ame İstanbulda m da meyva bolluğu! İstanbul meyva bolluğuna - uğradı, pazarlarda meyvadan geçilmiyor, manav dükkânları ve hemen her köşebaşı bir bolluk tablosu halinde, Manav- larda küfelerden salkım salkım üzümler dökülüyor, yaprak döşeli rafların üstü itina ile parlatıhp sıra sıra dizilmiş renk renk elmalarla dolu. İri yarma şef- taliler sepetlerden taşıyor, tayanlardan tan çatlamış nar dizileri sallanıyor... mekte... Hele cevizin haddi hesabı yok. Sonra da ne ucuzluk, Bir manav «— Geçen sene 30 « 40 kuruşa sattığımız kavunları koca koca ayva hevenklerile, olgunluk. Sokaklardan araba araba kavun geç- şöyle konuşuyor: 15 kuruşa veriyoruz, Dükkânımda kilosu 25 kuruştan yukarı armud yok; bunlar geçen sene 50 idi. Gördüğünüz elmaları da 70 den verirdim, 20 kuruşa alınız, - Küfeden bir sal- kam üzüm alıp gösteriyor - Üzüme bakin, şimdiye kadar dükkânıma böyle mal girmemişti. Vatandaşlarda tuhaf bir hayret - Bizde böyle armud çıkarmı imiş « Elmalarımız ne de güzelleşti - Şübhesiz bu hayret yerindedir. Çünkü şimdiye kadar meyvalarımızın ne fis tarafını yabancı müşterilerimize takdim ederdik, Avrupa hâdiselerinin ka- rışması üzerine muvakkat bir zaman yasaya döküldü ve ilk defa olarak vatandaşların karşısına çıktı, Fakat son gelen haberlere göre, İstanbul sokaklarma dökülen bu nefis meyvalar pek yakında ve eskisinden daha büyük bir hızla tekrar yabancı müş- terilere doğru yola çıkacaklardır. Kısa tabii olarak üzen bu hâdisenin memnuniyet verici tek tarafı yurdumuzun ne harikulâde bir meyva bahçesi olduğu edinmesine yardım etmesidir, Memleketimizin en büyük servetini teşkil eden nefis meyvalarımızı ağız tadile ve ucuz ucuz yerken belki de bu serveti daha geniş mikyasta İstismara heves edenlerimiz çıkacaktır. Almanyada çayın yerini Harp ve abluka dolayıslle deniz aşırı memieketlerden Avrupaya ve bahusus Al- manyaya yiyecek ve İçrcek maddeleri ax gelmektedir. Bunların memleket, dahilinde tedariki çareleri aranıyor. En #iyade ara- nan yerli çaydır. Birçok Alman ve Avustur- yalı mütehassıs âlimler cenubi Almanyada- ki ormanlarda Çin ve Hind çayının yerini tutacak nebatlar aramışlardır. Haber vetii- diğine göre eski Avusturya ormanlarında çaya benzer bir nebat keşfedilmiştir. Mu- ayyen bir usul dahilinde bu nebat kayna- var: « Bu Sene meyvalar ne kadar İyi için yurdda kalan bu Âlâ mahsul iç pi- bir zaman için bile olsa müstahsili hakkında vatandaşın sarih bir fikir ŞEVKET RADO tutacak made aranıyor tıldığı takdirde halis çaydan farkedilme- | mekte imiş Viyanada şimdiden bazı lokan- talar sabah kehvaltısile bu yerti çayı ver- mektedir. Müşteriler bunu halis çaydan ayıramamakta imişler yalnız bu yerli çay ıhlamur gibi insanı fazla terletmektedir. Çilek, ahududu ve frenk'üzümü yaprak- ları müsavi miktarlarda karıştırılıp kayna» taldığı zaman Viyanalıların ötedenberi atı- şık oldukları çayın çeşnisini vermekte iniş. Yeni nebat kâfi gelmediği lakdirde bu yap- raklardan istifade edilecektir. Otomobil hı Son günlerde Viyanada otomobil hirsiz- | lıkları hayret edilecek kadar çoğalmıştır. Bu sirkatler ekseriya mükellef otellerin de olmakta- ndanberi “4 | dir. Hirsiziiki hafta geçtiği halde z: mi üçünde birazı bulmuştur, Hırsız on alti yaşında Morgorete İsminde (güzel bir kızdır. Şimdiye kadar on oto: Pudinge karışan cam parçası Londra İokanlalarından birinde Leo ? Fingard isminde biri puding yerken boğa» | zanı sert ve Keskin bir şey yırttığını his- selmiş, üzerine