tım: Zevcem geceleyin anğzin hastaları fı. Aceleyle hekim ariyordum” Kapıcı, ri nam Smirnovu niçin opayalıpn dor- meli çikip — önüne gittiğim vakit, odı yukarı aşağı do- Jaştığını ayak seslerin, fafkettim. Par- mağımla vurdum. Gezinme durdu; bir sü- küt hüküm sürdü. Kanadın öte tarafından, kim olduğumu anlamak üzere dinlediği belliydi. Sonra killd açıldı. Eşikte yarı giyinmiş şişman bir adam gördüm, Şaşırmış çibi yüzüme bakıyordu. Ziyaretimin sebebini kendisine söylediğim vakit itizara başladı. Sırtına derhal birşey alarak fazla teklif- siz aşağı inmesinde hiç bir olma- pin ikna için hayll çal Jâzım gel- eğ, derdi mühim am Çok geç- meden sancısı geçli, Üç kişi oturup gece &oç vakte kadar çene çaldık, çay içtik. Bi- simki doktorun konuşmuusından hoşlandı. Alishtan, imandan, kaderde bahsediyor- duk. Misafirimiz de yüksek bir manevi sa- fiyet hissolunuyordu. Tırnakları kemiril- Miş parmaklarını sellıyarak: — Ziruh mahlükatı sevmeli... » diyordu. » İnsan ancak ondan âoura ruh sükünü bu- Jabilir. — Fakat ya cermek kabir olamazsa, dok» tor? Dazlak başını sallıyordü, Şişman yanak- ları sallanıyordu. Herhalde.imanlı bir adamdı. İyi de doktordu, Teşhisini mükem- mel koyuyordu. Amma, Xedağ icap edin- de: — Vallahi bilmem amma, banyo belki iyidir.. - gibi mübhem fikirler ile- ri atıyor ve mütalâa böyan çitiği için de itizar edercesine yüzümüze ordu. Güzlerinde de öyle si bir mâna yardı ki... Sanki! «Ben de bujişleri sizden dahe iyi bilmem zaten.» der gibiydi. Karım iyileştikten sonra, 8mirnosa bağ- Yandı. — Çocuk gibi bir ruhü var) - diyordu. Mahallede çocukların"pile alâkasmı cel- bediyordu. Kirli ve obüruşuk elbiseleri, gazele tomarlarile, kitaplarla dolu çişkin Bleri, bir takım dini ve işlimai meseleler» )e mahımul başını sağa sola sallayışı dikkat edilmiyecek gibi değildi... Karım kendisine, Bihayet: — Doktor! - dedi, - Kılığınızı, kıyafetini- si niçin bu derece ihmal ediyorsunuz? Göm- leğinizi iliklememişsiniz... Caketinizde düğ- meler eksik... — Diğer mühim meseleleri hallettikten Sonra düğmelerini de düşürürüm.. Fakat gündn güne düşüyordu. Kendisine teklif ettiğimiz ya, aza- metinden dolayı razı olmuyordu. Hattâ &or zamanlar, soluk yüzünü yolda ne Za- sahibi etmek hevesine kapılmıştı. — Fukat katiyen yola girer elnsten de- Bil! - diyordu. - Ben kendisini çamurdan çekiyorum, o gene yuvarlanıyor. Yeni aldı- iz. elbiselerini ne yaptı, anlıyamadım. İstübaşı bu derece fena olunca da bir tür- iü iş bulmak kabil değil. Kendisini bir baltaya sap etmek için yar küvyetimizle uğraşıyorduk, Garbi Afri- kaya, doktorln sıhhiye memuru arası bir vazifeyle gitti. Kendisini garda teşyi etti- Bim vakit, taklım tıklım dolu beş çuval kitap, eski gazete ve evrakı - yegüne €ğyu olarak- götürdüğünü gördüm. Haberlerin! alıyorduk: Iklime dayanamı- yormuş; sıtmaya yakalanmış. Bana uzun bl mektup yazıp: «Bizim Rusya muhaçiri arkadaşlar şim- di neredeler? Gene hükümdarlığı tesis fik- rindeler mi? Yoksa düşüncelerinde bir de- gişiklik hasıl oldü mu? Ah, siğler, Pariste olduğunuz için ne mesudsunuz... Edebiyat- tan ne haber?.. Ne gibi yeni Kitaplar ya zıldı?