Genç kızlar, köşkün bahçesinde oturur- arken, misatir küçük hanımlardan Jals, birdenbire ahıçının oğlu Bedri, Nermine ağkın- dan bahsetse de, dinlesek, eğlensek... - di- ye ortaya bir JAf attı. Ev sahibinin kımı Nermin isyanla hay- 1 tavrile deam etti; - Muhakkak ki köndinden emin « - diye, kurnaz ve hâin Jale, öbür arkadaşlarına gör kırptı, - Onün sana âşık olduğunu zihninde hayal şeklinde canlan- dırmışam.. Yanyana gelseniz bile, bu tıp- talebesi sana kendi güzelliğinden değil de anatomiden bahsedecek... Hah hah hah... Bu sözler Nerminin İszeti nefsine dokun- du: Madem öyledir, seyredin... Köşk sahibinin lâtif ve zarif kızı bahçe- de çiçek topluyordu. Tatili geçirmek için annesinin mutfak bitişiğindeki odasına ye- ni gelen Bedri de, uzaklarda dolaşıyor; yak- laşmak cesaretini bir türlü gösberemiyordu. Nermin, elinde sepet, en cazip hareketlerle eği şarki parçaları mırıldanıyı Kızın arkadaşları ise, arkasından seyretmekteydiler. Birdenbire Nermin. sanki yanlış bir haro- ket yaparak yere düştü Ay ay ay. » diye haykırdı; sonra, Beğ- riyi hemen o anda gürmüş gibi seslendi: — Koşun! Ne duruyorsunuz? Bedri, birkaç çevik sıçrayışta geldi; eğilip genç kızı yerden kaldı: Ne oldunuz? - diye nü sanmıştım amma, geşli.. İncik de 1, Sadece Kramp girmiş... Pakat du- rum... Kolunuza gireyim... Burada, oturu» cak bir yer de yok ki. — Var efendim... Şurada.. Kameriye- — Her yeri ne de iyi biliyorsunuz... Hay- di beni oraya götürün... Nasıl bilmem?,. Çocupkken oynadığı- mız yerler... - diye Bedri, mahcup önüne baktı Kolkola yürüdükleri sırada, Nermin: İyi oluyor da kameryeye gidiyoruz! - düşünüyordu. - Arkadaşlarım taflan- arkasından buraya rahatça sokularak der... > Hafiçe bir hışırtı duydu: «— Hah, İşte geliyorlar.» Birdenbire, tahrik edici bir çapkınlıkla: Birşeyler anlatsanız a, doktor bey. dedi. özlerini kaldırdı, Gülümsedi. Alçak, tatlı bir sesle, fakat heyecanla: - Bütün ömrümce hayalimde sizi yaşa- tıyorum, küçük hanım... - dedi. - Bundan on sene evvel minimini bir kızdınız; ben de küçük çocuktum... Size Ninicik derd Kız, sıkılır gibi oldu. Fakat delik; hareketi edi. Devamla: — Bir gün «Rüyas oyunu oynamıştık. Ben #ize yapraklardan bir saray yapmıştım. Hatırlıyor musunuz?... Süslü salonlar, hari- kulâde ilyeler hazırlamıştım... Ayakle- rınızın altına kiymetli halılar serdim... Tür- Yü türlü yemeklerle sofralar donattım,.. — Demek o yaştanberi mükemmel bir hiz- metçi imişsiniz... Tam arkalarında kahkahalar koptu. Ja- lenin sesi duyuldu: İrsiyeyi.. Ne yaps: Ahçının oğlu... Bedri bir sıçrayışta yerinden kalktı. Yas ralanmış bir adam gibi, sadece: 1— Ah..» dedi, Kızlar, hâlâ halin kahkahalar #slıveri- yorlardı. Tıbbiyeli, hızlı adımlarla uzaklaştı... Ar- kasına bakmıyordu... Bunca #enelik zihnine de yükselttiği Nermin buymuş demek... Bahçeden çıktı. Kırlarda, alabildiğine yürüdü. «— Ben ki, ona yükselmek gayretile, ça- Tefrika No. 142 bu lıştım, mektepte hep birinci çıktım.» Artık kalbinde müthiş bir boşluk, bir 40- Bukluk duyuyordu. Aşkı ölmüştü... «— Bundan sonra yegâne teselli kitapla» Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Nermin. gayet zengin bir miras yedi pa- şazade ile evlendi... Para oluk oluk.. Av- rupayı fir dönüyorlar... Fakat damad pek müthiş kumarbaz... Aklı fikri yeşil masada, ve at koşularında... Karısını anlıyabilmek, tatmin edebilmek kudretinden çok urak.. O gön de Biarritz'deydiler. Bey, asniye* rek: — Beni gene yalnız bırakacağım... - de- dl, - Ne yapalım? Bugün çok kaybettim. telâfi edebilir miyim bakalım... Sen, oyun- dan hoşlanmıyorsun ki, elelm Kadıncağız, koskoca otel dairesinde yapa yalnız kaldı. Denizin hışırtım, dişarda ge- zenlerin neşeli gürültüsü ışıldıyordu. Fa- kat o, bu tablat ve bu cemiyet ortasında bir kişi idi. Ne kadar bedbahtta! Birdenbire, yan taraftaki dairede, kula- gına bir konuşma çalındı. Şimdiye kadar orada kimsenin oturduğu yoktu, Demek yek ni insanlar gelmiş. Bir kadın, bir de erkek sesi! Nermin, dinlemeğe başladı. Ara kapıdan sada uksediyordu, Erkek, fransızca olarak, üç defa: Sergilim!.. Sevgilim! Sevgilim!. - dedi. Sonra bir süküt, Genç kadın, hayalinde canlandırdı: Kom- şuları, öpüşüyorlar. Kulağını tatlı mırıltılat çalınıyordu. Gayri ihtiyari dinliyordu. Erkek ne güzel konuşuyor: — Bevgilim! Şimdi artık harici âleme kar- sı bütün kapıları kapadık. Cihanda yalnız iki kişiyiz. Ne muhteşem kelime: İkimis!.. Düşün bun Bitişikteki hararetli sesile âdeta yordu — İnanayım mı?. Ah, öyle iyi ki.. — İnan. Dünya yüzünde bir #ek aşk var- o da benimkidir... Sana karşı olan aj- kım... Gene buseler. Erkek: — Beni seviyorum... Seviyorum... Seviyo- rum... - diyordu, Ben de seni! Ben de senli... - diye, ka- dinın göğsünde bir kuş kanad çırpar gibi Besi titriyordu. Nermin, sabaha kadar orada oturdu. Bu çılgın aşk sahnelerine kulak misafiri ol- du. Ömründe tatmadığı bir sevdanın seyle- elsi, dinleyicisi halinde kaldı. Bir kadının böyle bir aşk uyandırabile- ceğini, bir erkeğin böyle aşk duyabileceğini aklından geçirmemişti. Bunlar kimlerdi?.. ... Babahleyin güneş doğarken, yan tarafta- ki balkonda bir ayak sesi işitip baktı. Dün gecenin aşk kahramanı kadın, vücudünün ve çehresinin bütün güzellik ibtişamile ora- dinli. diye haykıracaktı az Meşhur aktris. Mecmua ve gazete mü- nekkidlerinin «Ele geçmez kadını. «Hi erkeğe aldırmıyan kadın» diye göklere uçur- dukları şahsiyet... İçerden erkek sesi: Soğuk alacaksın güzelim... - dedi. Aktris, balkondan odaya döndü. Biraz sonra, yanına hizmetçi gelince, Ner- min; — Komşu odaya müşteri mi geldi? - di- ye sordu. — Evet efendim. — Kim? — Vilyam Florin... Hani şu artist. — Yalnız mı? — Hayır... Yanında bir de erkek var.. Ecnebi... - diye hizmetçi kis kis güldü. — Nereli imiş? — Bilmiyorum amma, aktris onu çok 30- viyor herhalde... Gözlerinin içine bir bakış bazıyordu ki... Aşağıya inince, kocasını, bir koltuğa otuf- muş, ahbaplarllâ dün geceki kumar döği- SEVİLEN KADIN Şayet, «Gidip görme!» derseniz, bu emrinize boyun eğeceğim; fakat çok bedbaht olarak... Siz, çok güzel ve çok iyisiniz, anneciğim! Benim izir rap çekmemi istemezsiniz. Herhalde izin verirsiniz. Şayet Ragıbı lansa- nız, onun sizi mahcup etmiyecek bir insan olduğunu anlıyacaksınız. Ne zaket ve vekar gibi ne kadar haslet varsa hepsi kendisinde vardır. Tani sanız onu da benim derecemde seve» ceksiniz. Ragıp da kendisine göstere ceğiniz iltifata karşı size son derece minnetlar kalacaktır; hürmet ve aşk hissedecektir.» Ana kız, saat dört büçuk sularm- da her zaman birleştikleri pastaha- nede birleştiler. Suzancık, utancın- dan kıpkırmızıydı. Necile, münzevi bir köşede, kızını kolları arasına alıp göğsüne bastırdı, Süzanda onun omuzuna başını dayadı. Cemilin sevgilisi, genç kızm kula. ğına şu sözleri fısıldadı: — Sen eski odanı görmek latiyor- sun, öyle mi, kızım? Ben de görmek Nakleden (w Nü) istiyorum. Beraber gideriz, razı mi- sın? Bir saat sonra, Ragıbını evindeki Ermeni kapıcı, sokaklarında büyük iki otomobilin durduğunu gördü. Bunlardan biri Necileye aitti, İçinde ana kız oturuyordu. Öteki de Cemile ait olan ve Süzanın emrinde bulunan arabaydı. Boş olarak hanımını takip ediyordu, Kapıcı: «— Ne ola ki bu? kendine söylendi. Genç kız, otomobilden inerken gü- Jümsedi; — Nasılsınız, madam? — Eyiyim küçük hanım... Siz na- Sılsınız... Sefa gelmişsiniz... * Kapıcı kadın, macerayı biliyordu. Genç kızın annesine: — Biz çok memnun idik kirac. mızdan,.. Almışsınız, götürmüşsü. nüz,.. Amma eyi olmuştur! - dedi, Süzan sordu: — Komşu nerede?... Ne yapıyor? — Ragıp beyi sororsunuz? — Öyle ya, madam.. - diye kendi Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu 1648 m. 132 Ke./5. 120 Kw. Ankara Radyosu T.A.P, 317 m. 9465 Ke/5 20K. W. TÜRKİYE SAATİLE PERŞEMBE 30/11/8939 1230 Program 1235 Ajarı Türk müz: fik Forsan, e, Okuyan: Necmi Riza Ahıskan. 1 - Bestenigâr peşcevi, 2 - Haşim bey - Bestenigâr şarkı: OKaçma meeburu dan), 3- Mahmut Celâlettin paşa - Beste: gâr şarkı: (Eyler tahammül), 4- Udi Cemil - Bestenigükr şarkı: (İstedin de gönlünü verâlm), 5- Refik Fersan: Tanbur taksimi, 8 - Dede - Beslenir şarkı: (Ben seni sev- dim seveli), 7- Rifat bey Saba zemzemo şarkı: (Hayali yare değme), 8- Dede - Uz- Şuk şarkı: (Gitüide gelmeyiverdi), 9- Ba- yati saz semaisi, 1330-14 Müzik (Karışık hafif müzik - PL), 18 Program, 18,05 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 18,25 Müzik (Radyo caz orkestrası), 19 Konuşma (Ziraat saati), 10,15 Türk müziği Çalanlar: Vecihe, Cevdet Çağla, Refik Fersan, Kemal Niyazi Beyhun, I— Okuyan: Mustafa Çağlar, i- Nihavent peşrevi, 2- Rakım - Nihavent şar- Ki: (Ne yanan kalbime baktı), 3- Sel. Pınar- Nihavent şarkı: (ELiJâ yaşıyor), 4- Arif bey- Nihavent şarkı: (Söyle nedir balsi zarın), 5- Faiz Kapancı - Nihavent şarkı; (Gel zelim Çamlıcaya), 6- Eviç türkü: (Elveda dost deli gönül), 2— Okuyari; Safiye kay, 1- Udi Mehmet - Hüzzam şarkı: (Aç- manı âçmam), 2- Bimen şen - Hüzzem şaf- kı: (Sukunda geçer), - Sadettin Kaynak - Türkü: (Çıkar yücelerden) (Radife müşte- reken), 4- İzmir Hayri - Hüssam şarkı: (Ölürsem yasıktır), 4— Okuyan: Radife Erten, 1- Lemi - Karcığar şarki: (Hümü. ne etyarı nazik çan senin), 2- Sadettin Kaynak - Bayati şarkı: (Ömrümün neşosiz geçli baharı), 3- Türküler: Yabandan gel- dim yavandan; Yine yol vermedi Acem dağ- ları; Yinede kaynayıp coşdu (Mustafa, Sa» | ayarı, fiye, Radife), 20,15 Konuşma (Doktorun | saati), 20,30 Türk müziği (Fasıl heyeti) 15 Müzik (Küçük orkestra - Gef: Ni kın), i- Job. Strauss: Süratleşme (Vals), 2- Wii Laulensehlager: Primavera (Arjan- 'n: Halk meyda- ni balesi, 4- i Tİ), $- Brahms: Macar dansı, No, 5-9, 3- | Armandola: Venedikte mehtap, 7- Joh. Strauss: Bu nağmeler seni sarsın, ey dün- ya, 20 Memleket saat ayarı, ajans haberleri, | - tahyliât, kambiyo - nukut | 2,20 Müzik (Küçük orkesiza- Yukardaki programın devamı), 22.35 Müzik (Senfonik paryalar - PL), 23 Müzik (Caz- 3,25-2330 Yarınki program ve kapanış, Kodusünu yapar vaziyelle buldu, Erkek; Rahat uyudun mu, cicim?... Ben uyku kaldım amma Nermin, baştan yek yürüdü. Bird. , kapicının yanında eski âşığı ve ahçısının oğlu Bedriyi gördü. Vay gidi vay. Ne de şıklaşmış.. Bu no harikulâde spor kiyafet... Haline nasi da çelim çalım gelmiş. O da Nermine baktı Fakat gözlerinde biç bir değişiklik olmadı... 'Tanımamış gibi, başını çevirdi. Merdieni gözetliyordu. Birdenbire Vivyan Florin göründü. Akt- risin de, Bedrinin de bakışları değişiverdi. Kadın: — Seni bekletmedim, cicim. gördün ya, hemen geldim işte. Mesud, neşeli, kolkola girdiler. önünde bekiiyen lüks bir otomobile bindi- ler... Uzaklaşıp gittiler... Demek dün geceki erkek, oymuş... Bedri Bu yık, bü harikulâde adam... Hayalinde ya- şattığı erkek... Bütün ömrünce bulamadığı erkek... Vaktile kendine tapınan ve kiymet vermediği erkek. Naklades vü) — He siz buradan gittikten sonram €yi değildir... İçi sıkılooor...