Dört arkadaştılar. Dördü de artık ibti- yarlamışlardı. Gençliklerinde yapmadıkları kalmamıştı. Çok gezriişler, istedikleri gibi | eğlenmişler, hayatın zevkini çıkarmışlardı. Son zamanlarda herşeyden ellerini, etek- lerini çekmişlerdi. Şimdi! eski günlere, genç- iklerine dair konuşuyorlar, bir sürü hatı- taları sayıp döküyorlerdı. Bir aralık Müfid: Yahu, dedi, gençilğimizde gidip bol bol eğlendiğimiz bahçe vardı. Bilmem ha- tırlar musiniz?. «Yastıkçı oğlu bahçesi Orudu ne güzel günler geçirmiştik, Ne ti A batıralarımız vardı. Geçen gün aklıma geldi. Kuzum bir gün hep birden oraya gi- delim de eski günlerin hatırasını yaşıya- Tm İmet Aman, dedi, sakın ha... Gençliğimizde ik güzel günlerimizin Söçtği yerlere ihtiyarlayınca gitmek pek feci oluyor. Es- Kiden delikanlılık çağında gittiğimiz yer- dere bü yaşta göyle bir uğrayınca büyük bir hayal sukut ile karşılaşıyoruz. Vakiü bah- setiğiniz «Yastıkçı oğlu. bahçesinde bir gek güzel günler geçirdik, Bugün attık ora- da ayni zevki duyabilecek yaşta değiliz. Bı- rakalım o güzel bahçe hayalimizde eski, tatlı hatıraları ile yaşasın!.. İzzet bunlari söyledikten sonra durdu, bir sigara yaktı; —Bukın, dedi, size birşey anlatayım... unda eskiden, delikanlılık zamanı- gittiğimiz bir eğlence yeri vardı. Bu- 0 Beyoğlunun en güzel artistleri gelir- Dazsedilir, içilir, eğlenilird lara kadar kahkaha, dans, eğ- Yuranın yaldırları mevkiinde olan Ben) gene, zarif kadınlar vardı, İzimleri hâlâ hatırımdudır. Mari, Aspasya, Dezi.. Hu kadınların bizö şakalar yapmasına, (- Yfaslar göstermesine bayılırdık.. Dez: uzaktan bizim masaya kırmızı bir ka- ranfil atınca bu hareketinden aon derece Ge mesud olurduk. Hattâ Dezi'nin herkese yö? veren, macera düşkünü bir kadın ol- mmama rüğmen aramızda” — Bu karanfili bana attı. — Hayır... Bana, Bir benim icin bir itifastır?.. münakaşa ettiğimiz bile olurdu. Buraya gittiğimiz geceler, muhakkak sa» baha Karşı masamızdan kalkardık. Uyku- suzluk, yorgunluk vix gelirdi. Zevk işinde geçen saatler bize herşeyi unuttururdu, Aradan yılar geçti. Artık yavaş yavaş Mhtiyarladık, Tabi 9 gittiğimiz eğlence ye- rine adım atmaz olduk, Bir gün birkaç ar- — i& beraber buram önünden geçiyor. İçeriden çalgı ve kahkaha sesleri yük- eri Arkadaşlardan biri gülümsedi; -> az musunz? dedi, Başka biri. — Ret... dödi bi ihtiyarladık amma herkes gene eskisi gibi eğleniyor... — Biz ilitiyarladık diye dünya dura- €ak değil ya.. Tabli eğlenecekler. — Yahu şuraya girsek... Hiç olmazsa ot- rafı weyrederiz. Esk! hatıraları tazelemek , dçin © bile bir kârdır. «Girelim mi?. «Girmiyelim mi?s tarzın» daki uzun bir münakaşadan sonra nihayet Karar verdik. İçeriye girdik. Ben hakikaten eski günleri tekrar cunlandırıcsğımızı ümid ediyordum. Bir masaya oturduk. Buraya girmek İçin en ziyade israr eden arkadaşlardan biri et- safımısa şöyle usun uzun baklıktan sonra şöyle bir dudak büktü: — Aman... dedi, burası da ne kadar de- diye gişmiş!... Eğlenilecek bir yer halinden çık- maş... etrafa kasvet çökmüş!... Biz başka arkadaş; — — Evet.. dedi, tuhaf şey!.. Ben de etrafa dikkatli dikkatli bakiyor- dum. Ortalıkta değişen hiç birşey yoktu. Hafızam son derecede kuvveti! olduğu için buranın eski halini bütün teferüatile ha- uryordum. Herşey eskisi gibi yeri! yerin- de Id. Hattâ masaların, tezgihın yeri bile değişmiş işte gene küşede çalgı çalıyordu. Masalap Demeli | arasında eski günlerde olduğu gibi gene k genç kadın dolaşıyordu. Fakat her bütün bunlar bize delikanlılık ça- İhnda olduğu kadar sevk, neşe vermiyor, — Bahi buram pek beşe bir yer halini silmiş... Neşe namına hirşey kalmamış. Gülümsedim: — Neğesz bir hale gelen eğrafımız deği, bisan kendi içimiz.. dedim, insan neşeyi, saadeti hep kendi içinde aramalı!... Bira- fınıza biraz dikkatli bakmız. Değişmiş hiç brişey göremiyeceksiniz. Bunun üzerine arkadaşlar etraflarına bi- ter kere daha buktular, Hakikaten değişmiş hiç birşey göremediler, Bu sırada genç güsel bir kadın ilerimiz- de oturan delikanlıların masasına dağru bir beyaz karanfli fırlattı. Genç adamlar bu karanf!!! almak için âdeta biribirlerile çekisiyorlardı, Nihayet biri bunu aldı. Bar e Bi A vokaona taktı. Ari dan birl onun bu bareketine karşı dudak Ne çocukça bir hareket, dedi. Şu deli- kanlınm sevincine bakınız... Şu yosmunin attığı bu beyaz karani! bu derece zevilme- ğe, mesud olmağa değer mi sanki?.. Onun bu sözlerine gülmemek için kendi- mi zor zaptetiim, arkadaşıma! — Öyle deme... Bir yamanlar ayni şeyi biz de yapmamış mıydık? Ne çabuk unuttan?.. diye fasıldadım. Vaktile sabahlara kudar kaldığımız bu yere vir saatten fazla tahammül edemedik. Buraya girmemiz için yırtınan arkadaşı- miz: Artık lam Hepmiz b — Evet, rk Biren evvel yatağımıza girip mışıl mışıl uyumak en nefis şeyl. Kalktık. Biz dışarı çıkarken masalardan genç kahkahalar yükseliyordu. Dışarı çıktık. Köc kös kaldırımlar üze- rinde yürürken bir lokanta gösümüze iliş- ti. Eskiden sık sık gittiğimiz bir lokanta. Bilhassa buranın kebabı pek o meşhurdu. Arkadaşlar: — Çoktanberi e gelek. Girip de birer ez yiyelim, dei iL “İçten biri ik, kebaplar geldi mr ie iokma aldı: — Bu adam da kebabını amma bozmuş ha... dedi, nerede eski yaptığı kebap... Ne- En yaşlı başlımız buna cevap verdi: — Değişen kebap değil, senin ağzının ta- dedi, en leazetli yemeği olarak kapışa kapışa kuru fasulyada buğün ayni tadı buluyor miyla?... Hikmel Feridun Ex Hayırsever bir vatandaşın teberrüü Muğla 17 (Hususi) — Hayırsever vatandaş'ardan Muğlay Emin oğlu B. Hüseyin Çavuş. Muğlanın Bozar mut köyündeki 1,000 lira kıymetin de bir tarlasını kayıd ve şartaz ola- rak Muğla Memleket hsstanesine te- berrü etmiş ve bu hâyirsever zatın, bu yüksek hareketi muhitte derin takdirlerle karalanmıştır. Portakal ve meyva sevki için vapur isteniyor İzmir (Akşam) — Son haflalarda Mersin, Payas, Antalya ve Alanya is- kelelerinden İstanbula sevk edilmek İstenen portakal ve sair meyvalar pek çoktur. Haftada iki sefer yapan va purlaria bu malların hepsinin sevki- ne imkân olmadığından Devlet De- nizyolları umum müdürlüğünden ayrıca vapur