12 Mart 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

12 Mart 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

nler Sovyet Rusyanın şartlarını kabul etmedi, müzakere devam ediyor (Baş tarafı 1 nci sahifede) Sovyet Rusya , ayni zamanda Ee hükümetine de müracaat etmiştir. sulh şartlarını Einlindiyasiz bildirmiştir, Bu şartlar şunlardı; . «Ladoga gölünün etrafındaki bütün arazi ile Viborg min- takasının, Kareli berzahmın tamamen Sovyet Rusyaya terki, Sovyetlerin işgal ettikleri yerleri ve adaları muhafaza et- mesi, Hangoe üssünün uzun müddet için Sovyet Rusyaya bırakılması ve burada bir Sovyet üssü tesisi, Sovyet Rusya buna mukabil Finlândi- yaya hiçbir taviz vermiyordu. Sovyetle- rin şimdi Finlândiyaya ayni şartları bil- dirmiş olması muhtemeldir.» Ik görüşmeler Kopenhag li — Stokholmdeki Sov- yet elçisi 15 gün evvel Paassikivi ile uzun bir mülâkat yapmış ve sulh şart- larını bildirmiştir. Fin elçisi kendiliğin- den bu şartları reddetmiş ve bunun bir aman dilemekten farksız olduğunu söy- leimiştir. Bu cevap üzerine Sovyet Rusya taarruzları şiddetlendirmiştir. Fakat Fin müdafan hattını yaramamıştır. Bunun üzerine İsveç hükümetinin tavassutile diğer bir teklifte bulunmuş ve Fin mec- si gizli bir celse akdetmek üzere top- lanmağa çağrılmıştır. Müzakere devam ediyor Stokholm li (A.A.) — Fin » Rus müzakereleri Moskovada devan ediyor. Helsinki resmi mahfilleri, bu müzakere“ İer etrafında tâm bir ketumiyet muhafa» za eylemektedir. Bu görüşmeler için pek muhtemel olarak salı günü bitecek olan bir mühlet tayin olunmuştur. Birkaç gündenberi deveran eden şayialar, bu sulh müzakerelerinin açılmasına tekad- düm eden büdiseleri bir nebze aydınlat. maktadır. Stokholm İl (AA) — Sovyet- Finlândiya ihtilâfının barış yolile 24 sa- at zarfında hatta belki de daha evvel halledilmesi ihtimali derpiş edilmektedir. Diplomasi mahfillerde söylendiğine göre, Sovyetler Birliği tarafından Fin- lândiyaya teklif edilen şartlar, ilk za- tmanlarda söylenenlerden biraz farklı gibi görünmektedir. Moskovada halen müzakere edilmekte olan muhtelif me- seleler arasında, Finlândiya devlet des miryollarıma taalluk edenler de bulun- maktadır. Fakat bu cihet henüz teeyyüt etmemiştir. Mareşal Voroşilof müzake- relere iştirak ediyor Stokholm ll (A.A.) — Buraya ge- len haberlere göre, Kızılordu başku- mandanı mareşal Voroşilof, Moskovada cereyan eden Sovyet - Finlândiya mü- zakerelerine iştirak etmektedir. Siyasi mahfiller, mareşalin müzakerelere işti. raki, Finlândiya generali Waldenin işti- rakine mukabele teşkil ettiği kanaatin- dedirler. General Walden, Finlândiya hükümetile askeri zimamdarlar arasında irtibat vazifesi görmek itibarile, Finlân- diya harbinde ehemmiyetli bir rol oy- nâmaktadır. Moskovadaki Finlândiya murahhasla- rından olan Voianimsa 71 yaşındadır. Vaktile Finlândiya Hariciye Nazırlığı