: ii i t| i HER AKŞAM BİK HİKÂYE Onunla ayni dairede çalışırdık. Garip bir tabiatı vardı. Sokakta, elinde küçük bir paket bile taşımaktan sıkılındı. Bazen Ah- melis daireden (oOberaber — çıkardık. Ben yolda ev içir öteberi s#lırdım. Elimde kose kâğıdları, irili ufaklı paketler olduğu halde evimin yolunu tutardım. Ahmedle aşağı yukarı ayni semtte oturuğorduk. Ar- Karlaşını ekseriya yolda, benim elimdeki pa- ketlere. kese kâğıdlara şöyle bir bakar: — Yahu bunlar da taşınır mı? derdi Ben de onun bu gerip telâkkisine kizardım: — Niçin taşınmıyacakınış?.. Insan hayat adan. olmalı... Paket de kaşınır, kese kâğı- dı da. Bunları taşımak bir nevi züppelik- Ahmed benim sözlerime topyekün cevap verlrci: — Sen ne dersen de. Yapamıyorum işte... Ber elimde paket, kese kâğıdı taşıyamıyo- Tufa .. Aradan bir müddet geçti, Bir gün gene Ahmedle berâber daireden çıktık. Ben Ba- Kkpazarına uğrayıp öteberi almak niyetin- Ge idim. Her akşam nede Balhıkpazarına kadar uzanmamız için ben rica ederdim. O: mi elini kolunu paketle doldu- Vaz geç.. diyerek Balıkpaza- — Ge razakı rına gitmekten çekinirdi. O akşam Ahmed bal — Haydi Balıkpatarına kadâr hm! Deyince epey şaştım. Bulıkpazarına git- tik. Ahmed de benim gibi öteberi satın al- mağa başlayınca hayretim büsbütün ar Meselâ gayet güzel Çavuş üzümü gördük. Ahmed üzümcüye — Ver iki kilo!... dedi Ben gülümsiyerek Ahmede sordum: Bunları hamala mi vereceksin? Yoksa eve otomobille mi götüreceksin... tavrile devap verdi; <eğim, ne de otomobi- ılari kendim taşıyaca- &ım, kendim... Bir erkek herşeyden evvel ha- yat adamı olmalıdır, Paketini, kese kâğıdını disi taşımalıdır lerini dinlerken âdeta aptallaş- şallah arkadaşımda ne büyük uzanan” ri olduğu oturduğumuz sokağın biraz ilerisin boyalı hir köşk vardır. Buraya yaklaştığı- miz zaman Ahmed: i, şu elindeki tereyağ paketi- «Bu çocuk galıba beni hayretten hayrete düşürmeğe karar vermişti. Şaşkın şaşkın — Hayir, dedim zahmet etme. ben taşi- . Benin elin kolun ben- den dolu.. Ver © a paketihi... — Birak Ahmed... Taşırım ben. Ahmed İmkâmı yok... Sana yardım etmeliyim kardeşim... diyerek elimdeki yağ paketini âdeta zorla çi gidi. Sarı köşkün önünden geçerken Ahmed elindeki paketleri kese küğullarım âdeta birisine <ermek istermişcesine garip bir tarzda tutuyordu. Gözleri de sarı köşkün pencerelerinde idi, Nihayet dayanamadım. Yolda ona sordum — Kuzum Ahmed... Sendeki bu değişiklik nedir?.. Eskiden böyle paket filân taşımak- tan pek sılnlırdın.. bunun herhâlde bir se- l bebi olsa gerek. Ahmed sözlerime kaçamak bir covap ver- di: « Sebebi filân yok... Geçen gün senin ba- na söylediklerini uzun uzun düşündüm. Sa- na hak verdim. Bir erkeğin elinde paket, ka- Be kâğıdı taşımaktarı sıkılması hakikaten tuhaf birşey... Sarı köşkü geçtik. Sokağı döndük. Ah- med: — Ai kardeşim paketinil... Tar paketi bana iade etti O günden sonra dikkat