- diye ks- picı kadın, belki bu bahis gizlidir sesini slçattı, — Gizli değil, konuş... — Eyi öyle isem... Haydi bakalım, hayırlısı... Anahtarı istoorsun? Kapıcı kiracıyı istintak etmek için meraktan yanıyor, tutuşuyordu. Lâ- kin Necilenin orada bulunuşu buna mani oluyordu. Yalnız bildiği bir şey vardı. O da, kızın akrabasını buldu- ğu... Ragıp onlara dair fazla bir şey madam... Serbes söylememişti... İşte şimdi de kapıcı kadın bu akrabanın zengin olduğu. nu görüyordu. Necile kızının odasına çıktı, Bu yerde ne varsa her şey onu alâkadar ediyordu. Fevkalâde heyecan duyu- yordu, Genç kız, pencereyi açtı. Komşusu- nun balkonunu gösterdi, Ötede, alt katlarda, iyi bir apartımanın pence- releri açılmıştı. İçerde bir faaliyet vardı. Eşya taşıyorlardı. İnsanlar gelip gidiyorlardı. Süzan, gözlerinin yaşardığını his- seti, Fakat annesine teessürünü göstermemek istedi. Necile kızını göğsüne çekerek İ Şimdi seni düşünelim, yavrum... — Süzan! - dedi, - Doğruyu söyle bakayım... Süzi burada mı oturuyor. du? Tefrika No. 132 Yazan: İskender Fahreddin Yalnız kalmazsın korkma! Dağ sakinleri senin güvendiğin mahlüklardan daha merhametlidir Taner, Türk kabilesinin en cesur ve atıl- gan yiğitlerindendi. Urman'ia beraber bir- çok harplere girmiş, hiç birinde yenilmemiş- ti. Burada karş silâh vardı, ne de kendini koruyaca kanı, Fakat, Taner gibi tanınmış bir 45- vüşçüyü nasıl de kaçırmıştı güvendiği adamları da - kiminin kolundan, kiminin de bacağından kanlar akarak- bin yakalarını kurtarabilmişlerdi. Bu döğüşü bir çocuğa bile ablatsam, inanmaz. Seyid Ahmedi nasıl inandıraca- gım?! Diye düşünüyordu. Dağın yamaçlarına in- mişlerdi. Taner o kadar Şaşirmiş ve ser- semlemişti ki, buraya gelinceye kadar Sün- nuru sormak ve armak fırsatını bile bula- mamışı, Ur dağının eteklerine indikleri zaman, Tanerin hayvanı sendeliyerek (birdenbire yere düştü. Tanerin o zaman aklı başına gelimi arkasına bakındı ve adamlarına sordu: — Sünnur nerede? Atlılar hayretle biribirlerine bakıştılar, — Onu siz kaçırmadınız mı? — Hayır, — O hülde (Can) beyin yanında Kaldı Tanerin gözleri dönmüştü. Taşbilek gidi çetin bir adamin elinden aldığı çöl yıldı- zıni Ur dağının bu meşhur serserisi yanın- | da nasıl bırakabilirdi? Onu mutlaka kurtarmalıyız -diye hay- kırdı - silâhsız bir kadını dağ Daşında bı- rakmak bize yaraşır mı? 'Tanerin adamları önlerine bakarak 6us- tular. Bu sükütlerile anlaşılıyordu ki, bir kadını kurtarmak için tekrar canlarını tehlikeye koymak niyetinde değillerdi. Taner atını zorladı. kaldıramadı. Muhafzlardan biri: — Eğer yalnız gitmek İstiyorsanız, size kendi atımı vereyim. Dedi ve attan in — Korkaklar... Diye homurda binmiş ve sevgili rar ormana dalmıştı, . Sünnur arslanlar arasında Mecnunun başr ucunda duran Sünnur, Tanerin kaçtığını görünce: Beni unuttun mu, Taner? İnsan soy- gilisini dağ başında birukıp kaçar mı? Diye bağırdıysa da, Taner çok şaşırmış- ta... Atını sürüp gidince, Sünnur da korku- dan yere kapandı, Mansur mağaranın ağ- zındân sesleniyordu! — Korkma, korkma... Aslanlar, sizin ka- dar canavar değildir. Kudına el uzatmaz- lar, Sünnür nefes al an Y gürültüyü duymuş ve ya