BİR HİKÂYE Mihri: a tan onu kendime Api ederi. bayi diye ve bu Lg e olsun, ihtiyar olsun, ne olur- ; erkek değil mi? , ondülâsyonunu düzeltti: Mihri, büyük büyük kızların okuduğu bu husus! Sastilünün belki de en fona talebesiydi. On- dan daha haylaz olmak, can sağlığıydı. Kan- sasını taktığı tarih bocası bay Talât ise, biçimsiz, orta yaşlı, kendini ihmal eden bir AlAhlıkta. Mi Geçen sefer anlattığım gi- - dedi, - Eminim Di, şayod kesilmişti. Hocanın ağzından çıkan her cüm- leye son derece dikkat ediyormuş tavrmı ta- kiriyordu. Bahçedeki Jeylâklara bakmak huyundan vaz geçmişti, Gayret ve alâta- nin bu derecesi Talât hocayı hayran ekti. Dersten çıktıkları zman, muzib kız, ar- kadaşına: — Gördün mü? - diye öğündü. - İsteyin- © nasıl gözüne giriyeririm.. — Girmişsin de ne olmuş? Bınıfın birincisi Zehra Taneri, ezelden 4iş göz kapaklarının çipli kirpikleri arasın- dan onlara fena fenn bakıyordu. Kendizin- den başka bir talebenin sualler sorarak ho- cayı meşgul etmesi de ne demekmiş?. Gö- rülmüş şey mi bu?.. ... Ertesi ders Mihri siyaseti değiştirdi Ge- ne gözü bahçede... Solmuş leylâğa bakıyor... Derse kulak asmaz göründü... Hoca kendi- sini kaldırınca ters ters cevaplar verdi: — Nasıl oldu bu, bayan Mihr? Gsçen sefer hiç böyle değidiniz? Kız, zaafına acındıracak bir şekilde ha- hif omuzlarını öyle bir kaldırış kaldır ki, yürekler acısı. Şimdi artık Talât hoca hep on bakiyor- du. Nasarında şimdiye kader silik bir şah- siyet olan Mihir, bi bu kız alayının için- den ayrılmış, dikkatini celbetmişti, Pek ko- lay noktalarda kendisine #ualler soruyor. du, Kız da, her derste saç biçimini değişti- riyordu, Bu sefer de Catherine Hepbum geklinde bukleler yapmış, mağmum bir sü- rat takınmıştı. — Gene neniz var kuzum, bayan Mihri?... Varifeniz yanlışa Golü. Genç kız, verem rolünü yapan Marlene Dietrich şeklinde yüzünü süzgünleştirdi: BSıhhatim müsaid de- — Ne yapayım?... Hafızasında bemukluk olduğunu söylüyor; Mmuallimin âdeti tekrarlamak olduğu halde defalarla ayni şeyi zavallı adama gereleti- yordu. Kedi yavrusu gidi anu oyuntıyorün. | Pek s2f bir insan olan Talât hı — İhtimal çok yorulmuşsunz. gü istirahat etseniz... - dedi, Mihri bir müddet görünmesi. Sınıfta da- ha yirmi kadar talebe vardı amma, öğrer- meni bunların hiç biri tatmin etmiyordu. Dersten sevk duymamağa başlamıştı. Hele sınıfın birincisi musallat Zehra Taneri bıktırıcı suallerine, mıymıntı suratına. Şiş göz kapaklarına, seyrek dişlerine öyle kı- #iyordu ki... Elinde değildi; ne yapsın: Oy- | r. Birkaç kendisine bakan Mihriyi arıyordu, ... Nihayet enstitüye döndü. Fakat bu sefer de hayli ders kaçırmış. Takip edemiyece- dini söyledi. 'Talât hoca: — Bari dersten sonra kalınız da size hu- #usi şekilde izahat vereyim! - dedi. O gün artık emeline erişmişti, Arluya te- meffüs Için çıkan kızlar, sınıfın kat kat toz- dan âdeta bazlanmış camlar: arkasından Ikisinin gölgesini seçmeğe (o çabalıyorlardı. Hoca, büyük bir çoşkunlukla tarihi rakam- ları sıralıyor, ismi hasları sayıp döküyor- mak kirpikleri arasından açık mavi gözile Mihri kitaba doğru eğiliyordu. Erkeğe yak» Yaşıyor, yaklaşıyordu. Zavallı Talât hoca, kendinin dahil olmadığı yüksek bir muhit- te yetişen zarif, itinak bir genç