanatlar akademisi şehir“ cilik profesörü mimar Seyfi Arkan tara- fından hazırlanan plân, belediye reisliği- ne teslim edilmiştir. Sladyomun Şeref meydanının sağ ve solunda tenis kortları, voleybol, basketbol, temrin sahaları, klüp, jimnastikhane binaları, kapalı ve açık tribünler bulunacaktır. Tribünler 3000 kişi alacak büyüklükte olacaktır. Kapalı tribünün karşısında bir de Yi havuzu inşa edilecek, soyunma odaları kadın ve erkekler için ayrı ayn olacak- tır, Menemen, yakında bu güzel stadyo- ma ve spor tesislerine kavuşacaktır. Mükim ha?,.. Zaten herkes kendi işini mü- him bulur. Bu “sözlerinden neşelenip kendi &endine güldü. Kâğıdların muamele- sihi yapmakta devamı etti. Kız, gene: — Beyefendi... — Haydi yavrum... Anlat... Ça- buk... Neymiş? Şermin, komiserin bu garip hare- ketinden şaşırmıştı. Şişman adam, ona hiç bakmamıştı ve bakmıyordu. Kalemi bırakmış, iki yumruğunu çe- nesine dayamış, gözlerini önündeki kâğıda dikmişti. — Beyefendi... Şimdi bir düğünden — Hangi düğünden? Eh uğurlu kademli olsun... Siz mi evlenâiniz? — Yak efendim... — Canım ânlalın... Ne olmuş?... Ağzınızdan lâf tane tane çıkıyor... Kız büsbütün şaşırmıştı. Nereden başlıyacağını, ne söyliyeceğini bile- miyordu, Sustu. Komiser başını kaldırarak; — Haydi evlâdım... Beni işgal et- Anlatsanız &... Tefrika No. 43 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Özcan o sabah Nürucihanın köşküne giderek kendisini tevkif edecek ve esirlerle beraber Semerkanda gönderecekti Özcan, Nurcihanın #ert sret konuşmasına dayanamadı. — Ben buraya gönül eğlendirmeğe gel- dim, Seninle kavga etmeğe değil. Haydi, ba- | na şarap İkram et... Şu kafesteki kuşları ni havuza sal... Onların su üstünde çirpıs narak öğüşlerini dinliyelim. Güneş dağın ardına indi. Karşıki yamaçlara esmer göl- geler düştü. Senin için de eğlence vakti gel- di demektir, Nurcihan birdenbire şen bir kalıkaha ile güldü: — Buraya sizi kim gönderdi? — Kendim geldim. «Kara kalenin yıldızı gene sönecek. Çünkü eşsiz kaldı, dediler. Böyle güzel ve parlak bir yıldızın sönmesi ne nasıl razı olabilirdim? Nurcihan, Özcandan hoşlanmamış değil di, Fakas onu imtihan ve tecrübe etmeden evinde alıkoyabilir miydi? Özcan gitmek niyetinde değildi. Belinde- ki kılıcım çıkarıp bir kenara dayamıştı. Nurcihan hizmetçilerine işaret etti. De; hal kameriyenin altında sofra hani dılar. Şarap destisi geldi... Gümüş taslar şarapla dolduruldu. Ve hava kararınca, ka- meriyenin etrafında Gizili olan rengârenk fanuslar birer birer yanmağa başladı. Özcün, gece oluncs: — Kendimi Cennette sanıyorum, dedi, soframıza hizmet, eden hizmetçileriniz de kadın olsaydı, neşem büsbütün artacaktı, Nurcihan uşaklarına emir yerdi... Erkek hizmetçiler yerine derhal iki kudın geldi. Fakat, bunların ikisi de çok çirkin mahlük- ardı, Kalın dudaklı, patlak gözlü, iri boylu dağlı kadınlara Şöyle bir göz atan Özcan: — Bu güzel Cennete bu kadar çirkin hu- riler seçtiğinizi bilseydim, uşaklarınızı de- ğiştirmenize razı olmazdım. Dedi. Nurelhanın hizmetçileri şarap ti Yarını doldurmuşlardı. yerinden ti, şarap tasını aldı ve Nurcihana uzatlı — Karakale