Murad yana yakıla arkadaşlarına an tatıyordu ir —Su Ahmedden bıktım, usan- a artık... a bu çocuk kadar yağmurlu, rutubetli bir gün.. w. Ateşim ver. Evden şıkamı- bir vaziyetteyim. Can sıkıntasın- patlayacak bir hale gelirim. Komu- gacak bir insan ararım. Kendi kendime: «Ah derim bir komşu filân gelse de biraz çene çalsak, iki İâf etsek...» Tam bu oranda me men heye- gania koridordaki sesleri , gelenin olduğunu öğrenirim. Oh işte uşacak bir insan... Ahmed içeri gi- rince: — Ne iyi ettin de geldin, akşama hadar İSf starız.. derim. Oo: — Yeo.. Şöyle bir uğramağa geldim. Boş dakikadan fazla vaktim yok.., ceva verir. Hakikaten beş dakika sonra da gider, Ben yine bitip tükenmek. bilmiyen yal lı can sikintuına gömülürüm. Fa- kat bazan da ahbaplar eve akın ederler, adeta konuşmaktan yorgun argın düşe- zim. Herkes gittikten sonra öğle yeme- $ini yiyip yatağıma uzanırım. Gazetemi elime alırım. İki üç saat mükemmel bir istirahat edeceğimi düşünür ve içim de adeta küçük bir sandet duyarım, Lâkin bu esnada cırrrt kapı... Bir de bakarım Ahmed... Odama girerken: — Bugün akşama kadar sendeyim... der, bir köşeye oturur, hakikaten hava kararıncaya kadar konuşur babam konu” her işi böyle aksidir. Siz e bakın ki yıllarca apandi- sit sancım nedir bilmezdi, Fakat bun- dan birkaç sene evvel yapılan tabriri nüfus #ününde bunda bir sancı, bir san- Sı... Düşünün, sokaklarda kimseler yok. Her yer kapalı... Dışarı çıkmak memnu. İl işlemiyor. Vakıa saner- | sancılanımamak o insanın elinde değildir amma bu Ahmedin iş lerinin ne derece aksi olduğunu göste- rir değil mi?. Daha onun bu gibi ne aksilikleri dır. Meselâ tiyatroda görmek istedi; bir piyes oynuyor, Günlerdenberi niyet- İeniyor, fakat bir türlü gidemiyorsunuz. Nihayet bir akşam Ahmedle beraber kalkıyorsunuz. Gidiyorsunuz: Talihinize ön sıralarda iki güzel yer de buluyor- sunuz. Şapkalarınızı,; paltolarınızı vesti- yere verip içeri giriyorsunuz. Program alıyorsunuz. Nihayet perde açılıyor... Dekor güzel; oyunun başlangıcı bile <azip ve meraklı... Fakat birdenbire ya- mınızda oturan Ahmed sizi dürtüyor; — Amun kardeşim, diyor, birdenbi- im öyle tutta ki sorma... Mahvolu- Kuzum vakit pek geç olmadan n çıkalım da bir dişçi bulalım... Du vaziyet karşısında deli olmak iş ten değildir amma, yapılacak buşka şey de yoktur, Tiyatrodan çıkar, saatlerce dişçi srarsınız. Nihayet son derece yo» vulduktan sonra bir dişçi | bulursunuz. Fakat duha dişçinin apartımanına yak- İaşirken — her ne gelmişse Ahme- din diş ağrısı birdenbire k li. Hiç mi hiç ağrımaz ve e gitme” de lüzum görmez. İşte bizim Ahmed yle bir insandır. Lâkin şu en son başıma gelen vaka- m düşündükçe çıldıracağım Bununla beraber geçen hafta da. Soğuk büfe hazır duruyordu. Uzan ir aranın ütü türlü ür yeplerle de- Bir aralık gözüm küçük küçük bir te | Yetrika No, 108 Tuzak içinde Tuzak kum göreklere ilişti. Yanımda duran Ah- mede i — Bak Ahmed, dedim, ben şu kü- gük küçük çöreklere bayılırım. Evde yaptırın diye aneme bu çörekleri tarif Çan ettim, Fakat bir türlü anlatama- Ahmed gülümsedi: şöreklerden iki tane alıp sümunelik götürelim. Belki görür da an- İar... Sana da böyle börek yaptırtır.. — Çanım öyle olur mu?.. dedim. Fakat Ahmed Sebindeci bir kâğıt çı- kardı. Kaşla göz rasında iki çörek al- da, Bunları kimseye göstermeden kâğıda