manım gene kendimdir.. diyor. va birgöz.. İnsana me gelirse kendisinden Aşık olmak da bir adamın gene ken- karşı: — Nafile Cevdet, derlerdi, senin âşık ol- mağa hiç kabiliyetin yok!.. Bunun için Cevdet bana: — Âşik oldum!. dediği saman sonsus bir hayrete düşmüştüm. — Anlat şu işi bakalim. Cevdet, gülümsedi: — Meraklı hikâyeyi buldun ya.. Hemen anlattırırsın değii mi?.. Efendim bu ol- dukça garip bir meseledir. Bütesin ki ben #enelerdenderi İstanbul civarında deniz- apn bir sayfiyede Yaz kış otururum. Her gün aynl vapurla şehire #nerim. Akşamları Ğa ayni vapurla köye dönerim, Vapurda paz gn :ep ayni yolcularla karşılaşı- Aramızda bir göz Aştnalığı e Her akşam beni köye götüren va- rân kumral bir genç kadını raslardım. akin eli yüzü, boyu posu yerinde bir ka- dındı. Lökin onunla fazla meşgul olmağa İizum görmemiştim. Çünkü ber saman bu genç kadına gelinceye kağır vapurda De güzeller bulunurdu. Hattâ bazan bu kum- Fal kadınla karşı karşıya oturuyorduk. Ben temi açar, havadislere dalardım.'Va- iskeleye yanaşıncaya kadar bir kere Sisur başımı kaldırıp dâ ona bakmadığım olurdu. Bundan iki hafta evveldi. Bu dalma | gördüğüm kumral kadın geldi ta karşıma oturdu. Yanında bir arkadaşı daha vardı. Bugün kumral kadın son derece sihirli, iddeti! görünüyordu. Bir aralık yanında- ki arkadaşına: — Nasi hiddetlenmiyeyim canım? di- yordu, elbiseyi berbad etmiş... O güzel ku- maş: bulmak için me kadar dolaştım. O kadar da pahalıya #atın aldım ki sorma. Hem de kumaşı diktirmek için Kendisine götürükğüm zaman Lembih ettim: «Aman bu kumaşı pek pahalıya aldım. Son dere- ce dikkat ediniz.» dedim. Geçen gün el- biseyi almak için gitmiştim. Ne bakayım. Kumaşı mahvetmiş, Öyle scayip bir şay dikmiş ki görsen tüylerin ürperir... Bugün işin gelmemi söyledi. Güy« elbiseyi dü- gelecekmiş. Bugün gitilm. Bu sefer elbise eskisinden beter olmuş. Halbuki berbad ettiği kumaşın parasını da ödemek En yor. Hiddetten çıldıracağım... Genç kadın bunları söyletden ben hay- ran hayran onun yüzüne bakıyordum. Her gün vapurda karşılaştığım bu kadının çeh- resine hiddet ne kadar ce kaşları çatıldığı, gözleri Kocaman kocaman açıldığı zaman onun me tatlı bir bali var- &ı. Batı romanlarda bir tükim âşıkların sevgililerine hiddeti pek yakıştırdıklarını okur ve şaşardım. Halbuki şimdi bunun bir Bümunesi karşısında idim. Muhakkak ki erkek ruhunun da, kadın ruhu gibi birçok karışık, anlaşılmaz tarafları vardır. Hattâ erkeklerin bir kısmının kadında Tefrika No. 139 SEVİLEN KADIN — Nasıl münasip görürseniz. ! leri gözümün önüne geliyordu. Nihayet tanıştım. İzmi Sabiha idi. Sek ak İ görüyordum. Evlenmek niyetin- de olduğunu Lâkin onunla konuşurken hep vapurda- ki hiddetli zamanı hatırıma geliyordu. Ne ki onun hiddetli zamanları pek azdı. iki onu böyle vakitlerinde görmek benim için âdeta bir gör ziyafeti oluyordu. atti bir gün dayanamadım, Kendisine söyledim: —Sabiha suna hiddet ne Kadar yakışı- yor... Fddetli iken bir kat daha güzelle- #iyorsun. Sinirlenmek sana pek yakışıyor. Sabiha güldü: — Tuhaf, dedi, arkadaşlarım da böyle #öyleyler... dedi, Demek Sabiha da hiddelin kendisine kıştığını . farketmişti. Sevgilim