fenalık gelerek boğazından | kan boğarımıştır. İ a: imdadı sihhi otomobili ile hasta- | sırılmış ve yapılan ameliyat netler. a c | Siyasi görüşmelere sahne olan Moskova şehri Mosko gün bütün nazarların çevrili ( bulunduğu bir şehirdir. Sovyetlerin mer- kezi olan bu şehirde pek mühim siyasi mi. #akereler cereyan ediyor. Oko nehrinin kollarından Moskova su- yünun ikl kıyısına yapılan şe nüfuzu 2,740,000 dir. (1915 yılında bu nüfus 3652000 idi.) Muharebe ve #htilâli müteakip Dek azalmış, gene artmiştir ve artmaktadır. Moskovayi 1158 da Rostof prensi Geor$ Dolgoruki kurdu. Şimdiki Kremlin'in yeri ne köşkünü yaptırmış, etrafına da tahta perde çevirmiştir. İşte böylelikle başlıyan kasaba- büyüyerek böyle bir merkez haline gelmiştir. Şehrin etrafı ormandır. Moskova deresi seyrüsefere müsaittir. Onun İçin kasaba derhal inkişaf gösterdi. Üçüncü İvan za- manında seri bir büyüme müşahade olun» du. On beşinci asrın ikinei nısfından son- ra Kazan ve Astrakan Rusların eline ge- çince, Moskova da mühim bir ticaret mev- kezi haline geldi; her yanla iktisadi mü- masebat tesis olundu. On dukuzunu asırda tren yolları ve Ukraynadaki sanayi Moskovayı büsbütün terakki ettirmiştir. Moskova artık ticaret, sanayi ve kültür merkezi olmuştu. Çarlar zamanında - Büyük Petfodan itibaren - payıtaht Petrograddı; o halbuki, bolgevik- ler, devlet idaresini Moskovaya aldılar. — | Sovyetler Moskovayı belediyecilik hox- tasından Werlettiler. Eski şehrin modern bulvarları, büyük caddeleri olmakla bera» | ber, birçok yerlerde tek, yahut iki katlı bi- | nalar yanında, yüksek apartımanlar göze | çarpardı. Şimdi 10-13 katlı binalarla süslü | muntazam plânlı mahalleler yapıldı. Moskovanın - eskiden şatosu ve bir norl ortodoks Vatikanı olan - Kremili kalesi meşhurdur. Buzunun etrafı pek yüksek sui larla çevrilidir. İşte şimdi siyasi iii rak - âdeta bir kasaba kadar geniş olan - kölenin saraylarından birinde İN İ İ zasına mahiçüm rsızı bir kız bili aşırmış ve satmıştır. Bu işte kondim- ne bir âşığı yardım etmiştir. Âşığı daha —r- vel başka bir cürümden dolayı tutulup dört | sene hapse mahküm edilmişti. Şahid sıfa- tile mahkemeye davet olunan bu adam bü- | tün kabahatı kendi üzerine alarak kızı ku tarmak- istemiştir. Fakat mahkeme asıl sir-| kati yaparın genç kız olduğu kanaatine zar- dığından kendisirii bir sene ağır kürek ce. miştir. Fingard iyi olduktan sonra mahkemeye müracaat etmiştir. Dava uzamış ve niha- yet havale olunduğu Ingiltere âli mahke- mesi, lokanta sahibini 75 İngiliz rası taz- minat vermeğe mahküm etmiştir. Lâkin bu hüküm muvakkattir. Çünkü Fingard başka bir cam parçasının midesine indiği kanaatindedir. Midesine ameliyat yapılacak olursa o zaman mahkeme daha büyük taz- minata hükmedecektir. ediyor. Sarayların birinde de Stalin re di- ğer Sovyet rüesası daimi surette oturmuk- tadır, milinin yanında vaktile mühim idam vakalarının tatbik edildiği oKırmızı mey- ni günlerde, tinslere ve geçit resimlerine sahne ol. tadır. Leninin mühteşem mezarı da bura» dadır. Şehrin tarihi kıymeti haiz birçok kiliseleri vardır. Kn meşhuru Kırmızı mey- dandaki Bazili Viajenski'dir. Çarlık devrinin “kibarlarına alt binalar şimdi mektep, hastane, ensütü gibi müss- sesalere kalbolunmuştur. Şehrin pek :ok tiyatroları vardır. (Bir zamanlar otun ka- dar kaydedilmiştir.) En meşhuru Moskora operası ve «Malıy lsaler. dedikleri .Kü- çük tiyatro. dur. Şehirde metropoliten (yani yeraltı tramvayı) da