10 Ocak 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5

10 Ocak 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İnsanlar böyledir iştel.. nsanlar yaratıldıklarından beri hayat denilen zâlmet içinde çırpındı- Kİ inr, didindiler, ihtiralar yaptılar ve yapıyorlar. Şimdi ise Âlimler bir devri dafm makinasını bulmak İçin çalışıyorlar. Belki buldular, belki bulamadılar. Yukarıdaki satırları yasmaktaki maksadım okuyucunun kafa- muda şöyle bir sual yaratmaktır; Acaba devri daim makinası icad etmek mümkün müdür? Aziz okuyucu bu sunlinize tereddildsüz revete | diyebilirim. Çünkü bu makinanın mucidi benim... «Bu öyle bir ihtiradır ki, petrol ve maden kömürünün hayat sahasında tatbikine büyük bir darbe vuracaktır. Yirminei asrın ruhu olan ba maddelerin yaptığı bütün işleri makinam sayesinde elde edeceğim daimi enerji İle yapacağım, Petrol ve kömür siyasetini insanlar arasından kaldı nyorüm. Keşfim Kristof (OKolombun yumurtası hikâyesi kadar basli, Amerikanın bulunması kadar mühimdir... «Yukurda ehemmiyetle bahsettiğim #htiradan başka bahrihülyamın sa- hillerinde inşa REFİK HALİD Yaz gecesi bir bahçe lâmbasının fânusu üstüne “ Yaklaşma, yanarsın !,, diye yazacağımız ihtar Otuz sene evvel... Nasıl, otuz sene mi? Otuz sene ha? İmkânı yok; inanmmıyorum; fakat hesaplıyorum, tamam değil, fazla bile çıkıyor. Bu hal, cepteki parayı sarfettikten ettirip para denilen maddenin isyanı üzerine hayal kör- | sonra duyulan şaşkınlığa benziyor! ferinden engin Okyanoslara çıkarmaktan âciz kaldığım «hava ve deniz ejderi> | Eide, avuçta birşey kalmamış; lâkin isimli gemimle icabında beş bin metreirtifada bulutlarla boğuşacağım çibi | hesaba bakınca «Sahi, diyorsunun, Okyanusların dibinde kemiksiz balıklarla oynaşacağım, Mefküremin (enerjik | şuraya bu kadar, buraya şu kadar faaliyeti sonunda insanların kanad takarak kuşlar gibi havayi nesimi dahilin- | vermiştim; yanlışlık yok!» yanlışlık de uçacağını tahmin ediyorum... Buraya kadar okuduğunuz satırları Ankaradan bana gönderilen, sahibi ni maalesef tanımadığım bir genç mucidin mektubımdan O naklediyorum. mektubun diğer kısımlannda omucid sefalet içinde olduğundan, kime «devri! daim makinası icad elim demişse inandıramadığından, dudak büküp uzaklaştıklarından aci aci şikâyet ediyor ve bu harikulâde keşiflerden efkârı umumiyeyi haber etmemi diliyor. İşte elimden geldiği kadar arzusunu yerine getirmeğe çalışıyorum. Fakat hiç ümidim yok. Çünkü İnsanlar şu devri daim makinasının icad edilemi yereğine bir kere inanımışlardır. Ak saşlı, gür sakallı âlimler zihinleri çelmiş- tir. Bir takım fizik kanunlarına, bilhassa atalet prensipine, cazibe kanununa körü körüne inanılıyor, Makinaların İnsan muhayyilesi gibi namütenahi işleye- bileceği maalesef kabul edilmiyor. Bu inanç o kadar kuvvetlidir ki, gök yüzünde bulutlarla boğuşmak, Okyanus dibinde kemiksiz balıklarla oynaşmak gibi pek hoşumuza gidecek davalar bile tesirsiz kalıyor. İnsanlar petrol ve kö- mür için harp ederler, fakat bunlara harp ettirecek vasıta eğer bir devri daim makinası Ise kulak asmazlar, Bir Edison göklere çıkarılırken bir Con Ahmed bey kendi haline terkedilir. Ne yapalım, insanlar böyledir iştei Şevket Rado İz, NELER pvp Bir köpek için âbide Avustralyanın en büyük şehri olan Sid- (o lıyarak sahibini aramıştır. Geceleri has- ney'de (Mavi Gör) isminde bir köpeğin sa- | tane duvarı dibine kıvrılarak yatmıştır. dakatini göstermek için bir broos âbide Köpeği yanına almak istiyen birçok