yıp kalkmıştı. Taner: rak, mubafızn altına kurtarmak üzere tek- tıyordu, ığı yerden vam slçrüm Aslan ları kovalıyordu. Mecnun yerde yatan kadını gördü: Bu kahpeyi kaçırlarnamışlar mı? Dedi, kölesini çağırdı: — Mansur! Yerde yatan kadın kimdir? — Biliniyorum. Onlarla beraber gelmişti. Sünnur korkak bir tavırla başıni yerden kaldırdı: — Allah aşkına beni aslanların ağzına altırmayınız! Benim hiç bir suçum yok- tur. (Can) bey başıni sallıyarak sordu: — Sen kimsin? — Tanerin sevgilisiyim. — Burada ne işin var? — Taner dağa geliyordu. Ben de merak eitim. Sizi görmek için onlarla beraber bu- raya geldim. Başka bir maksadım yoktur, — Haniya biraz önce Leylâdan bahsedi- yordum?! Sünnur Mecnunun ayaklarına kapandi: — Hep yalan. Beni affediniz.. hakikati söyledim size, Ben masumumı, Size fenauk yapmak için gelmedim. — Evet, anneciğim. Kadın, kocasını düşünerek: Ah, ahlâksız adam... . dedi. - Şayet Allah isterse onu affetsin; fa- kat ben asla alfetmiyeceğim. Kendini bir koltuğa attı, Hıçkırık- lar göğsünü sarsıyordu. Fakat irade. sini topladı. Gözlerini slidi, — Bitti, bitti... O bahis kapandı... — Gidelim anneciğim... — Bilâkis burada kalmak istiyo- rum... Burada, balkon penceresin- den mi konuşuyordunuz? — Evet, — Haydi, yine konuşun... — Evde olmadığı anlaşılıyor... lunsaydı balkonda görünürdü. Suzan, vaktile babasının bu odayı döşerken aldığı yazı masasının başi- na geçti. — Bir mektup yazıp bırakayım! - dedi, — Ne diyeceksin? — Onu bile bilmiyorum. — «Sizi düşünüyorum!ş diye ya- zarsın... — Ah, me iyisiniz anneciğim... Benim yalnız annem değil, arkada- şım oldunuz... — Tabil evlâdım... Seni seviyo. rum; mesut olmanı istiyorum... Bu. Akşam üstü, avukat Feridin kâti- — Ya ötekiler?... — Onlar de size fenalık yapmak fikrin. de değillerdi. Kabileniz sizi bekliyordu. Ta ner bu işi Üzerine afırak buruya geldi. Sİ- zin şehre döneceğinizden emindi, — Babamın bile muvaffak olamadığı bir işi böyle toy Bir delikanlı nasıl yapabilir. di? — Onu affediniz. Can bey! Onu aslanla. rin pençesinden kurtarınız. Mecnun kölesinin yüzüne baktı Munsur ormana doğru koşarak aslanları çağırmağa başladı. Sünnurun kalbi çarpıntıdan kopacak gi- biydi, Bu nasıl adamdı böyle?... Yulnız kuşlara, ağaçlara değil, aslanlara biis hükmediyor - du, ir sakin bir tavırla Sünnura dön- ü: — İnsanları gördün mü? Canlarını kur- tarmak için, sevgililerini vahşi hayvanla- rn ağında bırakıp kaçıyorlar. Ben işte, ohun gibi canavarların elinde can verme- mek için dağlara ve dağ sakinlerinin ya- nına sığındım. Tehlikeyi görür görmez her şeyi feda eden bu mahlüklara canımı na- sl emniyet edebilirim? — Hakkınız var, Can bey! Tanerin beni candan sevmediğine şimdi inandım, * Ayni günün akşamı, (Can) bey Mansurun dağdan toplayıp getirdiği meyvaları yemekle meşgul, Sünnur, Mecnunun