gönderilmesi istenmiştir. Tuzak içinde Tuzak Tefrika No, 12 — Dün sabahtanberi ağzıma bir lekma yemek koymadım! - dedi. Pervin: Nakleden : (Vâ - Nü) — Evet beyim... Ah, keşke sizi din. — Dinleseydin, Korsankalede otu- İl «— Müthiş bir şey var amma | racaktın.. A ğe e De?...» diye düşünüyordu. Konağında hizmet ettiği bu beye fendi... Kendisinin de, kocasının da velinimeti... Yalnız buraların değil, belki Türkiyenin de en zengini... Va- purların sahibi... Aç kalması!... Hem de ne zamandanberi... Kulaklarına iMmanamıyordu. — Bir dakika müsaâde ediniz, efen- dim... « diye süğü sola koşuyor, çır- Pınıyordu. - Yemeğinizi iki dakikada hâzırlıyacağım. Fakat ne buldunuz- «a onu yiyeceksiniz... Konakta size elimle ne güzel sofralar hazırlardım, e mi?... Şimdi öylesi olamıya- ii çekti, — Evlenmem lâzını geldi; bu Kara Yusufun kalıbına kıyafetine kana- rak vardım. Halbuki başıma gelecek- İer varmış; bilmiyordum. Yarabbi! ne ayyaş adam, ne ayyaş adam... Beni helâk ediyor... Şimdi güzellik, müzel- lik hey sey kayboldu. .. — Fena ahlâk kaldı, değil mi?... — Beyefendiciğim... Size lâyık de- gil amma... Buyurunuz... Vallahi bem bu mahzun haliniz, hem söyle- dikleriniz beni perişan etti... Düşü- nüyorum, düşünüyorum; bir şey an- | Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga, urunluğu Türkiye Radyosu 1648 m. 182 Ke /s. 120 Ew T.A P.3ITm 9465 Ko/510K. W. TÜREİYE SAATİLE ÇARŞAMBA 20/12/93$ 12,30 Program ve memleket saat ayarı, 1235 Ajans ve meteoroloji haberleri, 12,50 Türk müziği (PL), 1330/14 Müzik: Küçük orkestra (Şef: Necip Aşkın), 1- Hippmann: Beyahat şarkıları (Fantezi), 2- İtalo Bran- cuoci: Elveda aşkım (Vals), 3- Brahms: Macar dansı, No. 1 ve 2, 4- Spero Koch- mann: Ebedi arkadaş, 18 Proğram, 1806 Memicket smat ayari, Mi ve meteoroloji haberleri, 18,25 Türk : Çalanlar: Vecihe, Fahire Fersan, Refik Persan, Cevdet Çağla, 1 — Okuyan: Baal Erten, X Hal Pınar - Hüzcum gür kı: (Seviyordum onu), 2- İshak Varan - Hüzzam şarkı: (Kaç yıl beni sen), 3. Hicaz- kâr şarkı: (Bana hemdem eyleyen), 4- Re- fik Persan - Hicaz şarkı: (Göğsümden ka- sıb gitiin), 2— Okuyan: Mustafa Çağlar, 1- Udi Ahmet - Karcığar şarkı: (Beni bi gâne mi sandm), 2- Karcığar şarkı: (Bil- bem ki sefa, neşe bu ömrün neresinde), 3- Halk türküsü: (Sabahtan kalktım güneş parlıyor), 4- Halik türküsü: Demireiler 68- mir döğer tunç olur), 3-—- Okuyan: Müzey- yen Senar, i- Cevdet Çağla: Keman taksi- mi,2 — Udi Mehmet - Hicüzkâr şarkı: (Se- ni candan severim), 3- Arif bey - Hicaz- kâr şarkı: (Riyasız çeşmi ahu), 4. Hisaskâr şarkı: (Bir bahçıvan), 5- Hicaz şarkı; (Bir bukişla beni mesletti), 6- Hicaz türkü; (Sürmelimin gözlerine), 19,25 Konuşma (Dış bâdiseleri), 19,40 Türk müziği: Fa- sil heyeti, 20,20 Tersi: Kahkaha düşmuni, yazan: Kema) Tözem, 20,50 Konuşma (Haf- talık posin kutusu), 21,10 Müzik; Riyaseti- eümhur bandosu (Şef: İhsan Künçer), İ- Er. Brun: Marş, 2- Aubrey Wintar: Valsler- den potpuri, 3- Guy Roparta: Choral Varid, 4- 'Tbomes; Hamlet opsrasından: Ohocur des Comedlens. ; Marehe Danoise, 5- Mascagni: Amica operasından münte- hap parçalar, 27 Memleket saa ayarı, Ajans haberleri, ziraat, osham - tahvilât, kambi- yo-nukut borsası (flat), 22,20 Serbes saat. 2230 Müzik: Mendelssohn Keman konser- tosu (PL), 23 Müzik: Cazband (P1), 23,35- 23,30 Yarınki program ve kapanış, Uzun kış gecelerinde hoş vakit geçirmek için meşhur ARSEN LÜPEN Bu seri 6 büyük ve resimli cilddir. Beher cildin fiati 80 kuruş. 6 Cildlik takımı birden alarlar için fiati: 4 liradır. İevzi yeri: AKŞAM matbaası Tel: 20881 Yüzde yirmi İskento kuponu Bu kuponu kesip «Akşam matbaası kitap servisines getirir veya gönderir. seniz flat üzerinden «ise yüzde 20 is konto yapılacaktır. Ortaköy spor yurdundan: Yıllık Kongresinin 30/12/6839 cumartesi #mul 20 de OH. P. Orteköy ocak binusinda yapılacağından yurda kayıtlı azanın Dbu- Tunması rica olunur. olursa olsun, tabiat, kanunlarını ge- ne icra eder... Yemek de yenir, su da içilir... Erkek, kara ekmeği doğruyor, doğ- ruyor, tarhana çorbasını içiyordu. Sonra da sıra, yumurtalara geldi. | Pervin, yemiş hazırlıyordu. Yemeğini yediği sırada, balıkçının karısı, kaplanın bir eksiği olmasın diye, etrafında heyecanla dönüyor, hizmet ediyordu, «Bu adamın ıztıra- bına bu defece sebebiyet verecek sir ne olabilir?» diye bekliyordu. Korsanoğlu: — Pervin! - diye, eski dostluğun verdiği bir samimiyetle sesini tath- ? laştırdı. . Bunu sana söylememeliy- dim. Çünkü sana vaktile çok ıztırap çektirdim... Kara Yusufun karısı, ilk göz ağ- rısı olan bu eski küçük beyine karşı belki hâlâ da lâkayıt değildi. Elile kalbini bastırdı. Evet o, Burhanı senelerce eyvel sevmişti, Böyle gelişigüzel bir balık. çiya varacak kızlardan değlidi. Evle. mivermesi, küçük beyin kendisine karşı gösterdiği soğumadan ileri ge- yordu. Asabi şekilde kararını ver. miş; kafa tutmuş; sonra pişman ok muştu, Karakterli bir kadın olduğu için, feleğin sillesine tahammül gös- termişti. Şimdi, bu hatıraları da bir yandan Tetrika No. 5 İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Yazan: İskender Fahreddin Fatma pencereye çıkınca, birdenbire müthiş bir cehennemin ağzına düşüyormuş gibi titremişti Onu gelince: Fernando, göklen bir kar- geleceğinden kumandan.» Diye söyleniyor ve çömezine dönerek: — Gökten yardım gelse de, bis, ondan ön- ee yerdeki kuvvetlerimiz! tanzim ve idare mecburuz, diyordu, yalnız gökten yardıma ve musibetlere bel bağlı- kapısının önünde - omuzlarında baltalarlie. dola» syordu. Ferando © gece de bu zevkini tatmin etmek niyetinde idi. Fakat daha önce, oda» sanın bir köşesinde yanan «Meryemana» kandilinin önünde di? çökerek, Allaha yal- varmağa başladı: Yurdumuzu istiliya başlıyan müslü- manlara sen neden bu kadar fırsat veriyorsun Allahım? Senin namına halka teminat ver- dim: (Rab ve Mesih, gökten bize yardım edecekler... Korkmayınır") dedim. Yardı- mın o kadar gecikti ki., Artık düşmanın #8- sini uzaktan duyuyor ve karşımızda yaktı- Bı meşalelerin ışıklarını gözümle görüyo- rum. Bu manzaraya daha ne kadar taham- mül edeceğim?» Fernando kandilin önünden yavaşça kalkta: — Hazreti Mesih bizi ihmal etmiyecek.. Diye murüdandı. Fermandonun o günler- de gözüne uyku girmiyordu. Seksen odalı bu tarihi şatonun salonlarında dolaşırken, kapısında nöbet bekliyon iki sadık cellâdin cesaretinden o kadar emindi ki... Onları bir Arap ordusuna karşı koyacak kadar kuv- vetli görüyor ve bununla müteselli ölüyor» du. Tüyleri ürperten zulüm ve işkenceler la Pemando yatağına girmişti. uyu- mağa çalışıyordu. lu, Gözlerini kaparken, İş- — kalesi kumandanını değiştirmekten vaz geçmişti. — Petro merd ve cesur bir muhariptir.. Diyerek uyumuştu Bu sarada külde yüzerek ilerileyen Bel- mania Fatma, şatonun sahil boyuna yak- daşmışlardı. Selman, Fatmanın kendisin! yarı yolda bırakacağını tahmin etmişti, Mesafe, uzak- tan yapılan tahminlerden çok uzaktı. Bu uzun yolü suda yüzerek geçmeğe -bütün Arap ordusunda- ancak iki kişi muvaffak olmuştu. Şatonun yüksek duvarlar! dibindeki çı- kıntılı taşlara dayandılar. Bir müddet etrafa bakındılar, Suya akseden garip ses- er duydular. Fatma ürkek bir sesle sordü: — Bir insan inlitisi, değil mi? Solman yavaşça cevap verdi: Fatma birdenbie gözlerini açarak, arkas daşının kulağına eğildi: — Bu, bir müslüman sesi, selman! İşiti- yor musün? Murtarip bir adam (Dahilek.» diye haykırıyor. Selmar: Dedi ve bizden herşey! yine gibi, ha- zin bir tavırla başını salladı zihninde tazeliyerek Burhanın lediklerini dinliyordu: — İşin içine aşk karıştı mı, insan bazan çılgına dönüyor, Pervin. Sen- den daha zengin olmayan bir kiz sev- dim, Keşke onun yerine seni alsay- mışım, Hiç değilse manevi kıymetin daha büyüktü. Katımı tapınırcasına. seviyordum, Ah, ne aptalmışım! O- nun uğrunda feda etmiyeceğim bir şey yoktur sanıyordum. Neylersin? Aşki... Halbuki karım beni sevmedi, len akibetlerden biri... Derken... Maksadı: 4— Beni aldattı!; demekti. Fakat sustu. Utandığı için, boğaz: tıkandı. Bir şey söylemedi. — Pervin! - dedi, - Kahven var mi? — Var amma, beğenecek misiniz, bilmem ki beyefendiciğim! — Sen içebiliyorsan ben de içerim.., Öyle sanıyorum ki yarın sabaha ka, dar uyumayacağım; yemek de ye mem artık... İyice karımı doyurup, kahvesile sigarasile her işi tamam- lamalı! — Ne yapmak istiyorsunuz? — Güç bir iş... — Koacama ihtiyacınız var galiba? — Evet, — Ne gibi bir hizmetinizde bulu- nacak? ! söy. | — Esir dindaşlarımız işkence görüyorlar, — Esir mi dedin?! — Öyle ye. Tarık bana bundan de bah- setmişti. Bizden önce göl kenarına yakla- şan keşif kolumuzdan sekiz on kişiyi türa- ğa düşürüp esir almışlar. e belli onları şatonun zindanına attırmış. Xence yapıyor, İki metre yukarda, güle bakan bir pen- gere vardı. Bu pençere, bir insan sığamıya cak kadar küçüktü. Belman; — Sana olm vereyim, Fatma! Yukanya uzan. Ve oradan içeriye bak. Belki birşeyler görebilirsin! dedi. Bu işi yapmak kolay değildi. Çok dar bir taşın çıkıntası Üzerinde duruyorlardı. Fatma ellerini davara yapıştırdı: -- Haydi eğil, Selman! Herşeye katlana- cağız. Mademki gölü bin müşkülâtla geçe- rek buraya kadar