sanıp cebime atmaz mı? Ara sıra böyle de vardır... Bereket işi kim- biran evval eve dönmek istiyordum. Bir aralık Ahmed yanımdan kayboldu. Onun bir köşeden bütün misafirlere: — Bayanlar, baylar... Şimdi size bir takım hokkabazlık numaraları göstere- ceğim.. diye bağırdığını duyunca şaşır- maştım. Nasıl hokkabazlık yapacaktı?.. Herkes onun etrafına toplanmıştı . Al e son derece yü- 'enen bim idam meşhur bir hokkabaz — Efendim. dedi, lötfen şirmdi ba- na bir saat veriniz... Orta yaşlı bir adam; — Buyurunuz... diş ini » m Ahed skin dereler — İşte, dedi, bu santi şu mendile sa- up kendi cebim i y dünür değil in e gi Salonda olanların hepsi —ivet gördük! dediler, Ben içim den; «Dur bakalım ne ölcek; Mob dum. Ahmed bundan sonra beni işaret i ederek: Pei Sine ltfen şu zatın sağ cebine O bu sözü söyleyince bende şafak at. Tüğü Allah kahretsin... Sağ abin de küçük çörekler vardı. Birkaç kadın i aramak Üzere yanima yaklaştı. lar. Ben: «Mazur görünüz efendim» fi- | Jin dedim. Lâkin delibaş genç kızlardan ikisi beni dinlemeden ellerini cebime daldırdılar. Tabii çörekler dışarıya fır- ladı, O zaman ne hale geldiğimi tabit tasavvur edersiniz...» Murad sustu, Arkadaşları kahkaha- İarin gülüyorlardı, Hikmet Feridun Es Abone ücretleri" Türkiye Ecnebi M09 Kuruş (o 7700 kuruş | 480 » SENELİK 8 AYLIK $ AYLIK 40 1 AYLIK 150 Posta ittihadına dah yan memleketler: Beneliği 3600, altı ayhğı 1900, ş aylığı 1009 kuruştur. Safer 15 — Kasım 139 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yata ». 940 1m 551 92 120 132 Va. 414 5841220 18549 1827 1958 İdarehane: Babılli civarı Acımusluk sokak No. 13 Nakleden : (Vâ - Nt) Birdenbire, Süha ile karşılaştı. İki rakip hafif bir baş işmretile se Mimlaştılar, fakat bakışları hançer gibi sertti. Süha, bu adamın kendisine fevkal- Ade düşman olduğunu hissetti. Biri mücrim, öbürü jandarma hâleti ru- Biyesindeydi. İkisi de ayni samanda şöyle dü- « Korkunç adami; Genç adliyeci, her nedense, demin- ki müphem hislerinin büsbütün kuv- vetlendiğini hissetti. Adamları tecrübe etmişti. Bu göz- ler, katiyen masum bir insana ait ola- mazdı. Güzel bir musiki, Kudret beyefen- dinin köşkünden bütün Yeşilköye ak- mdiyordü. Çiftler dansediyordu. Vakit biraz ilerleyince, Ferhad, Mu- rad Mollanın kızına yaklaştı: — Teyzeciğim! - dedi. - müsaade- MİZİ almağa gelâlm. — Ay... Gidişmi? — Evet... Seyahate çıkacağım da... Nereden çıktı birdenbire?... Urun müddet kaybolmıyacaksın ya? — Birkaç gün... Mecburi bir seyâ- bat... Bir iş havale ettiler de Ankara. ya gidiyorum... — Düğüne kadar mutlaka gelmeli — Belkısın düğününe mi? - diye, delikanlı, acı acı dudak büktü. — Öyle ya... Ne düşmüyorsun? — Ne zamana düğün? — Bi ray sonra... Günü gününe bir ay sonra... — Demek tesbit ettiniz? — Evet çocuğum... Birkaç gün ev- vel, babasile birlikte tesbit ettik. Mu- hakkak gelmelisin Ferhad... 25 hazi- randa... Erkek, bütün azim ve iradesini te- kındı. — Gelirim! - dedi. Eidayet hanımefendi aldanmamış- | ta. Kocası uzun bir müddet ona gö- Tünmemek Üzere İstanbuldan ayr)- mıştı. Zira kendisinden çekiniyordu. pek çok seviyorlardı. Karakteri kuv- Güle gari vetliydi, gayretliydi, ailesine sadık bir! elde edecekti. Umdukları gibi de Pazartesi 25/3/1040 1230: Program ve memleket saat ayarı, 1436: Ajans ve mefsoroloji haberleri, İ350: Müzik: Mübteli şarkılar (Pİ), 40) - 14: Müzik; Karışık ptogram (PL) M8; Program ve memleket saat ayarı, 1806: Müzik Radyo Cuz Orkestrası, 18,40: Konuşma (Umumi terbiye ve beden terbi- yes), 1855: Serbes sasi, 19,10: Memleket ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 130: Müzik: Karışık prozram, Saz es07- eri ve şarkılar, 20,16: Konuşma (Pen ve Tabi: Bilgieri), 20,30: Müzik. Çalanlar: Wecihe, Cevdet Kozan, Reşad Erer, Ruşen Mam. 1 — Okuyan: Necmi Rıza Ahıskan. 1 — Tanburi Ali Ef. - Suzidil peşrevi, 2 — Tanburi Ali Bf, - Suzidil ağır semai; (Kani yadı lebinle), 3 — Fahri Kopuz - Suzidil şarkı: (Tıflı nagamın acınmaz), 4 — Tan- buri Ali Bİ. - Buridil şarin: (Her Bir bakı- i (Negeyle ge- 2 — Buphi Ziya - Kürdi H. şarkı: 3 — Dede - çen), (Bahçenizde #ünbül olexm), Kürdili : (Bivefa bir çeşmi bidad). 4 — Kürdili Köçek, $ — Adana sürküsü; (Çıkar yücelerde yumak yuvarları, 6 — Büpü! Ziya - Hicar Divan: (Dün gece yeâlle), 21,15: Konser takdimi; Halli Bedil Yönetken, Müzik: Radyo Orkestrası (Şef: HE. Ferid Alnar). L. van Besthoven: Kon- gerto (Keman ve Orkestra için). Solist: A, B. Winkler, 22,15: Memleket saat aya- n, ajans haberleri; airaat, esham - tahvi- Mât, kambiyo - nukud borsası (Flat), 2230: Müzik: Hindemith - RESSAM MATHİS Senfonisi (PL), 2255: Müzik: Cazband (PU), 73,25 - 2330: Yarınki program ve RPG Soldan sağa: 1 — Nazar! değil - Yiyecek, 3 — Zulmette. 3 — Hikâye, 4 — Bir cemaat - Erkek - Tersi kışm — Lühlka » Tersi-titremedir. — Uzak nidası-Kuzunun yavrusu -Layık — &ski bir politika üstadı. — Bir erkek ismi - Genişlik - Başma «Az gelirse bal yapar, 10 — Kilit vurmak, Yukarıdan aşağı: 1 — Çalgıyı Düzenlemek. 2 — Alafranga eski bir oyun havası-Nota, $ — Dullar - Eşya. 4 — Tersi beygirin pabucudur - Uzayıp Başına «D» gelirse istirahat etmedir. $ — Tersi Rusyada bir sıra dağ - Rüygür, 7 — Tımarsının başı - Ahenk, 8 — Cereyan eder - Satin real şeklinde, 9 — Beygir - Eldenele safış 10 — Soytarılık. Geçen bulmacamızın balli; Soldan sağa: 1 — Üniversite, 2 — Batınalmak, 3 — ikse, 4 — Ül, Iv, Kart, 5 — Koflar, Nİ, 6 — Âlet, Efahi, 7 — Pazı, Veren, 8 — Ana, Paradi, 9 — İnamek, 10 — Ila, İhane, Yukarıdan aşağı: 1 — Üstükapalı, 2 — Nallolan, 4 — ta, Pezail, 4 — Vınltı, 5 — Eneva, Pİ, 6 — Raş, Revani, 7 — Suk, Ferah, 8 — İmkânarama, 9 — Tasriheden, 10 — Eket, İnike, taynetteydi. Alü annesini yüz üstü bi- rakmak istememişti. Zavalı küçük kızın tahsilile mukayyed olmuştu. Acaba şimdi bu yavru ne vaziyet- teydi? Beş parasız kaldığı için, kız, ailesi- İe birlikte hicret etmişti. Her halde gu sıralarda İstanbula yerleşmiş bu- Yunuyordu. Kaptan, çok zeki bir ozat olduğu için, düşünüyor, taşınıyor: Şerminin İstanbulda olduğuna hemen kati ka- naat getiriyordu. Onu ne yapıp yapıp bulacağına emindi. Fakat bizzat aramak cesaretini gös- termiyordu. Kın pek fena bir vazi- yette bulmaktan Adeta korkuyordu. Korsanoğlu, İstanbulun bu gibi genç ve cahil kızlar için ne derece korkunç ve tehlikeli bir yer olabileceğini ta- savvur ediyor, tilyleri diken diken oluyordu. Araştırmaları sıklaştırıyordu. Boy- nuna börç olan bu İşi nticelendirmek i mecburiyetindeydi. Birçok gazeteler- yaptırıyordu. saman zârfında her hangi bir Ipucu 'Tefrika No. 17 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Eram gocuğunun içinde büzülerek harem dairesinin uzun ve karanlık koridorlarına dalmıştı lerini oğmaktan usanmıştım. Bu iş biraz daha gecikmiş olsaydı, veririn karısı olma- Ea razı olacaktım. — Vezir Nâsır seni israrla almak isti- yordu demek?! Bu herif seni çök mu sevi- yordu? — Evet. Ben, ömrümde ondan korktu- Bum kadar hiç kimseden korkmadım. Be- nim Buharada bulunduğumu duyarsa, onun | giti ©i belki de buraya kadar wzana- caktır, — Benim sarayımda ve benim yanımda otururken, vezir Nâsından korkmanın mâ- nam , Azrâ > Bia, vezir Nâsırı İyi tanır mısınız? Oryamddin güldü: — Eibette. Onu benden iyi kimse tanı- okşanmayınca Azri yanık sesle türküler söylemeğe ha- mrlanırken, Giyasın dizinde kendinden geçivermişti, Şehzadenin: — Haydi yavrum, bana güzel sesini du- yar! Diye söylenmesini bile işitmiyordu. Giyns ilk önce çalgıcılara yol verdi. On- lar gittikten sonra OAzri'yi kucukladı. kendi odasına götürdü. Gıyaseddin o gece fazla sarhoş olmuşlu. kapacaklar gibi, garip bir “ işini bitirip, Azrâ'yı ka- grmaktı, Bu iki İşi birden Eram nasıl yas pabilecekti?. Bram, vezir Nüsinn ossusu ve cellâdı Adi. O, vezirin emrile az insan başı mı ko- , Rram o gece Taşkendli bir tüccar sıfa- Saray bekçisi. Etam'ı çok iyi tanırdı, Eram, bu saf adamı şöyle kandırmıştı” — Sultan Mehmed, oğlunu buraya sür- gün gönderdi. Beş on gün sonra, vezir Nâ- mr Buhara valisi olark buraya gelecek, Ben de Nâsırın saray muhafızı olacağım. Bana bu gece yardım edersen, bu hizmeti- nin mükâfatını görlr ve vezirin gözüne gi- rersin! Saray bekçisi, çok yakında vezir Nâsirın Buhara sarayına geleceğini duyunca, Bram'a her hususla yardıma hâzır oldu- gunu söylemişti. Bram © gece uyku uyumuyor, bekçiye mütemadiyen: — Şehzade Gıyas hâlâ yatak odarına dönmedi mi? Diye soruyordu. du; Sağdan soldan matümat yağma» ğa başladı. Fakat önlerine çıkan bir ufak, te- fek, sakil adam, kendilerini ümidsiz- ğe düşürdü. Şerminin mahud kanlı oteli ziyaret etmesinden birkaç gün sonra, Ramiz Rafkı beyi ihtiyar bir kadın ziyaret eti. Kâtibi; — Aman ne cadı, ne cadı... - dedi, » Bizin daireye böyle müstekreh şeyler pek gelmezdi amma nasıl oldu? - di- ye sordu. Avukat, merakla: — Girsin bakalım, nasil şeymiş... » dedi, Kâtip, doğru söylemişti. Hattâ söz- lerinde eksik vardı, fazla yoktu. Şerminin Kasımpaşa civarında «turduğu evin sahibesi olan o hort- Jak kılıklı Peyker hanım, ininden çık» mış, avukatın ziyaretine gelmişti. Sallanarak, odanın ortasına kadar yürüdü. Eski usul üzere yerden bir te- menna çaktı: — Güzel beyim... Siz mi verdiniz bu ilânı gazeteye? - diye sordu. Koynundan çıkardığı matbu bir kâğıdı havada salladı. — Evet, ben verdim, kadınım! — Ben o meseleye dair malümat sahibiyim... Bir şey söylersem bahşiş, #kramiyesi filân vardır insallah... Saray bekçisi gözcülük yapıyor, eğlenii salonunda olup bitenleri sık sık vezirin cellâdına haber veriyordu. Nihayet, Gıyazeddinin sevgillsile beraber yatak odasına döndüğünü haber veren sa- ray bekçisi, artık herkesin uykuya çekil- diğini söylemişti, Gıyasedâinin maliyeti o kadar kalaba- lıktı ki. Buharaya yeni geldikleri için, sarayda hiç kimse birbirini tanımıyordu. Sarayın gece bekçileri güneş doğuncaya kadar ayak üstünde, her köşeyi dolşırlardı. Eram, şehzadenin hangi odada yattığını ve bu odaya giden yolları öğrendikten &on- Fa, bekçiyi soydu, Bekçilerin uzun tüylü ve geniş kalpaklı cibiseleri vardı Eram bekçi elbisesini giyerek odadan çıkmıştı. Eram ilkönce, sarayın her tarafını gez- di; bahçeleri, zemin katını, yüksek duvar- ları ve duvarların üstündeki nöbetçi kule- lerini birer birer gözrlen geçirdi. Minareyi çalan kılıfını önceden hazırlıyacaktı. O da kaçacağı yerleri önceden tahmin ediyor ve birçok yerlere işaretler koyuyordu. Baray bekçisi, Bram'a: Saray bekçileri, has alirdan her za- man dilediği kadar hayvan slabülir.- Bu, #srayın eski bir âdetidir. Bir güçlükle kar. gilaşirsan, derhal ahıra koşarsın! demişti, Erüm sarayı Iyice gezdikten sonra, üst kata çıktı. Butaşı vaktile Melikşah tarafın- dan yapılmış iki yüz odalı büyük bir saray- dı, Alt katta bekçiler, muhafızlar, harem- ağaları, hizmetçiler, seyisler, vekilharçlar, memurlar otururdu. Üst kat ikiye bölün- müştü: Bir kısmı harem, diğer kımı se- Jamlıkiı, Gıyaseddin sövgilisle beraber haremde yatıyordu. Seray bekçileri, gece yarısından #mra harem dairesinin loş dehlizlerinde | ve uzun koridorlarında da serbesçe dolaşır Jardı, Eram kendi kendine: — Buhara sarsyındaki bekçiler, şehzade- lerden daha hür ve serbes yaşıyorlar, di- yordu. Gerçek, bekçilere verilen salâhiyet, saray muhafızında bile yoktu. Hareme, &a- “y bekçilerinden başka bir kimse gire- mendi, Bram, gocuğunun içinde büzülerek, ha- yem dairesinin uzun ve karanlık koridor- larına dalmıştı. O, zehzade Gıyasla Azrâ'- nin © gece bir odada yatlıklarını biliyordu. Evam, Giyasın odasını uzaktan gür- müştü.. odanın önünde mizraklı bir nö- betçi dolaşıyordu. Eram, harem dairesinin loş ve uzun ko ridorlarından geçerek, uzakta dolaşan mız- raklı nhöbelçinin yanına kadar sokuldu. Mızraklı nöbetçi soğuktan titriyordu. nö- betçi, bekçiyi görünce: — Ne mutlu sana! dedi. Bu sırtındaki gocuk benim arkamda olsaydı, şehzadenin kapında bir gece deği), bir yü bile nöbet beklemekten yılmazdım. Eram, nöbetçiye sordu: — Çok mu üşüyorsun? — Üşümek de if mı? Ayaklarım buz Elbi, . Dizlerimin üstünde duramıyorum ar- tık. Neredeyse yere düşeceğim. — İçini isitacak bir şey içmedin mi” — Nerede bizde o talih?! Bir kadeh müsellem üç aydır hasret çekiyorum. © hâlde bu iş! birak da, saray bekçisi ag! ynundan bir küçük sürahi çi- üyümemek için müseller veri. yu Ve nöbetçinin karşısında, sürahiyi ağı na götürerek birkaç yudum iç Nöbetçinin (dudakları (oOkurumuştu. Müselles içen bekçiye gıpla iie bakiyordu. Eram: — i, sana da vereyim. biraz isi- nırsin! (Arkası var) — 'Tabil, tabii... Sen söyle hele... Haris ve sakil kadının ağzı kulak- larına varıyordu. Ne mutlu tatlı canına! Ri Hem bol bol dedikodu yapacak, aleyhte söyliyecekti; hem de para ala cak... Bol para... Muhakkak ki bol... Zira buranın zengin bir yer olduğu- nu hissediyordu. — Kuzum beyciğim! - dedi, - Çok ihtiyacım var... Acaba bir kısmını hemen alabilir miyim?... Çünkü ma- lüm ya, ortalık pahalılık... Avukat güldü. İçinden: «— Amma da çallık hs... Ne aç gös Yü karı!» diye düşündü. Yüksek ses le de: — Ciddi bir şey bildiğinizden emin misiniz? — Eminim. Wydi ki, muhakak bir bildiği var. "Kadının sesinden ve halinden — Bana hakikati olduğu gibi Yiyeceğinize dair söz veriyor nuz, hanım? . Peyker hanım birçok seferler mah» : — Görüp bildiklerimi aynile söyli yeceğime Yicdanım üzerine söz veri» İ rim! - deği. k (Arkası var)