karşımındaki ağacın dibinde oturmuş. G üneş Ur dağının arkasında kaybolmuş, Ağaçların üstünde esmer gölgeler uçuşu - yor. (Can) bey Sünnüra sesleniyor! — Bu gece burada kalmak niyetinde mi- sin? Hayır. Evime gitmek İsterim. Fakaf, beni kimse gelip aramadı. O uzun ve teh- Jikeli yollardan yalnız nasıl gidebilirim? Beni urıyacaklarını mi umuyorgun? Elbette, Beni dağda yalnız birakacık değiller ya, Yalı; kalmazsın, korkmaf Dağ sa- kinleri senin güvendiğin mahlüklardan da“ ha merhametlidir. Onlar, ellerine düşşn esirlere bir lokma ekmek vermezler. Fakat, buradaki mahlüklar misafirlerini izaz ve ikram elmesini bilirler, Elindeki meoyvayı uzattı; Al bakalım. Bu, benim hediyem, Kölesine döndü: Sen de birşey ver şu hatuna, Mansur bir kucak yemiş verdi, Daha isterseniz, koparıp getiririm, Sünnur yemişleri kucağına koymuştu. ınsanlarsınız. Hele ra diyecek yok. Şu etrafınızdaki alanları na- 2 ize, onlara nasıl hükmedebile diğinize şaşıyorum. Mecnun gülerek cevap verdi; — Aralarında geçimsizlik varmış. Kendi lerine bir baş arıyorlarmış. O sırada ben de dağiarda dolaşıyordum, Bir araya toplan. mişlar.. beni seçmişler, — İnsan oğluna nasıl itimad ediyorlardı? — Ben artık dağda yaşamığı karar ver- miştim. Onlara bu kararımı söyledim. Ve bü suretle onların arasına karıştım. Onlardan ağ için mi şehre İn» miyorsunuz yoksa' Hayır, Ben binli korkmam, Onlars la çok iyi anlaşmışımdır, şehre inersem, beni çabuk öldürürler. Bunu bildiğim için, bü saltanatımı terkedip babamın bıraktığı saraya gitmedim ve gitmiyeceğim, — İyi amma, burada yemişten başka vi. yecek birşey yok. Şehirde et kızartmaları, tatlı su balıkları, hindiler, kuzu çevirmeleri ve bunlar gibi birçok nefis yemekler var, Bunlardan mahrum kalmağa nasıl razı nlü- yorsunuz? (Arkası var) bi evine döndüğü zaman, kalbini s6- vinçle doldurup taşıran mektubu buldu. Onu öptü, kokladı, Yerinden sıçramak: — Mesudum! - diye haykirmak, âleme ilân etmek istiyordu, Ah, ne güzel bir gündü... ılık, renkli, rayihalı... Anne kız, Tepebaşından ayrıldık. tan sonra Bedrinin allesine gittiler, Suzan kendine vaktile bakan bu in- sanları zenginleştirmişti. Başka bir €v lulmuş, oraya taşındırmıştı, Bedri evde değildi. Meğer vakit geçirmek için çalışmağa başlamış... Ah aksi adam! Lüzumu varken ça- uşmazdı da, şimdi ihtiyacı yok, ça lışıyor! Haticenin verem hastalığı hükmü- nü icra ediyordu, Kız kendini tedavi ettirmeğe bir türlü razı olmuyordu. Şimdi. artık Sanatoüryoma gitmesi kabilken gitmiyordu. ONecileyle kızı, Haticenin inadını kırmak için hayli çabaladılar. Süzan: — Ne istersen vereceğiz... Her şeyi yaparız... Madem ki ben zenginim, sen de artık zenginsin... Kendini bi? şeyden mahrum etme... . dedi, — Ötedenbert biliyorsun: o Ölmeği tercih ederim... Bu fikrimi değiştir. medim, kardeşim, Hava