kızın rayi- Tefrika No. 1 No. 1 Tuzak içinde Tuzak AŞK ve MACERA ROMANI ; Boğaziçinden Karadenize çıkıp da , köylerin, ormanların, Yadi başlangıçlarının, dere ağızların- “a otlayan sürülerin güzelliğine da- lan gözler, bir aralık, kale gibi bir binaya ilişir. Kayaların arkasına saklanmış gibi mezi bu yapı, hakikaten kale mi. EE... Civarında tek tük köyler de görü- Düyor... Şayet oralılara sorarsanız: “— Korsan oğullarının!; diyecek- Ir, Biliyorlar ki, şimdi de eşraftan, Zengin bir sahibi vardır; fakat bu Adamın gayet garip bir aile mazisi Olduğunu işitmemiş olsular gerek; Mesilden nesle, Korsan oğullarının bikâyesi muhakkak unut ulrmuştur. Kale surları zerine sonradan ya- Pilmiş âhşap çıkıntılar bugün bile Granın bir ikametgâh halinde kulla- | ZALİM KIZLAR | KIZLAR | İ hası ne demek olduğun ilk defa olarak du- yüyordu. İnsafsız kız, tatlı, muti, munis ba- kışlarını arada sırada onun gözlerinin içi- na çeviriyor, kalbine âkıtıyordu. — Bene sonu imtihanında ne yapacağım? — O zamana kadar, durun bakalım. Hem görürsünüz, hepsini öğreneceksiniz. — Ya öğrenemezsem.. Öğrenemezsem... — Korkmayın. Bahar başlıyordu. Mihrinin anlattıklarına Belmanın inanmıyacağı geliyordu. İhtiyar Talât hoca nam ziranadan çıkmış olabilir? — Uyduruyorsun... Kendini birşey sanı- yorsun? — Nasl?.. Uyduruyor mıyım?.. Gel, gö- rürsün. Selmayı randevu verdikleri yere gölür- - diye sordu. — Ne diyeyim? O usun traşları dinleme- ğ» tmhammülün var, Çapkın kız, bu muvatfakıyetinin de hiçe sayıldığını görünce — Zaten ben de sahiden biktim. Vaz ge- çeceğim bu oyundan.. - dedi. Hain bir tebessümle güldü. ... Fakat verdiği vazifelerin beğenilmesi, her- kes Içinde hocanın ona «Aferin!» demesi, bele kendisin! haylâz tanıyan müdirenin şimdi gelip de büyük büyük tebrik etmesi gururunu okşuyordu. — Amma da insansın ha.. Hem beğen- miyorsun, hem yapışlın herife! — Ne yapayım? Hoşuna gidiyorum. ye Mihri fettan fettan güldü Bu hallere Selma içerliyordu. Hele çalışmadığını bildiği arkadaşırın Adeta bi- rinci olup da kendinin gene dümenci Xal- ması büsbütün fenasına gidiyordu. Bahu- sus babas da sert mi, sertii, Notlarını ki- rik gördükçe bir haşlıyordu ki.. Bu sene si- nıfta kalacniktı. İmtihanda dönünce büsbütün küplere bin- di ve die ... Müdireye gidip de bütün hikâyeyi anlat- madan evvel İşi taşradan gelmiş ve tenef- füslerde yarı bekçilik yarı muidlik eden Dürdane hanıma açtı, — Mihrinin tarihten biçin birinei oldu- Birdenbire sade- — Vallahi, bülâni.. Bu düsya saten fitimas Üstüne kurulu. Ben de başbaşa gm Jere gitaeydim sınıf? geçerdim... Git- böyle oldum. — - Söylediğin sözler beni hayrete düşü- rüyor, anlat bekayım?.. - diye Dürdane, kimse dinliyor mu diye etrafına bakındı. — Hattâ ona ne yaptığını da biliyorum. ... Yangını tutuşturan kıvılcım bu ateşin iki dudağın arasından fırlamıştı. Dürdane mi. direye, müdire heyeti İdareye filneyi sira- yet ettirdi. Heyette şöyle bir karar verdiler: — Dişarı aksetlirsek enstitü için iyi ol- muyacak; yüzlersek inkâra kalkacak; gü- rültü, patırtı... İyisi mi, «Kadromuz dara!'- işsiz adam vardır. Yakası daha adamın kalbinde nasıl bir uie- yandığını bilmez... Kendinin , kadar nasl ibanellere kur- haberi yoktur... Biri söylese vk tuzlardan bu zalimliği asla um- Mihri nerede?... Kendini düşünüyor mu?, Arıyor mu?... Müteredditlir... Bu pejmürde balle ona görünmesini bile İstemiyor. Nakleden : Nakleden : ( Vâ - Nü) mıldığı fikrini vermekledir. Korsan oğullarının bu tarihi evi, İstanbul saraylarına Kafkas cariyeleri gittiği sıralarda beyaz kadın ticaretinin bel- li başlı istasyonları arasındaydı. Belki de bu, bütün Türkiye hu- dutlarında en son meydana gelen derebeyi İnşaatından U biridir. Zira 80-100 senelik bir ömrü var, Osman- hı hükümdarları taşralardaki diğer eşrafa ancak bir haddine kadar salâ- hiyet vermişken, sarayların hizme tinde bulunan Korsan oğullarının kendilerine kalemsi barınak yapma- larmı müsamabayia karşılamıslardı. ... Geçen asrın başlangıçlarında Tür- kiye Moskoflarla çarpışırken, Rüstem ve Etem isminde iki kardeş kaptan, bazan İstanbuldan, bazan da Sam- sundan cepheye silâh ve asker taşı- muşlar, dönüşte muhacir getirmişler; Karadenizin şimal ve şark sahillerini karış karış öğrenmişlerdi. Sonradan şeklini değiştiren ve kadın ticareti | ZALİM KIZLAR Je bugün Ankarada Demirsporla karşılaşıyor Futbol federasyonu tarafından Ankara- da iki, İstanbulda üç maç yapmak Üzere angaje edilen ve evvelisi gün şehrimize ge- len Yugoslavya klübü sporcuları dün öğ- le trenile Ankaraya hareket etmişlerdir. İçlerinde Yugoslav milli takım oyuncula» rı da bulunan Yugoslav futbolcuları bera grip muvakkat kabirlerine koyacaklar» © Yaşin tik maçlarını bugün Demir- Stad #por mecmuası tarafından tertip edilen kupa maçlarının finali bu pazar gü- mü Taksim stadında yapılacak ve şampi- yon belli olacaktır. Turnuvaya iştirak eden klüp idarecileri dün akşam yaptıkları bir toplantıda bu maç- ları idare edecek hukemleri seçmişlerdir. Yapılan anlaşmaya güre Gulatasaray - maçını Sami, Beşiktaş - Bey- oğluspor maçını Şazi Tezcan idare edecek- rdir. lerdir. İkinci küme tehir maçları 10/12/939 tarihinde yapılacak maçla: Bakırköy sladı: Rumelihizar - Doğuspor saat 1230 hakem Rıfkı Aksay, İstiklâl - Fe- riköy saat 14,30 hakem Eşref Mutju Şeret stadı: A. Hisar - Karagümrük sa- at 1030 hakem Şazi Tezcan yan hakem Pik- ret Kayral - Ziya Kuyumlu, Anadolu - Fe- neryılmaz saat 12,30 hakem Refik Top yaa hakem Halit Üzer - Neşet Şarman, Şişli - Kale saat 1439 hakem Necdet Gezen yan bakem Halit Üzer Fahrettin Somer. Mektep müsabakalarının programı İstanbul mekteplöri futbol, voleybol ve kır koşuları lig heyetleri başkanlığından: 9/12/839 cumartesi günü yapılacak fut- bol maçları; Taksim stadı: Yüce Ülkü - Ticaret saat 1330 hakem Eşref Mutlu, Hayriye - şefaka saat 1430 hekem Ahmet Adem, S$ref stadı: Saha komiseri: İlsan Varas İstiklâl - Kabataş saat 1330 hakem Nec- det Gezen, Haydarpaşa - Şişli Terakki sa- at 14,40 İzzet Muhittin Apak, 9/13/909 cumartesi günü yapılacak voley- bol mağlari: Beyoğlu Halkevi salonünde. Baha komiseri: Ferhat Acarkan, Galata» saray - Pertevniyal saat 13.30 brkem Nallf Moran, Işık - Erkek muallim mektebi sa“ at 14 hakem Naili Moran, Taksim - Boğnz- içi saat 1430 hakem Nalli Moran, Ticaret - Istanbul erkek Hisesi zant, 19 hakem Naili Moran. 