ediyordum. Ahmed her vakit evine bir sürü paketlerle gidiyor- du. Benimle beraber olduğu günler surı köşt kün önüne geldiğimiz zaman: — Kardeşim paketlerinden birini versene... diyor. Benim taşıdığım kese «âğıdlarından ya- ————— — Tefrika No, 115 HB“ diyerek tek bana | Aşk uğrunda hud paketlerden birini alıyor, köşeyi dö- pünceye kadar taşıyordu Bu çocukta birş€y- ler vardı amma ben ai bam Bir gün gene bir sürü paketle tramvaya binmiştik. Gideceğimiz yere kadar gittik. Tramvaydan İndiğimiz zaman Ahmedin elindeki paketlere baktım. Birisi eksikti. Te- Mâşla: — Ahmed!.. dedim paketlerden birini tramvayda unuttun... Onun da telâş edeceğini, battâ giden tramvayın arkasından koşacağını filân zâr- nediyordüni. Lâkin Atimed benim telâşlı ha- İlme bakıp güldü, büyük bir sükünetle: — Paketlerden birini tramvayda mı unut- muşum?.. diye sordu. Hemen cevap verdim: — Unuttun ya.. Ne yapacaksın şimdi? Ahmed omuzlarını silkti; Aldırma... dedi, Onun bu hovardalığına şaşıp kalmıştım... Hele bir gün büsbütün garip birşey olduk. Ahmedle gene bizim semte doğru gidiyordu. Sarı köşkün önünden geçip, köşeyi dön- dükten sonra Ahmed şöyle etrafına bir ba- kındı, Sonra elindeki paketlerden ikisini sağ larafımızdakl arsaya fırlatıp allı. Hay- retle Ahmede sordum; Ne yapıyorsun yahu. çırdın?. Abmad gayet sakindi, Gülüyordu. Koluma girdi, Bak, dedi, bende ne zamandanberi gör“ düğün büyük değişikliğin esrarını sana an- latayım. Attığım paketlere aldırma karde- şim. Ben âşığım... Hani şu hergün önün- den geçtiğimiz sarı köşk var ya, İşle orada oluran genç kadın... Kendisile tanışıyorum da. Ismi Muallâ,. Geçenlerde hep birilikte oturmuş konuşuyorduk. Bir aralık bazı er- keklerin sokakta paket filin taşımadıkların- dan bahis açıldı. Muallâ: — Aman, dedi, ben öyle erkeklerden nef- ret ederim. İcabında bir erkek sokakta pa- ket, kese kâğıdı, ne olursa olsun hiç sikil- madan taşımalıdır. Bilâkis ben böyle elin- de paket filân taşıyan erkekleri takdir ede- rim, Ben bu aözü işlttikten sonra Muallânın gözüne girmek için hergün onun evi elimde bir sürü paketlerle geçmeğe başla- dım. Bazen de sana ras geliyordum. Hattâ senin paketlerini de elinden alıp sarı köş- kün önünden öyle geçiyordum. Biliyorsun ya. lâkin ben bekâr bir adamım, Evde ye- mek yemem. Öyle dışarıdan hergün salın alıp eve getirecek birşey o bulamıyorum. Bunun için bir takım uydurma paketler yapıyorum. Mesel boş bir kutunun içine öleberi dolduruyor, bunu kâğıda sarıyor, paket ediyordum. Sonra #ari köşkün önün- den elimdeki paketleri muzafferane bir eda İle sallıyarak geçiyorum. Muallâ görsün di- ye. kere. işle tramvayda unttuğum paket, son- Tâ şimdi sarı köşkü geçtikten sonra arsa- ya attıklarım bep bu uydurma şeyler, yalan- ci paketler. Ahmedin sırrını öğrenmiştim. Arâdan bir hafta geçti. Afkadaşım bir gün son derece memnun bir tavırla daireye geldi; Mesudum... Besudüm. dedi, Muallâ ile evleniyorum. Biraz neles aldıktan sonra anlatmağı başladı! Aklını mi ka- — Dün başıma gelenleri bir bilsen, bir bül-| sen... Gene elimdeki bir sürü uydurma pa- ketlerle yola çıkmıştım. Sen meşguldün. eve yalnız gilmeğe karar vermiştim. Bizim semte yaklaştığım saman Mualliya rasla- mayayım mu? Elimdeki bir sürü paketi gö- rünce güldü: — İşte dedi. bu hoşuma gitti. Ben böy- ie erkekleri Lakdir ederim... İyi bir ev er- keği olacaksınız. Tatlı tatlı konuşarak beraberce tlerliyor- duk. Bir aralık müthiş bir aksilik oldu. Elimdeki paketlerden birinin ipi koptu. Pa- ket sanki görülmiyen bir el tarafından açıl- mış gibi dağılıyordu. Kâğıdın içinden bir sürü boş sigara kutuları, buruşuk kâğıdlar, katiyen işe yaramıyacak öteberi dökülüp saçıldı. Ben bunları bir araya toplayıp uy- durma bir paket yapmıştım. Muallâ hayret- ler içinde kalmıştı: » Bunlar nedir? diye bana sordu. SEVİLEN KADIN Onu âdeta düşman telâkki ediyordu. Bu gidiş ayrumayla neticelenekse eseflenmiyordu doğrusu... Belki de bilâkis Vehbinin göğsünden kakılması, Bilâle çarpması aklına geliyordu da, bu manzaralar gülümsemesine sebep - oluyordu. Öyleyse heyecanının sebe- bi neydi? Bazi hissi kablelvukular ona bir şeyler ihtar ediyordu. © Ne öğrenecekli? Kendisinden ne > astiyorlardı? Hayat ona ne gibi bir sürpriz hazırlıyordu? Bu önünde oluran sdam?... Arabanın İçindeki lâmbalar sö- nüktü, Taksim meydanının bol ışığı ile «meçhul adamın» yüzü bir an pek ür şekilde aydınlandı. #— Pek sempatik!» © o Her ne kadar hemşiresi Suzan ken- “di anasile babasının Bedriden ve “zevcesinden başka (kimseler olduğu » şüphesine düşmüsse de, Süzi'nin ak- ına «bulunmuş çocuk» olduğu asla gelmemişti. Renzanın hakiki kardeşi olduğunu sanıyordu. Renza da onun Nakleden Vi-N bu kânnatini sarsacak söz söylemeği nefsine yedirememişti. Zira Süzi'nin üzülmesinden pek korkardı. Belki böyle bir itiraf neticesinde araların- dâki manevi rabıta sarsılır diye kork- muştu. Taksimi geçtikten sonra, otomobi- lin içinde tek söz söyliyen olmamıştı. Cemil Aciba bu sükütu bozmak İste. di. Fakat ağzinı açmak kudretini kendinde bulamıyordu. Kızını yeni yeni sukutlara yu- varlanmaktan korumak stiyordu. Cehennemden kaçırırcasına süratle, asabiyetle almış, götürüyordu. Fakat ne yazık ki geç kalmıştı, Olan ol- muştu. Fenalık işlenmiş bulunuyor- du. Hem de tam mânasile! Mukedderat, kötülüklerin katmerli olmasını da istemişti. Bir mabedin yağma ve tahkire uğraması kabilin- İ den bir ismet gasbedilmişti: Büyük bir günahla kirletilerek: Süzi'nin Aşıkı - Aşıklarından biri, | -<on zamanlardaki Aşıkı. Vehbi idi Yavruyu anneden kaçiranların şe- riki cürmü! Üvey babası!... Ne yapayım birader?. Âşık olduk bir | —z #2r 7 KD Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu 1048 m. Ankara Radyosu T.A. P.317 m, 9485 Ke/s20 K.O. TÜRKİYE SAATİL£ Her gün yalnız kısa dalga 31/7 m. 9465 Kö/s