fatihinin talihi, şimdiye Ki dar geceler gibi karanlıktı, Bu murafferi- yetlen sonra, yürüyeceğim yolları Nurelhan aydınlatırsa ne mutlu bana! Genç kadın şarap kadehini aldı: — Ben, kendi yolunu bile sydınlatmağa muvaffak olamıyan bir zavallıyım. Benden işik umuyotsan, aldanıyorsun! — Beni, gözlerim, şimdiye kadar hiç bir yerde aldatmadı. Sen, güneşten daha par- lak bir nur parçasısın, Nurcihan! Bundan #onra, sen, prens Saadı değil, Özcanı ay- dinlatacaksın! Kurcihan şarap tasını elinden yere attı? — Beni delice seven bir erkeğin -arka- sından da olsa- tahkir edilmesine tahammül edemem. Ben, kalbini ona vermiş bir kadı- nım. Evime misafir olarak geldin. Yiyip içe- eğieneceksin! cek, t, bu arada sevdi- #im bir erkeği tahkir tur. etmeğe hakkın yok- Özcan da elindeki şarap tasını Nurciha- nın ayağının dibine fırlatarak: — Ben de bu hakarete tahammül ede- mem - diye bağırdı - kafasını koparmağa and içtiğimiz bir düşmanı bu derece hima- ye eden bir kadın şüphe yok ki, onun ca- susu demektir. Kılıcını aldı ve beline taktı: — Ben, dasutlardan hesap sormasını çok iyi bilirim. Şimdilik Allaha :smarladık, Nur- cihan! Nurcihan omuzların; bir tavırla cevap verd! — Size evimi açtım... Sizi soframa kabul ettim... Fakat, sizin bu derece küstah ol- duğunuzu ve gösterdiğim misafirseverliğe hakaretle mukabele edeceğiniz tahmin et- memişlim. Uğurlar olsun... Özcan © güne kadar hiç bir kadın tara- fından ufak bir hakarei bile görmediği için, Nurcihanın bu muamelesi onu fena halde hiddetlendirmişti. Nurcihan neye ve kime güveniyordu? Özcan gibi sert bir kumandana bu derece kafa tutulur mıydı? s#lükerek, müstağni rıldandı. 'Tatılıkla; — Oturun şuraya kızım... - dedi, « Beni de affedersiniz!... Zihnim baş- ka şeyle meşguldi Size fena mua mele ettim gâliba... — Estağfirullah... — Ne diyordunuz? — Şu pencereden görünen otelde düğün var... — El peki? — Mâni olunuz. — Nasıl?... — Her ne pahasına olursa olsun mâni olunuz! — Sebep? — Çünkü evlenmeleri cinayet ola- cak. Komiser alâycı: Evlenmek bazan abdallıktır amma, cinayet olduğu enderdir. — İşte elendim, buda o ender vakalardan biri. — Demek hoşunuza gitmiyor... Gelin hanım kim?... — Kolonbeyzade Kudret beyin kı- 71 Belkıs hanım. Şişman komiser, büsbütün alâka- dar oldu: — Demek Molla Murad beyin toru- nu?... Vay efendim vay... Böyle bir izdivaç cinayet olur mu? Saadet ya- hu, saadet. . «— Amma lâtif kız ha...» diye mr Nurcihan elbette bu hakaretin karşılı- ğını görecekti. Özcan, Harzem ilinde kinciliği ile tanınmış bir adamdı. Bilhassa Fars ilinde can veren babası (Oğulmuş)un intikamını almak içim hergün firsat arayan Özcan, Nurciha: Köşkünden çıkar çıkmaz karargâha koştu. Yanına birkaç muhafız alarak tekrar köş- ke geldi. Bu muhafızları kapıya dikti; — Yarın ben buraya gelinceye kadar, köşkten dışarıya hiç kimse çıkmıyacak Dedi ve çadırına dönüp yattı. Nürucihan (Karakale) den nasıl kaçtı? Ertesi sabah, Özcen gözünü açar açmaz Türkân hatunun çâdır nöbetçisi We karşi Valide sultan, . Özcanla o sabah mühim bir mesele hakkında görüşmek istemişti, Özcan, çadırdan çıkınca atına bindi ve Türkân