ta- yapılmış ve merasimle açılmıştır. Hp çıktığı halde sadık hayvan. Bu köpeğin sahibi on iki sene evvel bir | yüz vermeyip hastane kazısında eski sa- kuzaya uğrıyamk ağir surette yaralanmış | hibini beklemiğtir.” ve şehrin Belediye İhstanesine ylatırılmış- On !ki sene böyle üzüntülü hayat geçir- 4. cafavi gön) mecruh sahibini hastane | dikten sansa geçen ay ölmüştür. Sidney kapısına kadar takip etmiş, günleroe has- | Belediyesi Köpeğin sadikatini takdir ede- taneden çıkan her adamı ve sedyeyi kok- | rek w bü übideyi yaptırmıştır. Büyük şehirlerde otomobil azaldı Yeni harbin İngüteredeki sivil hayat | mekle idi. Geçen sene ruhsatiye alanlap- Üzerinde yaptığı bağhen tesir endde ve 80- | dan pek çoğu yeni sene de yenisini aima- kaklarda otomobillerin görünmez olması- | a lüzum görmemişlerdir. dır. Londri sokaklarından bir çoğunda artık ses sada kalmamıştır. Otomobillerin geçmesi enderdir. İngilterede otomobil idaresine ald rul- Gatiyeler posta şubeleri tarafından verii- İngilterede alabalıkların ölümü Londra te biri klüplerden İngilterenin şimeli Gal kısmındaki ne- hirterde birçok alabalık telef olarak suyun yüzüne çıkmıştır. Sureti mahsuzada alaba- ik yetiştirmeğe mahsus havuzlarda da ve- siyet böyledir. Balıkların telef olmasnın #bedi bir çürlü anlaşılamamıştır. Suların Hava cambazlıkları İngilterede havada taklak atmak ve bir- denbim soldan geri, sağdan geri yapmak ve dümdik inmek gibi hava cambaztıkları Yanlış kullanılan kelimeler Zede Geçen gün tramvayda iki genç efolâket- Emir» diye konuşuyordu. Bu garip talâffuma da duyduk, Tabiatile «zade» değil, esedes olacak. Zade w «ORUl, doğuşlu, saizade, nesip» demektir. GN RE Zede w «Vurulmuş, duçar olmuş» demek- dir. (Bu da farsi kelimedir) (© ... Mericin Bulgaristandaki kısmı taştı Edirne (Akşam) — Bulgaristan- dan. gelen haberlere göre so yağ- murlar karların erimesi üzerine Me- rinin t fu ve su- GE sehirlenmesi ihtimali vardır. Binlerce m- Bar ve koyun bu nehirlerde su içtiğinden ! yok amma yürekte bir üzüntü, hoş nudsuzluk var. İşte şimdi, aynen o hâletteyim, kendimden hiç memnun değilim, «Daha âkılıca, hesaplıca sarfedemezmiydim?» diye düşünü yorum, koflaşan cüzdanımı evirip çe- viriyorum, süngüsü düşük bir vazi- yette hayıflanıyorum. Evet, otuz, hattâ otuz bir, oluz iki yıl evvel... Tüysüz, çelimsiz üç arka daş, bir kış ikindisi, Beyoğluna gez meğe çıkmıştık. (Her zaman gurbet hatırası anlatılmaz ya, Arasrada doğup büyüdüğüm yerde fikir do- Jaştırayım) o dediğim derirde kadın çarşafları battal şeklini atarak bir zariflik istihalesi geçiriyordu; kaba, haşır haşır, güllü dallı, perdelik ağır kumaşinr yerine siyah kadife moda olmuştu; daha doğrusu tanınmış bir Ailenin öç kızı vardı ki o yıl, kadifeyi moda yapmışla rax dalı gibi ce, kolay har .yirmi sene sonra an göğüssüz ve farla çıkıntısız, vaktin. den evvel modemi, i hususi tabirile «ekstra plat» vü loş bir partı, hoş bir yumuşaklık, bir akıcılık, bir ylan gibi sürünüp sürtünme, hülâsa tienfiz görmediği miz, bilmediğ muhayyileyi zevke getiren bir acaipiik ediyordu, Hülya? hülya o zamanki baş meş- galemizdi. Hülya ile geçinir, hülya ile uyur, hülya ile uyanır, hülya ile do- yar, bununla yaşardık Kadınile erkeği ayıran peçe, kafes, selâmlık, polis, bekçi, hafiye, haremi ağası, ma» beyn odası, dönme dolap karşısında tek çare, teselli, ümid, zevk, hülya idi. Kadın ve erkek bir teviye tahay- yül ederlerdi. Tahayyül fazla sarartı- cı, soldurucu, benliği kımcı ve gözle- rin ferini