Büyük Bir otomobili, Berlin caddelerin- de kore çalarak, bütün hizile ilerliyordu; halk arasnda küfür saruranlar bulunu- yordu. Almancanım garip küfürleriydi bun- lar: — «Fırtınalı hava... Bir kere daha'ı Pakât otomobilin numarasız olduğumu Me susuyorlar, yahnd Zira arabanın mühim Kaldırımda Şürüyenlerden biri teşhis et- — Hin... Sin... Casus teşkilitimen şeflerin- m. e — Nereye r acaba? — Alak Alman casuslarının hir Sırrı HER AKŞAM BİR HİKÂYE le ecnebi memleketlere haber sısmamasını enaniyet altına almak istiyoruz. D. N, B. genel müdürü, almanca bir hay- ret nidası aalıverdi. Aynen tercümesi: «— İlâhi efendi! Bir kere daha.» Anllıyamamıştı... Hiç birşey anlıyamamış- di, Bursayı, bizim (A.A.) yani Anadolu Ajan- sna tekabül eden mi Kapıda, avluda, koridorlarda kendisine Hell Hitler! - selâmını veriyorlardı, O da ciddiyetle ayni surette mukabelede bu- Tumuyordu. Kulaktan kulağa, biraz Xorku, biraz da merakla herkes biribirine fısıldı- yordu: — Baron von Spitzf — Acaba için geldi?.. Herhalde mü- him bir mesele var galiba... , tâ kapılardan karşıcı çıktı. diye sordu. Tabii değil mi ya, azizim? — Hayır. Bizim mesleğimizde tubii olan hiç birşey mevcud değildir. Herşeyden şüp- heleniriz!.... Bimat kalktı, Kapıları açıp dinlemilme- diğine emin oldu. Mikrofon konulabilecek cihetleri de şöyle bir gözden geçirdi: — Evet. Bu onda ne İstersek görüşe- biliriz! - hükmünü verdi. — Cidden mezak içindeyim, Baron. Neydi o gönderdiğiniz son tebliğ?... Pirka disiplini icabı ise itiraz etmiyeyim, amma kısa aklımca pek mânasız buldum... — Belki mânasir, fakât zaruri... — Almanya halkında radyo var. Yalnız Bizim merkezleri dinliyeceklermiş, hariç is- tasyonlarını açarlarsa ağır cezalar, hat- tâ idam tehdidi... Olur şey değil... Havsala almıyor. — Sathi düşünenler bunu şöyle tefsir edeceklerdir, dostum: CAlmanlar, ecnebi Dal mana korkuyor. İngilizlerin söylediklerini Cermen halka dinletmek İs- temiyorlar!) Pakat hayır! Mesele © dere- €e basit değil. Bizimkisi «gayri ihtiyari en- #usluk. yapılmasın diye sadece bir ihtiyat tedbiridir. — «Gayri ihtiyari casusluk»! O da ne de- mek? — Yani evlerimizdeki radyolar rasıtasi Tefrika No. 69 — Şey. — Gördünüz mü ya7.. Acele etmeyin. © kadar çabuk ihate edilir meselelerden değil. Bundan bir ay kadar evveldi.. Bir etti. — Edecektim... Fakat pek mühim bir ar terdi edeceğini söyleyince meraka kapıi- dım... Aldırdım yukarı... Mühendismiş... — Onlardan serbes mesleklerde çalışmak hakkını refetmemiş miydik?.. Vay küs tah. Hâlâ mı bu münevver sanatlarla uğ- Taşıyor? — Fabrikalarda filân iş vermiyoruz ta bil. Fakat bu adam evine te bulunmuş. Âr olmuyanları böyle şeylerden de mcnetmeli, baron, — Ekperverane hissiyatınızı takdir ede- rim.. Fakat susumuz ve dinleyiniz. Zira işim var.. Casusları İstintağa gideceğim... — Buyurun, buyurun... — Bu Yahudi mühendiz kartını yolla- keşfini anlattı, Muharebe vukuunda ber dilden neşriyat yapmamızı tavsiye etti, Ta- biatile düşman memleketlerden açıp din- Nyecekler... Biz de, arada cereyan hasıl olur