makamını işgal etmiş ve Cenevrede Fin- İândiya murahhası olarak bulunmuştur. Bir fransız gazetesinin makalesi Paris 11 — Populaire gazetesi diyor ki: «Sovyet - Fin müzakeresi akim ka- lir, bu memleket yardım isterse İngil- Tefrika No, 92 — Öyle oğlum.. Aklında ya... Sana «Bir sene dişini şik, sabret!» demiş- tim... Fakat bu gidişle seneye de var- mayacak, Çok daha evvel selâmete kavuşacağız, Delikanlı sofraya olurarak; İnşallah... Fakat avukatın beni bir dinleyişi, dinlerken de gözlerimin içine bir bakışı vardı.. Maazallah... Önünde duran şarap şişesinden, bir miktar bardaklara, boşalttı; — Kayın pederimin şerefine, — Hay hay.. Kudret Kolonbeyin şerefine! ... Sühanın metresi için seçtiği köşe cikte tam bir saadet hüküm sürüyor- du, Femina barının bir günlük artis- ti, burada, hayatın bambaşka bir ce- reyan aldığını görmüştü. Fevkalâde neşeliydi. #— Acaba çıldırmadım mı?.. Rü- ya görmüyor muyum?..» diye düşü- nüyordu. Zira, bir peri masalında, sihirli değnek değince her şey nasl değişir. $e onun da bütün mevcudiyeti öylece değişmişti. tere ve Fransa, Milletler Cemiyetinin kararına tevfikan asker göndermek is- terlerse bilmeyiz İsveç ve Norveç asker geçirmek isteklerine nasıl mani olabilir, Böyle bir mümanaat kendilerini manen ve politika bakımından müşkül vaziyete düşürür. Bunu bildikleri içindir ki Fin- lândiyayı sulha teşvik ediyorlar. İngilte- re ve Fransa, Finlândiyanın talebine ce- vap vermek azminde bulunduklarını simdiden ilân etmelidirler.» & iy Kusinen tevkif edilmiş Stokholm 11 (A.A.) — Kaunastan Afton Bladet gazetesine bildirildiğine göre, Finlândiyn Halk hükümeti reisi Kusinen ile bu hükümetin diğer azam Finlândiya ile sulh müzakerelerine baş layan Sovyet hükümetinin hatti hareke- tini tenkid ettiklerinden dolayı Sovyet hükümeti tarafından tevkif edilmiştir. Gümüşhanede zelzele Gümüşhane 11 (A.A.) — Cumartesi gecesi, saat 21 buçukta fki saniye ve saat 22 de 3 ve 23 dede 5 saniye sü- ren şiddetli zelzeleler olmuştur. Ha- sar yoktur. gp oaniye DAYET Kımlay Üsküdar Şubesinden: Kınlay Üsküdar şubesinin yılık kongre- # 17/3/1940 Pazar günü saat 10 da Üskü- dar Halkevi saltnunda ndan üyelerin teşrifleri rica olunur, aaa a am aa Hasan ve Nesrin Kolonyalarında Su ve Boya yoktur. LİMON ÇiÇEKLERİ | 1230 Program ve memleket saat Ayarı, 1226 Ajans ve meteoroloji haberleri, 1250 Müzik Çalanlar: Veçihe, Cevdet Kozan, Re- şad Yirer, Okuyan: Necmi Riza Ahiskan, 1- Arif bey » Hicazkâr şarkı: (Güldü açıl- dı yine gül yüzlü yar), 2- Arif bey - Hicaz- Kür şarkı: (Açıl ey goneai sadberk), $- Lüt- fü bey - Hicazkâr şarkı: (Sana na oldu gö- Böl, 4- Rakım - Hicazkâr şarkı: (Bekle- dim fecre kadar), 5- Hicazkâr şarkı: (İzmi- rin içinde vurdular beni), 13,10 Müzik: Halk türkülerinden örnekler, okuyanlar: Müzey- yen Senar, Azize Tözem, Çalarlar: Sarı Rs- cep, Badi Yaver Ataman, 13,30 Müzik: Ka- rışık hafif müzik (PL) 18 Program ve memleket saa! ayarı, 1805 Müzik: Bir konçerto (PL), 18,40 Konuşma (Çifçinin santi), 18,55 Serbes saat, 19,10 Memleket saat ayarı, Ajans ve meteoro- 10)! habrleri, 19,30 Müzik: Ankara radyosu kadınlar küme heyeti, idare eden: Mesud Cemil, 20 Müzik: Saz ile oyun havaları; Sa- di Yaver Ataman, 20,15 Konuşma (İkti- sat vo hukuk saati), 2030 Müzik: Fasıl he- yeti, 21,15 Konser takdimi; Halli Bedi Yö- nefken, Müzik: Radyo orkestrası (Şef: H. Ferld Alnar), 1- W. A. Mozart: Senfoni e majör (Haftnar Serenadı), 2- L, van Boef- koven: 3 üncü Laeonore uvertürü, 3- P. Tso- halkowsky: Rome ve Julia (Senfonik par- ça), 22,15 Memleket sanat ayari, Ajans ha- berloeri; ziraat, esham - tahvilât, kambiyo - nukut borsası (flat), 22,35 Müzik; Cazband (PL), 23,25-23,0 Yarmkl program ve kapa- iğ. IZOLONYASINI Kullananlar kendilerini ruhnevaz ve lâtif kokulu limon, portakal bahçe- Benzerine Avrupada bile tesadüf edilemez. Hastalara hayat ve şifa veren, #inirleri teskin eden, ruhi ıztırapları azaltan bu meşhur kolonyaya ecnebiler bile tapıyor. Hayran ve meftun memleketlerine hediye olarak gönderiyorlar, Denebilir ki, İngütere, Fransa ve bütün yüksek milletlerin Okolonyalarına İniktir. Fujer, şipr, 5 ,bahar çiçeği, leylâk; yasemin; menekşe, suar döpari, origan mestedici kolonyaları ancak HASAN markasında bulacaksınız. HASAN LAVANT ALARI Av. rupa »triyatına baş döndürücü ve çok ezici bir rakibdir. Tuzak içinde Tuzak Nakleden : (Vâ - Nü) Pencereden bahçeye bakıyor; em- rTindeki bahçıvanın sağa sola dolaştı- ğunı, güzel çiçekleri suladığını görü- yordu. Erkek, kendisine ne zaman raslar- sa: — Küçük hananefendi, bir emri- niz var mı? - diye soruyordu. Yahud da; — Çarşıya gidiyorum, Şermin ha- nuncığım, bir şey lâzım mı? Bahçıvancık dalma uysal, dalma güler yüzlü, iyi halliydi. Gerçi bir şeyden şüpheleniyordu. Bu evi kiralamış, buraya bu güzel he» mumu getirmiş olan delikanlı, tabil sırt İyilik işlemek üzere hareket etmiş de- Bildi. Bu işin altında bir şeyler sezi- yodu. İstanbulda uzun zümandır yar şamanın tecrübesi yardı. Karısı: — Adam sen de... Bunda ne fena- hk görüyorsun? - diyordu, - İkisi de genç, bekâr... Sevlşirlerse ne zarar var?... Bu İşin sonu evlenme İle bi- ter... Ben doğrusu ikisini de pek se- viyorum. Yüzlerine baktıkça gözüm gönlüm açılıyor, Bahçıvan Ramazan ağanın karısı Meryem, iki genci de pek seviyordu. Onlar için büyük fedakârlıklar yap- mağa hazırdı. Bunlar hakkında: «Birbirlerine uyuyorlari» demek bile azdı. Bunlar, maruf tabirle; «Birbirleri için biçli- miş kaftan; dılar. Süha, ekseriya, Şerminin köşküne gündüzleri gelirdi. Lâkin bu ziyaret leri ekseriyetle dostluk içindi. Güzel güzel konuşurlar, bahçede dolaşırlar. dı. Bahçıyan ve karısı, onların kuşlar Bibi cıvıldaştıklarını işttirdi. Nihayet erkek, gece karanlık basınca