-. Moda fikirler hangileridir?» diye soruyordu. 'Tetrika No, 20 bile atiamaksızın snlatıyordu. Pakat dü- şünüyor, öy gönlünü o zalimin pen- gesinden kurtarmak için çare bulamıyor- duk. Tezyif ve tahkir edildikçe herifin ar- kasından ayrılmamak felâketine uğramış- tı. Hattaâ bu erkek nezdinde o teşeb- büste bulunmak zaruretini bile duydum. Fakat o, bunu yanlış tefsir etti, «Terkedil- miş» bir koca olmak sıfatile yalvarmağa geliyorum sandı. Bunun Üzerine serseriyane bir hayata başladım: Dostlarımdan kaçıyordum. Bu- na rağmen etrafımda insanlar bulunması- ni istiyordum. Kakvelere, sinemalara, içti- malar devam ediyordum, Tabiatile, Rus mültecilerini ariyor, buluyordum. ... Bir kış siyasi toplantılarımızın birinde bir arbededir koptu. Bir komünist- 16 bir Çarcı, az daha biçak bıçağa gelecek- lerdi. Belki de polisin müdahalesini icap ettirecek bir rezalet çıkacaktı ki, kürsü- de, bizim doktor belirdi. Bu kuvvet ve cesareti ruhunun hangi esrarlı pinarlarımdan almıştı acaba?.. Anlıya- Buyordum... Bu adam, her oydu, hem de- &ldi... Zayıflamıştı, tendürüstleşmişii, kulığı, kıyafeti düzelmişti; gayet itina Te temiz- lenmiş, traş olmuştu. — Dostlarım... - diye tatlı biP sesle söze uzak, işinde ya- şıyoruz. Ayrica böyle nifak içinde biribiri- mizi yememize ne lüzum var? Ne kadar mantıki, tatlı, cazip bir şekilde konuşuyordu. Belgatı, bütün yüreklere hüzünle karışık bir kuvvet verdi. Dargınlar barıştı. Komünisti de, çarcısı da dostça bi- ribirinden ayrıldı. Alem dağılırken yanıma yaklaştım: — Doktor! - Ne > Ne var? Nereden geliyorsunuz? -— Şey.. - dedi. - Timarhanede müfet- tiş, hekimlik yapıyorum... Birlikte çıktık... Artık, eskisi gibi topuk- larını sürükliyerek yürümüyordu. Her hare- ketine bir çeviklik gelmişti, Başını da dim- dik, azımkâr tutuyordu. — Bu sene çok şeyler gördüm, çok şeyle hissettim! - dedi, - Zavallı deliler... Onlara ne büyük merhamet duyuyorum... Merha- met herşeyin esasıdır... Halbuki zavallılara deli gömleği giydiriyorlar... — Tabii değil mi?... Deli değiller mi?.. -— Bütün dünya deli.. - diyerek yüzünü bana iradeli bir bakışla çevirdi; gözlerinde şimşekler çakıyordu. - Normallik nedir ki? Normal olan kim?... Aklıma karım ve kismen de ona karşı zaafım gelerek: — Öyle... - diyo itiraf etmek mocburiye- tinde kaldım; ve bütün felikelli macerayı bu eski dosta anlattım, — Şimdi nerede? - dedi, - Gidip kendisini göreyim. — Gidin görün İstersenizi.. Fakat ziya- relinizden bir fayda hasıl olur mu sani- yorsunuz?... İmkânı yok: Tamamile beyhu- de bir teşebbüste bulunmuş olacaksınız. Valdlerle yanımdan ayrıldı. Birşey yapa- Pakat hayret de- cağına inanamıyordum. BU mi? Hemen o akşam karım, Aşığını bi- Tuzak içinde Tuzak Nakleden (Vâ Nü) Uzun zamandanberi karısını kay- betmiş bulunuyordu. Biricik kızına, bu Cağaloğlundaki büyük aprtımanı hediye etmişti. Kudretle Maide, koca binanın iki muhteşem katını husust ikametgâh olarak kullanıyorlardı. Kaptan, geniş koltuğa henüz yer- leşmişti ki, adilyeci: — Senin bir şeyin var... Rengin değişmişi... Ne oldun? - diye kaşla. Biliyorsun ki uzun zamandır Türki- yede değlidim; olup bitenlerden ha- © barder değilim... Sen adliyedeki mev- kilni hâlâ muhafaza ediyorsun ya... — Tabii, canım... Kaptan, rahat bir nefes aldı, Kölonbeyzade Kudret: — Bir işin mi var? - — Evet, diye sordu. hibi bir dostuma mürâçaaf ediyorum. — Korktuğun bir şey var? — Evet. — Sen ve korkmak! — Niçin olmasın! — Hayatımda müthiş bir dram c8- rTeyan etti. — Beni korkutuyorsun... Anlat ba- kalım. gelişinden başlıyarak, Korsankaleyi ziyaretini, çeteci Celâli öldürüşünü, hulâsa her şeyi anlattı. Hiç bir te- ferrüat atlamadı. Kolonbeyzade, onun dikkatle din- diyordu. Tek kelime söylemiyordu. Nihayet: — E, azizim, bu tafsilâtı kimsenin bilmediğine emin misin? - diye sordu. — Eminim... Yahut lâakal öyle zannediyorum. — Zevcen? a — Hayatla memat arasında... — Ölmediği takdirde? , — Yaşıyacak olursa çenesini futa- mıyacaktır. | manevi tehlike hissetmiyorum... rim, bundan sonra beni iyi muhafaza e. Başıma yeni bir belâ açılmasın. Fakat doktorun mucizeleri bununla da kalmadı. Neler yapmıyordu? Batmak üze- re bulunan bir hayır cemiyetini diriltti; Azasının yüreğine sönmek üzere olan ide- alizm ateşini nefhetti, Senelerdir dargın bulunan iki siyasi şefi elele verdirdi. Ana kiliseden ayrılan papaslara tövbe ve İstiğ- far çektirdi. Hulâsa, Paristeki Rus muha- cirleri arasında küçük mikyasta bir pey- Karma tolü oynadı. ün birinde onu aramızdan kaybet- ie Vazifesi başına gitmiş olacaktı. Fakat, yeni ihtilâlarımız, müşküllerimiz belirdiği için, kendisini nasıl arıyorduk, yarabbi... Nihayet meşhur tımarhanelerin müdür- lerine müracaat mecburiyetinde kaldık, Biri müstesna, hepsi de böyle bir şahsiyeti ta- nımadığını bildirdi. O biri is şöyle di- yordu: «Efendim, Doktor . Smirnov, müessesemizde çalışmıyor, hasta olarak tedavi altın. da bulunuyor. Kendisi, Afrikadayken zihni bir illete uğramış, bir sene has- tanemizde kalmıştı. Gardiyanların gafletinden istifade ederek kaçmış, Parise gitmiş, orada kendine müjet- fişimiz süsünü vermiş diye haber al- Şimdi yine tedavi altındadır, Hürmet- dığımazdan yakalatarak (o getiritik, ler, İl... Zavalh doktor! ! Kendisini kurtarıcı telâkki etmiştik. Me- ğer deli imiş, Fakat cidden muamma: Acaba eskiden mi deliydi, şimdi mi?.. Maria Sokolova'dan tercüme eden: (Hatice Süreyya SOLINGEN Cinsinden BİR ÇİÇEK Malzemesi Fabrikası; Piyasada pek çok münasebatı bulunan BİR MÜMESSİL ARIYOR Tekliflerin referans göstererek şu adrese gönderilmesi: GERR. LANG Solingen İstanbul asliye 9 uncu hukuk bâkimliğinden 34/327 Jozef namı diğer Pepo Anjelin pederi Alman tebaasından Bobor Anjel 7/9/939 tarihinde vefat etmiş olup vera- seti karısı Merkada İle Korin ve saireye ait olduğundan bahsile bir kıt'a veraset Hâ- mının İlasi avukat Danyel Nahar tarafın- dan taleb edilmiş olduğundan ecnebi mem- lekette olup adresi malüm olmayan Mu- rislerden Rifat karısı Lulzanım terekeden dörtte bir mülkiyet veya intifa hakkından hangisini tercih ettiğinin bir ay zarfinda mahkemeye tahriren veya şifahen beyan etmediği taktirde dörste bir mülkiyet bak- kını tercih etmiş sayılacağının ilinma mah- kömece karar verilmiş olduğundan mahike- me günü olan 20/1/939 sant 9,30 talik odil- miş olduğu ilân olunur. (38. 2240) OPERATÖR MEKE Dr. FAHRİ AREL Beyoğlu İmam sokağındaki muayene- hanesini, Taksim bahçesi Stadyum karşısı Stadyum Palas No, 1 e naklet- miştir. Muayene saali 3-6 Telefon: 40511 — Acaba? — Kendimden nasıl eminsem on- dan da ayni derecede eminim! — Öyleyse işler yoluna girebilir... Dünya yüzünde hergün bir sürü adamlar ortadan kayboluyor... Bik hassa bu karışık senelerde... Ne ok duklari anlaşılamıyor... Hele bu s& nin öldürdüğün çöeteci de üstelik... — İşi örtbas elmek kabil olur diye düşünüyorsun demek? — Evet... Haltâ içab ederse yakın bazı nüfuzlu arkadaşlarımla da görü- şürüm... Onları da kendime yardımcı ederim... Hem sonra, efendim, anha. minha, karını âşığile yakalıyarak vurmuşsun... Eh, pek büyük bir cü- rüm değil... Kanunun pençesine geç- azam sen bile yiyeceğin ceza büyük değil dir... Belki de büsbütün beraet eder. sin... Hele benim nuüfuzumun bu- lunduğu bir yere düşersen... Maa- mafih inşallah böyle gürültülere, pa- tırtılara da hâcet kalmaz... Kolayca, tere yağından kıl sıyrılır gibi işin içinden çıkarsın, — Mersi... Fakat mesele bundan ibaret değil, — Daha ne yar, bakalım? — Bundan sonraki kısım için sana dost diye müracaat ediyorum. — Öyle olsun. — Aramızda. sir. — Nasıl istersen, *Tefrika No. 13 İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Yazan: İskender Fahreddin Tarık derhal en emin adamlarından iki kişi seçti, Maryananın çadırını tarassuda gönderdi Bu yolculuktan müsbet bir netice nlına- cağını ummamakla beraber, mücahidlerin şevk ve gayretini kırmamak için: — Oradan şehre girmek ihtimali karşısın- da, burada aylarca harp edip beklemenin mânasi yoktur, dedi, hemen bin kişilik bir yak tarlayı İşbiliye dağına göndere- i son toplantıdan sonra bu işin başı- na da Selmanın getirilmesi kararlaştırıı. dı, Vakit geciktirmeden, hemen ertesi gün, Selman ve arkadaşları bir gece karanlığın- da karargâhtan ayrılarak yola çıktılar. Bü- tün yollara fasılalariz gözcüler bırakarak Merilediler, Maryana, hapsedildiği çadırda gittikçe artan merak ve endişesini yenemiyordu. Selmanın karargihtan ayrıldığını nöbetçi» lerden duymuştu. Maryana kendi kendine: — Acaba Solman nereye gitti? Diyor ve hergün kapıdaki nöbetçilere bu- Bu soruyordu. Nöbetçilerden hiç biri Maryanaya müs- bet covup vermiyordu. Maryana merakin« dan çatlıyacaktı, Onu ne kumandan soruyor, ne de Sel- mün arıyordu. Maryana, Selmanın kalbine girebildiğin- den emindi. — 0, beni unutmaz. İlk gördüğü dakika- da sevdiğine şüphem yok. Acaba neden ara muyor beni Diye söyleniyordu. O, Arapların dilinden anlamış olsaydı, birçok şeyler öğrenecekti. İ ene çadırın önünde iki mücahid yordu. wüşmâ arasında birkaç kere Selma- nın de adı geçmişti. Acaba Selman yaralanmış mıydı? * Maryananın içine düşen bu şüphe, gün- ier geçtikçe büyüyor, derinleşiyordu. Bir gün, Maryana, kapisında duran yeni bir möbetçiyo Selmani sordu. Yeni nöbetçi tok tük ispanyolca konu- şabiliyordu. Yarı işaretle yarı sözle Marya- haya Selmanın sefere çıktığını ve henüz bir haber alamadıklarını söyledi. Maryana birdenbire şaşırdı: «- Demek ki müslümanlar İşbiliyeyi ar- kadan vuracaklar! Diye düşünmeğe başladı. Maryana zeki bir kızdı, Bu kısı konuşma ona İspanyanm akibeti hakkında yeni fi- kirler vermişti, Papas Fernando bu gidişle müslümanların eline esir.düşeceğe ben- at yordu. Maryana bunu sezmeğe mii im kada büyük bir Ömldsizliğe Onun, papas Fernândonun çe ii geldiği bir türlü anlaşılamamıştı. Gerçi, o, Belmana birçok şeyler anlatmıştı amma, Tarık bu sözlerin hiç birine inanmıyordu, — Bu kadın, bizi içimizden vurmak iste yen ve bu maksadla gönderilen bir casüs- tur, m onunla hiç bir zâbitin temâsına ber hangi bir zabiti baştan çıkarabilirdi. Tarık, Musa bin Nasiriü yatından ayrılır- ken, Musa ona: — Dikkat et, Tarık! demişti - Endülüs kızları çok yamandır. Hele İspanyol dilber. lerinden zabitlerim çok sarkınmalıdır. On- ların bir bakışı, bin ok darbesinden daha derin yaralar açabilir. İspanyanın cenup cephesinde büyük mu- vaflakiyetler kazanan ve İspanyada yeni bir müslüman devletinin temelini kurma- ön çalişan Tarık, İspanyol kadınlarından gok çekinirdi. — Selman, kaç kere kadın tuzağına düş- müş ve kurtulmuştur, diyordu, Allaha hamd- olsun ki, ben henüz böyle bir tuzağa düş- medim.. ve Maryanayı, önüne ağ kurma- — Ortada bir de çocuk var. — Çocuk mu? — Bu; gayrimeşru münasebetin mahsulü... Bir kız... — Umarım ki masumu denize atıp boğmuş olmayasın. — Yok... Böyle bir şeyi nasıl yap- miş olurum? — Ne yaptın öyleyse? — Tekrarlıyorum ki, bu sırrı yalnız senin bilmiş olmanı istiyorum. Hukukçu: — Teşekkür ederim... Emniyetini sulistimal etmiyeceğime emin olabi- lirsin! - deği, - Demek Ki kızcağız yar şıyor... Ne şeraitle? — Ben kendisinin hayatına ömrü- sonuna kadar kasdedecek deği- lim, Ne kadar yaşayabilirse yaşasın Yalnız babasının, annesinin kim ok İ duklarını bilmemesini İstiyorum... Bu meseleyi yalnız Korsankalenin iki bekçisi biliyor... Bir de karımın sa- dık hizmetçisi — Öyleyse?... — Kendisini balıkçılara teslim et- mişlerdi. Ben de onlardan aldim. Şu saatte uzaklarda ve emin bir eldedir. Kendisine itimad ettiğim bir kadın bu çocuğa bakıyor. — Peki annesi? — Annesi, çocuğunun ne olduğu- nu bilmiyecek. Onun da cezası bu ka- dan -kolayca- yakaladım. O, Maryananın bekiki hüviyetini anla yıncaya kadar bekliyecekti. ri bir gece, rüyasında Maryanayi 5 İspanyol dilberi bir genç müslüman bitinin kolları arasında yatıyordu. sok neşeliydi. Tarık rüyada bile onun bakışlarındaki makandları Ertesi sabah gözlerini açınca, rüya ta- birinde meharet ve tecrübesi olan Erim versin çağırdı, Rüyasımı giz- EZ arya yüzl eli dedi, onu bu gece rüyamdz gördüm. Bu rüyanın Yaşlı mücahid uzun boylu