O akşam beş eski arkadaş bir yaz bahçesinde buluşmuşlardı. Zeki hatı- ralarını tazeliyorlar, gençlik günleri- ni biribirlerine anlatıyorlardı. Necdet söze başladı: — Öyle bir talebelik hatıram var- &r ki hiç aklımdan çıkmaz. Uzak bir şehirde tahsildeydik. Üç arkadaştık. Müşterek bir pansiyon otutmuştuk. Pansiyonumuz yanyana iki küçük odadan ibaretti. Odaların arasında bir de kapı vardı. Üçümüz de neşeli, ateşli, eğlen- ceyi çok seven gençlerdik. Kanımız kaynıyor, her gün “kendimize yeni maceralar arıyorduk. Pansiyonumuzdan hiç memnun değildik. Çünkü burası bir kere bizim mektabe oldukça uzaktı. Civarda hiç güzel komşular yoktu, Karşımızdaki binanın pencerelerinde ekseriya göz- Tüklü ihtiyar kadınlar oturuyordu. Halbuki başka arkadaşlarımızın pansiyonları civarında gayet güzel, neşeli komşuları vardı. Hele Mecdinin pansiyonu ömürdü. Bunun hangi penceresinden baksanız muhakkak karşınızdaki bir balkonda, yahud bir pencere kenarında oturmuş güzel bir genç kadın görürdünüz. Üstelik bizim pansiyonun alt ka- tında geceleri dehşetli gürültüler oluyordu. Bu gürültüler bizi bazan çileden çıkarıyordu. Ne derse çalışa» biliyorduk. Ne de şöyle doğru dürüst konuşabiliyorduk. Bu memnun olma- dığımız pansiyondan çoktan çıkacak- tak amma ne çare ki kirası pek ucuz- du. Verdiğimiz para ile başka bir pan- siyon bulmamıza imkân yoktu. Gene bir gece oturmuş, hep birlik- te derse çalışıyorduk. Birdenbire aşa- İı Katta müthiş gürültüler başladı. Bağıra bağıra söylenen şarkılar... Haykır- Arkadaşım Ahmed elindeki kitabı hiddetle masanin üzerine fırlattı: — Bu ne rezalet... dedi, sanki t- marhanenin üst katında oturuyor. müşüz gibi bir şey... Aşağı kat tımar. haneden de beter oldu artık canım... Bon derece sakin bir çocuk olan Se Hm bile aşağı kattaki gürültülere fe- na halde sinirlenmişti: — Hakikaten bu kepazelik.. di- yordu. Nuri: — Buna bir çare bulmalıyız... dedi. Ben gülümsedim: — Ne çare bulacağız? Ahmedin gözleri parladı: — Ben bir çare buldum. dedi. Bu aşağı kat kiracılarını yola getirmek için ancak bir çare vardır. Gürültüye karşı gürültü... Onlar gürültüye baş- lar başlamaz, biz de hemen faaliyete geçelim. Öyle gürültüler yapalım ki onları hayatlarından bizar edelim.. Hepimiz birden atıldık: — Mükemmel bir fikir... bunu tatbik edelim!.. Haydi!.. Derhal faaliyete geçtik. Mümkün olduğu kadar gürültü yapmak için biribirimizi teşvik ediyorduk. Ben bu işte elebaşı olmuştum. Etrafımdaki. dere: — Haydi... Haydi kardeşim... Zıp- la... Hopla... Tepin... Çığık savur... Bağır.. diyordum. Bir gramofonumuz vardı. Bunun Üzerine en gürültücü plâğımızı koy- muş, çalıyorduk. Gramofon çalarken hep birden, deliler gibi zıplıyor, sıç- rayor, hopliyor, taklak atıyorduk. Sa- vurduğumuz çığlıkların haddi hesabı yoktu. Biraz sonra bu yaptığımız delilik —— da gitti. Âdeta eğleniyor. ay aşağıdaki kiracılar ta- vani vurmağa başladılar. Ben: — Çocuklar, dedim, aşağıdakiler bizim gürültümüzden pek ziyade ra- hatsız oldulâr. Tavanı vuruyorlar... Nasıl onlar yaptıkları gürültü ile bi- sim kafamızı şişirirler mi? Biz daha fazlasını yapacağız... Haydi daha 2i- yade nplayınız, daha ziyade gürültü