geldik, şatonun esrarını keşfetmeden dönmiyeceğiz. sarak çıktı. Ve küçük pencereye bir gece kuşu gibi yapıştı. Patma, birdenbire müthiş bir cehenne- min ağzına düşüyormuş gibi titremişti. De- Hkten içeriye bakarken başı dönüyordu. Pencereyi iyice tutmamış olsaydı, göle yu- varlanacaktı. — Cehenhemin kapısı önünde miyim? Burası neresi, Selman? diye bağırmak is- tedi. Fatmanın beyninde yangınlar, uğultular - Ağzımı başlamıştı. aşağıya çevirerek yavaş ça mırıldandı: — Selman! Söylediklerin doğru imiş, Şatonun zemin katı mahşer yerine benzi- yor. Gözümle görebildiğim beş altı müslü- man muharip, cellâdiarın ellerinde san $6- Yatma bu sözü söyledikten sonra, itida- Mini çalışarak, gözünü tekrar şatonun zindanma dikti, Endülüs taribin- de mühim ve tüyler ürpertici bir sahne teş- kil eden bu «meşum şatosnun zemin ka“ tında müslümanlara yapılan zulüm ve İş- kenceleri geliniz şimdi sizinle birlikte sey- redelim: Binyor Fernândonun cellidları şatonun zemin katina indikleri zaman, Joş Ye ges niş bir taş odada ona Yakın Arap muhari- bi yerde yatıyurdu. Cellâdler içeriye girin- ce, basık tavanlı bu mezbahada uğulluya benzer hazin bir 408 yükseliyordu. Cellâ; Yarın arkasından giren işkenceciler kame larını şaklatarak, yerde yatan bacakları zincirli esirleri dövmeğe başlamış'ardı. Pa- gece, esirlerden yalnız bir kişinin işkence Ne öldürülmesini emretmiş- ti. Pernandu, «Hazreti Mesihse yalvarırken:; «Bu gete sany bir kurban göndereceğim!» demeyi de unutmamıştı. Cellâd gür sösile bağırdı: — içinizden birini geberteceğim! Yerde sürünen esirler, bu zavallı ölüm mahkümunun nasıl can vereceğini güzleri- le göreceklerdi. Acaba Azrall o gece bu zavallılardan hangisinin canını slacâktı? Haftalardan- beri saçları, sakalları uzamış olan esirler, hergün kendilerine verilen birer tuzlu ek- mekle yaşıyorlardı. Hava, güneş yüzü gör- dükleri yoktu, Kurtulacaklarını akıllarn- dan bile geçirmiyorlardı. Göl suyu içmek ten hepsinin Karman şişmişli. Cellâdlardan biri yerde yatar zavallıla- ra şöyle bir göz attı. En uzun zakaili ve heybetli bir Arap mücahidini gözüne kos- türdi. Yanına sokuldu. Kamçısını sallıya- rak ensesine, daha souru çıplak omuzlar na İndirdi. İhtiyar esir: — Dahilek., dahilek.. (Arkası var) — Sandalırız nerede? — Bize aldığınız sandal... — Evet, sahi... — Buradadır... Getirir... — Kara Yusuj onu da satıp para- sile içki içerdi de... Yapmamış €iye şaştım, Kadın, kaşlarını çattı: -—- Kocam, benim emrimden dışarı çıkamaz... Katiyen istemediğim bir — Demek bu derece kazaksın... Şimdi ne yapsak da Kara Yusu! beni Kersankaleye kadar götürse?... — Hay hay... Emredersiniz... — Fakat geceleyin gitmek lâzun, — Geceleyin mi? — Görünmek istemiyorum da onüg için Pervin. Kadın düşünceye vardı. Bir şey söylemedi. | «— Ne manası olabilir bunun? « diye kendi kendine zihin yoruyordu. « Ev kendinin değil mi? Burhan bey kendini niçin göstermemek istiyor? Acaba kuvayı milliye işi mi?» teli bien idin ke İl ia m üm b a amli lü va Sual sormak cesaretini gösteremedi (Arkası var), ğ