olmaz, onların orada neler konuştuklarını, ne mütalâalar yürüttüklerini duyabilece- #iz.. Mesafenin uzaklığına göre ayar ya- pılıyar. Projektör zlyasının sağa yahud #0- Ja kabilinden o metrajdaki bü- tün evler dinlenebiliyor... Tabil arada be- yanı mütalâa edenler olacaktır. Meselâ bir erkânı harp kaymakamı: «Zor! Hele bir hücuma kalkın! Filânca yerde düşece- iniz pusuyu görürsünüz! diyecektir, Bu- na mümasil sruhavereler olacak ve biz işi- teceğiz... Vaziyete göre davranacağız. — Harlkulâde bir keşif.. Buna mukabil Yahudi ne istiyor? — Pasaport... — Emlâkini de alıp götürmek şartile mi?, — Zor!... Bırakır mıyız?.. Hem sonra gö- türsün bu icadı başka memleketlere sat- $in?... Derhal tevkif etmeğe karar verdim bittibi. Fakat anlattığı tafsilâtı not edi- yordum. İstediği âletleri derhal yaptırarak SEVİLEN KADIN ka bir emelim yoktu. Bu da başa gele- ekmiş... Şimdi sizi bedbaht görmekle ve bu bedbahllığın senelerce sürüşüne şahid olmakla cidden müteellimim... — Zannettiğiniz gibi bedbaht deği- im vallahi, dostum. Yalnız kendi Nakleden : ( Wâ - Nü ) ben onlara kıyasla pek iyiyim, — Bu sene ne yapmak fikrindesi- sebetsiz bir sual sordumsa cevap ver. meyiniz. — Ba, evet.. Saklanacak birşey değil... Bizim avukat Ferid beyden — Ne diyor bakalım?... Çok iyi ço- cuktur... Pek severim... Yoksa Vehbi bey gene kumarda fazla para kaybe- derek omu para diye tazyik mi etmiş?... EOğe Profesyonel güreşler Alman pehlivanı Tekirdağlı ile intikam maçı yapacak Geçen hafta yapılan mevsimin son pro- fesiyonel güreşlerinde Tekirdağlı ilo Alman pehitvan arasındaki müsabakanm Hatlar - h bir şekilde nihayet bulduğu maltımdur. Alman pehilvanın Tekirdağlı ile başka bir hakemin idaresinde bir intikam maçı yapmadan memleketine kati bir şekilde bildirdiğinden slâkadarlar baş- pehlivanımıza Alman güreşçinin arzusunu bildirmişlerdir. Tekirdağlı büyük bir sportmenlik gös- tererek bu Karşılaşmayı kabul ettiğinden bu mühim müsabaka bu hafta pazar günü Taksim. stadında yapılacak ve müsabaka- yı Cemal pehlivan idare edecektir. İki pehlivanın iddialı bir şekilde yapa- cakları bu karşılaşmadan Oayri olarak zengin bir program hazırlanmıştır. Yugos- lav Bkoviç - Molla Mehmedie, Fiabeş Ka- sn - Müâlüyimle, Rus Skorof - Dinarlı ile karşılaşacaklardır. Müsabakalar gene Taksim stadında olacak ve saat 15 de baş- lıyacaktır. Serbes güreş müsabakalari Ankarada yapılacak Ankara 13 (Akşam) —30 Eylülde İstanbulda yapılması mükarrer olan serbes güreş birincilikleri müsabaka- sının ayni tarihte Ankarada Jcra- sı kararlaşmıştır, Grup müsabakaları da 24 eylülde gene yapıla- caktır. sassasssnerrssssusrsasuranaaransasee sereeeean verdik. Ağrını aradım. Nerede oturduğunu sordum. Adresini öğrenince, gAyri ihtiyari elim, tertiblediği âleli oynattı. Evini bul- dum. O esnada karısı ile kardeşi koruşu- yor. Ne anlatsalar beğenirsiniz? Tabii din- lendiklerinin farkında değiller! Kâşif Du hleti vererek Iiimad kazanacakmış... Sonra aramıza girerek bir kongre esnasında diğer bir ilcadı olan bir ea deler makinesile hepimizi