postamızla neşredilmekte olan Yâ- bancı dillerde haberler saatleri aşağıda gösterilmiştir; İranen saat 13,00 ve 18,45 de Arapça saat 13,15 ve 19,45 de Fransızca saat 1345 ve 20,15 ÇARŞAMBA 1/11/839 1230 Program ve memleket saat ayarı, 1235 Ajans ve meteoroloji haberleri, 12,30 Türk müzik (PL, 1330-14 Müzik (Küçük | orkestra - Şef: Necip Aşkın), I- Becce: Se- renüd, 3- J. Strauss: Bahar sesleri, 3- Helnz Mukel: Kara Orman Palkası, 4- Zichrer: Âşık (Romans) 18 Program, 18,05 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 18,25 Türk müziği (Fasıl heyetli, 19,2$ Konuşma (Dış politika hâdiseleri), 19,40 Türk müziği Ça- lanlar: Vecihe, Fahire Fersan, Refik Per- — Cevdet Çağla, 1- Okuyan! Melek Tok» 1- Kürdilihicazkâr peşrevi, 2- Cevdet Çağla Kürdilikicazkâr şarkı: (O yar bir gece geldi), 3- Bedrite - Kürdilihicazkâr şâr- kı: (hıdrıptamı), 4- Boğos - Kürdilihicaz- | gâr şarkı; (Güller açmış-, 3- Sadettin Kay»| nak - Bayatlaraban şarkı: (Dağları hep kar aldı) vdet Çağla: Keman taksi- mi, 2 — Okuyan: Mefharet Sağnak, 1- AM Rifat bey - Suzinak şarkı: (Kâr etmedi za- lim), 2- LAtIf ağa - Hicazkâr şarkı: (Yok- tur zaman gel), 3- Cevriye - Muhayyer gar- | kı: (Bahara bak gönül gibi, 4- Halk türkü-| gü: (Ay doğdu batmadı mu), 20,20 Temsil, 2050 Konuşma (Haftalık posta kutusu), 21,10 Müzik (Riyasetleimhur bandosu - Şef Ihsan Künçer), i- Beethoven: Marche E. Gilet: Loin du Bal (vals), Tssso, Lamento © Telunfı Bymphonisehe Dichtung No. 2, 4- H. Kioes: | Hölöna (Klarinet için melodi), 5- Carl Gold-| mark: Aus der Oper: Die Königin von Sa- | ba, 22 Memleket saat ayarı, ajans haber- | leri, Zirai hvilât, kambiy mukut borsar (Elat), 2220 Serbes sant, 2220 Müzik (Ravel: Piyano için sol-el Konserto- su - Pi) di nd - PL), 23,25- 2330 Yarınki program ve kapanış, Askerlik işleri Fatih askerlik şubesinden: Madde 1 — Kısa hizmet şeraitini | haiz yüksek ehiiyetnamelilerin ikinci teşrinin birinci günü yedek subay okuluna gönderimeleri mukarrerdir, Madde 2 — Son yoklamasını yap- tırmış bu şeraiti haiz mükelleflerin hemen sevk edilmeleri için önümüz- deki ikinci teşrinin birir si çarşamba günü saat (9) da şubeye müracaat eylemeleri ilân olunur. 132 Ke,./5. 120 Kw. ZAYİ — İstanbul emniyet müdürlüğün- den aldığım 31/27480 numaralı ikamet tez- keremi kaybettim, yenisini çıkaracağımdas hükmü olmadığı ilân olunur, Arnavut, tebaasından Nike oğlu Toma Ben şaşkınlıktan ne yapacağımı, ne söy- Miyeceğimti bilmiyordum. Nihayet aklım ba- şıma geldi. Ona herşeyi itiraf ettim. Son- rada: No yapayım? Her zaman eve birşey al- mak icap etmiyor. Ben de bunu düşündüm. Sırf sizin gözünüze girmek için.. dedim. Güldü: — Bir erkeğin bir kadının gözüne girmek için bu kadar şeye katlanacağını ummaz- dımı... dedi, Ondan sonra konuşmamız daha tatlı bir safhaya döküldü. Nihayei ona evlenmek teklif ettim, Evvelâ düşüneyim! .. dedi, san- ra da kabul etti. Mesudum, melsudum.» Ahmed dört ay sonra evlendi. Artık so- kaka eline paket almıyor!... Hikmet Feridun Es Bir anne zevce ve kizi ayni adamın metresi mevkiindeydi! Mihrinur hanım efendinin işlediği cürüm, böylelikle ne korkunç bir ne- tice veriyordu! Şayed ruhlar öteki dünyada bu ci. hanın hadiselerini takib edebiliyor- larsa, büyük annenin çektiği kabir azabına payan olmamak icab ederdi. Ceza, ne müthiş bir hal almıştı... Otomobil, Gemilin evine geldi. Bah- çesinih oOdemir oparmaklıklarından içeri girâi. Süzi: — Neredeyiz? Nereye geldik ku- - diye sordu. Bu suali «tanımadığı adama» tev- cih ediyordu. Kaçırılma hadisesinin başlangıcındanberi dansöz, gözlerini «ondan: ayırmamıştı. «Onun» ıztırap ve heyecan içindeki profilini bir nevi muş okfveldiünrzumee Erkek; ; — Benim evime geldik. Burada emniyettesiniz. Birşeyden korkmayın, Süzi! - dedi, Genç kız daha fazla sualler sor. | mak cesaretini kendinde bulamı- yordu. Araba durmuştu. Klârinetçi, uzun bacaklarını uzâtarâk yere indi. İki hemşirenin inmesi için yardım olsun LEYL ie Tefrika No. 105 MECNUN Yazan: İskender Fahreddin Leylânın annesi kızının Ömerle çok samimi görüştüğünü görünce: «Kocanla barıştın mı?» diye sordu Leylâ, koşucuları seyrederken.. Ertesi sabah. Sarayın önündeki meydana çadırlar kurulmuş, şeyhin döstları ve sev- dikleri sıra ile kaplan posilarının üstüne oturmuşlardı. Bir başka çadırda da şeyhin karısı ve kızı oturuyordu. Leylânın etrafını cariyeler sarmıştı, Yarışçılar birer birer meydana çıkmışlar» Âmirilerin at koşturmaları meşhurdu. Yarış atları kısa bacaklı, çok sevimli bay- vanlardı, Bunlar yarışta o kadar hızlı ko- şarlardı ki, bamlarının göğsü yere değer ve derileri soyulurdu. Arap atları Firat kıyılarında yapılan ya- rışlarda 'da birinci gelirdi. Türkler daima bu atları seçerler, beslerler ve onlara ken- di mili eğerlerini koyup süsterlerdi. O günkü yarışta Türk delikanlılarından değil, diğer Arap kabilelerinden bile bir ki- $i yoktu. Şeyh Mehdi bu yarışı kendi kabile- #l koşuculurt için hazırlalnıştı. İlk yarışa kırmızı ve beyaz atlı iki koşu- cu iştirak ediyordu. Şeyh elile işaret ver- miş, koşucular meydanda kuş gibi uçmağa başlamıştı, Şeyhin karısı, koşucular çadırın önünden geçerken, Leylâya sordu: hangisinin kazanacağını umuyorsun? Beyaz mı, kırmızı mi?.. Leylâ dı — Bunu kiz ? talih gülerse, o kazanır, — Doğru amma, insan gözü de talih ku- | Şunun kimin başına konacağım görebi Ben Kırımızı alır geleceğini tahmin ediyorum. — Sebebi?... — Çünkü eki süvari daha yakt- bir gençtir. | Mhsizdir, Ben beyaz atın kazanacağını sa- Biyorum. — Kabll değil. Onun süvarisi, aslan ya- mında sinen tilkiye benziyor. Leylâ güldü: — Tükller, mesud mahlüklerdir. arnel Zekâlarile, en müthiş tuzaklardan koru” nürlâr, Babamın adamları, aslanları #ilki- lerden daha kolay tuzağa düşürüyorlar, — Sen herşeyin ters tarafını görmeğe