hatanın karargâhma geldi. Valide sultan, senba Özcün: neden çağırte maz, Nurcihanın köşküne giderek, kene gini tevkif edecek ve esirlerle beraber Semer kanda gönderecekti. Yalnız bu kadar m yi! Önen, prens Saad'in sevgilisinden öc al- mak için, ona işkence yapmaya da karar vermişti. — Ya bu küstah kadını tamamile kendi- me bağlıyacağım, yahud onu ayağımın d- binde bir çiyan gibi süründürüp ezeceği Diyordu. Türkân hatun o sabah çok detliydi. Öztanı görür görmez, gözlerin! aç rak bağırdı: de — Geceleri uyumak hakkındır, Özcan! Fakat, senin gibi bir kumandana gündüz uyumak yaraşır miz Özcan birdenbire şaşırdı. Türkân hatun ne demek istiyordu? — Kulunuz gündüz değil, geceleri bile az uyurum, sultanım! Bilmiyerek bir suç mü işledim acaba?! — Sen bana bir gün bülün Türkistan- da (1) bize baş kaldıracak bir ferd kalmı- yacaktır demiştin. Halbuki, ordumuzun yeni girdiği büyle küçük bir kale içinde bi- Je bizimle hâlâ cenkleşmek isteyenler var... Ve sen bunları göremiyorsun! — Bu habere inanmak için, çocuk olma- Mh... Ordumuz kaleyi sarmıştır, İçimize ya» bancı bir kuş bile giremez, sultanım! Türkân hatun birdenbire gülümsedi Prens Saad'in sevgilisi olan bir kadın, ordumuzu içinden yıkmak istiyormuş. Kus mandanlarımdan birini elde etmeğe çalış- tığını haber aldım, Bu kumandan kim olsa gerek?.. © Özcan şaşırdı: — Ordumuz arasında kendini, bir kadına boyun eğecek kadar küçülterek oba- yağı ruhlu bir arkadaş yoktur. Herşeyden önce bu habere inanmamanızı dilerim, su tanım! — Ben ise birdenbire seni hatırladım, Öz- can! Zira ordumuz kumandanları arasinda bir kadını derhal teshir edebilecek senden başka genç ve yakışıklı bir erkek yoktur. (Arkası var) () «Sultan Mehmed o tarihte her ne ka- dar Türkistanm yeni hududlarım çizmeğe hazırlanıyorsa da, Araplar ve İraniler, Tür. kistan denilince: Seyhundan Çin çölüne ka- dar uzanan araziyi ve bilhassa Uyguristan ile Kâşgar arasındaki Seyhun vadisini kas- dederlerdi. Türkistan bhududları Karabıtay Imparatorluğundan başlıyarak, Cengizin is- Ulâsına kadar geçen devirler arasında 7a- man zaman değişti, kâlı küçüldü, kâh bü- yüdü kat, Uyguristan ile Kâşgar arasın- daki araziye halk daima Türkistan namını verdi. Harzemlilerin çizmek İstediği bu- dudlar bilhassa sultan Mehmed zamanında çok genişlemiştir — Öyle amma efendim... Şey... Komiser, gözlerini kısıp dikkatle taktı. Kendi kendine: Hmm... Anlıyorum... - diye düşündü. - Zavallı kız, azicık ka- çık... Fakat ne de hoş şey... Bunun- la beraber, geçen gün kitapta oku- muştum: Delilerin üstüne pek var- mamalı imiş...» Sesini mülâyimleştirerek; — İsminiz ne evlâdım? — Şermin, — Soyadınız? — Almadım... Zâten âilem de — Bilmiyorum... Komiser, adamakıllı bir deliye çat- tığını sandı. — Kaç yaşındasınız? — Zannederim yirmi, — Öyle görünüyor... Fakat demek ki kendinize aid hiç birşey bilmiyor. sunuz... Doğduğunuz yerden ve ta rihten bile haberiniz yok... Soyadı da almamışsınız. — Ailem yok... Kendim de uğraşa- madım. Komiser, dudaklarile garip sesler çıkardı, Genç kızın isidebileceği bir şekilde; (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: