17 K MUDUSADİ 1940 ADE se azan sam HER AKŞAM TEL BİR HİKÂYE ierkesin bir derdi var. Mehmed Abinin de bütün derdi boğasdır. Onun kadar bo- Bazına düşkün adamı pek a5 bulunur. Vak- tnin büyük bir kısmını yiyecek tedarlii De ve yahud iyi yemek pişirilen yerleri aru- makiş, geçirir. Bunu hiç çekinmeden söy- ler, yemeğe dair tatlı hikâyeler anlata. Geçen akşam birkaç arkadaş toplanmış, in konuşuyorduk. Bir sralık ka- çalındı, Mehmed All içeriye girdi. Hoş sonra dertal sohbet yormek bahsine intikal etâl İçimizden bir! Avrupa memle- ketlerindeki mahrumiyetlerden, yiyecek ve- Akularından bahsedecek oldu, Mehmed Al kulaklarını takadı: — Aması bu felâket haberlerini bara söy- lemeyin ben sise başımdan geçen tuhaf biz | vakayı anlatayım da onu dinleyin... dedi ve wüntmağı başladı. — Geçen akşam bir ziyafette bulundum. 8 ew, fakat ben müddeti ömrümde | bu kadar nefis yemekler yediğimi hatırla» | muyorum. Hule o telkadayıfı... Hatırıma gel- dikça yutkunup duruyorum Ali hakikaten yutkundu... Biz gül- dık. O kızmadı, Konferanamı ve- di monoloğ söylüyormuş gibi hi- adim, dünyada herkesin bir takım | eri var. Benim de prensibin şudur: Yiyip içmek için dünyaya gelmiş- ieyh kabil olduğu kadar nefis | kmahıdır. «insan yemek | yer» diyen he- s5 yemekleri yi- | Hele bir orta- | ni arayıp bulmaktan tatli bir iş yok- r. Bu araştırma neticesinde İnsan yeni y keğfederse hdela yer altında gizli bir | ne ve yahud bir maden bulmuş kadar memnun dimaidır, | bu kadarı da fazla... Bütün işi | ip yemek peşinde ml koşacağız! ... dakika durdu. Sami , sabahleyin erken duma. Hava güzel, güneş parlak, iştiha t el... Pencereyi açıp güneşe Karşı nü «Ey şems, ey durüdur ufuklar. dan bize poyamlar getiren seyyalı bikararle Biye şör yazmak mı Iyi, yoksa karnınız do- yormak :n19.. Gür.. Eh, iyi birşey olabilir. Yakat bence en ük şiir karın doyurmak- En İbilf manzara leseetli bir yemeğin nüşüdür. Sabah güneşini seyredeceği- Bize dolabının manzarasını bakmak daha #ilranedir, Ağımzın leszetini bilirseniz ba â söllecek neler bulunur, neler... erine bir de yumurta kı- iran... Kaymağın Üze- zi kızartırsınız. Bu sırada yumur- ynir de hazır olur. İşte en şalrane a... Fazla olarak en güzel lavanta- £ kokusu, en iyi musiki parça- sehhar bir fışırtım var... Dep- atin Bilirsiniz ki peynir ek- wdya kadar değil, insaf edince- enir, Sizde sahanda bir şey kal- mayıncaya kadar yersiniz. Sonra pencere- den etralı seyrederek yudum yudum süt- 10 kahvenizi içersiniz. EBlimem dikkat ettiniz mi?.. Babah kah» valtışı örerine içilen sülü kahve Âdeta Yenilen şeyleri eritiyor. İki saat, yalnız iki anat sonra tekrar acıkıyorsunuz, Öğle vak- tini güç getirebiliyorsunur. Sami: — Sadede gelelim sadedel... Başından ge- çen vakayı anlat bakelım.. dedi. Mehmed AN cevap verdi: — Öyle kuru kuru anlatılamaz; biraz #a- bırtı ol... Nerede idim. Ha, geçen gün ber- mutad öğle vaktini âdeta İple çekerek geti- rebildim. Doğru lokantada soluğu aldım, ! KADAYIFI zel şiir hedir?.. Diye sormuşlar- — Yemek Hebesi.. demiştim. Hakkım varmış. Bu güzel şiiri okumağa