alışmışsın, Leylâ! Eğer kırmızı at kazan- mazsa, sana re irtersen veririm. — Eğer yarış danışızlı değilse, bir çili Şam tavusu isterim. — Ya aksi çıkarsa?.. — Ben de sana, Ömerin getirdiği bütün mücevherleri hediye ederim Şeyhin kurısı, Leylâdan başka şeyler 15- tyecekti, Fakat, Ömer ona o kadar değerli mücevherler getirmişti ki, Leylânın anası bu teklifi reddedemedi. O mücevherlerde çoktanberi gözü vardı. — Peki, dedi, kabul ediy Şeyhin çadırında da bahse tutuşanlar i, yarışçılardan kim kaza: nırsa kazansın, bununla alâkadar bile ol- muyordu. O, karısına tallmat vermiş: sLey- lâ hangi koşucuyu beğenirse, hemen bana haber ver. onu sarayıma alacağım. de- mişti, İlk yarış çok heyecanlı geçti. Kâh beyaz at İleride, kâh kırmızı at ön“ de gidiyordu. İkisinin de göğüsleri kum üs- tüne yapışmış gibi görünüyordu. Bunlar, kabilenin en değerli ve gösterişli gençleriydi. Meydanı üç kere döndüler, Son dönüşte beyaz at, ardından yetişe- ilemiyecek kadar ilerilemiş, önüne geğmiş- ti yarışçıları Şeyhin karısı kaşlarını çatarak: Hay miskin hay, diyordu. kırmızı at neden bu kadar geride kaldı?! Hayır. ha» yır. o mullaka birinci gelecek. diye elini uzattı. Bu sırada sadık berberi uşak ka- pıda bekliyordu. Dekorun güzelliğini de görünce, artist kadınlar soğukkanlılıklarına büsbütün kavuştular. Artık endişeli ! bir sual sormak lüzumunu duymadı. lar, Dansöz : — Ah, Rosso'cuğum!... Bizİ burada yüz yüze getiren ne mucizedir böy- | e... « dedi, — Cidden mucize... Bu evin sahibi oralara kadar geldi... Yunanistan- lara... Sizi arıyordu. — Bizi aramak için buradan kak kıp, Yunanistana mı geldi? — Evet, » — Ne münasebet? .. — Öğrenirsiniz... Ben, bizim ma- hud meyhaneye girmiştim. Kendisine orada tesadüf ettim. Çacukluğunuz hakkında tafsilât verdim. Bunun üzerine benimle dest oldu: Sizin se bebinizden, Süzl... Bana bu elbiseleri aldı, cebime para koydu. Daima kar- nımı doyuruyor. Alıp bu memlekete getirdi. Bursaya giderek Süzanın izini ta- kib vazifesini üzerine alan avukat Said, Cemilden aldığı talimat üze- rine Necilenin çilliğinin bulunduğu köye gitmişti. Onun için şimdi Cemi- Leylâ yan gözle annesine baktı: — Öyle mi vadetmişti sana? — Yooook, Fakat, o meşhur bir koşucuy- du. Her yarışta birine! gelirdi. — Ben sana güzel ve yakışıklı insanlar ta- | Mhsizdir demedim mi, anne? İşte, beyaz ak | önde gidiyor. Biraz sonra Şeyh Mehdi elindeki san | mendilini salladı, | Beyaz atın ilk yarışta birinciliği kazan- İ dığı ilân ediliyordu Şeyhin karısı, kızına: İki tavus borcum olsun, Diye söyleniyordu. Leylânın annesi, kırmızı at üstünde du- ran delikanlıyı göstererek: — Kızım, dedi, baban bu genci çok sevi- yor, Şor cesur, atılgan ve sevimlidir. — Örle ise yanına alsın, kendisine bir iş versin. Bunu yapmak için benim reyimi al- mağa lüzum var mı? — Evet. doğru. Fakat, bu delikanlı senin de beğenmiş olman şartile, Leylâ annesinin