mahvedecekmiş.. Karısı: «Hele bir pasaportu alalım, kolaydır ötesi!... di- yordu. - Zira İngiltereye bu âletin projesi- ni kocam gönderdi bile...» «Kâşll bu sözleri işitince: «— Ah. ne yaptın, Rebeka?.. Ah, geve- 7e kadın!.. Hepimizi yaktın!... - diye Mmle- di. sÂlete bir tekme indirdi. Paramparça et- 4. Sonra da, parmağındakt zehirli yürüğü dudaklarına götürerek emdi. Yıldırımla vu- Tulmuşcasına öldü... «Şimdi elimizde plârıları duruyor. Harbin sonunda neşredilecek casus tefrikalarımda ne sansasyon yapacak! Bu âlett yeniden yapmağa uğraşıyoruz. Fakat baz: püf nok- taları olsa gerek. Henöz muvaffak olama- dık... Ancak plânlari İngiltereye de veril. miş olmasından korkuyoruz. Bu sebeple ec- nebi istasyonlarını dinlemekten halkımızı menettiik. Yahud da bin bir takyidie din- çırmıyacaklardır. Yoksa propagandaya ka- pılırlar Korkusu değildir bu... Aksi takdir de yaptığımız cinnet olurdu... Değil mi azi- zim?.. Böyle saçma bir emir verir miyiz — Ah s0! Şimdi anladım... Hakkiniz var- muş... Baron... Hem de yerden göğe kadar... — Şimdilik bana müsaade, azizim.. Ca- susların istintakına gidiyorum... Demin de söylediğim gibi bu, aramızda sır kalacak ha... Sizden başka kimse bilmiyor... İşitilir- 5ç mesulsunuz. Fakat meğerse, -baronun muayenesine rağmen- genel direktörün odasında dinle- yici tertibat varmış... İşte muhavere şayi oldu! (vâ-N0) Bahsin bu mecraya dökülmesi dok- torda bazı hatıralar uyandırmış ola- cak ki, gayri ihtiyari yüz buruşturdu. — Ha... Yim,.. Şey... Acibadem... - dedi, — Doğrusu ben feci kazaya kurban olan o binayı yeniden yaptırmak isler- dim. Halbuki Vehbi bey satıyor. — Ben de onun gibi yapardım... Al- LE Tefrika No, 60 YLÂ ie M Yazan: İskender Fahreddin Leylâ anahtarı elinden bırakmıyordu, hattâ babası istediğ halde ona bile vermemişti Orman bekçisi kendini kaybetinişti. Yüzü mosmor olmuş, kolları kıvrılmış, saçları dimdik. yerde cansiz yatıyordu. Koynunu doldurduğu mücevherler yere dökülmüş, ok torbası bir kenara fırlamıştı. Ömer bu esrarlı mağnruda daha #ata du- rTamazdı. Kafasının içi zonklamağı, dizle- rinin bağı çözülmeğe başlamıştı. Ne yapa- cağını bilmiyordu. Düşünmeğe muktedir değildi. Hattâ şimdi gözleri de dumanlan- ymıştı. Karşısındaki heykelleri yürüyen, ko- şan, sıçrayan birer haymlet halinde görü- yor ve Ömer: — Allahım, sen bana yardım et! Arak ne Leylâyı isterim; ne de (Tilsmh taşi ta Rüzüm var. Diye bağırarak bekçiyi kucakladı. Merdi- venden sürükliyerek, kapıya güçlükle çıka- rabildi. Ömer, dağın tepesinde temiz hava le ci- Rerlerini şişirince aklı başına gelmişti. Bir müddet etrafma dalgın dalgın bakındı ve kapımnı önündeki kayaya yaslanarak dü- başladı: — Türklerin ecdadı yaman adamlar- miş. iler bile -aradan binlerce yıl geç- tiği halde- dirlleri yerden yere çarpıyorlar, — Mağaranın kapısını açmak için, örüm- ceğin yuvasını bozmuştum. O da -aklınca- benden intikam aldı. ensemi soktu. , Yerden bir tutam toprak oldı, tükürükle wlatarak ensesine koydu ve yanan yerde bir müddet parma- ğının ucu ile tuttu. Bir yandan