başladım ve en beğendiğim mısraları garsona tekrar et- tim: Kuzu fırını, yoğurtlu bakla, nefis pi- Mv, kaymaklı kayı kompostasu... Şu basli, fakat lezzelli yemekle karnımı doyurarık daireye gelince bir mektup buldum. O ak- şam Göztepede bir köşke yemeğe davet edi- yordum. Arkadaşımın son derece mahir bir ahçisi vardı. Binaenaleyh davete ion bek ettiğimi söylemeğe hacet yoktur san- nederim. Saat sekizde allı kişi güle söyliye yemek masasının başına geçtik. İşte bu masanin ietafeti ne güneşin doğuşunda bulunur, D6 de gurupta... O meyvalar.. Nasl anlafa- yam, tamam ağrıma lâyık vesselâm.. İpti- da bir çorba, arkasından balık, bunları ta- kiben kuzu kızartması, kıymalı yaprak 46l- DAS, seytinyağlı enginar, börek birer birer tulü ve gurup ettiler. Nihayet sıra tatlıya geldi. Kaymakların altinda, eski zamanın yaşmakl: saraylıları- m andiran koca kadayıf tabağı ortaya ko- du. telkadayıfını pok severim, Şöyle bir 69- kundum, âman yarabbim bü tatlı değil mücessem İegset... Nar gibi kızarmış, yumu- şak, o kadar yumuşak Ki çatalı yukandan balırınen kendiliğinden tâ dibine kadar gi- diyor... Ağzım sulandı, göğlerim kararma- ğa başladı. Biçağı aldım, temam yemeğe başlıyacağım sırada sofrada rilerin beşi bi: den Üserime saldırdı. Kollarımdan ve aya? larımdan sımsıkı iskemisye bağladılar, Ku şıma geçip ağızlarını şapırdalarak yemeğe koyuldular, Bu folâkeyi manzaraya bir dakikadan | fazla tahammü! edememişim, bayılmışım... Gözlerimi açtığım zaman ellerimi, ayak- Yarımı serbes buldum. Anlatılır: Baygın- Jığım epeyce devam etmiş, Ağuma İlmen aıkmığlar, kolonya koklatımışlar, yüzüme su #erpmişler, bir türlü kendime gelememişiin. baka telâş etmişler... Nihayet en sivri akı» — Ağzına bir parça kudayı? koyalım. be)- ki kendine gelir... demiş. Piihak'ka bü mü- cessem şiir ağzıma konur konmaz eksir gi- bi tesir etmiş, gözlerimi açmışım, Kadayıf İm — önüme sürdüler. Yedim, yedim, ye- e dayanamadı; — Allah manda şifalığı versin... dedi, yldma) (Bir ğa alama BULMACAMIZ başlangıcı, m gelir mühürle demektir. rad şehri - Sonuna «Ks ge- et ve nazar kıl demektir. Tuzak içinde Tuzak 'Tetfrika No. 40 İhtiyar kadın, meşhur avukatla döndü: — Geleceğini ( söylemiştim ya... Kıymetli davetiileriniz arasına Hida yetciğimi de ilâve ettiğim için bana teşekkür ediniz bakayım... Avukat nazikâne gülümsedi. Ve iki misafirine nazarlarile memnuniyetini bildirdi. Halide Vildan sonra, eski | dostu Hidayete dönerek Kaşlarını çattı: -—— Bu somurtuk halinden hiç vaz. geçmiyecek misin? Korsanoğlunun karısı, başını salk ladı. — Somurtuk muyum, bilmem ki... — Âdeta matemli gibi... — Ne yapayım?... Huyum böyle demek... — Yok, hayır... Mutlaka bir sebebi . Yoksa ken senin eski halini Katiyen böyle değildin. ın, Kudrete: «Bizi baş- mânasına gelen bir hemen o çekiliverdi, başbaşa, kaldılar, « in, dans ediliyor, içki içili- wdu. Genelerden bir grup piyano, Nakleden : (Vâ - Nü) keman ve saire çalıyordu. Halide Vildan hanımefendi: — Otur şuraya kızım... - diye yas nmda bir koltuk gösterdi. Konuşa caklarımız var... Bana kârşı samimi ve açık davran... Sana bazı şeyler an- latacağım. Hidayet, söyleneni yaptı. Dudaklarında iztarblı bir çizgi ok duğu dikkate çarpıyordu. Onu alâ- kadar edecek ne mevzu olabilirdi. Acaba muhatabı kendisine ne anlâ- tacaktı? Sırtındaki koyu renk elbisesile hem pek sade, hem de pek şıktı, Merakla bekliyordu. Fakat ihtiyar kadın bu sefer d”, Hidayetin şıklığını, güzel zevkir medhe başladı. Hangi terziye elbir” yaptırdığını sordu. Derken vücudü. nün medhü şenssına, geçti; — Kolların ve omuzların heykel gi bi maşallah, kızım... Lâkin dekolte ni niçin bu kadar kapalı yaptırdın?, İnsanda seninki gibi bir gerdan olu” da saklı mı tutar? Ne saçlar maşalla'ı evlâdım... Hem pıril pınl canlı; hem de tabiatten ondüle!... Vallahi otu- zunda bile görünmüyorsün. Türkiye Radyodifözyon Fostaları Dalgt. uzunluğu Türkiye Radyosu 1048 m. 182 Ke,/5. 120 Ker, Ankara Radyosu T.A.P.3L7 m. 9485 Kos KW. TÜRKİYE BAATİLE Ankara radyosu 317 metre kısa postasile her gün yapılmakta olan een dillerde haberler neşriyatı gm, Birinci servis (İkinci #ervis İranca Sant 1200 Sant 1749 Arapça Kience » MIS » HE »> MS » 1845 Pranszca » » ne Bulgarca » 1430 » EW ÇARŞAMMA 17/1/940 1240 Program Ve memleket sat ayarı, 35 Ajanz ve meteoroloji haberleri, 1250 tük müziği: (Pİ), 1930-14 Müzik: Küçük grkesira (ef: Necip Aşkın), 1- Oscar Nod- bal: Suvari vals, 2- Paul Lineko; Olimpi- yatlarda (marş), 3- J. Strauss: Neşeli vals operetinden bussler valsr. 18 Program ve memleket sant ayarı, 18,05 Türk müziği: Çalanlar; Vecihe, Kemal N. Bayhun, Cevdet Çağla, İzzettin Ökte, 1— Okuyan: Mefhacet Sağnak, 1. Yesari Asım- Buzinsk şarkı: (Ayrı düştüm sevgillmden), B- Rahmi bey - Suzinek şarkı: (Bir sihri tarap), 3- Sadettin Kaynak - Gülizar tür- ağrıma taş busaydım), 4- Sadettin - Muhayyer türkü; (Batan gün ka- n: Mustafa Çağlar, 1 tanbur taksimi, 2- Uşşak mi (Bu dehrin germü #erdinden), 8- Lami - U; şarkı: (Siyah eörulerin), 4- Rakim - Uşşak şarkı; Silemem bir gün), Suphi Ziya - Uşgak şarkı: (Neden hiç durmadan Yanmış), 3— Okuyan: Safiyo Tokay, 1- Dede - Ferahfeza şarkı: (8) be- pim için seni sarmış biliyor), 2- Rast şar. Bı: (Gönül kurtulmuyor derdü elemden), 9- Dede Mahur şarkı: (Sana lâyık mw), 4- Şemseddin Ziya - Şetaraban şarkı: (Ey gonca açın), 18,55 Serbes saat, 19,10 Mem. İsket saat ayarı, Ajans ve meteoroloji ha- berleri, 1030 Türk müziği: Fasıl heyeti, 80,15 Konuşma (Dış politika hadiseleri), 1030 Temsil: Kılavuz (Monolog) yazan ve söyleyen: Vahi Öz, 21 Serbes saat, 21,10 Ko- ruşma (Haftalık posta kutusu», 2130 Mü- şik: Riyasetlelmhur bandosu (Şef: İhsan Künçer), 1- Trayton Adams: Marş, 2. F. Lehar: Altın ve gümüş (vals), 3- Carlo Ped- rotl; Maskeler, 4- E, Lalo: Norveç Rap- sodisi, kısım 1 ve 3, $- R. Laparra: İspanyol dansı (Paseo), 22,15 Memleket saat ayarı, Ajans haberleri, ziraat, esham - tahvilât, kambiyo - nukut borsası (fiat), 2235 Mi- sik: Ravet - yaylı sazlar kuarteti (PI5, 23 Müzik: Cazband (PL), 38.6-2930 Yarın» ki program ve kapanış. Kurban bayramında Türk Ha- va Kurumuna yapacağımız yar- dumla, tabiatin güzabına uğrıya- rak, karakış ortasında yersiz yurtsuz kalan vatandaşlara da elimizi uzatmış olacağız. 4 — Sonuna «Kk» gelirse göz olur - Ka- hınca up. $ — Başına «D. gelirse büyük babadır - Tersi cem edatı - Tersi güzel sanat, 8 — Üzeri düz etrafı açık çadır - Nuş- eden. 7 — Hediyeler - Mader, - Tersi Avrupada harp eden bir hü- kümetin merkezidir - Tersi telkihdir. 10 — Başına «T, gelirse bir mevi balta olur - Yağıt Geçen bulmacamızın hali Soldan sağ: 1 — Gümrük, Mü, 2 — Era, Refika, 3 — Lüttediniz, 4 — İliştiren, 5 — Noza, Kaloş, 6 — On, Asuri, 7 — Atile, Al, 8 — Ada, Ma- tine, $ — Sibrag, Yi, (0 — NI, Arı, İki Yukarıdan aşağı: 1 — Gelin odası, 2 — Üzülen, Dil,3 — Ma- tiz, Aab, 4 — Pşaat, Ra, 5 — Üret, Simav, 6 — Kedikulağı, 7 — Firaret, $ — Mineli, İyi, 9 — Tkino, Anık, 10 — Laz, Şileli — Kırkındayım... — Hayır... Ben Henüz değil... Ve parmaklarile hesapladı: — Daha on sekiz ay var... Acele et- e... Fakat, ah aman yarabbi... Za- man ne kadar süratle ilerliyor... Bir müddet sustuktan sonra: — Zevcinizden mektup var mı? — Almadım efendim. — Ne adam, aman yarabbi... Seni bu izdivaca sevk ettiğimi düşündük- çe vallahi üzülüyorum... Şayet ben tavassut etmeseydim bu iş olmıya- caktı... En son defa ne zaman habe Tini aldınız? — Geçen şubatta, — Neredeydi? — 'Trablusgarpte. — Ne zaman geleceğini yazıyordu? «—- Avdetinden hiç bahsetmiyor- du... Biliyorsunuz ki, Cenubi Ameri. ine giriştiler... Ecnebi #irmalar- la bir şirket yaptılar... Zevki seya. hatte... tiyar kadın, kaşlarını kaldırdı: — Vallahi aranızda ne gibi bir ha- dise cereyan ettiğini bilmiyorum. Fa- kat her halde pek vahim bir mesele olduğunu tahmin etmekten de ker- dimi alamıyorum... Şu yirmi sene İçinde kaç kere görüştünüz aenba?... — Eiç görüşmedik desem câiz... hesâplıyorum... İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları 'Tefrika No. 80 Yazan: İskender Fahreddin İki kadın İspanyol dilberinin koluna girdiler, ortadaki yemek sofrasına götürüp oturttular — Çok iyi bir yere düştün. Birim kabile reisimiz işkenceden hoşlanmaz. — Şeyh ald. Onun adını Şamda duy- madın mi? — Bayır. — Ealifenin en büyük düşmanı, — Neden düşman halifeye? — Çünkü halife ona hakkını vermiyor. Şeyh Balda ald vergileri de halifenin adam- ları topluyor. Dört atlı Maryananın başında toplan- yanyol diberi yi z — Şimdi beni nereye götüreceksiniz? Diye sordu. Atlılar: — Şeyh Balde götüreceğiz. Dediler, İçlerinden birisi koynundan büyük bir bes parçası çıkardı! — Bununla gözlerini bağlıyacsğım. Rel- #timisin oturduğu yeri ve yolu yabancılara gösteremeyiz. Maryana itiraz etmedi. Genç kadınm gözlerini kapadılar. Ve biraz sonra ellerini de arkaya bağlı- yarak, atlarından birinin arkasına bindir- diler. Yola çıktılar. Zaten ortalık epeyce kararmıştı. Bereket versin ki, gökyüzü yıldızlıktı. Bis az sonra ay doğmuştu. Meryana, stlıya sordu: Çok yol gidecek miyiz? Geldiğin yol kadar... O halde iki saatlik yolumuz var. Evet, burası Şamla, bizim zaviyenin. ortasında bir noktadır. Buradan öte- topraklara Şeyh Sajd hükmeder. Şeyh Saldin çok tebaası var mı? — Çöldeki bütün Araplar Şeyh Saldin emri altındadır. Bir müddet durmadan yürüdüle; Dört atlının ardısıra. yol Üstünde koşa- rak gittiğini gören köylülerden birinin se- si duyuldu: deri — Uğurlar olsun, erler! Böyle yıldırım gi- | bi koşarak nereye gidiyorsunuz? Atlılardan biri elindeki kamçısını köy- Minün omuzlarında şaklattı: — Sani bu yolun üstünde, gelip geçenleri Rahatsız etaln diye mi koydular... Alçak! Maryana kendi kendine mırıldandı: — Haniyu Şeyh Sald işkenesden hoşlan- mazdı! Yoldu giderken, Insana uğurlar ol- san diyeni bile kamçılayorlar. Atlılar Maryananın marltasını duymadı. Nihayet iki saat sonra, iki tarafı hurma ağaçiarile süslenmiş büyük bir bahçeye girdiler. Maryana hâlü heyecanlıydı... Saatler iler- ledikçe heyecanı artıyordu. Biraz sonra, bü- tün çöl Araplarına hükmeden dişli bir ka- bile reisinin yanına gidecekti. Atlılardan biri: Bizim Seyyid, hangi lokmaya el uzata- cağını çok iyi bilir. Diye söyleniyordu. Şeyh Sadin güzel kadınlardan çok hoş- landığı söyleniyordu. Bunu Maryanaya Şam sarayında da söylemişlerdi. İspanyol düberini attan indirdiler... Ve gözleri kapalı olduğu halde yürüte- rek bir kapıdan içeriye soktular, Maryana nereye geldiğini, nereye girdi- gini bilmiyordu, Biraz sonra ayağının yu- muşak halılarda dolaştığını sezmişli. Bur- nuna keskin bacı yağları kokusu geliyor, her köşede bir buhurdanın tüttüğü anla» galıyordu. Etrafta manası anlaşimayan İwwltlar başlamıştı. Maryana, Şeyh Saidin sarayına girdiği- nl anlamıştı. Bir aralık kendisini götüren nübeçiye sordu: Gürlerimi me zaman açacaksınız? — Biraz sonra... Şeyhin yanma girerken ladık. Hidayetin rimelsiz kirpiklerinde bir damla yaş belirmişti. Bu da ihti- yar kadının nazarından kaçmadı. Dedi ki; — Kızım! Siz ikiniz de pek esraren- giz insanlarsınız. Kapalı kutularsı- nız? Nesiniz? Ne oluyor? Anlayamı- yorum, Muammanızı hal için belki yirmi defa teşebbüs ettim. Fakat hiç birinde muvaffak olamadım. Her s&- ferinde önüme bir mâni çıkıyor! Lâkin artık bıktım doğrusu! Mesele- yi öğrenmek istiyorum. Kocan kuy- ruklu yıldız gibi arada bir görünü- yor. Sonra kayboluyor, gidiyor; sene- lerce ortada yok!... İstediğiniz kadar bana Burhanın seyahat meraklısı ol duğunu, açık denizleri ve ticareti sevdiğini söyleyiniz. Böyle bir gayri tabiliğin tebil olduğuna beni inan” dıramazsınız. Hem bilmiyor değilim Ki, bu İşin başlangıcında, yani izdi. vacınız esnasında sana bayılıyordu; ölüyordu. Bir sene de gagytiyi ge çindiniz. Sonra birdenbire ne oldu? Ne olabllir?... Vaktile beni Burhan ne kadar zorlamış, bâşımın etini yö mişti. Seni benden istemişti... Sonra ansızın niçin değişti?... Diğer cihei- ten de sen suratı asık, münzevi, me- zar gibi kapalı bir hayat sürmeğe başladın. Âdeta dul bir kadın gibi- sin! Buna tabii, olagan diyen varsa Maryana, yanında vürüyon İnsanlar ara» sında kadın sesleri de seziyordu. Acaba Şeyhin gözdeleri miyd: bunlar? Maryans, binbir şüphe ve tereddüt için- de geniş bir salona giriyordu. İşte burada İspanyol dilberinin gözlerini görüyorlardı. İki kadın eli Maryananın şas kaklarında dolaşıyordu. Maryana hızlı his- MN solumağa, kalbi eskisinden çok çarpma" Bu başlamıştı. Birdenbire gözleri açılınca, başı döndü. Burası mühteşem bir sarayın çok büyük ve süslü bir salonuydu. Sağda solda altışar kadın sira ile ayakta duruyor, ortada, tse tü taze yemiş ve nefiş yemeklerle süslene miş büyük bir yemek sofrası görünüyordu. Yemek sofrasının etrafına minderler gis silmişti. Sofrada kimseler yoklü. Mâaryananın birdenbire eri kamal Salonda birçok şamdanlar, renkli Kandil yanıyordu. Şeyh Sald bu kadar muhteşem bir hay Hulbuki halife on oturduğunu söylemi çadırları çök müh Burası çadırdan yordu Maryana etrafındaki kadınlardan birin — Ben neredeyim? Diye sordu. Kadın: — Şeyh Saldin sarayın Diye çorap verdi. İki kadın, İspanyol dilberlisin koluna ali diler. Ortadaki yemek sofrasına götürü oturttular. | Maryana tekrar sordu: — Şeyb hazretleri nerede? Kadınlardan biri cevap verdi: — Şimdi gelecek. — Siz kimsiniz? — Biz Şeyh Saldin gözdeleriyiz. Maryana bir müddet sustu, Btratına bap kındı. Biribirinden güzel cu iki kadın vas dı burada, Demek bunların hepsi de şey hin gözdeleriydi: Maryana bunlar ara ğ da nası barınacağını düşünürken, dan içeriye gece suratlı bir cüce girdi. E: vi de bir gümüş tepsi ile Maryananın önü gelip durdu. Tepsinin içinde bir sürahi ile iki kadd vardı. Cüce kadehleri doldurdu. Kızlardan biri dolü kadehi alarak Marya — Nedir ba? — Şarab.. — Ev sahibi gelmeden şarap içilir mi? — Bizde âdet böyledir... İlk önce misafir içer... Ondan sonra ev sahibi Maryana itiraz etmedi. Şarap kadehinden bir yudum içip bırak» t. Şeyhin gözdeleri gi Ve hep bir ağızda; — Bu bir hakarettir. Diye söylendiler. Maryananın yanındaki kız, kulağına eğil- tüler: Hepsini içmesi — Kadehi dibine kadar içmelisiniz! Biz- de âdet böyledir. — İçmezsem... Şeyh kızar... Çünkü, kadehde kalan şa rabı toprağa dökmek günahtır. Mi wdehini dibi ne kadar bos şelttı.., Ve kızlara bakarak gülümsedi — Adetlerinizi bilmiyorum. Beni mazur görünüz! Ülkemize uzak illerden bancıya benziyorsun — Evet. Bndülüsten geldim — Halifeye gönderilen hediyelerden biri de sensin demek? gelmiş bir yar (Arkası var) desin! Beni katiyen İnandıramaz!... Eski ahbabının gözlerine dikkatle bakarak, birdenbire dedi ki; — İşte sana bir haber... Kocan ge liyor. Genç kadın titredi: — Nasıl? — Basbayağı... Geliyor işte... — Ne zaman? — Yarın. — Aman yarabbi. — Belki de bu akşam. — Nereden biliyorsunuz bunu? — Burada bir şirket kurdular yâ... Onların âzasından öğrendim, — İstanbulda uzun zaman kalacaNi mı imiş? — O cihetten haberim yok. Hidayet kaşlarını çattı. Hiç ummadığı böyle bir havadisle karşılaşması Üzerine neşesi mi kağ mıştı, yoksa heyecana mı düşmüştü? Belli olmuyordu. Her hâlde sevinme mişti. Orası muhakkak! Muhakkali ki manevi sükünü bozulmuştu. Halide Vildan hanımefendi muhâ- tabının her işmizazını tedkik edi yordu. «— Acaba Burhandan nefret mi ediyor?» diye düşündü. Hidayet gibi güzel bir kadın, bir yığın kelebekleri cezbetmesi gibi erkekleri kendisine çeker. (Arkası var), İnandıramaz,