10/12/$39 pazar günü yapılacak kır Xu- susu: saat onda başlıyacak olan mekteyler aras kır isimleri yazın mektepler en az on kişilik bir takımla iş- tirak edecek ve her mektep tam saat dokuz- dan toplanma yeri olan Şişli 42 nci ilkmek- tebe gelmiş olâcaktır. İst, Erkek M. mektebi, Boğaziçi Li, Darüş- şelaka, Galatasaray, Haydarpaşa, Hayriye, İstanbul erkek bisesi, İstikiği, Işik, Kaba- taş, Pertevniyal, Şişli, Terakki, Taksim, Ti- caret, Vela, Yüce Ülkü, liseleri ve bölge sâ- nat okulu. KÜÇÜK İLÂN vasıtadır. Alım satım, kira işlerin. de iş ve işçi bulmak için istifade ediniz! halini alan bu iş, işte evvelâ bu tarz. da başlamıştı. Kendilerine daima hamiyet, hizmet süsü vetcrek vur. gunları vurmuşlardı. Karadeniz kıyı. larındaki şeddadi yapı, böyle bir ma- zinin hatırasıydı. Rüstem reis korsanlık İşlerine baş- lamadan bir köylü kizile evlenmiş; her nasılsa bu kadına Sadık kalmış. ta. Elinden geçen ince belli, ahu göz- lü, beyaz tenli binlerce cariyenin al. tın gibi saçları ona hakiki altından daha kıymetli görünmemiş; -siyah saçlı olan dilberler de gözlerini ka. rTartmamıştı. Ancak ticaretini dü. şünmüştü. Biraderi Etem reis ise, çapkındı; ba) tutmuş, parmak yala. ruştı; fakat evlenmemiş, çoluk ça. cuk suhibi olmamıştı, İhtiyarladıkları zaman, Rüstem tek kollu, Etem de tek gözlü kalmış bulunuyordu. Fakat bütün bu sahil. de şöhret ve dehşet salmışlardı. Ka- run kadar zengin olmuşlardı. Kalelerinin içini, sarayda İkbal kazanacak, mevki tutacak emsalsiz kadınları ağırlamak için zaten iti. nayla bina ettirmişlerdi. Para sâhibi olup da korsanlıktan el çekince, ken- di keyiflerini düşünerek yeni ilâveler yaptırdılar, Şimdi hâlâ kale, oymalı tavanları, havuzları, iç bahçelerile Türkiyede nadir kâgir hususi mima- rinin nefis bir nümünesidir, 'Tefrika No. 141 Yazan: İskender Fahreddin Beni Saad kabilesine mensubum, buraya alışverişe gelmiştim, meydanda kalabalığı görünce merak ettim Esasen halife Abdülmelik bin Mervan da kabile efradından adam vuranı, birinin Ba rna yan gözle bakanı ve hırsızlık yapanı ik sık ateşte yakarlardı. Şeyh Saldin ecdadı ilâmiyeti kabul ettikten sonra bu cezalara nihayet verilmişse de, Geyh Mehdi, basen eski zamanı di — Ecdadımın kabile arasında tatbik et- ği bu cezaya ben taraftarım. Öyle suçlu vardır ki, onu idam etmek kâfi gelmer.. Mü- levves vücudünü tamamile ortadan kaldır- mak için, cesedini yakıp külünü havaya savurmak lâzımdır. Derdi. O gün Abdullahın yakılmasını em- retüği zaman: — Halife gelsin de menetsin beni, Diyerek soğuk soğuk gülmüştü. m meydanda küma bir irek dikilmişti. abi efradı öğleden sonra meydana da- vet ediliyor, bir ölüm mahkümunun ateşte davullarla ilân olunuyordu. Şeyh Mehdi, Abdullaba: — Beni ateşte yaktıracağım. Eğer bana bu rüyanın iç yüzünü söylemezsen, glevier içinde ıstırap çekerek gebereceksin! Demişti. Abdullah - rüyasından fazla birşey bil- mediği için- odasında kend! kendine söy- leniyordu: Şeyh Mehdi çıldırmış olsa gerek. Ben Ayi bir niyetle, gördüğüm rüyayı kendisine anlattım. Eğer bu bir suç ise, ne yapayım, cezama razıyım. Abdullahın Kapısında iki nöbetçi bekliyor- du. Nöbetçilerden biri kapının kanadını aç- — Meydanda hazırlık var. Odunlar yığı- iyor. halk (Ateş cezasını seyretmek için birbiri çiğrercesine koşuşuyor. Neden hakikati söylemiyorsun ? Abdullah fazla birşey bilmediğini söyledi. Kapıdaki nöbetçi, Abdullnha çok acıyor- du. - Bu cezadan kurtulmak için sana bir yol göstermek istiyorum, dedi Abdullahın kulağına eğildi: — Şeyhe: «Beni öldürürsen, bu gece şeyh Bald gelecek ve tahtını yıkacak!» demeyi #ımal etme, Zira Mehdi, kardeşinden çok korkuyor. Bunu duyunca seni unutur, şeyh Saldin hücumundan korunmak için yeni tedbirler almağa başlar. Abdullah: — Ben yalan söyliyemem. dei, eğer mu- kadder böyle !se, ateşte yanıp ölürüm. Pa- kat, ben kötü ruhlu bir insan değilim. Böy- le olsaydım, Ur dağında Allah beri gençleş- tirmezdi. Bu saadete Jâyık olan bir kulunu Allah sonunda aleşir yakarsa, adaletsizlik yapmış olur, — Demek ateşten yanmağa katlanacak- sın! Ben de seni akıllı bir insan sanıyor- dum. Budala! Şeyh Mehdi sarayının meydana bakan teraçasında oluruyordu. Cellâdliar Abdul- ahi odasından çıkarmışlar, rd meydanın ortasina götürmüşler: Yerliler Abdullahı görünce: —- Ne güzel, ne Yakışıki: bir genç. Diye söylendiler. Abdulahın güzlerine nil m görenler ona acımağa başlamış» ir Abdulish bir aralık başı ucunda düran cellâdlara sordu: — Burada toplanan kalabalık arasında benim için ağlıyan genç bir kız yok mu? Cellâdlar gülüştüler ve: — Herkesin yüzü gülüyor. ağlıyan kimse yok. Diye cevap verdiler. Şeyh Saidin cellâdları o kadar insafsız adamlardı ki. Fakat, o gün şeyhin emrile palasını korun- dan siyiran, cellâd neden Abdullahı vura- mamıştı? Geçen harbin sonlarında, bu aile. nin servel bakiyesi, bir tek elde top. Janmış bulunuyordu, Etem reisin t0- runlarından Korsanoğlu Burhan bey, kalenin de, civarın da, paslı altınlar. Ja alınmış birçok emlâk ve akarın da sahibiydi. Otuz beşinde bulunan Bur- han, bir takım vapurların da arma- törü olduğundan, Türkiyenin en zen- ginleri arasında parmakla gösterili- yordu. Belki de ecdadının ruhu onu denizcilikten ayırmamıştı. Vapurlarının birinde kaptanlık edi- yordu. ... Böyle parlak bir ksmete kim kız vermez? Otuzunu geçip de bekâr olan Burhanı pek çok alle damad al- mak istedi. Fakat kaptan onu beğen. medi, bunu istemedi; hatta büyük amcası Rüstem reisin nümünesi üze- re ebediyen bekâr yaşamak tehlike- sine bile bir müddet maruz kalmış göründü. Böyle sahalarda kati karar verilemez. Nitekim, Burhan kaptan, eski ah- baplardan Halide Vildan hanımefen. dinin konağında - rasladığı Hidayet isimli bir kız: sevdi ve aldı. Hidayet, genç yaşında Cebehüb- nanda Dürzülere karşı muharebe ederken şehid düşmüş bir piyade yüzbaşısının evlâdıydı. Vaziyetinden de anlaşılacağı üzere hiç parası yok- Bu hâdise cellâdlar arsında bir hayli des ve uyandırmıştı. Bunlardan birisi: O cellâdın sarası varmış, tesadüfen © dakikada . yere yuvarlanmış. Fakat, şimdi bizim aramızda ne sarsl, ne cüzzamlı hiç kimse yoktur, dedi, ni kuma kâkılâan direğe bağladı. e odun ve Girpilarla sardılar. Cellâdlar şeyhten ateş emri bekl; Şeyh Mehdi: “öğ yorlardı. — Hasımlarımın hepsini böyle birer birer yakacağın. Diye bağırıyordu. Meydanda (toplanan balk çok heyecanlıydı. Abdullahın gözle- ri görmediğini anlıyanlar; — Böyle bir zavallıdan ne fenalık umu- Tur ki... Üstelik ateşte yakılıyor. ye yalvarmıyor, hiç kimseden yardım bi emiyordu. Kolları ve bacakları iplerie rTeğe samsıkı bağlanmıştı. Şeyh Mehdi sarayın teraçasından ce Mâdlarıma işaret verdi, Abdullahın eirafın- daki odunları ateşlediler. Abdullah hâlâ yüksek sesle soruyor — Bu kalabalık arasında benim İçin ağ- hyan bir kız yok mu? . mii başlarım sallıyarak homurd:'n- ir: — Acaba anasını mı bekliyor? Nöbetçilerden biri cevap verdi. — Onun anası yok. Galiba sevgilisini bek- Bu sırada çalılar alev almışta.. Çalılardan sowra odunlar da yanmağa başladı. Abdullah, gözyüzüne yükselen kızıl aley- le: arasında kaldı. Yerlilerden Abdullahs: Yazık oldu şu gence, Diyonler de vardı. Halktan birçoğu onun kim olduğunu bilmiyordu, Abdullah, Ur das fından gençleşmiş olarak döndükten son- ra tanınmaz bir hâle gelmişti. Zaten onun gençleştiğine de kimse İnanmıyordu. Yerliler Abdullah hakkında şu hükmü vermişlerdi: «— O, Ur dağına, ölümünü aramağa git- mişti, Bir daha yurduna dönmedi!» «-- Şimdiye kâdar, ihtiyar bir adamın gençleştiğini ne biz, nede ocdadımızdan biri görmemiştir. Abdullah kendisine böyle bir mucize atfedilmesinden hoşlanan bir gençti. Şeyh onun gözlerine boş yere nil çektirmemiştir. Böyle bir meşum adamın cesedini toprak da katıl etmezdi. Onu yak» maktan başka çare yoktus Alev sütunları o kadar yükseliş ve ateş Abdullahın etrafını öyle dehşetti sarmıştı ki, artık onu görmek de mümkün olmuyordu. — Abânllah yandı. kül öldü. Sözünden başka birşey işitilmiyordu Bu esnada iki bedevi, yetiler arasına 0- kulmuş.. yavaş yavaş konuşuyorlar: « Kimdir bu yakılan adam? — Leylânın kaçmasını yardım eden o duz diyorlar. EZ Şeyh Mehdi hâlâ kızının Ur dağına kaçtığını mi sanıyor? — Öyle ya. Leylâ, Mecnunun yanına git- medi mi? Budala! Sen de Mehdi gib inandın mı bu sözlere? - Leylâ nerededir acaba şimdi? — Ömerin koynunda. Halk arasında birdenbire müthiş bir gü- Arsmızda yabancilar var. hafiyeler var. İki bedevi Kalabalık arasından çekilerek geriye doğru kaçmağa başlamıştı. Mehdinin adamlarından biri: — İşte, kaçıyorlar... tatunuz onları. Diye haykırdı. Ortalığı karıştıran bu ses bütün muhafızları harekete getirmişti, Bip- az sonra bedevilerden biri ortadan kaybol du, ölekini yakaladılar. Kimsin sen. burada ne işin var? (Arkası var) tu. Uzak bir akrabanın yanında ba- nnmış; tahsilini meccani yaptıktan sonra İttihadçılârın açlığı İnas Da- rülfünununu da bitirmişti, Halide Vil- dan hanımefendinin büyüttüğü uzak akrabadan minimini bir kıza evde hususi şekilde ders veriyordu, Kap- tan onu görüp birdenbire beğendi, çok sevdi ve aldı. Aşkının alevleri arasında, Burhan, Hidayetin kendisine karşı soğuk dav- randığını sezememişti, Halide Vildan * hanımefendi, bu izdiyacı teşvik et- mişti. Muallimenin mahcup mahcup önüne bakmasını zaruri bir naz say- — Aman fırsatı kaçırma, lozımli Böyle bir talih kuşu hele fakir bir kı. za ender nasip olur bir bahtiyarlık. tır! » demişti, Zaten Hidayetin de bu derece par- Jak bir kısmeti tepmesi tasavvur edi. ir mi? Kapı arkasından şahitlere: «— Evet!» demiş; nikâh kıyılmıştı. Pişman olmasına sebep yoktu. Kocası da iftihar edilir bir erkekti. Bir yıl müddetle, bahriyeli, gemi. sini başka kaptanlara emanet edip karada kaldı. Karsile «bal senesi> yaşadı. Hidayetin bir dediği iki ol mamasına çalstı. Zaten servet de müsait: Elini sicaktan soğuğa sok- turmağı, it (Arkası var) Sa