da bekçiye sesleniyordu: — Haydi, kalk bakalım.. evde dinlenir- sin! Yumuşak yatakta uyur gibi, ne ka- dar da rahat yatıyorsun ya! Bekçi yavaş yavaş kımıldamağa başladı. Dağın tepesinde üşütücü bir rüzgâr esi- yordu. Ömer mağaranın Kapısını kapadı. anah- tarı aldı, koynuna Koydu. Hiç olmarsn Leytâya hazinenin anah- tarını veririm. bundan sonra İsterse sev- mesin beni, Onun uğrunda kaç kere canı- mı tehlikeye Koyarak, zorlukları yenmeğe çalıştım, Fakat onu memnun edemedim. Orman bekçisi biraz sonra gözlerini açtı. Yattığı yerden kalktı: — Yediğim yumruk o kadar şiddetiiydi ki, dedi, hâlâ ensemi oynatamı Es- rar dağı tekin değildir derlerdi. Lâkin (Gudeninin bu kadar insafsız bilmezdim. Hayatımda herkese iyilik yap- mış. Binlerce yıldır etrafında sakladığı ha- zineyi mahşere adar yanında tutmak ni- yetinde midir acaba. Örer gülüyordu: di. Bunu yapmadı, hafif bir sileile bizi başından savdı. Fakat, şeyh Mehdi bu ha- zineyi duyarsa, ne yapıp yapar, hepsini za“ viyesine nakletmeğe çalışır. Dağın tepesinden inmeğe başladılar; Orman bekçisi dağ yamaçlarında yaşı- kemi ihtiyarlardan duyduklarını amlatıyor- — Sümer kralı ölürken, zengin hazinesi- nin bir kısmını milletine. bir kısmını oğ- Yuna terketmiş: üçüncü kısmını da haya- tında, yaptırdığı mesarıa götürmüş. Me- zarın buşında göyle bir vasiyelname var- muş; «Kendi #oyumdan biri ileride sıkınlı- ya düşer ve paraya ihtiyacı olursa, meza- rıma gelip bir miktarını alabilir.» şamak imkânını verdiği için cenabı hakka dua ediyorum... Hayatta birşey- den şikâyetim yok... Bütün istedikle- rime ulaştım. Hattâ biraz daha fazla- sına bile... Mükemmel bir aşçım ve hizmetçim var... Bana bakıyorlar... Vi- şi'den geldim, Sıhhatim âlâdır... Ah keşki böyle bir saadete geriçliğimde lahın dağı... Harabe.., Elden çıkarma- | kavuşsaydım... Bu düşünceden maada 4, gitsin... — Ferid bey, bir talip zuhur ettiği- ni söylüyor. — Epeyce para veriyor mu bari? — Epey. iş bu akıllı zati muhterem? — Mısırlı imiş. — İsmi? — Aklımda bile kalmadı... Aciba... beni muztarip eden birşey yoktur... Bazı hastalarım var... Onları dolaşıyo- rum... Kiminden para alıyor, kimin- den almıyorum... Böylelikle vaktim geçiyor... Oyalanıp gidiyorum... Ne ya- palım... Hayat... — Yemeği benimle birlikte yer mi- siniz? — Maalesef... Söz verdim... Acıbademe ismi benziyor diye mi alı- Ayağa kalktı, yor acaba?... Garip adam... — Herhalde zengin bir şey olacak... — Peşin para da veriyor. — Mükemmel Kita. DED He- men satın... Razı olmuyor musunuz? Ev sahibesi: / — Hemen teşrif mi? - diye sordu. - Aman ne kadar acele bu böyle?... — Söyledim ya, efendim... Hastala- rım var... Beni beklerler... Fakat saye- — Adam, sen de... O da gitsin bari... | lerinde zenginleşiyorum sanmayınız, Vehbi bey, beni rahat bıraksın... Baş- | Ekserisi bedavacıdır. ka şey istemiyorum. Doktor, teessüfle başımı #allıyarak: — Ne işkencel... İzdivaç mi bu si- zinkisi., - dedi, Necilenin yanma yaklaştı. Genç ka- Gının elini avuçları içine alarak; mi teheyyüe içinde... Bu da dimağın — Şimdi bunları bırakın da kendi- | faaliyetinden ileri geliyor... Düşün. — Onun gibi birşey... Muhterem zev.| hizi anlatın bakalım dostun... Neler | ler... Mütemadiyen düşünceler... vi Necile, mahzun bir sesle; — Öyle azizim dektor... - cevakını buraya. dolaşıyorum... Bana kolay ya- — O halde (Gudea) bu servetten, bize bir damlasını bile (Çünkü biz onur soyundan değiliz. — Evet. Ben de böyle düşünüyorum. Eğer vermeğe niyeti olsaydı, aldığım mücevher- lerden bir tanesi olsun koynumda kalırdı. dana ayak basmayı bile uğur saymaziar Halbuki, bu dağda mevcud olan &herşe; onların atalarından kalmıştır, Hele şu ma- Baralara bir bak. bütün kayalar o devir- de kesilip yontulmuş. şu zengin hazinenin içinde ne varsa, onlara gid, Şu Sümerliler Ve kendinden geçti. Şeyh Mehdi, damadını bu halde görünce saşırmıştı. Orman bekçisi hakikati anlatir — Esrar dağının tepesine çıktık, dedi di keşfettik. Fakat hi birşey almağa muvaffak olamadan dön- dük. Ben (Gudes) dun dayak yedim. onun da ensesini örümcekler ısırdı. Mehdi hayretler içinde — Bana sormadan niçin çıklına o me- gum dağa... Diye söylenerek Ömeri kucakladı. cari- yelerin yazdımile odasma götürdü. Leyli Ömerin geldiğini duyunca hayret etti. Zi (Esrar dağı) na gidenlerden o güne ka- imse e Ömer #ehirlenmişti. Büzen birşeyler söşlemek istiyor, fakmt ağzını açamıyordu. gözleri de ka- palıydı. i Leylâ bu işi yaptığına pişman olmuştu. — Yazık oldu Seyid Ömere... Diyerek dövünüyordu Ömeri #üşliyan ibtiyarlar ümidlerin kesmemişlerdi. — Birkaç gün sonra gözlerini açacak, di- rilecek. Diyarlardı. Şeyh Mehdi (Farar dağı)nın tepesinde- ki hazine halkında damadından malümat almak sevdasına düştü. Ormanı beliçisi bu hazineyi kendine ve fazla iyileşmesini bile istemiyordu. Leylâ Ömerin elbisesini temizlerken, göğ sünde bir anahtar buldu. Bu anahtarın sa- pında kral (Gudea) nın kabartma resm! Orman bekçisi anahtarı görünce şaşır- dr. Ömer ona, anahtarı aldığın söyleme- mmlişt. Bekçi birdenbire baş bulundu ve amah- tarı görünce: — işte, dedi, biz Sümerlilerin hazinesini onunla açtık. dArkası var) verdi, - Saklamanın ne faydası var? — Aşk mı? — Aşk benim için öldü! İki kızımla birlikte onu gömdüm. Bunları pekâlâ biliyorsunuz... Yaralarımı niçin taze- lemeli? Doktor genç kadının elini hürmetle öperek çıktı. İki dakika sonra, Necile yalnız kal- miş, pençerenin önüne gelmişti. Avu- katın mektubuna tekrar göz gezdirdi. — Cemil... - diye âdeta inledi. - Onu da adı Cemil... Misirdan gelmiş... Acı- badem'deki evimizi satın almak isti- yor... Burası hiç kimseyi alâkadar ede- mez... Kim buraya binlerce Jirasını vermek ister?.., Muhakkak o olacak... Aman yarabbi... İçime doğuyor... Mut Yaka odur... Gideceğim... Öğrenmek istiyorum... ex Avukatın kâtipleri, daktiloları da- ğımıştı. Handa sakin have. esiyordu. Fakat patronun odasında hâlâ hare ket vardı. Genç bir adamın masa başında otu! - duğu abajorun ışığı altında görülü- yordu. Sathi bir nazarla hakılacak el hem de mülâyim bir insan hissini ver- mekteydi. Harıl harıl çalışıyordu. (Arkas vaz)