Arkadaşım Hamdi İle beraber istasyonda zen bekliyorduk. Bilet gişesinin önünden geçerken Hamdi beni dürttü: — Rica ederim, sağ tarafa bak.. dedi. Dönüp söylediği tarafa doğru baktım. Orada genç, güzel, şık bir kadından baş- ka kimse yoktu. Hamdiye — Ne var kuzum? dedim. Ben orada bir kadından başka kimge göremiyorum Hamdi dudak büktü: — Vay efendim vay... dedi, duha ne gö anladık, hakikaten güzel kadın... cmsalsiz derecede Hamdi ile vas k bir ver arıyı mevki bir vagonun e deminki genç ka- ördük. Bizden evvel bu nin yanina yerle$- 1. Eğer bir şu birbiri- gonları nin üzerine attığı bacakla yüz bin dola kadar muutaza Hamdi genç ka — Burada otw Cevap verdiri — Canım, belki daha münasip bir yer buluruz. — Bundan daha münâsip yer olur mu?.. Bomboş bir vagon... fazla dolaşamam. Bu- rada oturalım İşte... Böyle sörllyerek genç kadının tam kars gina hemen oturuverdi. Artık bir emri. vaki karşısında kalmıştım. O oturduktan #onra fazla ısrar, yüksek sesle münakaşa gibi şeyler pek tuhaf olacaktı. Çaresiz ben de Hamdinin yanına oturdum; Hamdinin Zaten bu neviden hallerini pek beğen- mezdim. Lâkin bugün - tabir caizse - büs- bütün sululuğu fistünde 'di. Bir an göz- lerini genç kadından ayırdığı yoktu. Hele saman zaman dudakları arasında bir giy parçasının âşıküâne mısralarını gevelemesi ihsanı çileden çıkartacak derecede sinir bareketlerdi. Artık tahammü! edemedim. Yavaşça Hamdiye fısıldadım; — Ne 0? Şile mi söylüyorsun?.. Gayet pişkin bir tavırla cevap verdi: — Tabli şiir söylüyorum... Bu karşımız- daki manzara bir callâdı bile gayet ince ruhlu bir şair yapacak derecede güzeldir.. Genç kadın bü sırada tabakasını çıkardı. Bir siğüra yaktı, Hamd! kendisinden im ona bakıyor» du. Bir an kulağıma eğildi Malı ki aşk, erkeklerin ilerlemesi işin en büyük bir kuvvettir. Birçok büyük dâhile- Bi ileriye sürüklişen mühim kuvvek aşktır. Genç kadın da ona karşı pek kayıda görünmüyordu. Arasıra o sürgün gösleri- yer gibi idi. Kendisini farla üzmek doğru Akşama tekrar trende buluştuğumuz za“ man Hamdi heyecan içinde idi: — Ah kardeşim, diyordu, beceriksizlik ettim, abdallık ettim... Onunla tanışama- dım. Fakat bundan sonra sen beni gör. Bİ? aşk kaplanı kesileceğim, Her halde onun- is tanışacağım. Amma her halde.. Zaten kendisinin de bana karşı pek ümid verici bir hali var, Hele bir kere tanışsam, bir kere tanışsam yok mu... Hamdi #deta şimdiden bir âşık tavrı almıştı. Epey ehemmiyeti: bir nezle yüzün- den dört beç gün evden çıkamadığım İçin onu bir haftn kadar görememiştim. Niha- yet bu maceradan dokuz gün sonru idi, Gene İstasyonda tren beklerken arkadaşı» ma rasiadım. Duka frenin gelmesine ye- di dakika vardı. Koluma girdi. İstasyon- da dolaşmağa başladık. Bir an mühim bir tehlike görmüş gibi gözlerini açtı: Aman, dedi, Sadiye geliyor... dan uzaklaşalım!.. Bizi görmesin!. Başırmıştım — Sadiye de kim?... Hamdi telâş içinde bana isabat verdi: Canım, hani bir hafta, on gün evvel gene bumda görmüştük. Uzun boylu, süZ- gün gözlü kadın! Şaşırdım, sordum — Hani cellâdiarı bile ince ruhlu birer şalr edecek kadar güzel olan kadın mı?. Hani tanışmak için yanıp, tutuşuyor, çil- dıriyordun... O mu?.. Hamdi can sıkıntası - Evet, evet, 0... teni anlatırım. Hele biz saklanalım... Tren gelinceye kadar bir köşeye büzül- dük. Tren geldikten sonra Hamdi: — Aman, dedi, o hep birinciye biner... Ne alur, hatırım için biz bugün üçüncü mevkide oturalım. Garip olmakla beraber Hamdinin bu ar- susuna kargı: — Peki, dedim, öçüncüde oturalım... Elimizde birinci mevki bileti olduğu hal- de en arkadski üçüncü mevki vagona yer- leştik. Ben merak içinde sordum: — Bu derece tanışmağa can attığın, sAh #öyle bir sevgilim olsaydı.» diye yanıp tu- tuştuğun kadından böyle fellik fellik kaç- manır sebebi ne kuzum? Hamdi gene bir filowof tavrile: — Ah kardeşim, dedi, kadınlar uzaktan katiyen anlaşılsmıyacak derecede kapalı mahlüklardır. Benim bu kadınla tanışmak Için ne derecede çilgin bir arzuya kapıldı- Bumı bilirsin. Nihayet bir fırsatını buldum. Onunla tanıştım. Lâkin ne yalan söyliyeyim, ha- yatımda bu derece geveze, argo tabirile söyliyeyim, bu derece tıraşçı bir insanu raagelmedim. Sanki kadın bir lâkırdı ma- kinesi halinde idi. Bir an, bir duk!ka dür- Bura- in saat vaktiniz var.. Bu zamanı no kadar güzel, ne kadar şalrane geçirmeniz kabil değil mi?.. Onunls buluştuğunuz dakika- da bir çenesini açar, size nefes bile aldirt- maz, bir tek söz söyletmez. Altı, yedi snat konuşur, hattâ üstelik size treni de Xa- gırtar. ayrıldığınız zaman ka- anız şişmiştir. Kulaklarınız uğuldar, İşini- si, gücünüzü bıraktığınız, yeği sekiz saat sarfında bütün kazancınız onun karşısın- da put gibi oturup bitip tükenmek bilmi- yen söslerini dinlemekten ibaret kalmıştır. Hani anlattıkları da bir şeye benzese yüreğim yanmaz. Lâkırdı mevzuu olarak O derece saçıma, mânasiz, âdi geyler seçer ki... Bunların çoğu dedikodudur. Filânca arkadaşının kiminle seviştiğini, falancanın kaynanaalle nasi kavga etiğini, şişman, Ibtiyar bir çapkının kendi arkasına nasi düştüğünü... Daha nerler de neler... dedi. Sonra olanı, bi- | Radyodifüzyen Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu 1648 m. 157 Ke./n 190 Kw. Ankara Radyosu T.A P.3LTm. B465 Ke/s 20 KW. TÜRKİYE BAATİLE Pazartesi 4/12/1930 14,0: Progrun ve memleket saat Ayarı, 1245: Ajana ve meteoroloj! haberleri, 13.90: Türk müziği (PL). 1930 - 14: Müzik CRnfif müzik - Pİ). 18: Program, 18,05: Memleket mat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 16,25: Mü- sik (Radyo caz orkestrası), 18: Konuşma, 10,15: Türk müziği, Karışık program, 20,16: Konuşma, 4030: Türk müziği (Faml he- yeti), 2115: Müzik (Küçük orkesirr - Şef: Necip Aşkin). 1 — Toh. Strauss: Gü- sel ilkbahar (Yala), 2 — Josef Lanner! Balo danaları, 3 — Max Schönherr: Alp köylülerinin dans havaları, 4 — 'Techai- kowaky: Barkarol, 6 -- Cari Robreçht: Vals Potpur'si, $ — Dohnanyi; Düğün 'valsi, 7 — Sehubert: Askeri marş, 22: Memleket sasi ayarı, âjans haberleri; Zi- raat, Esham - Tahvilât, Kambiyo - Nukud borsası (flat), 2220: Müzik (Küçük or- kestra - Yukarıdaki programın devamı), 2235: Müzik (Faurâ: La Majör Sonat'ı) (PL), 38: Müzik (Cszband - PL), 2325 » «ğü kirk peymmm hapama,, Fransaya satılacak kuru sebzeler İzmir (Akşam) — Fransa hükü- metinin memleketimizden “kuru seb- se satın almak için ayırdığı kırk mil yon franklık köntenjan mlinasebetile İzmirdeki ihracat evlerinin Fransa. daki ithalât evlerile temasa gelmele- ri Ticaret Vekâletinden şehrimizdeki alâkadarlara bildirilmiştir. Yransa tarafından ayrıca yumurta, keçi de- risi ve yağlı tohumların toplu olarak mübaysası için Ticaret Vekâletine müracaat vukubulduğu öğrenilmiştir. Vekâlet, Fransaya derhal satış im- kânları tahakkuk ettiğinden ihracat evlerimizin ecele Fransız tüccarları- na müracaat etmeleri buradaki alâ- kadarlara, bildirilmiştir. Tokad yilâ- yeti dearet odasından şehrimizdeki aiâkadarlara gelen bir mektupta 'To- kadda siyah haşhaş, Afyon yağı, ce- viz içi, mahlep yağı, yün, yapağı, no- but ve mercimek stoku bulunduğu , İzmir ihracatçılarının bundan hâberdar edilmeleri isten. miştir. Kırşehirde meyva sergisi Kırşehir (Akşam) — Her sene ol- duğu gibi busene de geçen hafta pazar günü Halkevinde bir meyva sergisi açılmıştır. Kırşehir ziraat da- iresinin tertip ettiği bu sergide; mu- hitte yetişen elma, armud, erik, yaş üzüm, kuru üzüm ve kuru kayısı gi- bi meyvalar teşhir edilmiş ve bun- lardan birinciliği, ikinciliği, üçüncü- Yüğü kazanan meyva çeşitleri sâhip- lerine (250) lirauk İkramiye tevzi edilmiştir. Ayni tarihte, Kırşehirde üç gün devamı eden bir ehli hayvanat sergisi açılmış ve inek, boğa, at, koyun ve keçi gibi hayvanat teşhir edilmiştir. Bu sergide de muhtelif cins yirmi iki hayvanın sahiplerine birinci geldik- leri için (225) lira mükâfat tevzi edilmiştir. Tefrika No, 136 Yazan: İskender Fahreddin Allah yardımcın olsun Leylâ! Sakın aşıkinla buluşunca beni burada unutma! Onuncu kısım | gizize Leylâ'yı nasıl kaçıracaklar? Bünnur bu suretle harem dairesine gir- meğ» muvaffak oldu. Crriyelerden birine Leylânın odaşnı sordu. Ona: le Leylânın odasına girebildi. Leylâ yatakta yatıyordu. Başında bir çat- kı, omuzlarında ipekli bir atkı vardı. Ley- 1A, içeriye giren kadını cariyelerden biri san- muş, yüzüne bile Bünnur yalnış kalınca derhal yatağın ke- narına sokuldu: — Ben, Ur dağından, Mecnunun yanın- dan geliyorum, Leylâ! Yüğüme dikkatli bak. —— değilim, Sana hayırlı haberler ge- irdim. Leylâ birdenbire silkindi. Şaşkın bir tavırla Sünnur'a döndü” — Gerçek, onun yanındar. geldiğini an- ladım. Odamdan içeriye girer girmes İçi- mi bir serinlik sardı. Onun kokusunu du- yar gibi oldum. Ve aylardanberi gülmiyen yüzünde tatlı, hazin bir tebeaslim