mr Fransız kasabalarından birinde, ga» yet iyi bir yemek yedikten sonra, kah- veleri ve sigaraları içerken söhbet fas- h da başladı. Hikâye anlatmak için en müsaid zaman budur zaten... Müddelumuminin naklettiği sergü- zeşi hepimizinkinden bâskın çıktı. e O sıralarda şimdikinden daha küşük bir kasabadaydım. - dedi. « Fena hal- de canim sıkılıyordu. Mart ayının ilk günelrinde imzasız mektuplar aldım. Bir cinayet vukua geldiğini bana haber veriyorlardı. Louis Mar minde bir adam var- mış. Doktor D la uşaklık ederken birdenbire sırra kadem basmış. Küçük bir köyün az ötesinde kırların orta | smda ev kuran bu doktordan bütün köy halkı şüpheleniyormuş. Onu cani sayıyorlarmış. Martin teşrinisani ayında dokto- Tün hizmetine girmiş, Kânunusaniden sonra onu kimse görememiş. Bir takım garip tafsilât veriyorlardı. Nihayet, şahsen tahkikatta bulunmağa karar verdim. Birkaç saat müddetle kötü bir seya- bat yaptıktan sonra Allahın belâsı bir tabiat ortasına düştüm. Köyde halkı söyletmek, onlardan birşey öğrenmek için beyhude yere ça- baladımsa da muvaffak olamadım. Hiç kimse birşey söylemiyordu. Doktordan korkuyor gibiydiler. Köyün iki üç yüz metre ötesinde gü. zel, şirin bir ev vardı. Jandarmalara da haber vermiştim. Onlar beni soka- ğın dönemecinde bekliyorlardı. Bahçe kapısını birkaç kere vurmam Yâzım geldi. Aralanınca içeri daldım. İhtiyar bir hizmetçi kadın yolumu kes- mek teşebbüsünde bulundu. Fakat onun karşı durmasına rağ- men merdivenlerden çıktım. Sofaya girdim. Tam o esnada da doktor, gü- rültüyü işiterek: — Ne var? - diye önüme çıktı, Oldukça ihtiyar bir adamdı bu. Za- yıf, fakat kuvvetliydi. Uzun uzun par- makları olduğu dikkati celbediyordu. Burnu da hürmetliydi. Kafası dazlak, gözleri çukurdaydı. Altın gözlüğünün arkasından atmaca gibi bakıyordu. İsmimi ve vazifemi söyledim. Büra- ya gelişimdeki maksadı da anlattım. Uşağı olan Martin'in akibetini öğren- mek istediğimi de ilâve ettim. Doktor, gülümsiyerek beni dinledi. — Ne ahmak herifler oturuyor bu köyde! - dedi, - Demek ki, beni size ha- ber verdiler. Böyle bir harekette bu- Tunacaklarını ümmaz değildim. Evime Yerleşmemden bir müddet sonra eşi- imi aşındırmağa, beni hastaya çağır- mağa başladılar. Ben de - “öyde dok- torunuz var, Ona gidiniz. Ben tebabet- 1 uğraşmak niyetinde değilim.» de- dim, Kabul etmedim. Zira buraya mes- lek icra etmek üzere gelmiş değildim. Ben ruhiyat mütehassısıyım. Diğerleri #İb ben de akademi azası olabilirdim. Fakülteye profesör seçilebilirdim. Am- ma ilmi eserlerime bile kiymet ver. Mmediler, O cihetler bana vız gelir... Ben Çalışmamı bilirim. Arzu ettiğim şekilde hareket edebilecek derecede servet sa- hibiyim, Hülâsa efendim, kırlar orta- andaki bu malikâneyi satın aldım. İste insan sakin yaşıyamıyor. Kom. Şular, kapıcılar, traşçı misafirler var. Oradan ayrılıp buraya geldim... Yüzüme baktı: — Siz adliyecisiniz... Zeki bir yüzü- Müz var. Hoşuma gittiniz... Bu söyle- diklerimin ne kadar doğru olduğunu ir, Boyuna gevezelik ediyordu. Sesinde titreme, bir acaiplik olduğunu his- Korkunç bir nuvel sediyordum. — Sadede gelmenizi rica ederim! - dedim. — Ha... Evet... Loüvis Martin... Doğ- Tü... O, ne ölmüş, me de kaybolmuş- tur. Lâboratuarımda bulunuyor. Gözlüğüntün üzerinden yüzüme bak- tı ve sakin sakin ilâve etti: — Birkaç gün evvel fena bağırdı da civardaki köylüler ondan huylanmış olacaklar. — Bağirdı mı? — Evet. İyi kloroformla yapamamış. tım. Üzerinde çalıştığım sırada