dönerdi. Bu ihtiyatkâr hareketler bir müd- det devam etti. Evli bir kadının Aşığı da, sırrı ele vermemek için ancak bu Sühayı, birçok sebeplerden dolayı seviyordu: Senelerdenberi kendisine gösterdiği. alâka için; güzelliği, cö- merdliği, civanmerdliği için; şahsını ve ailesini sefaletten kurtardığı için; aşk yeminleri için; nezaketi için... Hulâsa bin bir sebepten dolayı... Zahiren Aşık, pek samimi idi, Kız, günden güne onu daha fazla sev Tefrika No, 4 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN | Cellâd, Safürânin başını bir vuruşta yere düşürüdü ve sedirin üzerinde duran bir halıyı çekerek kesik başı bu halıya sardı — Ben, şimdiye kadar senin gibi neşeli ve » serimit bir kadın görmedim, Safüra! Ben o kadar cana yakın bir mahlüksun kl. senden ayrılmama İmkân yoktur! Diyerek, kendisini sık sık kıymetli hedi- yelerle taltif ederdi. Safüranın Nişaburda kalışının bir sebebi vardı: Safürayı Se- merkand sarayında kıskanıyorlardı. .Hü- kümdar onunla, burada eğlendiği kadar hiç bir yerde eğlecemiyordu. Safüra bu ve- sile ile sultan Mehmedi kandınp nikâhlı zevecleri sırasına geçmeğe azmetinişti, Sul- tan Mehmedin de böyle bir niyeti yok değildi. Fakat, Safürayı ülema sınıfı İste- miyor, hattâ onun adı geçtikçe: — Sultan Mehmed, bu gafletinin cezasını çekecektir. Zira Safürâ, halifenin casusu- dur, Bağdattan satın alınmış bir cüriyeye bu derece itimad edilir mi? Der ve hükümdarı düşüncesizlikle, uağı görmemezlikle itham ederterdi. Sultan Meh- med bunları bildiği için, Safürüyi nikâhla almakta lstleal etmiyor; fakat onu görme- den de duramıyordu. * Vezir Nâsır bir şal taciri sılatlie Nişa- burda bir köy evine inmişti, Râsır yerlilerin şüphe ve tecessüsünü uyandırmamak için henüz çarşıya pazara gitmiyordu. Vezirin celiâdı, efendisini he- yecanlı görünce: — Siz bana hükümdarın köçkünü uzak- tan gösteriniz. ötesine karışmayınız! Ben, Safürânın başını koparıp slze getireceğim. Demişti, Nâsır birdenbire gözleri parılda- du. — Bu işi yalnız başına yapabilirsen, 88- ni altın ve mücevhere garkederim! dedi Cellâd Safürayı çok iyi tanıdığı için, onun başını koparmak, asmadan üzüm Ko parmak gibi kolay geliyordu. Vezire söz ver- di. Baltasını elbisesinin içine soklyarak köşke doğru yürüdü. Cellâd bir saticı kıyafetine girmişti. Köş- kün bahçıvanı bahçede meşgulken. cellâd kimseye görünmeden» köşkten içeriye gir- di. Bafürâ. saçlarını yeni taramış, bir ses dirin üzerine usanarak, kuşların otyıltesini ceylânların oynaşmasını seyre dalmıştı. Cellâd, içeride karşılaştığı bir cariyeye sordu: — Sultan gözdesi nerede? — Sen kimsin? Evvelâ onu söyle baka» lum, — Ben Semerkanddan geliyorum. Sultan Mehmed gönderdi beni, Safürâya bir mek- tup getirdim. Cariye bu sözlere Inandı.. Safüraya ha- ber verdi, Cejlâd, bu suretle sultanın göz- ei yanına kadar çıkmağa muvaffak atür, sultandan, hususi bir