yapılmış bu- lanmaktadır. Su yolları ile nehirden ne- hire geçilip muhtelif denizlere çikilir. Bü. Yük bir yeni park meydana getirilmiştir. Sovyet merkezi muhtelif üniversitelerile ve yüksek mekteplerile mühim bir kültür şehridir. Düzlük üzerinde bulunan Moskova yazın İstanbul kadar. sıcak, kışın ise mfr altı 30 - 35 dereceye Kadar soğuk olur. Nakıs 19 - 20 derece soğuk aylarla devam eder. Hava Istanbuldaki gibi bir açıp bir kapa- maz, bir kararda uzun müddet devam eder. Kar yağınca sokaklarda kızaklar görülür. Moskova muhtelif taarruzlara maruz Kalmıştır. Bunların en maşhuru Napolyon Bonapart; istilâsıdır. Çar, şehri yakmak suretile Napolyonu mağlübiyete uğrat- B. Baki z Ankara 28 (Telefonla) — İzmir defterdar muavini B, Baki merkez | daireleri muhasebe müdürlüğüne ta- yin ANNE SAP ve SAMAN Ahrette bekleşenler - “Dillere geçmiş yabancı tâbirler Rus donanması bombardıman vaziyetinde - dersi,, - ei ye insan gırtlağına geçirilen kasab çengeli Biz Sinoba gelelim: Anadoluya daracık bir berzahla, âdeta pamuk ipliğile bağlı bir yarım ada.. Bu berzah o kadar dardır ki bazı fırtınalı zamanda dalgalar bir taraftan öbür tarafına serpintisini gönderebilir; geçerken ıslanırsınız. Dört jandarma bütün adanın kara- dan rabılasını kesmeğe kifayet eder ve işte onun için de adaya bırakaca- ğihiz bir sürgün, denize atılmış İsta. koz sepetinde gibi gözlerini, bir tür- lü kavuşamadığı etrafına dikip eli şakağmda oturup düşünür, Bir sürgün, beş sürgün için böyle- dir; fakat beş yüzü için iş değişir; zira - İl ile gelen düğün, bayram - şe- hir bir panayır yerine döner. Rah- metli Cemal paşanın İstanbul muha- fızlığı zamanında bu yarım adaya kafile kafile yolladığı ve sürgün de- ğil de nâzik bir lisanla «mütebalt> adı verdiği eşhasım yekünu, bir ara- lık, sekiz yüze yaklaşmıştı, Gülcemal | vapuru, on günde bir limana demir attı mı herkes koşuşur, birbirinden soruşurdu: — Yeni gelenler kimler? Tarıdık- lardan kimler var? # Çoğu defa ahbaplara raslanır, sa. rlıp öpüşülürdü. Bu itibarla Sinop bir nevi âhret hali almıştı Ruhlar şayet ahrette de böyle yeni gelen- lerie buluşabiliyorsa ve gelenlerden istediklerile kolkola, sarmaş dolaş ge- zinip dolaşabiliyorsa, doğrusunu söy- emeli, eğlencesiz kalmıyorlar demek- tir. Zira o bekleyiş çok “zevklidir, o buluşma pek bheyecanlıdır. Yeni ge- len epeyce yorgun, şaşkın, yardıma muhtaçtır; henüz yerini yadırga- maktadir; önüne düşersin, yolu, izi öğretirsin, teselli ve kuvvet verirsin; yeni hayata alıştırırsın, Asıl mühim- mi onun da nihayet sana benzeyip aynı derde ve âkibete düşmesine ba- kıp keyiflenirsin. Fakat henüz gel- meyenleri düşünür, gecikmelerine de kederlensin. Ahrette de, olabilir ki, ruhlar bu haldedirler; postaları bek- lerler, bakarlar Hasan gelmiş, Hüse- yin yolda; Ali gelmiyor, Veli çıkma- dı. Kimine sevinirler, kimine üzülür- ler; böylece vaktin nasıl geçtiğini bil- mezler, Bilhassa hayatta aynı yolun yolcu- su, aynı işin ehli, aynı siyasetin sü- rücüsü olanlar biribirlerini, muhak- kak, dâhü sabırsızlıkla beklerler. Me- selâ, şüphesiz, bir Talât paşa merhum Enver paşayı, bir Recaizade Ektem bey Abdülhak Hâmidi öyle beklemiş- lerdir. Aralarında zıddiyet olanlarda böyle bir acelecilik belki de daha faz- la mevcuddur. «Clemanceau, pek muh- temeldir ki Vilhelm'i dört gözle bekli- yor; Lloyd George'un gecikip ikinel umumi harbe yetişmesine ve ateşli fikirler vermesine, hususile Türkiye- yi methetmesine