yapınız. Onlar aşağıda tavanı vura dursun lar biz gürültüyü son derecede art- tırmıştık. Yaptığımız patırtıdan biri- birimizin sesini bile işitemiyorduk. Bir aralık gürültüyü kestik. Etrafı dimlemeğe başladık. Kapımız vurulu- yerdu. Hemen:ben fırladım, açtım ve Derhal dünyanın en güzel kadınlarından biri vardı. İnce kaşlarını çatarak bana: — Biz aşağı katta oturuyoruz, dedi. Bizin katta o kadar gürültü oldu ki, aceba bir şey mi var? Aralarında bir mesele, bir vaka mı çıktı? diye mera- ka düştük. Gülümsedim: — Yok efendim... dedim, merak edilecek birşey değil... Sadece eğleni- yoruz. Bu sözüm Üzerine o da gülümsedi. Odamızdaki gürültü hâlâ devam edi- yordu. Güzel komşumuz gülerek sordu: — Bu nasıl eğlence böyle? Hemen cevap verdim: — Bu eğlencenin ismine« mümkün olduğu kadar çılgınlık yapmak! derler, Çok zevkli birşeydir. İsterse- niz, buyurunuz da nasıl eğlendiğimizi görünüz, O: — Bilmem ki... Aşağıdan merak ederler mi? diye içeri girdi. Artık bi. zim neşemize hiç diyecek yoktu. Biraz sonra aşağıdan iki arkadaşını da ça- gırdı. Onlar da bu gece üç arkadaş, aşağı katta yalnızmışlar... Üçü de pek güzeldi. Sabaha kadar vaktin nasıl geçtiği- ni anlamadık. Ondan sonra geceleri sık sık gürültüler yapıyor, onların da bu suretle yukarı gelmelerini temin ediyorduk. Artık hayatımızdan da, pansiyonumuzdan da çok memnun- duk. Fakat bu esnalarda mektep arka- daşlarımız bir dağ başında kamp kur- dular. Biz de kampa gittik On beş gün kaldıktan sonra tekrar pansiyo- na döndük. Geldiğimizin ilk gecesi idi. Ahmed: — Aaşğı kattaki komşularımızı pek göreceğimiz geldi. Haydi gürültü ya- palım da yukarı çıksınlar... dedi. Derhal gürültüye başladı. Lâkin gelen, giden yoktu, Gürültüyü arttır. dık. Anşağı kattan yine hızlı hizli ta- van vuruldu. Ahmed memnun: — Mükemmel... İşte tavanı vurdu. lar. Nerede ise gelirler... dedi, Gürültüyü büsbütün arttırdık. Ne- Birdenbire kapımız dehşetli bir tekme ile ardına kadar açıldı, Çam yarması gibi iriyarı beş erkek içeri girdi. Hepsinde de sinemalarda gör- düğümüz haydud rollerine çıkan in- sanların hali vardı. Ellerinde kalın birer sopa tutuyorlardı. Biri müthiş bir sesle: — Sizi haylazlar sizi... dedi, biz aşağı katın yeni kiracılarıyız!... Bu yaptığınız rezalet nedir? Şimdi biz size gösteririz... Herifleri yatıştırıncaya kadar akla karayı seçtik. Bu kadar güzel başlı- yan bu macera işte böyle bitti... Hikmet Feridun Es ve çatlakları, koltuk altı Htihaplarını tedavi eder. Addoyâl| Baş, Diş, Nezle, her türlü yanıkları, kan çıbanlarını, meme iltihaplarını ergenlikler, çocukların ve büyüklerin her türlü deri Sıhhat Vekâletinin 22/4/936 tarih ve 5/31 numaralı ruhsatiyesini hatzdir. © — Erkek - Zor. 7 — Hitam bulsa - Tersi hâmızdır. 8 — Başına «G; gelirse seyahat olur - a, DARİ e RAE Gr SİZ acne ola: EM tahkem mevki, - 10 — Misal olarak. Yukardan aşağı: 1 — Resul 4 — Rayların osltındaki demir veya ağaç - Talik et 5 — Bina yapma - Boyunun arka tarafı 8 — Müntehiplerin verdiği pusla - Dahil 7 — İkinel dünya - Tersi beyazdır. 8 — Bir Bovyet gazetesi. 9 — Oünlün yirmi dörtte biri - Akıtma, 10 — İkas ve tenvir eden muharrerat, Gecen bulmacamızın balli Aba, Al, Ale, p — Nark, Etik, 10 — Çita, Ralk. Yukardan aşağı: 1 — Batılınanç, 2 — Ateş Rübal, 3 — Çev, İskart, 4 — Da, As, Ka, 5 — Amiral, 6 — Müelifler, 7 — Antakya, Ra, $ — Ram, Ehali, 9 — Odeon, İlik, 10 — Tik- | sinmek. Akşamın ın neşriyatı Meşhur Arsen Lüpen Serisi resimli & büyük cild her cildin fiatı 80 kuruş Tevzi yeri: Akşam gazetesi Ankara caddesi Acımusluk sokak 13 numara | | Yüzde yirmi iskonto kuponu: Bu kuponu kesip «Akşam matba- ası kitap servisine» getirir veya gönderirseniz flatleri üzerinden size yüzde 10 iskonto yapılacaktar. çıbanlarını, dolama, âkneler, Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser icabında günde 3 kaşe alınabilir. beis içinde kaldım. esen rn ij Mae ME baki lil TABAK İZLAN rak: “Tefrika No. 48 LEYLÂ ie MECNUN Yazan: İskender Fahreddin İnce bir kadın sesli duyuldu: “Yabancı değil, korkmayını,, — Siz ne derseniz deyin. Ben Hali- fenin bir şeyden haberi olmadığına kanlim. Abdülmelik hayatta olsay- dı, tecrübesi ve zeküsile bu İşleri der- hal keşfederdi. Fakat, yeni Halifenin bu hususta tecrübesi yoktur, — Bence Velid, babasından çok dâ- ha zeki ve anlayışlıdır. O, çok iyi bi- Mir ki, Bağdada giden hilâfet ordusu Türkler olmayınca bir şey yapamaz dı. Buna kani olmasaydı, Şamdan Fırat'a elçiler gönderip bizden yar- dım diler miydi? — 8iz böyle düşünmekte haklısı- nizi Kuvvetli bir mantıkla hadiseyi muhakeme edince, müsbet bir netice- ye varmanız pek tabiidir. Fakat, in- sanların ihtirasları mantıkla ölçüle- mez. Bağdada ilkönce giren Türkler- dir, Bağdadı siz fethettiniz Fakat, ben öyle zannediyorum ki, Bağdad Urman şan ve şöhret peşinde koşan bir adam değildi, Fakat, hakikatın da değiştirilmesini hiçbir zaman arzu etmezdi. Bütün cenklerde yanından ayrnlmıyan cesur arkadaşı Taşbilek ayni zamanda kulağı delik bir muha- ripti. Urmana bu sözlerle neler söy- Jemek istediğini anlatmıştı. Urman bir müddet düşündükten sonra: — PFırata varınca Şama bir elçi göndererek, oBağdaddan muzafler döndüğümüzü Halifeye bildirelim, dedi, umarım ki, bu suretle hakika- tin değiştirilmesine mâni olmuş olu- TÜZ. Taşbilek te zaten bunu söylemek istiyor, fakat, düşüncelerini açığa vurmaktan çekiniyordu. Urman, Şama Taşbileği ogönder- meğe karar vermişti. Bu karar bir sır halinde aralarında kalacaktı, Ordu Fırata varır varmaz, Taşbilek yanına | birkaç muhafız alarak Şama gide cekti. * Urman diğer arkadaşlarına istira- hata çekilmelerini emretmişti. Taş bilek ile başbaşa kalmışlardı. Urman da yorgundu. Sekiz saat at Üstünde sallanmıştı. Taşbilek, reisin yanından ayrılmak üzere idi. Bu sırada etraftaki gözcülerden bi- Tİ acı acı bağırmağa başlamıştı: — Uzaktan bir atlı geliyor. Dur işareti verdim, durmadı. Karanlıkta atını koşturarak içimize kadar girdi. 'Urman: — 'Taşbilek, yayını ger! &üşmandır. Diye bağırdı. Nöbetçiler mizrakia- rmi uzatarak relsi geniş bir daire içinde muhafaza altına almışlardı. Biraz sonra uzaktan ince bir ses Belki bir « — Yabancı değil. korkmayın!ş Birafta yanan meşaleleri bir ara- topladılar. Kizi alevin altında çehresi beliren atlı derhal yere atlı. yarak, Urmana doğru koşmağa baş- adı, 'Urman genç kadını görünce: — Fırat... Sen buralara nasil gel- Fıratın e duyanlar hayretle birbirlerine bakıştılar. Urman, Fıratın kendiliğinden ge- dan kaçıp yola düzülmüştü. Urman, kendi kızı gibi, Piratı se- vinçle kucaklayıp saçlarını, omuzla- rını okşadı. Fırat, reisin ayaklarına kapana — Beni yurduma götürmek için söz vermiştiniz. Ben yurduma ve aj. leme kavuşmak istiyorum. Beni bu- ralarda bırakmayınız. Yabancı iller. de döktüğüm göz yaşı bir araya top- lansa, nehirleri taşırırdı. Diye ağlamağa başladı. Fırat bitkin bir halde idi. Onun gösterdiği metanet ve cesarete akıu- cılar parmak ısırmışlardı. — Bu kadının damarlarında 'Türk kanı taşıdığı belli, Diyorlardı. Urman, Fırata sordu: — 'Tahirin elinden nasıl kaçtın? — O şehirden henüz dönmemişti. O mrada ormandan geçen bir yolcu bana sizin Bağdaddan döndüğünüzü söyleyince, dayanamadım. Boynum- daki incileri yolcuya vererek atını al- dım. yola çıktım. Sizi bulacağımdan emindim. Biraz sonra kum üstünde bıraktığınız izleri takib ederek bura- ya kadar geldim. Urman müstakbel gelininin al nından öptü: — Sen oğluma lâyık bir zevce ola- caksın, Fırat! Seni bize 'Tanrı gön- derdi. (Can) 1 kara sevdadan da an- cak sen kurtaracaksın! Fıratın fazla konuşmağa mecali yoktu. Urmanın gösterdiği yere yattı... uyudu. '... (Geştun) zaviyesinde Ertesi sabah.. Güneş henüz doğma» muşta. Ordu harekete hazırlanıyordu. Urman geç uyumuştu. O uyanır uyanmaz yola 'çıkacaklardı. Zehranın devecisi gözlerini açar açmaz (Fırat) in ogece geldiğini duydu. Hemen Zehra koştu: Zehra yeni uyanmışı. Hayretle de- veciye sordu: — Ne var? İç sıkacak bir haber mi getirdin... Yoksa sevindirecek bir haber mi? Deveci boynunu büktü: — Getirdiğim haber canınızı m sıkacak.. yoksa sizi sevindirecek mi? Bunu bilmem, Sitti! İncimi peşin al. madan birşey söyliyemem Zehra boynundaki inci dizisinden bir tane çıkarıp deveciye fırlattı. — Bu gece çok güzel rüyalar gör- müştüm. Umarım ki, Urman beni oğ- Tuna vermekten hiç bir zaman vaz geçmiyecektir. Deveci yavaşca Zehranın kulağına Ağildi: — Bu gece (Fırat) gelmiş... Zehra birdenbire şaşırdı. Bu üç kelime onun beynini bir anda altüst — Pirat mi gelmiş? dedi. Ben 7a- ten onun bizimle beraber olduğunu tahmin ediyordum. Elharisin yanın- dan ayrılalı sekiz gün oldu. Firat arkada kalsaydı, şimdi nasıl gelip de bizi bulabilirdi? Deveci bir kaç adım geriye çekildi. — İyi ki inciyi peşin aldım, Kadı- nın gözleri döndü.,. Bu haberi alın. ca bana inci değil, zirnik bile ver- mezdi. Zehra bir hurma ağacının dibinde oturuyordu. Biraz ötede diğer cariyeler yatı yordu. Herkes uyanmağa ve etrafla dolaşmağa başlayınca onlar da birer birer uyanıyordu. Geştun zaviyesinde sabam idrak etanek her yolcuya nasib olmazdı. Geştunlar burada hiç bir yolcunun veya kervanın konaklamasına mey- dan vermezlerdi. Yolcular çok İleride gölde konaklarlardı. Urman buradan hoşlanmış ve: — Şu güzel hurmalıkta konaklıya- hım.. deyince, ordu hurmalığa yayıl- rolştı. Güneş, hurma ormanının arkasın- dan yavaş yavaş kızıl çehresini göste- riyor, çobanlar koyun sürülerini gü- düyor, Arap kızları omuzlarındaki bakraçlarla su başma gidiyorlardı. Taşbilek: (arkası var)