bena endisin! beğendirmeği pek istiyordu. Ara- mara gözüme daha güsel görünmek için su- Gan bir bahane tle hiddetleridiği oluyordu. İşte birim aşkımız böyle taşladı. Yakın- da evleniyoruz. Her halde ben çok mem- nunum. İstediğim, beğendiğim, sevdiğim bir kadınla evleneceğim. Cevdet yanımdan ayrılınca kendi kendi- me: «Biz şu kadınlar ne tuhaftır deriz amma erkekler onlardan da garip.» diye mırıldandım. di Birkaç hafta sonra Cevdetin Sabiha ile evlendiğini işittik. Artık arkadaşımız mem- mundu. Mssuddu, Zaman zaman bizimlie buluşuyor, bir birahanede oturup birkaç duble içtiğimiz de oluyordu. Cevdet evine geç kaldığı za“ manlar arkadaşları: — Aman kardeşim.. Bu gece gene vve çok geç kaldın. Zevcen seni görünce gene güzelleşecek galiba. derlerdi. Ceydete' «Zevcen gene güzelleşecek» demek, «Karın hiddetlenecek» münasına gelirdi. Bir gün Cevdet daireye eli yüzü bağlı olarak gelmişti. Arkadaşlar hemen etrafını sardılar, Ona sordular: — Ne oldu Cevdet? Galiba dün gece Ka- nnın güzelliği pek ziyade üründe idi... Cevap vermedi, Günler geçtikçe zavallı Cevdetin üstüne bir zavallılık çöktüğünü görüyordum. Derd- deşecek birini aradığı yüzünden belli idi. Bir akşam üstü ben İşimi bitirmek üzere İken masama yaklaştı. Bana: — Bu akşam eğer birisine randevun filân yokan beraber çıkalım. Bir yerde otü- ruruz. Biraz çeneçalarız olmaz mı? Çok- tanberi üzün uzun görüştüğümüz yok. O akşam tenhaca bir yerde oturduk. Cevdet bana derdini dökmeğe başladı: — Ah kardeşim, ab... diyordu. başıma mo hiç sorma... rim hiddetin ne dar yakıştığını sana Bv- sana söylemiştim. kame evvel kendisine bunu pek çok defa ve sk sk söylerdim. O da kendisine hiddetin pek yaraştığını epeyce inandı. Kadınların en büyük zevklerinden biri de güphesiz ki kendilerini beğendirmektir. Bilhassa kocalarına beğendirmek... Karım da kendini bana beğendirmeğe uğraşıyor, ak sık ve hiç yoktan şeylerden sintrleni- yor, hiddetleniyordu. Yavaş yavaş bu hal onda tabiat haline girmeğe başladı. Şimdi evin Içinde biraz başlı öksüirsem kızıyor. köplrüyor. Eskiden yalandan hiddetlendiği halde sinir onda tabiat haline girdikten sonra hayatımız gekilmer bir hale geldi. Evde ne rahatımız, pe huzurumuz kaldı.. Şimdi onun bu lüzumsuz hiddetlerine, al nihayet vermek için doktor doktor dolaşıyoruz. Gördün mü başımlaza gelenleri... Bir gey değil hiddet ve sinirden dalma yüzünü buruşturan karım © derece çirkin bir bale geldi ki.. Hikmet Feridun Es Apartıman sahipleri Boş dairelerinize hemen yi kiracı bulmak için «Akşam» ın KÜÇÜK İLANLARI'ndan İsti. fade ediniz. Nakleden : (Wâ - Mü ler. LAtif bir akşamdı, One güzel mor, sünbül renkli hava idi! Tamamile tesadüfi gibi görünen bu raslayışlar, hakikatte bir plân mucibince olsa gerekti. Doktor Kad- ri Ahmed de, Seza gibi gülümsüyor. du. «— İyi tertiplemiş!!; diye düşünü- Sevinç bahçesinde kurulan sofra etrafında yaran hakikaten eğlenceli bir gece geçirdiler. Yediler, içtiler, | gülüştüler. İki erkek rekabet halin. deydi. Vehbi, Rüştünün glâkesını görüyor, büsbütün alâkalanıyordu. Bon günlerde başı üzerinde dolaşan felâketleri bu sayede kismen olsun unutmuş, oyalanmıştı. Sofrada en fazla