uyanı- verdi. Bağırdı, bağırdı, “Lâkin iyice bağlı olduğu için aldırmadım. Çalış- makta devam ettim, Şaşkın şaşkın kendisine bakıyor- dum. Doktor anlattı: — Efendim! Kendisini hizmetime aldığım zâman uşağa filân ihtiyacım yoktu. Maiyetimde bulunmağa alış- | miş olan ihtiyar hizmetçim bana ta- mamile kâfi geliyordu. Martini ancak tecrübelerimde kullanmak üzere al. dım. Hayvanlarda tecrübeler yapmak beni alâkadar etmemeğe başlamıştı. Anliyor musunuz? Aşılarla kendisini iyice başkalaştırdım, Matliba muva- fık bir hale soktum. Hepsini size gös- tereceğim ya... Lâkin aşılar da kâfi gelmiyordu. Bir gece oğlan uyurken kendisini kloroformladım; bağladım. Lâboratuarıma sürükliyerek üzerinde çalışmağa başladım. Gelip bakar mısı- nız? Zahiren pek sakin görünüyordum. Söylediklerinin dehşetini anlamağa başladığım için içime bir ürküntü ânz olmuştu. Kendisini takip ettim. Bir koridora geçtik. Anahtarları çevirerek kapıları açtı, Duvarları badalarnımış bir odaya girdik. İşte o zaman gördüm: Burada bir vücud, bağlıydı. Yaşıyan bir vücud! Zira doktor yaklaşınca dehşetle hay- kırarak geriye doğru bir hamle yaptı. Doktor ise, elleri cebinde, eserine sa- kin sakin memnuniyetle bakıyordu. | — Ya, işte bu... Aradığınz... İnsanla hayvanı biribirinden âyıran hududu ortadan kaldırmak istedim, Bu oğlan- cağızı hayvan haline getirdim. Doktor Morenu'nun meselesini bilirsiniz, duy» muşsunuzdur: Hayvanlarda insan psi. kolojisi yaratmağa çalışmıştı. Saçma şey... Olamaz... Ben tamamile aksini yapıyorum ve müvaffak oluyorum. Ba. kınız şuna... İki ay müddetle üzerinde | emek sarfettim. Boynunda, vücudünde, beyninde ne yaralar açtım, sonra on- Jarı kapadım. Vücudünü, delik deşik, ilmi tetebbü mevzuu yaptım, Ah, hele beyin... Mahlüku öldürmeden beyni değiştirmek!... Ne güç, ne güç!... Şim- di görüyorsunuz ya: Döri ayaklı hayvan ruhunu taşıyora benziyor... Gözlerinde insan ifadesi var mi? İn. | sanı geriye doğru inkişaf eitirmek!... | Hayli marifet, değil mi?... İlmen iyi | netice aldım... Eserimi yazıyorum... Bu canlı misali de göstererek ilim adamlarını haberdar edeceğim... Yak- laşın, azizim, daha yakıridan bakın... | Fena mahlük değildir, korkmayın... | Bakıyor, duyuyor, fakat anlamıyor. Kendinin vaktile kim olduğunu ve | şimdi benim kendisinden bahsettiği. | mi bilmiyor... Havsalasını beyninden Yaran: Pröderic Boutet Söküp aldım, Ancak insiyakları kal dı... Alelâde hayvan gibi... Dehşet içinde kendisini dinliyordum | Fakat birdenbire adam, bağlı kolla- | rına rağmen, elimi yakaladı. Gözleri. | min içine öyle hazin, öyle istimdadla | baktı ki... Doktor: — Tüü, Allah müstahakkını versin!- dedi. - Herşey mahvoldu... Ağlıyor... | Demek istediğimi yapamamışım... Söy- lenenleri anlıyor... “Uşağı kurtardık. Fakat doktor, kudurmuşcasına bir , tehevvürle, bir timarhane köşesinde öl- dü... Tercüme eden: (Vâ-Nü) İ a , BULMACAMIZ LEYLÂ ie MECNUN Tefrika No. 37 Yazan: İskender Fahreddin Urman Şeyh Mehmedi Şama diri olarak götürmek istediği için Tahiri bir türlü affedemiyordu Yerliler uyuyan adamı görür gör- mez tanıdılar; — Şeyh Mehmed... Fakat, onun burada ne işi var? Bu eve girdiğini hiç birimiz görmedik... Dediler, Urman inandı ve sevinçle: — Haydi yiğitler, dedi, götürün bu herifi saraya, Şeyh Mehmed aydemmyordn, Zeh- ranın dizinde yatınca tekrar tatı hül- yalara dalıp uyumuştu. Asilerin relsi sokak kapısına indi- rildiği zaman esniyerek gözlerini açtı; — Zehra, bu gürültü nedir? Diye seslendi. Fakat, karşısında demir miğferli, iri boylu Türk akın cılarımı görünce şaşırdı. — Nihayet elinize düştüm... Beni bu kadar çabuk bulacağınızı bilsey- ; dim, sarayı ateşe verir, o ateş içinde kendimi de yakardım. Diye söylenmeğe başladı. Şeyh Mehmedin aklı başına gel mişti. Fakat, Zehranın tuzağına düş- tüğünü tahmin etmiyordu. İkisini de biraz sonra saraya gö- | türdüler. Aşsilerin reisini kim öldürdü? Şeyh Mehmedi saraya getirdikleri zaman, Elharis yerlileri sorguya çe- İ kiyor, şeyhin nereye kaçtığını öğren- mek istiyordu. — Şeyh Mehmed geliyor... Sesleri yükselmeğe başlayınca, ku- mandanın gözleri yaşradı. — Urman hangi işe parmağını ko- yarsa, muvaffak oluyor. Dedi. At üstünde gelen Urman'ı | yanına çağırdı. 1 — Şirin kadın. 2 — İşin özü - Tehassür adatı - Sıfat edali. $ — Sonuna «A» gelirse uykuda yaşa- nan hayat olür - Vermenin sıddı. Boğa güreşçisi, - Ümmetin başı - Başma «Se gelirse dilenciye verilen para olur. & — Servetin başlangıcı - Derd yanma. 7 — Başına «Ye gelirse hamalın sırtma —— - Bir ilâç. 8 — Tersi himaye et demektir. $ — Sonuna «Z. gelirse mümkün de- mektir - Hepsi, 10 — Nüzül - Lezzetin başı, Yukardan aşağı: 1 — Tecrübesiyce 2 — Müteessir olmak - Lâhza, 3 — Işık » Futbol takımı 4 — Benzer arkadaş - Tersi mesrür de- mektir, $ — Ald olmaklık. 6 — Pamuk dengini vaz#den, 7 — Budala kişi 8 — Beygire yük al 9 — Kırmızı" Hallolma. 10 — Azot mürekkebatı - Arının uşar- ken çıkardığı 505. Gecen bulmacamızm hai Soldan sağa: i — Alsenlıbez, 2 — Sarahatile, $ — Anize, Ateh, 4 — Biz, Nurani, $ — Ika, Erup, 6 — Bavul, E), 7 — Ezik, İde, 8 — Zira, Roman, 9 — Ulema, Lacm, 10 —| Kanarya, Te. Yukardan aşağı: 1 — Asâbibozuk, 2 — Lâhika, İla 9 — Arizaveren, 4 — Caz, Uzama, $ — Ahenkli, Ar, 6—La Er. T—larus, Ola, $ — Bitap, İma, $ — Elen, Bdnet, 10 — Ze- hirlerme, ie Ev, Apartıman kiralamak için — Şimdi yapılacak iş, bu haini vah- $i bir hayvan gibi kafese koyup Şa- ma götürmektir. Dedi, Yerliler. şeyh Mehmedin yakalan» dığını görünce: — Bir zorbanın elinden kurtulduk. Diye bağrışmağa ve meydana Üşüşmeğe başladılar. Urman, ordu kumandanına şeyh Mehmedi nasıl bulduğunu anlattık- tan sonra: Eski valinin gözdesi Zehraya söz verdim, dedi, onu da Şama gön- dereceğiz. Kendisinin Halifeye hediye edilmesini istedi. Elharis, Şama kadın göndermek fikrinde değildi. O, sarayda aynlan on dört cariyenin bile azad edilmesini i ve yahut ordu zabitlerine dağıtılma- gımı istiyordu. — Halife gençtir. Bu kadar güzel kadınlarla etrafı çevrilirse, korkarım ki, memleket işlerile meşgul olmağa vakit bulamaz. Diyordu, Urman: — Zehraya, Şama kitmesi için söz vermeseydim, şeyh Mehmedi elde edemezdim, deği. Halife çocuk değil dir. Endülüsten babasına bir çok İs- panyol cariyeleri gönderildiği halde Abdülmelik işlerini bir gön bile ih- mal etmemiştir. Velid de öyle bir babanın oğludur. Ve âsileri dağıtarak, Bağdadı tekrar ele geçirmemizin bir hatırası olmak üzere Şama beş on ca riye götürürsek, bunu genç Halifeye çok görmemelisiniz! Elharis, Urmanı kırmamak için ' farla bir şey söylemedi. Zehrayı da «Akşam»ın KÜÇÜK İLANLARI En süratli ve en ucuz vasıtadır. Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser icabında günde 3 kaşe almabilir. on dört cariyenin arasına koydular, Üzerine kilit. vurdular, Urman bu sırada, oğlu için de (Pirat) adlı bir cariye seçtiğini, onu da (Ur) şehrine birlikte götüreceği- ni söylemeğe lüzum görmemişit, Zaten kadınlar hakkında ; uzun- böylu konuşmağa da vakit müsaid değildi. Bağdadda bir an evvel yeni bir idare kurmak, vergi ve İnzibat işlerini çarçabuk düzeltmek lâzımdı. Elharis sarayın bir kısmını işgal ederek burada konaklamıştı. Meydanda toplanan halk arasın» dan birdenbire iri boylu bir Arap genci ortaya atılarak; — Şeyh Mehmedi nereye götürü- yosunuz? Diye haykırmağa başladı. Athlar Arap gencini susturmak istediler. — Elharis; — Bırakınız bağırsın, dedi, belki bir derdi vardır. Delikanlı birdenbire şeyh Mehmes din üzerine âlıldı. Herkes bu deli kanlının şeyhi kurtarmak istediğine zahip olmuştu. Halbuki Arap genci bir hamlede hançerini çekerek şey- hin göğsüne sapladı. — Alçak köpek! Adamların, sefa» hetini tamamlâmak için, geçen gün tarlamızın bütün mahsulünü söküp götürdüler, Bu zulüm yetmiyormuş gibi, evimize zorla girdiler... Ana mın bileklerindeki bilezikleri de al- dılar. Onlara: (Ne yapıyorsunuz. gü- nah değil mi?) dediğim zaman, ba- na: (Biz ne yapalım? Şeyh Mehmed emir verdi.) dediler. O gündenberi seni geberimeğe ahdetmiştim. Fırsat arıyordum. Bu fırsa” ancak şimdi elime geçti. Elharis başta olmak üzere bütün 2abitler çaşaladılar. Delikanlıyı yar kalayıp saraya götürdüler. Fakat, Mehmed derhal kanlar içinde yere düşerek ölmüştü. Urman bu hüdiseden çok mütes- sirdi. Bütün emeli âsllerin reisini kendi elile Şama götürmekti. Delikanlı hançerini yere atarak: — Şimdi bana istediğiniz cezayı verebilirsiniz! dedi, anamın öcünü aldım. Ortalık birdenbire karışmıştı. Her- kesin gözü önünde hançerini çeke- rek bir hamlede şeyh Mehmedi öldü- ren bu genç te kimdi? * Şeyh Mehmedi öldüren genci hapsetmişlerdi. : Halbuki Bağdadılar: — 'Tahir, memleketimizin en küv- vetli ve cesur yiğitlerindendir. Hali- feden ve onun memurlarından baş- ka kimseye boyun eğmez. Diyorlardı. Herkesin Tahire sevgi- si, güveni vardı. Eiharis bir iki gün sonra bu ha- kikati anlayınca Tahiri affetmis ve serbes bırakmıştı. Şeyh Mehmedin giydiği sahte Hi- Mâfet cübesini: sırtından çıkarıp Şa- ma gölürmek üzere saklamışlardı Urman, şeyh Mehmedi Şama diri olarak götürmeğe azmettiği için, Ta- hiri bir türlü affedemiyordu. Hattâ, onu serbes bıraktığından ötürü Ek harise kizmiştı da. Tahir serbes kalınca yeni bir hak davasında bulundu. Elharise giderek; Mademki memleketimizde ada- let yapmağa geldiniz, dedi, benim ev- Jenmek istediğim kadını da bana tes- lm ediniz Zira biz birbirimizi seviyo- ruz. Onu şeyh Mehmed benim elim- den cebren almıştı, Eiharis tahkik etmeden emir verdi: - Haydi, git... Sevgilini al, Onunla evlenmene hiç kimse mfni olmasın. "Tahir, valinin cariyelerinden biri- nl sevdiğini söylediği için, Elharis tahkike lüzum bile görmemişti. "Tahir, Elharisin muhafızlarından birile, cariyelerin kapalı bulunduğu odaya koştu. - bi (Fırat) Tahirle evleniyor mu? Urman o gün şehir dışına çıkmıştı. Tahir bu fırsattan istifade ederek, Elharise yalvarmış, (Fırat) adlı cari. yenin kendisine teslimini dilemişti, Eiharis esasen cariyelerin Şama gönderilmesine taraftar olmadığın- dan, Tahirihn müracatini reddetme mişti, Kumandanın muhafız, sarayda hapsedilen kızların bulunduğu oda- ya girdi. Tahire: — Hangi kızla evlenmek istiyorsan, adını söyle! Dedi. Tahir. sevgilisinin adını verdi. Saray muhafızı: — Fırat adlı kadın buraya gelsin.. Diye bağırdı. Uzun kumral saçlı, güzel, sülün boylu bir kiz sedef nalınlarile yürü- yerek kapıya geldi. Saray muhafızı; — Halifenin kumandanı, senin Tahirle evlenmeni emretti, Haydi yürü, (Arkası var)