kızmakta ve şaşmak- tadır. Hindenburg ise halefine ka- vuşmağa can atmaktadır! Yalnız şu var ki Sinoba gelenlerin bazısı, yolunu bulup affa uğrar, geri dönerlerdi; orası avdet ihtimali olan bir ahret kovuşu idi. Harp patlıyıp Osmanlı Devleti de kısmen seferber- lik ilân edince af, Nsteler şeklinde tebliğe başlandı; ters yüzüne bir akın seyrediyorduk. Fakat sürgünler İs- tanbul rıhtımına ayak basar basmaz inzibat memurlarının kucağına dü- şüyorlar, ver elini, doğruca kışlaları boylayıp cephelere sevkolunuyorlardı. Frenklerin mitolojiden alınmış bir sözü vardır: de Charybde en. Seya Yani bir tehlikeden bir tehlikeye, bir belâdan öbürüne düşmek inâna- sına kullanılır. Bir rivayete göre Mesina, diğerine göre Boğaziçi ara- sından geçerken iki taraf kayaları gemiyi yakalar, yakalar, birbirlerine atarlarmış. Dehşelii manzara, fakat ne marifetli bir düşünüş... Zaten bü- tün Yunan mitolojisi öyledir, canlı, mânalı, kudretli, şilr ve zevkle dolu- dur, Bunlar içinde balmumudan ka- natla güneşe yükselen karın düşüşü, dünya yüzüne bütün felâketlerin tohumunu saçan Pandor'un kutusu, göl içinde bulunduğu halde susayıp da dudaklarını uzattığı zaman suyu içemiyen Tantal'ın işkencesi, İsfenk- 5'in sorguları, Herkül'ün altından el- maları, daha bir çoğu, hattâ hepsini, başka başka şekillerde ve münasebet- lerle başımızdan geçen vakaların bi- Ter zarif ve gayet doğru ifade ve re- mizleridir, İçimizde pek azadam vatdır ki kar gibi kolu, kanadı kırıp yere Se- rilmemiş olsun; bir parasız için ban- ka veznesinin önünde durmak bir 'Tantal işkencesi geçirmekten başka nedir? Bir harb, bir Pandor kutusu- nun açılması, hayat İsfenksin bir süalile insanın karşılaşmasıdır. Hes- perid bahçelerinden koparılan ve dün- yayı birbirine katan elma bir kadın. dır. Gene «istitrad., olarak söyliyeyim: Edebiyal âleminde ve mütefekkir adam diline geçmiş her lisandan bazi şöh- | retli tabirlerin ehemmiyetle öğrenilip kullanılmasına şiddetle tarafdarım. Meselâ olabilir ki biraz ötede bir «#Beynes serâ ves Süreyya» tabirine rasgelirsiniz, Gençlerin çoğu bu cüm- leye, muhakkak, yabancı yabancı belki de hiddetli hiddetli bakarlar; belki de «es> lere, «vess lere aldanıp farisi sanırlar; gayrete gelip: *Vatan- daş türkçe konuş, türkçe yaz!a bile derler. Yarın «Veni, vici, vidi yi de kullanmaklığım, öbür gün bunlara bir de «Ali righti, ilâve etmekliğim pek mümkündür, Zira bütün bu söz- lerin bir nefes tütün, bir yudum kah- ve, bir tadımlık likör gibi hoş bir key- fi; bir ağız ve zevk değiştiriciliği var- dir; yazının yakasına bir çiçek kadar yakışır; acayip bir nebat saksısı gibi makale salonunun bir köşesini süs- ler; bir yenilik, bir renk, bir mânâ ekler; kuruluğu giderir, düşünme İş- tihasını açar. Bu sebeplerle, edebiyat sınıfların- da bir «bütün dillere geçmiş yabancı tabirler» dersi okutmak bir vazifedir, Hem kolaycacık öğrenilebilir, ayrıca eğlendiricidir ve asıl mühim cihet, hayalımızda fizik, kimya, aljebr tabir, işaret ve kaidelerinden çok fazla bun- larla karşılaşmaklığımız mümkün- dür; bön bön bakarsak ve başkasın- dan meded umarsak ayıp olur. Evet, ne diyorduk, Sinop misafirleri kafile kafile İstanbul ve cephe yolu- nu tuttular. Kasabada ancak elcba- şılarla kalbur üstündekiler (kaldı; etrafa bir hüzündür çöktü, Bu hüzün arasında bizim de harbe giriştiğimiz haberi gelmiş; deniz muvasalası büs- bütün kesilmiş, kara yolculuğu çok güçleşmis, hattâ Rus donanmasının bombardıman ihtimali de baş gös- termişti. Nitekim, bir sabah gözümüzü açın- ca düşman filosunu liman önünde, toplarını çevirmiş, ateşe hazır bekli- yor bulduk. Kulaklarımızi ıkayıp “| gözümüzü ytmmaktan başka yapa- O cak bir şey yoktu. Askeri olmıyan bir silâhsız maz ve şehir topa tutulur mu? O asırda -yirmi beş senelik bir vakadan ibah- sediyorum amma O günden bugüne kadar öyle değişiklikler oldu, harb kaideleri öyle altüst edildi ki bana tarihi bir eski hikâyeyi anlatıyorum gibi geliyor - o asırda hentiz , böyle usulsüzlükler yapılmazdı; daha;doğ- rusu yapılmağa başlanmamışta; ilâ- nıharb denilen ve şimdi maziye kari- şan pek iptidai ve fazla nazik ysule bile riayet ediliyordu. Şurası var ki karşımıza dikilen Rus Çarlık donan- ması idi; sağı solu, şusu busu, ince eleyip sık dokuması yoktu. Atar mı | atar, ateşe yakar mı yakar! Hususile ©) Sinop geçen harpte Osmanlı bahriye. İ si için pek faclalı bir deniz harbinin İİ sahası, donanmasının mezarı olmuş- © tu. Bunu hatırlıyarak ve azamete kapılarak deli ve haşin bir kuman- dan votkayı atıp «Ateş!» emrini ve- İ rebilirdi, Çocukluğumda bizim evde bir Esad ©) ağa vardı, iri yarı, kapılardan sığ. maz, ayrıca poturlu ve cepkenli bir ©) adam, Bana Moskof ilinde nasıl esir düştüğünü anlatmıştı: o Yaralanmış, bir kenara serilmiş, can-çekişiyor. © muş; derken bir Kazak görünmüş, gelmiş, atından inmiş, Esad ağanın gırtlağına ucu zincirli bir çengel ge- çirmiş, tıpkı kasap dükkünlarında ko- (| yun başlarının asıldığı çengellerden... | Sonra, tekrar atına binmiş, kamçıyı © şaklatmış, sürmüş... Esad ağa, evvelâ, bir müddet, kancaya takılı, kan re- yan içinde sürüklenmiş; bakmış girte lağı etinden ayrılmış, kıkırdağı mey- danda, ölmek üzeredir, can havlile ayağa kalkmış, boynunun yükünü ve © acısını hafifletmek için ellerile zin- cire sarılmış ve bu defa iki yerin © Gen yaralı, a kadar, atı geçecek m dar başlamış koşmağa! : Ufacıcıkken daha pratik ve mantıkt © bir zekâ sahibiydim; Esad ağanın hikâyesine delil olarak gırtlağında gösterdiği bu eski yaradan kalma il kırışığa, gözlerim yaşlı, bakarken “| sormuştum: — Moskof neferinde çengel ne ar» © yordu, onu yanında neye taşıyordu? Aldığım cevab beni pek kandırma. mıştı anıma vakanın dehşeti kafâ- ma yeretmişti. Onun içindir Ki «Rus donanması geldil; haberini alınca yalnız kulaklarımı tıkamak, gözümü © yummak değil, gırtlağımı da koru- | mak lüzumunu hissetmiş, elimi, elim- de olmıyarak, boynuma ogötürmüş- tüm! (Üçüncüsü salı gününe) Türk parasının kıymetini koruma hakkındaki karar- name meriyete girdi Ankara 28 (Telefonla) — Türk parasının kiymetini koruma hakkında yeni bir ka ramame hazırlanmıştır. Bugünden itiba- ren meriyete konulan bü karamamenin metni şöyledir: * 1 — Sikke ve külçe halinde olduğu gibi kiymetli madenlerin hurda ve masnu hal- de de memleket dışına çıkarılması mem- nudur. «Kıymetli maddelerden maksad: Piâtin, altın ve gümüştür.» 2 — Yolcuların şahsi zinet olarak dalma taşıdıkları kıymetli maddelerden mamul eşya da bu hükme dahildir. Yalnız siyans ve saat bu hükümden müstesnadır. 3 — Harişten Türkiyeye gelen ecnebi.sr memleket dışına Bu kararın neşrinden evvel Türkiyeye gelmiş bulunan ecnebilet beraberlerinde getirmiş oldukları kiymetli madenlerden mamul eşyayı kambiyo mercilerinden mü. sande almak şartile memleket dışına çıka- rabilirler. , Gümrükteki 28 kamyon ara- zöz haline getirilecek O Gümrükte bulunan 28 parça kamyonun Haftada üç dersi Ayda 4 lira