konuşan Sezadı. Aklına geleni söylüyor, dobra dobra konuşuyordu. Rüştü ona hayran hayran bakıyor- du. Gayet fena bir muhitte doğup ilk terbiyesini alamamış olan Seza ile kendi arasında İyi bir benzerlik buluyrodu. Esasen hemen bütün İs- tanbulun macerasını bildiği icin ma» İstanbulda esham ve tahvilât borsası İeketimizin dlğer köşelerinde de esham ve dildiği şehir İstanbuldur. Nitekim esham ve tahviât musmeleleri, burada sarrafların elindedir. Bir kısım aileler ve küçük tasar ruf eshabı, aksiyon alıp salmak için bu gibi sarraflara müracaat etmektedirler, Ankara borsasının İstanbuldaki acenteleri ni bulanlar pek nadirdir. Eem bulmuş olsa- Jar bile, bir !ki gilin sonra arzu ettikleri ak- #iyonu tedarik edebileceklerdir. Çünkü bor- # muameleleri Ankarada cereyan etmek- tedir. İstanbul borsası küçük tasarruf eshabı- ne faldeli olaceğ;ı gibi, resmi ve gayri res- mi müesseselerin, e piş aksiyonları- nin da daha fazin satışı kabli olacaktır. Maldmdur ki, aksiyonlartn bir kısmı da devlet aksiyonlarıdır. Merkez bankası, > gani tahvilleri gibi... Bu aksiyonların Şanı arttırmak küçük tasarruf eshabınin bu gibi aksiyonlara para yatırmasını temlu etimek ilzımdır, Hattâ aksiyonlara para ya- tarılmasını teşvik etmek, bu sahada propa- sanda ile halkı tenvir etmek lârımdır. Fa- kat her şeyden evvel küçük tasarruf esha- bıra kolaylık olmak için, İstanbulda bir es- ham ve tahvil borsası Hzımdır. Ümid edi- yoruz ki hükümetimiz yakında bu ihtiyacı temin edecektir. Hüseyin Avni Çukurovada eski eserler Adananın Hanyeri köyü civarında kıymetli bir anıt bulundu Adana (Akşam) — Adananın şi- mal hududunda, Saimbeyli kazasının Hanyeri köyünde Gezbel dağının ce- nup eteğinde ve Adana - Kayseri yo- Yunun Üstünde çok kiymetli bir anıt bulunmuştur. Dört buçuk metre yüksekliğinde beş metre genişliğinde büyük bir ka- ya üzerinde olan bu eseri Adana mü- zesi müdürü bay Yalman Yalgın meydana çıkarmıştır. Şaheser bir Eti kabartması olan bu anıtın milâddan 1200 - 1500 sene ev. vele aid olduğu tahmin edilmektedir. Arıt cenuba nazır ve şarktan gar- ba kabartma olarak işlenmiş bir hal- dedir. Hititoloğ profesör Güterbok, anıtı takdirle karşılamış ve bunun üstünde yalın kıç asalı duran hey- kelin Eti prenslerinden birinin hey- keli olduğunu tahmin etmiştir, Üzerinde birçok hiyeroglif yazıları olan bu kıymetli anıt, birkaç sene evvel gene bay Yalman Yalgın tara- fından Sirkelide bulunmuş olan di. ger bir anıtla vilâyetin ikinci kıymetli tarihi eseri olmuştur. kastar kadınm vaziyetini biliyordu. Rakibi Vehbi: «— Şu Sezayı kendime tekrar na- sıl metres yapayım?, diye düşünür. ken, o da zihninde bir takım hayal- ler yaşattı. Bir aralık, diğer üç erkek arala- rında bir muhavere açıp küçük terzi kız onları dinlerken, Vehbi ile Seza, başbaşa konuşmağa başladılar, Neci- lenin kocası birdenbire içini kasıp kavuran sıkıntıyı döktü: — Biliyor musunuz? - dedi. - Son zamanlarda uğradığım bütün be- lâların müsebbibi, dolayısile sizsiniz. — Allah Alaah... Ne müunsebet? — Benimle anlaşmakta inad etme. #eydin, başkalarının Peşinde koş- mazdım. — Artık pek ihtiyarladım. — Her zamankinden güzelsin . — Güzelliğim ne kadar sürecek? — Daima... i kitecek. Seza, çapkın çapkın sordu: — Beni ne kadar müddet sevecek- siniz? — Ebediyen. — Bu kelime sizin lügatçenizde yoktur, — Haydi, cevap verin... 