elçi etile mektup geldiğini duyunca sevinmişti. Cel- lâd, cariyoyi savduktan sonra. odanın ka- pızını kapali. — Sultanın sözlerini size mahrem ola- rak söylemeğe mecburum, dedi, şu mektu- bu hükümdar size kendi elile yazdı, Ve elini koynuna götürdü. Safürü serinç- Je mektubu beklerken, cellâd birdenbire ki- #a saplı baltasını elbisesinin altından çekip çıkardı. Safürü: — Bu ne 4? Diye bağırmak istediyse de, ağzını aç- mağa vakit bulamadı. Celiâd, Satürünın ba“ gını bir vuruşta yere düşürdü. Ve sedir | Üzerinde duran bir halıyı çekerek, kesik ba a yerden aldı, bu halıya sardı. Baltazını tekrar elbisesinin içine sokarak köşkten çikrp gitti. Cellâd bu işi o kadar kolaşlıkla yapmıştı ki, Onu hiç kimse tanıyamamıştı. Vezir Nâsır, köy evinde sabırsızlanıyordu. Sadık cellâd acaba tek buşına bu işi bece- rebileck miydi? Yeşilköydeki izdivaç talebi hadisesi üzerinden sekiz gün geçmişti; akşam olmuştu; güneş ufukta kaybolalı epey zamandı Şerminin köşkünde, birbiri arkası sıra, bütün ışıklar sönmüştü. Hele bahçıvanlar belki uyumuşlar- di bile... Çünkü onların aydınlıkları herkesinkinden evvel sönerdi. Deli kadın odasında uyuyordu. Zavallı Pervin, o sefalet muhitin- den çıkıp da bu nisbi refaha kavuş- tuktan sonra, sıhhati gün geçtikçe ek derece derece bozuluyor- kız, meselenin farkındaydı. Analığının fenalaşışını iztırabia sey- rediyordu. Kendisine o dereep İyilik etmiş olan bu balıkçı karısına sami- mi surette bağlılık hissediyordu. Hem, dul kadının kendi hakkında- ki bütün esrara vakıf olduğunu bili- | yordu. Şayet ölürse doğuşu etrafın. daki bütün malümatı da beraber alıp götürecekti. Ah, bari husufa uğrıyan zekâsı bir an aydınlansa... Bir şeyler söylese... Pervinin ölümü, Şerminin de hüvi- yetinin ölümü olacaktı. O gece, tabiatin bir fevkalâdeliği var gibiydi. Yahut Şermine öyle geli- - yordu. Nâsır bu endişe İlo küçücük odanın için- de dolaşırken, cellhd, kolunda bohçasile çı- ka geldi. | — Nişaburda İşimzi bitti, velinimetimi Hemen Semerkanda gidebiliriz. Ve kolunun altındaki bohçayı açtı: — Sultan Mhmedi avucunun içinde oy- natmak isteyen başını görmek istemez misiniz? Vezir Nâsır, henüz boynundan akan kan- ları bile pıhtılaşmamış olan bu güzel 7 dinin kesik başını görünce sevindi: — İşbe şimdi gözüme girdin, Kazak! v3 dan sonra sırtın yere gelmiyecek.. Zengin olcaksın. | Bunları söylerken yere eğildi. başka bir | kadının başı olmasın diye, epeyce tedkik okti, Sol göz kapağının yanındaki siyah be- ni görünce: — Tamam, dedi, tâ kendisi. İşte simdi | gökten bir yıldız düştü. Türkân sultan, Safürânın görünce kimbilir ne kadar sövinecektir, ğuma kavuşmuş olacağım. (Safüra) nın kesik başı.. Vesir Nâsir üç gün sonra Bemerkanda dönmüşcü. gün sonra ben de Azrici- | Sarürânın kesik başı bir Acem halısında | sarılıydı. Bu bohçanın içinde ne olduğu- nu vezirden başka bilen yoztu. Cellâd