yakasından kurtulamı- yacağın anlamıştı. Bu işin b çıkmanın yolunu ararken, birdi gördü. Ve Uzaktan kendisine işaret etti. Ömer bu işareti alınca şaşırdı. O çoktan» beri karısını yüzünü bile görmüyordu. — Acaba Leylâ fikrini değiştirdi mi? — Örer beni ariyor. vardır. Dedi, ayağa kalklı, çadırın arkasına çe- kildi ve Ömer yaklaşınca, kulağına eğildi; Bugünkü yarışın mânasmı arladın belki bir diyeceği mı? sordu. Ömer heyecanla cevap verdiz Hayır, Fakat, bunu anlamak için uzun. boylu düşünmeğe lüzum yok.. babanız ken- disine iyi bir at seçmek niyetindedir. L müstehzi bakışlarile Ömeri tahrik Budala, dedi. Babam bu yarışı benim sırlamış, Biniclerin hepsi genç ve ben bunlardan birini beğenecek olursam, babam beni ona verecekmiş, Ömer hayretle gözlerini açtı: Beni unuluşor tu? Kocası başka bir erkekle nasıl ev- Jenebilir? — Yavaş konuş, Ömer! Annem duyarsa... — Ne yapabilir? Yoksa, bu işi isteyenler» den biri de o mudur? — Evet, O da benim senden ayrılmamı I$- tiyor. Öner yan gözle şeyhin karısma bakarak dişlerini gıcındatmağa başladı: — Pekâlâ, Alacağı olsun onların. Ben şimdiye kadar yurdumuzda babanı karşı baş kaldırmak isteyen kimselerin başlarını senin hatırın için eziyordum. Sen benden ayrlırsan, Leylâ elile Ömerin ağzını kapattı” — Sus artık. Gürültüye lüzum yok, Şimi- di Senin yapacağın bir iş var: Babam sa- na ayrılma teklifinde bulunursa «Ben, ka- rumdan memnunum. Onu boşamam!» der- sin, Mesele kalmaz. anladın mı? Ömer birdenbire Leylânın gösterdiği bü tahavvülün sebebini anlıyamamıştı: — Demek, artık benimle yaşamağu, ben- den ayrılmamağa kârar verdin. özle mi Leylâ? — Şimdilik benim fikrimi sorma. Sana bundan fazla birşey söyliyemem. Leyli cevap vermeden ayrıldı, Annesinin yanına oturdu. Ömer hiddetinden ateş püskürüyordu. -- Şeyh Mehdi ne yapsa boştur. ben Lay» lâyı bırakamam. Diyerek çadırdan çıktı, Leylünın annesi, kızının Ömerle çok sa“ mimi görüştüğünü gürünee; (Arkası var) lin evinde bismelçilerden başka kim- se yoktu. Merdivenlerden çıkarken Cemil, kizlara: — Buyurun! - dedi; Rosso'ya da: - Sen de yürü, dostum... Biraz sonra, İki hemşire, geniş bir kanapede yanyana oturmuşlardı. Musikişinas, bir köşede duruyordu. Cemil, başı avuçları içinde hir müd- det düşündü, Asâbiyetten, hiddetten ve heyecandan parlıyan güzlerini bir- denbire kızına çevirerek, müthiş bir gayret sarfedip: — Süzi! - dedi. - Sizin hayatınız- da bir sir var. Bunu biliyor musunuz? — Ne gibi? - diye genç kız şaşırdı. — Ne şekilde doğduğunuza dair malümattar mısınız? Dansöz, terzi Süzanın gözlerini pek andıran mavi gözlerini hayretle tes. tekerlek açtı. Haltıralarını yokladığı belliydi. YODo... — Buna rağmen mevcudiyetiniz pek muamımalıdır, Bildiklerimi şim- di size öğreteceğim... Siz, sizi büyü- ten insanların evlâdı değilsiniz, Süzi hemşiresine döndü. Onu şef- kat dolu bir nazarla âdetâ kucak- ladı. | (Arkası var)