'Teklifimi kabul ediyor musunuz? — Nedir teklifiniz? — Benim olmak... Beni istediğiniz Herhalde hepimizi es. | Tefrika No, 139 LEYLÂ ie MECNUN Yazan: İskender Fahreddin Leylâ, bugün de saksağan kılığına mi girdin? Ben seni her gün bir güvercin olarak görüyordum Başını içeriye uzattı; — Bünnur. Sünnur. seslendi. yıldır birdenbire korktu.. örtünmek istedi. Dizlerine düşen şalını çıplak omuz- larına çekti. ç Kimsin sen... Ne istiyorsun? e Korkma dedi» seni bu manpestan kur- geldim, Ben, babanın eski dostla- rındanım. Haydi çabuk, hazır ol! Seni şim- kaçıracağım. Bünnur şaşırmıştı. Yarı korku, yarı s6- içinde etrafına bakınnrak: — Taşbilek görürse, ikimizi de mahveder. Kapımısda nöbetçi var. Nereye kaşa- 25 ini — Taşbileğin elinden kurtulmak için, eshennemde yaşımağı, razıyım. diyerek pençereye koştu. Kimseye görünmeden bahçeye indiler. Taner'in atı bahçe duvarmın dibinde duruyordu. Sânnur eMahkümlar kuyusu undan kurtulmuş gibi saviniyordu. Taner çöl yıldızını kendi erine kaçırı- — ... Altın, aşkdan kuvvetli mi? Mecnunu dağdan şehre İndirmek için ne mümkünse yapıyorlardı. birkaç kore dağa çıkımışsa da (Can) beyin yanına sokulmağa muvaffak olamadan dönmüştü. Beyld Ahmed ne yapıp yapıp Mecnunu dağdan şehre indirmeğe çalışacaktı. Meonunun dağda kalışı Seyid Ahmedin Beyid Ahmed dağa birkaç dar de, olar dn Tai il baş “ema Ahmedi — Bu işi Taner'den başka kimse becre- ME, Diyordu. Bu cesur genci birçok işlerde deneyen Beyid Ahmed, Taner'i çağıritı: — (Can) m şehre inmesi işini senden başka kimse beceremez, Taner! Onu bü- günlerde şehre Indiremiyecek olursak, halk dedikoduya başlıyacak. Onun dağda na- sil ve niçin yaşadığını herkes bilmez, Meo- nunu göstermeden saraya getir. smeliyiz. yapamassak, vadettiğim hazineye e a Taner: — Biz emrediniz, Seyid! dedi. Ben ister- sem, dağdan yalnız Mecnunu değil, onun güvendiği bütün haşeratı da beraber geti- tebilirim. — Şimdilik haşeyatın şehre inmesine lüzum yoktur. Eğer Mecnun burada #ıkılığ ve dört ayaklı dostlarını ararsa, o zaman getiririz. 'Taner o gün atına bindi. Yazına iki atl daha aldı. Bu atlılar Taner'in sadık adamlarıydı. Üç kişi nasıl olsu, (Can) bey gibi zayıf bünyeli bir genci dağdan şehre *ndirebilirdi. olacağım. — Haydi, haydi! Saçmalamayın! — Beni bir kere tecrübe et... Genç kadın asabiyetle parmakları- nı sallâdı, «Ofl; diyerek içini çekti. Erkek: — Beni katiyen mi istemiyorsun?.. - diye üzüntü ile sordu. Seza, mütereddid: — Henüz bilemiyorum, kararımı veremedim! - deği. - Size eski bir ki- nim var. Bir türlü unutamıyorum... Bırakınız, azıcık düşüneyim... Bilbas- 88 bugünlerde berâber kalacağız. Gezmelere gideceğiz... Değil mi?.. O zaman hissiyatımız durujur, ne yü pacağımızı tayin ederiz. kadın razı olmuş demektir!» diye bir veciss okumuştu. «— Dinliyor... Her halde razı edece İ yamazdım. (Can) bey © gün yüksekçe bir kayanın Metne çıkınış, etrafa bakmıyordu. Taner, Mecnuny uzaktan gördü. — Taşın üstünde kımıldamadan oturu- yor. Eğer buraya &v için gelseydim, bit okla onu ne gürel vururdum. Diyerek kaytan dibine sokuldu. — Can bey merhaba! Can bey merhaba! Mecnun uzaktan bir ses duyar gibi ol- du. Fakat aldırmadı, O, kayanın üstünde ve Uzakta bir ağacın dalında civıldaşar - kuyruklu, gağalı bir kuştu 'Taner biraz daha sokuldu: — Can bay, seninle biraz konuşmağa gel- dim, Oraya nasi çıktın? Biraz aşağıya inmez misir? Can bey bir kadın sesi duyar gibi oldu: — Leylâ, san misin? Sen mi geldin bu- raya? Taner: — Ben Leylâ değilim, dedi, babanın ço< sevdiği ve takdir ettiği akıncılarından bi- Mecnun güldü; — Ben, beni Ma eğ düşürmek için bu- raya gelmiş bir fettansın! Haydi, geldiğin yere dön. ve buraya boş yere bir daha mahmet edip gelme! Taner tekrar bağırdı: — Bu muz dağlarda meden yaşıyorsun, Can bey? Kabilemiz efradı seni babanın hazineleri seni bekliyor! bırakma! (Can) bey bu sözleri işitmemiş gibi dav- Gözlerini süzerek, karşıdaki ağacı, 5e5- Tendi: — Leyli, Leylâ... Bugün de bir saksağan Kılığına mı girdin? Ben seni her gün bir Ley? Taner kendi kendine: — Bu, gerçekten, halkın dediği gibi ak- Yanı kaybetmiş. LAf anlamıyor. Diyerek geri çekildi. Yavaş yavaş atının ve adamlarının ya mina geldi. — Haydi dönelim, arkadaşlar! — Mecnunu bulamadın mi: — Buldum. Fakat, onu bulunduğu yerden Wndirmek kolay değil. Taner (Can) beyi şehre İndirmek için bir çare bulmuştu: Dağa Sünnur İle bera- ber gelecekti * Taner, Seyld Ahmede yaranmak için n6 yapıyordu. Delice sevdiği Sünnur'u bile bu yolda kendisile beraber yürümeğe mecbur eğmiş- W. Dağdan döner dönmez, sevgilisine ha- Xikati anlattı: — Seyid Ahmedin gözüne girerek hazi- neye sahip olmak istiyorum. Bu işi yapa- bilirsen, ikimiz de dünyanın en meşhur zenginleri sırasını geçeceğiz. Dedi. Sünnyr: — Benden ne istiyorsun? - diye sordu. Mademki zengin olacağız. Ben de elimden geleni yapmağu bâzirim, Bünnur, Teşbilek'ten ayrıldığına mezn- Bundu, — Ben o sert adamla daha fasin yaşa- Tam vaktinde beni onun pençesinden kurtardın. Sana yardım. etmek vazifemdir. Diyordu, Taner maksadını anlattı: (Arkası var) ğim.. Dağda baş başa kalınca... Mut- Jaka,.. O münzevi muhit en ayrı ruh ları bile biribirine yaklaştırır.» diye umdu. ... Çekirgeden Uludağa giden yokuş- lardan birinde insan vâdinin lâtif manzaralarını seyrede ede beş Altı kilometre kadar yükselirse, Bursanın meşhur kestaneliklerinden birinden geçer; yeşillikler ortasında, İnkaya isimli bir köye varır. Tamamile bayır üstünde, şakır şa- kır sular içinde ve yemiş ağaçları or- tasında olan bu köyün bir şöhreti de koskocaman çinar ağacıdır. Öyle bir ağaç ki, gövdesi ancak el ele tutuşmuş birkaç adam tarafından kuşatılabilir. Rivayete inanmak lâzımgelirse beş yüz senelikmiş. Bundan elli yıl evvel yüz yaşında ölen filânea ihtiyar bu müthiş nebatı, kendini bildiği gün- denberi âynen böyle hatırlarmış. De- mek hakikaten pek eski... İnkaya köyünün önünde iki otomo. bil duruyordu. Belli ki gene burasını ziyarete gelen kibar misafirler var, Esasen arada sırsdâ& böyle zuhur #denler seyrek değildir. Bu gibi vazi- yetlerde oracıktaki köy kâhvesinden derhal iskemleler getirilir, yere ha- sırlar serilir, (Arkası var)