he- diye ve babişişini alarak İşine gitmişti. Nüstr, Nişaburdan döner dönmez odası- na gitti. Veziriik elbisesini giyerek, hüküm- darın yanına çikta; — Bugün biraz İyiceyim, sultanım! Üç gündür yalakta yatıyordum, Hizmetinizde bulunamadığıma müteessirim. Arap elçile- rini savdığınını msmnuniyetle haber aldım. Halifenin adamları hiş süphe yok Semer- kanda İyi makâadlarla gelmemişlerdir. Vezir, hükümdarla kuaca görüştükten sonra, derhal hareme geçti. Türkün hatu- na haber gönderdi: — Gözünüz aydın olsun! Gökteki yıldı yere düşürdüm. Türkân halan bu hnberi alınca, vezirin ne demek istediğini anlamıştı. Sevinçle ka- piya geldi. Vezirle karşılaştı. Nasil, bir iş brcerebildin mi, Nümr? Nâsır, kucağındaki bohçoyı gösterdi; — Başını getirdim o melânenin.. Türkân hatun inanmıyordu. Vezir: ken- Nâzir, kesik başı bir tepsi kün hatuna uzatlı: — Safürü'nun başı o kadar kolay kopa» rildi Xi. Bunun nasil olduğunu oğlunuz bi- Ie anlamıyacak, Türkân Hatun, oğlunun gözdesive dikkaf Te baktı; — Bafürü hâlâ güzel... Gözleri açık olsay- dı, benimle konuşuyormuş gibi ondan kor- kacaktım. Artık halifenin en tehlikeli ca- #usu cezasını buldu. Diğerleri oğluma bu- nun gibi hülül edemezler, Sonra birden, vezire dönerek” — Bu iş bir sır olarak aramızda kalacak, Nüsir! Yarın oğlum, Safürârun katilini ara» mağa kalkışırşa, ona belli etmeden - sen de araştırmalar yaptırarak kendisini avu- tursun! — Merak etmeyin, sultarum! Oğlunuzun huyunu ben çok İyi bilirim. O herşeyi ça- buk unutur, Yarın bir başkasını bulup onun- la avunur. — Avunacağı kadın, Bağdad halifesinin “m olmasın da, kiminle eğlenirse eğlan- kei gülmeğe başladı: -- Şimdi taltif edilmek sırası kulunuza geldi sanırım. Vazifemi yaptım. Hediyemi istemek hakkımdır, değil mi? Türkân hatun düşünmeğe başladı: (Arkası var) zerin 2 balkona dayanmış, bekle yordu. Karanlığı gözlüyordu. Sevgi- lisinin arzularlar sarhoş bir halde gelmesini temenni ediyordu. O zamana kadar Sühanın bir kere bile ziyarette sevgilisini ihmal ettiği gün olmamıştı. Fakat bu yirmi dört saat zarfında henüz yoktu. Acaba neredeydi? Nihayet o derece beklediği otomp- bil, kapının önünde durdu. Bahçede bit gölge ilerledi. Şermin, odasına girip, kolları açık, sevgilisini bekledi, Fakat genç erkek, sevinç içinde sev- gillisini kucaklayıp göğsüne bastıra- cak yerde, dalgın bir halde onu ak nından öptü. Elinde duran bir tomar gazeteyi masanın üzerine attı, Eldiyenlerini asabi bir jestle çı kardı. — Ne var?... Ne oluyor?... ürkütüyorsunuz... ot... — Çok şükür gelebilirim... Fakat gelemiyeceğini sanıyordum ebediyen kavuşamamamızdan korkuyordum. Yüzünde gözünde büyük bir perk Beni İ şanlık ifadesi okunuyordu. Gözlerin- de acayip bir ışık yanıyordu. — Beni korkutuyorsun!... Anlat... Ne var? - diye tekrarladı. - Bir felâ- kele uğramış gibisin. (Arksı var) | |

Bu sayıdan diğer sayfalar: