EE Ee Ci TA MT A Derler ki Tahiti sahillerinden ufkun mübhtelif noktalarına uzun sunan bakmak akıl için ziyanmış. Zira med ve cezir, siya oyunları oynar, zihinde karışıklık hasu edermiş. Ben de klübün geniş tarasında ummaânı seyredeceğime ekseriya câddeyi temaşaya dalardım. Sokağı dolduran alaca renkli halk zevkimi okşardı. Yerliler, Çinliler, Fransızlar, akar, giderdi, Çocukların kah kabalarile domuzların bomurtuları birbi- rine Karışırdı. Her gün ayni saatte, üfak tefek, acayip kılıklı, bir adam önümüzden geçiyordu Bütün ada, koca şapkası altında çehresini saklıyan, gözlerini de siyalı gözlüklerle ör- ten bu beyaz sakallı, uzun çubuklu şah- siyetin kim olduğunu metak ediyordu. Hak- kında türlü türlü rivayetler dönüyordu: Kimi idbara uğramış yüksek bir Fransız memuru olduğunu; kimi sevdiği bir xa- inn İhanet gördüğü için kaçtığını, mi de Parisin girdibadına dayanamıyar burada ihtiyari bir menfa hayatı sürdü. günü söylüyordu. Ben, bu esrarı keşfetmeğe karar verdi- ğimden, onu ne zaman klübün önünden ge- çer görsem, kadehimi kaldırarak sel; lardım. O da mütemadiyen fosurdati uzun çubuğunu ağzından uzaklaştırmak- sızın bana hafifçe başını sallardı. Bir 38- terinde dışarıda müthiş bir fırtına var- dı; yanıma gelmek üzere bir iki adım at- mişken bu kararından vazgeçti Mutadı üzere yoluna devam etti. Fakat oynaşan çucuklara. çurplğ yumurcakların hü- cumuna uğradı. İşlerinden biri beyaz kallı ihliyarın yüzüne tükürdü. Başka biri, üstüne bir muz kabuğu atta. Üçüncüsü de zâvallıyı döğmek için yerden bir kuru İni aldı Beh hemen onu kurtarmak için eri atıle dım. Kolundan yakalıyarak kendisini kah- venin kapalı tarafına aldım. maksadıma ulaşıyordum. ini işgal eden esrarı öğren» Adam Karşımdaydı. İskemle âze- iki büklüm oturuyordu; vücudü ha- ZN çaldım. rinde fif ürpermelerie Daretlim; Otur öenedir buraya girdiğim tu! - dedi. Kendisine hayretle bakıyordum. Fransiz olmadığı anlaşılıyordu. Bâriz bir Norveçli şivesile konuşuyordu. Garson Jules'ün yuk- laşması ediçim?» sualini sormama mâul oldu. Sadece: — Ne içeceksiniz? - dedim. — Bir Pernod yuk» dıklarımız çok “göçmeden masa- © konuldu. Jules uzaklaşınca, hul adam, bana şöyle garip bir sual Sormaz mu: — Paradâni ne haber? Yerimden sıçradım. Fakat «Ismarladı- dın şeylerin parasını verebilecek mişin?e demek istediğini zannederek: — Yanımda paru var! » dedim. Demek benim hakkımı da nihayet ge- tirdin. Henfi dikkatle gözden geçiriyordum. Akıl cihetinden tabii görünmüyordu. Elleri titriyordu. Başı sağa, sola sallaniyordu. Sakın deli olmasın: Zıddına basmaktan tehlike zuhur edebilirdi. — Senin bakkın ne kadardır? - dedim. ldü, Hıçkırığı andıran bir gülüştü bu. -— Bilmiyor musun?.. Epeyce paral., Hey Birch hey!.. Ne sen, ne ben ömrümüz. de böyle bir para görmüşüzdür.. Tam mânasle zıvana bozuk olduğu anlaşılıyordu, — Şimdi sana kaç para vermem icap edi- yor?... Onu söyle... Gösünü kırpli. Şüpheli şüpheli yüzüme baktı Elimden kaçmak mı; İstiyorsun, Bireh?... Oluz #euede çok değişmişsin... Fa- kat ben gene seni gölgenden tanırım! Zor işitilebilir alçak bir sesle konuşu- yordu. Sinsi sinsi gülümsiyerek devam etti: — Meseleyi unuttuğunu ileri süremezsin şüphesiz, — Hâfızam çok bozuldu! - dedim. İçkisinin yarısını mideye indirdikten sonra; — Özleyse aklına getireyim: Biz seninle zengin olmak için insan öldürmüştük, Hat- tâ sen benden daha da coşkundun. Bir- denbire kaptana hücum edip onu geberi- tin. Benim de üzerime düşen bir vaziio vardı, Finlândiyalıyı, İrlandalıyı, zenel .n- dayi hakladım. Sen bu aralık Gregoire'la iki küçük miçoyu ortadan kaldırdın. HAA gözümün önündedir: Elindeki kocamın demiri ikinci kaptanın kafasına indirmiş- tin, «İkimiz de ayni mikdarda adamı ahrsa yolladık. Korkusundan deliren marangnz da kendini denize atlı. Dalgalar onu yut” tu, gitti. #mdi aklına geliyor ya mesele... Geriye doğru abanmıştım. Alnımı soğuk bir ter tabakası kapla Haş Fırtına, bütün şiddetile ortalığı kasıp kavuruyordu. Damlardan kiremitler uçu- yordu. — Hulâsa dostum Bireb bu otuz senelik cinayeti dünkü mesele gibi hatırlıyorum. Plânımızı nasıl hazırlamıştık, değil mi?.. Günirrir kafa patlattık, düşündük, taşın- dık; sabırla her şey! tertipledik.. Müna- sip fırsat bekledik... Bugünkü gibi büyük bir fırlınadan kurtulduktan sonra, sahilş yakın bir yerde oyunumuzu oynadık... Son- ra erzak, su, me lâzımsa hepsini kayığa doldurduk; Belle de Phymonth'u batırıp; yanından süratle uzaklaştık... Çaldığımız inci, bize servet getirecekti. Onu, sağlam bir şekilde, kayığın gltına bağlamıştık. Jules, yeni bir pornod ile viski getirmiş- ti. Fırtına dehşetini arttırıyordu. Ortalığı gece istilü etmişti. Lâmbanın ışığında, muhatabımın yü- zünü muayene ettim: Çok ihtiyardı, çok. — işte böyle bir gece, Tahiti'ye çıktık. Kendimizi, kazazede gemiciler diye yut- turduk. Aklına gel di?... Hah bah hah... milyonluk ne bilsin?.. Bizi mem leketimize yollasm diye, A 1 konsolosunu beklemeğe başladık. Bardağını bir yudumda boşalttı Bazan birbirimizi hiç görmiyeceğin. zi sanmıştım, Birch!... Evet, azizim, Belle de Plymonth'un mürettebatı ile ayni âki- bete uğrıyasağımı zannelmiştim. Fukut işte; döndün, geldin... Demek dünyayı ka- fese koydun, satlır.. Parayı gelirdin.. Gözlerini gözlerimin içine dikti; — Kaça sattın? 'Titrememeğe gayret ediyordum. Cebla- den on dolar çıkararak avucuna sikişkir * dim — işte senin hissen, Parayı aldı Ayağa kalktı, Gazinonun tenha bir köşesine gelmem Için bana işaret çaktı. Parayı cebinin ie- rinliğine yerleştirdi Tsss!... - dedi, - Nereye sakladığını dünyada kimse bulamıyacaktır, — Evet! « dedim. - Hiç kimse keşlede pr Birdenbire: — Ha. Bireh.. - diye başını salladı. Sana makbuz vermeliyim... Bir kâğıd, <a lem... Jüles'e kAğıd, kalem ısmarladım. İhti- yar, bir masanın başına oturarak, bazı 4- tırlar karaladı. Sonra, kâğıdı katlı olarak bana uzat. Gecenin karanlığı işinde kayboldu. O gittikten sonra yazdığını okudum: «Hiç bir hesabımız kalmamıştır. Gayet güzel bir hikâye mevsuunu tahayyül x- memin karşılığı olarak bay muharrirdsa on dolar aldım.» Bruce PFaknestack'tan (Yâ - Nü; İki otomobil toslaştı Şoför Cemalin idaresindeki otomobil ile şoför Ahmedin idaresindeki taksi banka- lar caddesinde biribirlerile çarpışmışlar, her ikisi de hasara uğramıştır. üme eden; Tuzak içinde Tuzak 'Tefrika No, 30 Haydi bakalım, ne yaparsanız yapı- niz... Arkanızdayım... Şayet mahvo- lursak, beraber olacağız! Fakat ba- san zihnime kara fikirler ârız olu- yor... Başka bir yol takip etmeği dü- şünüyorum., — Nasıl? — Kalabalık şehirlerde yaşama- mak; mütevazi bir hayat sürmek... Meselâ Murad amcamın evinde olur. mak... Yaşlı adam, istihfafla; — O sakin, harekelsiz muhitte, Dayamlır şey mi?,.. Seni onların ya- nına, büyüsün diye bırakmıştım... Çocukluğunu geçirdiğin yerde şim- âi artık oluramazsın! — Ayda elli Mira gelirim olsa kâfi- dir... Bir memuriyet alırım... Vessö- lâm... — Deli misin, oğlum... Ben seni böyle mi yetiştirdim ... Ne ideal dar- hi Bütün ömrünce memurluk edeceksin; sonra, mlskince ihtiyar- yarak öleceksin... Haydi, haydi!... Bırak bu kafaları... Geniş, bol, ra hat, müreffeh bir hayat yaşamanın çaresini düşün! Delikanlı; Nakleden ; (Vâ - Nü) — Ne isterseniz söyleyin! - dedi, - Ben, ahlâkça öyle gürültülü, tehlikeli işlerden hoşlanmıyorum... Sizi temin ederim ki, çok zaman, Murad amca» nın evinde geçirdiğim sakin günleri hatırlıyorum... — Anlaşılıyor ki, aşkın doleyısile, . .. — Evet. — HAlâ o kızı düşünüyor musun? — HANA, — Çocukluk seninkisi! — Doğru söylüyorsunuz!... Çocuk- luk... İkimiz de o zaman çocuktuk. Ben değilsem bile her halde o, çocuk denecek bir çağdaydı. Fakat ne lâtif bir yüzü vardı. Ne saf insandı, Acaba ne oldu? Büyüğü, parmaklarile seneleri say- — Bundan beş sene evvelki hadi. se... Demek hâlâ şu sevdadan kurtu lamadın? Alay ederek: — Şayet Murad amcanın yanına gidersen belki sevgilini bulursun... O masum peri ile evlenirsin... Hah hah hah... “ Delikanlı se$ çıkarmadı, Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu 1048 m. 182 Ke./5. 120 Ker Ankara Radyosu T.A.P,317 m. 9465 Ke/820K.W. TÜRKİYE SAATİLE Ankara radyosu 317 metre kısa dulça postasile her gün yapılmakla olan ecnebi dillerde haberler neşriyatı programı: nci servis at 1200 215 » İranca Sant İTA Arapça Elence 1945 , Pranszc& » 4 » Bulgarca » 1430 , PAZAR 771/940 12.30 Program ve memleket sant ayarı, 12,35 Ajans ve meteoroloji haberleri, 1250 Türk müziği: Düğün adetlerine ait türkü- Jer, Kadınlar küme heyeti ve Sadi Yaver Ataman, 13,10 Türk müziği Çalı Ve elhe, Ruşen Kam, Refik Fersan, i — Oku- yan: Mefharet Sağnak, 1- Leyiâ hanım * Hicazkâr şarkı: (Nerdesin netde n62p), 2- Arif bey - Hicazkür çi (Gözümden iyor bir an hayali), 2— Okuyan: Ra- dire Erten, 1-Arif bey - Hüseyni şarkı: (Vas- lınla cana pek neşelendim-, 2- Kürdilihi- cazkâr şarkı: (Sen beni bir eye ettin toda), 3- Saz eseri, 13,30 14,3) Müzik: Kü- gk orkestra (Şef: Necip Aşkın), 1- Emst Fischer: Tatil günleri, 2) İşte dağlar, b) Beklenilmeyen bir tesadüf, c) Suların sü- küneti, d) Avdet, 2- Robert Leusehner: Ma- surka (fantezi), 3- Edvard Künneke: Durs suitinden Blues, 4- Besim Pahri: Boğaziçi dalgaları, 5- Arnold Melster: Bohemya rapsodisi, 6- Giulio de Micheli: Memleket hasreti (serenad), 7- Miainyer: Düğün tö- reni, 18 Program ve memleket saat ayarı, 16.05 Müzik: Radyo caz orkestrası, 18,30 Çocuk santi, 18,55 Serbes saat, 19,10 Memleket sa- ayarı ajans ve met Türk müziği: Çala Reşat Erer, İzetlin Ökte, 1 Muzaffer İlkar, 1- Nişaburek peşrev! İsmali Hakkı bey - Nişaburek beste kere yüzün görmeği), 3- bürek şarkı: (Bir zeban bö: paşa - Nişabürek şarkı: () büyüttü), 5- İzzettin Ökte: Tı 6- Ali Rifat - Nişaburek şarkı: (Meyledip bir gülizare) mali Hakkı bey - Nişa- (Ey gül ne acep silsilei r; Vecihe Ruşe — Okuyan: Melek Tokgü Kürdilihicazkâir şarkı Retik Fersan - Kürdilihicazk erin mai mine), 3- Refik Pur- san - Nihavent şarlı: (Sen pe 4- Refik Pefsan - Tahir puselik şari (Canlandı hayalimde), 20,15 Konuşma (Ta: tihten sahifeler), 20,30 Türk müziği: Halk türküleri İnebolulu Sarı Recep, 2045 Türk Müziği: Fasıl heyeti, 21,15 Müzik: Weber - Büyük Duo (Op. 48) (Klarnet ve piyano için), Hayrullah Duygu ve Cemal Reşid s« melodiler (P1.), 21,45 Müzik: Neşeli müzik ket suat ayar, Ajans tahvilât, kambi- yo » mukut borsası (fiat), 2230 Ajans spor servisi, 22,40 Müzik; Cazband (Pİ), 23,)5- 2330 Yarınki pgoram ve kapanış. İki seyyar satıcı arasında kavga Beyazıdda seyyar satıcılık edeni Ahined isimlerinde iki kişi; rekabet yüzünden kav- gn etmişler, her ikisi de biribirlerini di hemle başlarından ağır surette yaralamı;- lardır. İşe el koyan zabıta memurları iki yarulıyı vaziyetlerini tehlikeli gördüğü: hastaneye kaldırmıştır. Meçhul bir otomobil çarptı Mühendis B, Ralfin on yaşlarındaki ov- lâdlığı Ralfe, dün Gümüşsuyu caddesinden geçerken meçhul bir otomobilin sadme- sine uğrayarak yaralanmıştır. Polis yara- WU çoruğu hastaneye kaldırmış olup meçhul şoförün hüviyetinin tesbitine çalışılmakta» dır. Gözleri dalmıştı. Başını çevirdi. Büyük camekândan bakıp Beyoğlu caddesinden gidip gelen halkı bir müddet seyretli. Maziyi düşünüyör- du. Annesiz, babasız, hakiki akraba- siz geçen çocukluğunun opanorama- sını gözleri önünde canlandırıyordu. Hayatta yegâne istinadgâhı, şimdi yanında bulunan bu adam olmuştu. Kendisine o bakmıştı, ihtimam gös- termişti, Tahsilini, terbiyesini, hattâ sonradün kültürce yükselmesini, li- sanlar öğrenmesini temin elimişti. Bu adam, kısacası, onun babasıydı. Şayet dünyada o olmasaydı, Sühi denen bu delikanlı bugün kimbilir ne olacaktı! Bütün âilesi « babası, hâmisi, hülâ- sa herşeyi - bu sarsak adamdı. Onu seviyordu. Ona bir ok şeylerini, hattâ icabında hayatını feda edebilirdi. Pa- kat sevdiği kız!... Bilhassa onu dü- şünüyordu. Ayrıldıkları için çok mü- teessirdi. O aralık, ta öteki tarafta, bir ma- sa başında oturan bir müşteri gitti- ğinden garson, içeriki büfeye doğru İ kaybolduğundan, seyyahlar büyük sa- londa yalnız kaldılar, Yaşlısı: — Ne düşünüyorsun, Sühi? — Ben mi?.., Hiç, — Beni dinlel — Buyrun... — Senin sevgilin bir tecrübeydi. 4 in lk ön LİRA a Yin İkinci servis 1745 , 2100 1809 aberleri, 109 | İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Tefrika No. 22 Yazan: İskender Fahreddi Selim mağrurane bir tavırla elini Fatmanın omuzuna vurdu: « Böyle değerli bir kahramanın Endilü- sü yüzüstü bırakıp Şama dönmesi doğru mudur? Selim gülümsedi: — Burada onun Için yapılacak iş kal- madı. Musa bin Nasir gelirse, ötesini de © tamamlar. Tarık, daha büyük ülkeler foi- hine hazırlanıyor. — Hedefi neresi: — Avrupa geçip bütün Balkanları, Ma caristanı, Almanya sınırlarına kadar zapi ve istilâ elmek İstiyor. Ondan sonra dâ sn hedefi Bizanstır. (4) Fatma hayretle sordu: — Ne dedin., Bizansı dü mu saptetmek is- tiyor; — Evek Bunu Elhâris'e söylerken duy- dum. Eğer Musa bin Nasir yolunu kesmez se. Bu ne demek? Musa, onun bu, der- lete şan ve şerefler getiredek fütuhatına mâni olmak mı ister sanıyorsun Belli olmaz. Kıskançlık bu. — Kazanılan şerefler aralarında payla- gılamaz mi? - Şerer, mal ve para gibi kabili taksim olsaydı, şimdiye kadar çoktan paylaşmış- lardı - Fakat, bu hak, Tarıkın değil midir? Musa, bence çocukluk yapıyor, eğer böyle düşünüyorsa. — Ben, onların hizmetçi olarak almış. Bu, onun güru- runu okşıyan bir hâdisedir. Kral karısı &n- cak halifeye Jüyıkta, Maryananı ma kralın Karısını günderse Falma bu sözle az kaldı küçük di — Ne diyorsun, Selim? Diye bağırdı - Wuzaya hizmetçilik i . Gerçek mi bu söylediklerin? madığın daha çok şeyler ekler ne de olsa, “iz- hayretinden yutacaktı. den daha kü ğı görür kimseleriz. Musa bin Nasir, Ispan- ya hazinesini de Tarıkın elinden almağa muvaffak olmuş. Hatti krulın hususi mü- m bir kısmını ken- Neler du; Silim?! Şimdi nerdeyse aklımı oynatacağım, Haniya. Mu- hazinelerini Şama gönder- 'duklarım | 8a, İspanyanın miş diyorlardı doğru değilmi — Senin duydukların da doğrudur. Mu- #a, halifeye, Maryanayı götüren son ker- vanla birşeyler göndermiş amma. bunlar arasında kralın hüsüsl saya kalan hazin Demek benim du yor demektir. Ethâris ve Belman bunu bil miyorlar mı? Selmanı bilmem. mediği birşey yoktur. Fakat, Ehâris'in bil“ Maamatih, bilmek ve görmek neye yarar? Şam buraya o kadır | uzak ki... Halifeye vaziyeti bildirmek bilg imkânsızdır, — Elhâris, Müsaya: «Sen ne yapıyorsun? İspanyanın hazinelerini neden tamamile gama göndermedim?» diyemez mi? ! Diyemez, yavrum! Musanın maiyetinde bir Onunla nd gilmek, onu darıltmak işine gel» ssap sörmak, ona yol göstermek hakkı bile değil — Bu işl Tarık pekâlâ yapabilirdi, — Yani o mu sorsun demek istiyorsun? Evel, Tarık pekâlâ sorabilirdi bunları... — Sen, Tarikın da, Musanın maiyetin de bir kumandan olduğunun farkında de- gilain galiba?... Fatma birdenbire şaşaladı: — Yeni ülkeler fethine hazırlanan "Tarık gibi bir kumandan, blihsssa bundan sonra Musanın emri altında nasıl çalışabilir? O, — Ne gibi? — Mektebini henüz bitirmiştin. İyi okumuştum, Seni prens gibi tahsil i alnımın terile kazan- dığım paralarla yaptım. — Doğru — Sen, mahrumiyetler içinde kıv- ranmak için yaratılınış bir insân de- gilsin. Bambaşka bir tıynettesin... şimdi garson bize av etlerile, ka şaraplarla mükemmel bir yemek ha- zırlatmağa gitti... Sen böyle bir ha- yata lâyıksın... Bindiğimiz kotra gi- bi kotran, yatın ulacak... Böyle otel lerde oturacaksın... dalgın, mütevekki, dinli- — Atinada gayet iyl ahbaplar edin. dim. — Templelton and Co, Burlet mü- esşesesi ile, değil mi? - diye Sühi acı acı güldü — Öyle ya, çocuğum... O adamlar- Ja tanışıp kaynaştığımızdan dolayı pek memnunuz. Şayed kendilerini bulmasaydık hâlimiz ne olacaktı? Şimdi, maksadın yarısına vardık sa- yılır. Niçin? Canım! hayatımızın şekli değişe medi mi? Şimdi artık ne istesek ya- pabiliriz. Şu İstanbul şehrinde mü- kemmel bir vaziyet sahibi olabileceğiz. sil Seki Çünkü, Elhâris, | kumandandır, | Öyleyse hemen hazır ol!» itiraz etmiyor mu buna? — Hayır, Ağzını bile açmiyor: «Ben, hü Mfenin emirlerine her zaman boyun #ğe- rim. O bana, sen Musanin malyetinde ça- Uişacaksın, dedi, Buna verilen vazifeyi yap- tım. İşim bitmek üzeredir. diyor. Çok büyük bir kumandan ve çok t9- miz yürekli bir insanmış doğrusu. Tarık şimdi gözümde eskisinden fazin büyüdü. Onun eşsiz bir kahramanın maiyetin- de çalışmayı çok isterim. Selimin gözleri birdenbire ışıldadı: Gerçek mi aöylüyorsun, Fatma? Tarı- kın ordusuna gitmek, onun yazında çaliş» mak ister misin? Evet. Hattâ mümkünse hemen şimdi... Selim mağrurane bir tavırla, elini Fat- manın omuzuna vurdu” Öyleyse hazır ol! Fatma, Selimin gözlerinden birşeyisr sezmek istiyordu: — Ne 0? dedi, - Sen de mi gideceksin? Evet. Ben da onun yanında çalışmak, akından akına, ülkeden ülkeye koşmak tiyorum. Işbiliyede bir kale muhafızı veya bir zindan bekçisi gibi barekelsiz kalmak istemem. Gözlerim ileride... Ufuklar bize açılmış.. mazldm milletleri kurtarmak, #sir- lere hürriyet vermek ve ben de önun gibi, bir kahraman, bana: «Senin gibi bir aslana dalma muhtacım, Benimle beraber çalışir- san, umarım ki, kısa bir zamanda sağ kolum olursun!» demişti. Onun bu sözleri- Di hatırladıkça, burada aylardanberi Sel» mana bağlanıp kaldığıma yanıyorum. — Onun sağ kolu olmayı kim istemez, Belim? Haydi, hasırlanalım, Yağmurlar baş- lamadan ve kimseye görünmeden yola çı- kalım. Tarıka koşmak; güneşe koşmak, nlığa çıkmak demektir. Doğru. Ben de şimdi karanlıkta boöa- fun hissediyorum. Selim hazırlandı, © gün Fatma De atla- rına bindiler, Ve kale dışında dolaşmak bahanesile 59- hirden çıktılar, Fatma ve Selim. kimseye sezdirmeden, Tarıkın ordusuna iltihak etmek üzere 70'a düzülmüşlerdi. Endülüs dağlarında bir gece. Ortalık kararmıştı. Fakat, gökte ay v9 yıldızlar vardı. Endülüs dağlarmın yüksek ve yemyeşii bir yamacında atlarından in- mişlerdi. Fatma çok dalgın ve düşünceliydi Uydi ki, o, Selimi seviyordu. Oysa ki, Selim, Miarjana ile tan gündenberi Fatma ile meşgul olmuyor, ona ancak bir erkek arkadaş muamelesi yapi yordu. Hattâ bir gün: Sen çok erkekleşmişsin, Fatma! Demekten bile kendini alamamıştı. Fatma bu sözleri hatırladıkça: - Artık Selim benden hoşlanmıyor.. Bir- leşmemize imkân yok. Bel- (Arkası var) (b) «Endülüsün islâm orduları tarafın- dan zaplı esnasında, Semith isminde bir papas, şarkta islim hükümetlerinin kur- vellendiğini ve Musa bin Nasirin Afrika »6- ferinden sonra. Tarık bin Zeyyadın da İs- panyayı fethettiğini görünce, eline büyük bir salip alarak Avrupanın göbeğinde ba- ırmağa başladı; Blüslüman halifesi, iki elindeki ms- şaleyi, iki Türk akıncısının eline verdi, Biri Endülüsü, diğeri Hindistanı zaptedi- yor. (Hindistana giden, Haecacın maiyetin- de Türkistanlı Mahmud adlı bir Türk cew- giveriydi.) Müslümanlar dünyayı istilâya azmetmişler, Haydi, ne duruyorsunuz? Siz de mukaddes salip etrafında birleşiniz. Dün- yayı saran bu korkunç tehlikeyi önlemeğe çalışınız! — Mistory of the World: Vol 3 — — inşallah... - Hem de kolaylıkla... Göreceksin... Gayet büylk bir servet -edineceğiz. Sarsılmaz bir servetimiz olacak... — Hülya! — Hakikat! — Belki de büyük bir felâket bizi bekliyor. — Kaç kere söyledim: Muvaffak ol- mamız için bir sene lâzım... İhtimal, o kadarına da hacet yok... Altı ay kâ- — Söyledim ya: İnşallah... — Senden beklediğim bir şey var: Cesaret, metanet, azim ve irade... Bunlara sahip olursan hedefe çabuk ulaşırız. Bu muhavereden anlaşılıyordu ki Sühi bir âlet mesabesinde fena bir işte kullanılacaktı. Babalığı ise, onun Üs tadı mevkiindeydi. Kimbilir, ne ni- yetleri vardı. — Bana itimadın var ya, Sühü? — Böyle bir sualin sorulmasını bi- le abes bulurum. — Beni küçükken buldum. Annen, akraban yoktu. Ölmek üzere olan ihtiyar bir kadının elindeydin. O da zavallır biriydi zaten! Dün- yada hiç kimse kendislle meşgul ol- muyordu. Ben de sizler gibi, yalnız- dım, fa ım, kimsesizdim. Herkesin istihfafile karşılaşıyordum. Seni al- dım; kendime evlâd edindim, Bütün düşüncem sen oldun. o (Arkası var)