düşünmeden cevap verdi: «— Rüyanız aynen çıkacak. Marjana biğ müslüman zabitinden yardım lale Tarikın fena halde canı sıkılmıştı. Bir denbire hiddetle ayağa kalktı, bütün mal- yotindeki zabitleri gözünün önünden. gö- çirdi. — Bana bu fanalığı yapacak bir arkadaş tasavvur etmiyorum, acaba bu hain kim- dir? Ihtiyar mücahid: — Denemesi güç değil, dedi, Maryananın çadırı etrafına nöbetçilerden başka, ayrıca gözcüler koyarak, çadıra kimin gelip git tiğini öğrenebilirsiniz! Tarık derhal en emin adamlarından iki kişi seçti, Bunlara gizli talimat vererek, Muryananın çadırını tarımda gönderdi. Gözcüler, akşam üstü sular kararınca, Maryananın çadırını gözetlemek üzere ka- rargâh gerisine gittiler ve kumların gömülüp beklediler. Arab kıyafetiyle yakalanan zabit kimdi? Güzcüler o gece sabaha kadar beklediler, yi Dediler, Fakat, kumandan bir kere şüp- helenmişli, Kafasındaki bu şüpheyi kolay kolay silmeğe imkân yoktu. Gözzüleri tek- rar gönderdi. Maryana gerçekten bir zabitle sevişiyog mıydı? Yoksa bu sadece boş ve mânası bir şüpheden mi ibaretti. Birkaç gecelik bir tarasultar sonra, her- gey meydana çıkacaktı. Çök geçmedi. Tarıkın şüpheleri tahakkuk etmişti. Gözcüler, ikinci gece, bütün ordu uyku- z çadırının ler. Bu gölge biraz sonra çadırın arkasın» dan içeriye i ve Kayboldu. Şimdi, şüphe yok ki, ortadan kaybolan bu insan gölgesi çadırda Marya- na İle görüşüyordu, Kumandanın gözcüleri telâşa düştüler: — Şimdi ne yapacağız? Bu adamın kim olduğunu mutlaka anlamalıyız. — Çıkıncaya kadar bekler ve çıkar çık- maz yakalarız. Gözcülerin son kararı bu oldu. Tutam Iki saat gözlerini kırpmadan, ns- fes almadan beklediler. Maryana İle gizlice görüşmek üzere çadı- Fa giren bu cesur adam da kimdi? Her gece, Maryananın çadırına arkadan bir Arap zabiti geliyor. Gözcülir onu süaba- ha kadar bekledikleri halde, döndüğünü göremiyorlardı. Maryanayı görmeğe gelen Arap zabiti ne zaman Ve nasıl dönüyordu? Gözcüler nöbetçilere sordular: — Maryana, yabancı bir kimse İle görü- yiye im mu? Biz burada beklerken, o, şeytanlarla bile görüşemez. Gözcüler, her soruşlarında nöbetçilerden bu cevabı alıyorlardı. (Arkası var) darcık... Görüyorsun ki xallm deği- Jim, — Zalimsin, — Fakat onun kabahati ile benim yaptıklarımı kıyas et... — Annelik hissini unutma... bilir ne ıstırap çekiyordur. — Benden fazla değil, — Karını seviyor muydun? — İtiraf ederim ki âşıktım!.. Çok seviyordum. — Bu hareketle kendisini öldürü- yorsun. — Şayet ölürse cidden büyük azap Kim — Hidayet hanım gençtir, kuvvet- Midir, Çocuğunu bulmak iradesi ona i büsbütün metanet verecektir. Her. halde felâkete mukavemet edecektir, Burhan acı acı gülerek: — İmkânsız... Bütün hayatınca arasa, çocuğunu ele geçiremez... — Bu tarzda konuştuğuna göre, karından nefret ediyorsun demektir, — Vallahi, sen benim arkadaşım- sın... Doğrusunu istersen, nefret mi ediyorum, seviyor muyum, farkında değilim. Hislerim henüz hercümerç içinde... Kendime bir yol çizdim. Körükörüne O yolu takip edeceğim. (arkası var) içine - a N