söndürücü bir işolmalı ki şimdi o devri düşünürken bana, ken dim de dahil, bütün gençliğin fe tramvay kokusunu duymaz, bulmaz. dınız. Tüysüz, çelimsiz, toy ve ürkek üç genç, bizler, o gün, otuz şu kadar yil | evvel, Bonmarşede kadın gözlüyor- ! duk. Yazımın başında bahsettiğim üç | kız kardeş, kadife çarşaflı, kiraz dalı bedenli üç ince hemşire geldiler, tuva- let eşyası duran cemekândan öteberi seçtiler, mini mini paketlerini aldı- Jar, çıkıyorlardı, biz de çıkmak arzu- suna kapıldık. Çıkmak ve arkaların- dan yürümek... Yani takib. O devirde takib, bülya ile hakikat arası bir ko- nak yeri, bir zevkli işti; daha ziyade hülyaya sermaye hazırlardı, bu iti. barla da kıymetliydi. Yürüdük, fakat tam bu sırada kapı açıldı, İçeriye çarşaflı iki yeni kadın girdi; iricesi sayıfına, bize aid olduğunu belli eden tavırla birşeyler söyledi. Onlar kıvrak kıvrak gülüştüler; bir kıp kırmızı kesildik. Hanımlar, öyle, deminkiler gibi as- filizi, mor salkım dalı, gül sür- nevinden büker bükmez kırıla- cak, kopacak endamda, narin yapılı değildiler; bodur bedenli, oldukça da babâyani kıyafette, kenar halkın- dan... Amma bizim için, aralarında konuşmuşlar, gülüşmüşlerdi ya! Bu, kâfi geldi, geri döndük. O anda hay- ret verici aka karşısında kaldık: Dolgunca kadın peçesini yarı kaldır. mış, bize ap âşikâr ümid, cesaret ve- rici bir bakışla gülümsiyordu. Allak bullak olduk. Hülya sıynlı- yor, hakikat başlıyordu; filliyata geç- mek sırası gelmişti; ne yapacaktık, toyluğumuzu meydana vurmadan bu macerayı nasıl İdare edecektik? Maa- mafih, vaziyetin güçlüğüne bakma- dan en evvel üçümüzün de aklından şu geçmişti: İşaret, İltifat içimizden hangisine idi? Yalniz birimize, kendimize olmak ümidile o tarafa ihtiyatla, aramızda konuşur, alınacak eşya Üzerinde mü- kaşa eder gibi yaparak yaklaştık, ya- naştık, Cesaret, cüret nerdesin? Hal- buki daha o devirde, Abdülhamid sal- tanatınımn son günlerinde ben Fransa ihtilâlini okumuş, «Cüret, cüret, da- m pervaneleri kurtaramaz ima cüret!» cümlesinin fransızcasinı ezberlemiştim. Yüreğim yine güm - güm atıyordu; sesim, kendimin bile | tanıyamıyacağım kadar boğuk ve d€- işik; bacaklarım, başkalarının bile © farkına varacağı derecede sarsak ve * ttrekti. Yanlarına bu halde gelince, * ayni kadın, bizim tüysüz, çelimsiş, toy, ürkek ve beceriksiz üç genç ok * * duğumuzu daha iyi anladığından ilk — sözü atmak rolünü üzerine aldı: — Tepebaşı tarafından çıkalım, İ i a i olmaz mi efem? e Dedi. Eyvah, artık kurtuluş yoktu, yakalanmıştık. Hülya! Sevgili hülyal © Hakikatle 5 j | Sana veda etmek lâzım. göğüs göğüse gelmiş, kucağına düş- müştük; erkeğini visal esnasında çıtap çıtır yediğini söyledikleri dişi örüm- ceğin pençesinde idik; hem can kon kusuna, hem zevk miknaisına tutul muştuk. Hem gerl geri gitmek isti- yor, hem ileriye çekildiğimizi göre- rek seriniyorduk. İçimizden «Şimdi j . $ ne olacak nereye sürükleneceğiz, 40- nu neye varacak?» diye düşünüyor. duk amma mütemadiyen Tepebaşı tarafına kayıyor, aldığımız her mesa... fe sonunda kendimizi biraz daha eri- miş, emilmiş, posalaşmış bulman rağmen merdivenleri de İniyord onlar arkada, bizler önde İniyordul Vaktile bir iş olan bugün bir güç olan ne kolay! Otuz şu kadar j ne evvel, şimdi basit görünen o se bir tehilke idi; sanki devlet, ve din, üçü müşterek bir mü kurmuşlar ve asrımızda elektrik i resinin merkezlerine koyduğu Ki kafa ile çifte kemiği her kadının b r göğsüne, biri ardına, fosforlu boya ile resmetmişlerdi: Ölüm