belirdi: — Bu göslerin (Can) ı görmek saadetine erdi, öyle mi? — yine Leylâ! Kocam onun arkadaşi- fazla geçiştirecek vaktimiz yok. (Can) w seni dünya gözle bir kere daha gör- mek istiyor. Ben her bürlü tehlikeyi göze alarak buruya geldim. Haydi, çabuk, kalk ve hazırlan! — Ne diyorsun, temiz yürekli kadın? Beni Ur dağına mı götüreceksin? — Oraya gideceksin. Fakat, seni gölü- Teoek ben değilim; (Can) beyin kölesi Mansur'dur. — Mansur... Zenci bir köle... Onu tanıyö- rum. Bir kere bana ondan mektup getir malt. Xi. Çeneleri kilitlendi. şaşkın sağa sola bakındı.. ne yapmak, ne söylemek 15- tediğini bilmiyordu. — Demek ki (Can) beni görmek istiyor. öyle mi? Fakat, bu doğrudur. Eminim ki sew yalan söylemiyorsun! Çünkü, Çüan bana: «Sen (Can) 1 bir kere daha göre- çeksin!» demişti, — Sana yalan söylemediğimi, senin iyil- Bin için çalıştığımı şimdi Silen isbat ede- ceğim, Leylâ: Haydi, sen hazırlar! — Saraydan nasl çıkacağım? Beni bir yere bırakmazlar ki, — Merak etme! Ben bunun çaresini bul- dum. Benim elbiselerimi giyeceksin! Ve saray kapısındaki nöbetçiler bu suretle s0- ni tanımıyscaklar, — Ben de senin yerine burada kalaca- #ım. Ben dönünceye — Buradaki hizmetçiler seni tanımazlar girerim ve kısık biş Ne yürümü gösterir, ne — Güzel. güzel. bu mümkündür. O hal- gi kalkıp giyineyim. bir sevinç ve neşe içinde çupını- yordu. Bünnur Gartindaki elbiseleri çıkarıyor, Laylâya usatıyordu. Lyiâ da soyunmuş, Bünnur'un e giymiş, başını tıpkı Leylânın odasında Sünnur'dan yabancı kimse yoktu. Leyli, Sünnur'un elbisesini giyince tıp- b kendisine benzemişii. Leylâ odadan çikarken, Sünnur'a şunları tembih etmeyi de unutmamıştı: — Ben odama gelen cariyeme her sabah tavuslarımı, papağanımı sorarım, Bunları sormayı sen de İhmal etme! Eğer annem yanına gelirse, bağım sakın yastiktan kal- dırma.. ve sana: Başının ağrısı geçti :mi diye sorarsa, ber günkü gibi alyie; başka bir ey söyleme. Çünkü ben ennemle çok âz konuşurum. Sünnur,'Loylâya sör verdi, — Seni aratmıyacağımdan Mirsin! Haydi, yolun açık olsu den fazla Ur dağında kalacağını sanmıyo- rum. Yarin pimi cimazsa, öbür gün dön- meğe çalış, olmaz mı? Leylâ tatlı bir rüya içinde yaşıyormuş gibi, daha şimdiden - Can beyi görmeden - kendinden geçmişti. Sünnur'un boynuna sarıldı: — Ben gidiyotum. seninle uzun ooylu konuşmadım. Dönüşte görüşürüz. Seni Allah mı gönderdi bana? Bilmiyorum. Ay- lardanberi içimi saran bu korkunç ka- Fanlıklardan, bu sonsuz iztırablardan o*ni gelip kurtaran sensin! Bu iyi karşılı- Bini döri fazlasile ödiyeceğlmi vadedi- yorum. La ısmarladık — Allah yardımcım olsun, Leylâ! Aşıkınla buluşunca beni burada unutma! Zira hasta yatağında uzun müddet yat- mağa tahammül edemem. Leyli yavaş yavaş saraydan çikti. Onu höbetçiler ve eariyelerden hiç <im- me tantmamıştı. başka Bakın * Mansur, uzaktan bir kadının kendisine doğru geldiğini görünce: — Eyvah, dedi, Sünnur yapmak İstediği igi çime sendeliyerek geliyor, Bo- gana gelmişiz buyara yadar.. Oysaki, Leylâ, Sünnurun kılığına i- rince ona v kadar benzemişti ki. Mansur bile avırd edememişti onu. Leyli (Can) beyin kölesine yavaşça se3- lendi Atlar nerede Mansur? (Can) yı kölesi birdenbire şaşaladı, Ve sevinçle cevap verdi: — Şurada. hurmalıkların ardında, Kimseye bir şey sezdirmeden, heyecan içinde yürüdüler. Hurmalığa daldılar, Mansur'un tahammülü kalmamıştı: — Gözlerime inanamıyorum, Sittil Bünnür nerede” Leylâ yüzünü açarak, uzun kirpikli göze lerile Mansur'a baktı; — O sarayds kaldı. Ben dönünceye ka. dar yatağımda yatacak. Ne sevimli, ne fe- dakür bir kızmış ©. Mansur, Leylâhm sesini duyunca, sila» rn dizginini çekti; — Bemen binelim. Silli! (Can) bey &lzi sayıklamaktar. deli oldu. Onu bu felâkste ten ancak siz kurtaracaksınız! Atlara bindiler, Hurma bahçelerinden kızgın kum der yasına daldılar, Leyjlâmn kaçtığını kimseler görmemişti. Onu görerler göçebe çöl kabilelerine men- #ep bir bedevi kızı sanıyordu. Ur dağının yolunu tutnuşlardı. Akşam güneşi batarken, Mecnunum ya- şadığı dağın yamaçlarına varacaklardı. (Arkası var) Tefrika No. 146 No. 146 SEVİLEN KADIN — Tabanca patlar patlamaz taban- kaldırdı... İşte görüyor musun şu Müvariyi?... Odur... — Eyvahlar olsun... Şimdi buralar- da yapayalnız mı kaldım... Hancı başta olmak üzere köylü ki- ikti bütün adamlar gülüyorlardı. .. Cemil Aciba, sözünü tutmuştu. Bektor Kadri Ahmede karşı kalbinde Berrece kin hissetmiyordu. Kendisine ıztırap veren yaraya | #ağmen, neşeliydi. Artık hiç bir kin Gaymuyordu. Vehbinin ölmesini is. bememişti. Maksadı, onu sevdiği ka- andan sadece ayırtmaktı, Fakat Vehbi, kendi cezasını kendi bulmuş» ta, Elden ne gelir... Excli ve ebedi âdâlet bir kere da- | ha tahakkuk etmişti. Cemilin içinde bir his vardı: Ber- beri sadık uşağı Bekirin ölmiyeceği- ne emindi; bu zabıta vakasından do- lay avukat Saidin Bekire hiçbir mesuliyeti terettüp ettirmiyeceğine de kanidi. Esasen hakkaniyet de bu- Nakleden : ( Vâ - Nü) nu icap ettirmiyor muydu? Wiedanı müsterihti, Otomobiller dağ yolundan hizla inerken, Necilenin sevgilisi arada $i- rada omuz başını sıkıyordu. Parmak- ları kanlanıyordu, Bekir, bu manza- rayı görünce kendi derdini unutu- yor, arabanın yastıklarında doğrula- rak efendisinin imdadına koşmak İs- tiyordu. Körükörüne sadık olan bu berberi, Cemilin hiçbir hareketini gözden kaçırmazdı: oNişantaşındaki mahut başbaşa akşam yemeğinde doktora bir kere kinlendiği için onu nereğe görse dalma düşman gibi te- lâkki etmişti. Hatta demin, yaralan- madan evvel Kadri Ahmedi kaçakçı- lara göstererek: — Ah, o çok fena adam! - demişti, - Zengindir, ve lâkin bütün bareleri ha- ram, haram!... Asıl haramı odur bil lâhilazim!.. Bu söz üzerine, İsmali, arkadaşla. yerlestirdiği paraları göğsüne baslar. makla meşgulken, köylülerin gözleri büsbütün parlamıştı. Şimdi Kadri Ahmedin kafasında bin bir fikir dolaşıyordu. Bir iştir ol- muştu. Artık bundan kolayca sıyrıi- manın yoluna bakmalı; hayırlısile kapağı İstanbula atmatıydı. Doğru- su, kuş uçmaz, kervan geçmez dağ başlarında bu eşkiya yüzlü adamla. nn muhiti onu hiç de sarmıyordu. Şimdi zengindi; zaten mevcut olan servetinin üzerine bu son hâdiseyle kaymak da sürülmüştü. Safayı ha- tırla yemeli... Yaşamalı!... Zevk et. Mmelil,,, Ama şu vaziyetten sıyrılmak için ne yapmalı acaba? Bir etrafına, bir de cesede bakıyordu. Ansızın aklına bir tedbir Mükemmel bir atlatmacal... Köylü- yea — Yahu! - dedi. - Biz bu işin için- de sadece seyirci idik. Ne demeğe ce- sed başımıza kalsın?... Vuran Arap arabayı çekti gitti... Biz de burada durmayalım... İşittiniz: Avukat me- #eleyi halledecek... Hükümet adam- ları gelip nakledinceye kadar siz ya bir yere muvakkaten gömersiniz, ya- hut da üstüne bir pey örtersiniz... Vesselâm... Alın şu beş lirayı da ara. geldi, raklanmayın! ... etmeksizin beş lirayı kabullendikle- rini görünce: «— Ucuz atlatlık!> diye rahat bir nefes aldı. Sonra, İsmalle'döndü: — Kuzum bana kim kılavuzluk edecek? Kaçakçı: — Ben gelmek isterdim amma, beyim, malüm ya, vaziyetim müsait değil... - diye ağzının içinde bir ta- kim sözler geveledi. - Maamafih, şu arkadaş size kılavuzluk eder... Doktor Kadri Ahmed, uşağı Aliyi İstanbuldanberi beraberinde getir. mişti. Efendiler vapurun birinci mev- kiindeyken bu sessiz sâdasız adam, ikincide oturuyor, bavulları bekliyor- du. Rahate düşkün olan doktorun bir emri olursa yerine getirmek için sles- te duruyordu. Ali, dağ yolunda da eş- ya katırile birlikte gelmişti Sözde kamp kurulunca keyiçe yemek ısıt- mak, kâhve pişirmek gibi hizmetleri © üzerine alacaktı, Klavuz başta, üç kişilik kafile, ba. vulları da Alinin atına bağlıyarak, yo- la düzüldü. Doktor, rehbere: — Yolu #e Inşallah?... - dedi, -. — O ciheti hiç merak etme, be yim... Her yeri karış karış bilirim. — Aferin... E... Sen ne sanattasın bakalım?... — Çoban... — Hiç te çobana benzer hâlin yok... Ne suratında, ne konuşmanda... Ken- dine çoban süsü vererek kaçakçılık yapıyorsun galiba!... Ha?... — Eh, elimize fırsat düşerse, tabil, beyim... Allahın bildiğini kuldan ne saklamalı?... Böyle şeyler gevezeliğe gelmez amma, kuru lâf ettim diye de beni hapishaneye atacak değilleri... — Bursaya nekadar zamanda ine. riz dersin?... — Gidişimize bakar... Fakat, hayli yoldur... En aşâği beş saat çöker... — Vay vöy vay... Saat kaçlara lal. dık... Desene işim bitik... Onlar oto mobile uçtular... Biz burada sürt Ak lah kerim... — Bu gece rahat uyusaydınız da sabahleyin erkenden yola çıksaydık beyim... Doktor, aksi aksi baktı: — Şaka mı ediyorsun?... O cesedin yrunda?... Yorgunluktan geberirim de gene kalmam alimallah... Yolda karın doyruscak bir yer biliyor mu- san, gen onu haber vir! — Bir şey uydururuz... Meraklan- Üç kişilik kafile ilerliyordu. (Arkası var) mi ai Si