tehlikesi! Bugünkü nesli onu anlamaz; a lamamalı, Zira kadına öyle bir yafia koymak tablatin icbar edici kuvve tine engel olamaz. Yaz gecesi bir bah» çe lambasının fanusu üstüne «Yak, Fırtına devam ediyor | Şehirlerin Kir kamı'da İçecek span | giydirilmiş Hindiçini ahalisi kadar buradan temin ettiğine göre, te- | sarı, silik, süzük görünüyor; şiddetle lem hayati bis endişe uyundırmış- | kansısız; yahud tamamen Sap sani - kanlıyız; parmağımıza iğne balsa, sanki, baş gösterecek damla, teneke- muvaffakıyetin. başlıca şarla böyle camban- de yıllanmış bir paslı su habbesi ola- hilar olduğu anlaşıldığından, şimdi İngi,, | caKUr! tere havacılık mekteplerinde tekrar cam- Galatasaray ile Tünel meydan bazlığın onva büyük dikkatle öğretilmek- | arasında iki, üç gezinti yaptık; belki tedir. birazda pastacıda oturduk; nihayet Bonmarşeye daidık, Şimdi, yerindeki mağazada modem bir Mahmudpaşa yokuşu dağınıklığı ve çerçiciliği sezilen bu Bonmarşe, oluz sene evvel kibar halkın da uğradığı havası temiz, in- tizamlı, rağbette bir geçid, bir rand- Müvis — «Yazıcis demektir. (Fars bir | vü mahalli idi. Tayin edilen saatte kelimedir) erkek gelir aşağı yukarı dolaşır, ay anaları, evakaneniste değil, «rak'a- | cemekânlara bakar, fakat belli et Ma meden gözleri kapıda, beklediği kadı- Eski nesil için bu malümat gazeteye der- | nın girişini gözlerdi. Derken kapı cedilecek kiymette değil amma, yeniler için | nın önünde, zihinde nakşolmuş sey. yazmak âzmgeliyor. Bundan b ğ unda bu gibi lim mevelelrini && meş. | EU hayalet, peçe inik, baştan aşağı suubahis edeceğiz. sim siyah, yalnız eldivenler bem be Farsi yaz, görünüverirdi. O kadın bu kadar a a a bulutun altında renk renk ipek elbi. ulmasına Fars» dil hocaları arma » kırarlar. | gesile bir eleğim sağma gibi örtülü İçin elisan öğretirken yanlış yapıyori; de. | dür; yine birbiri üzerine giyilmiş kah dirimemek maksadile yukarıki şekli - bu- | kat tafta eteklerile deniz gibi hışılta günlük ihtiyar ettik. Yoksa «furlde yaz | hıdır; makin da elbet hiç mahzur yoktur. Y.G : ai” İdi karkin Ad da seniei'y beli Bld Yel, apazarın Pp nda sular yerine göre nefes kesici idi, Boyunun. çekildi larken de yumurta yumurta İçinden Adapazarı Y(AA) — Sakarya | çikan ayrı ayrı renklerdeki oyuncak» nehri tamamen yatağına çekilmişti. lar gibi sekiz, on kat kabuktan kup. Su alında kalan mahallerden sular | eren a elenen Dek bceği ci gi rilmişti - Vapurlar limanlara sığındılar, Tırhandan dün haber alınamad Aksu vapuru mürettebatı dalgalarla nasıl boğuştuklarını anlatıyorlar Denizlerdeki fırtına devam etmek- , den hareket edememiştir. tedir. Karadenizde fırtına yüzünden Ankara vapuru, vapur seferleri intizamını kaybetmiş- | rötarsız gelmiştir. Ankaran tir. Bir hafta, on gündenberi müte- | dışında hayli fırtına yediği madiyen fırtına ile mücadele eden | miştir. Vapur, Beykoz önünü Aksu vapuru, evvelki gece 1930 da | müddet durduktan sonra di gelmiştir. Güneysu Trabzonda, vapuru Polathanede kalm İçinde zelzele felâketzed derilen ikinci parti yardım bulunan İzmir vapuru, mücadele halinde yoluna deri mektedir. İzmir, Zonguldak" rını Ereğliye çıkarmak mecbgi de kalmıştır. “ii Tayyar vapuru ku Pazar gecesi saat ikide 7 beri mütemadiyen fırtına yedik. Gör- düğümüz dalgaların en küçüğü 6 metre yükseklikte idi. Gidişte fırlı- hiç tutamadık. Giresun, Trabzon, Ri- seye yalnız yolcu çıkarabildik. Ho pada 13 saat kaldıktan sonra geri döndük. Deniz biraz hafiflediği için

Bu sayıdan diğer sayfalar: