28 Tenimuz 1939 Necdetle beraber seyahat ediyor- duk. Bir gün, küçük bir kasabada bir otelde, aynı odada yatmağa mecbur Necdet bavulunu açtı. İçinden ını çıkardı. Soyundu, dökün- dü, pijamayı giydi. Yatağına girerken yastığının altı. Da küçük bir çıkın koydu. Ertesi sabah uyanır uyanmaz, he men elini yastığının altına daldırdı. Küçük çıkın: oradan aldı. Elbisesinin cebine koydu, Arkadaşımın bü hali pek ziyade nazarı dikkatimi celbet- mişti, Onun gece yatarken büyük bir itina ile yastığının altına yerleştirdi. gi, sabahleyin kalkar kalkmaz, hemen elbisesinin cebine koyduğu bu küçük çıkında pek mühim pek kıymetli bir şey olmalıydı n otelden çıktık. Seyahatimi- ediyorduk. Bir aralık fırsa- tanı bulup Necdete sordum — Kuzum Necdet... Dün gece, otel» de yalarken yasığının altına yerleş- tirdiğin, sabahleyin uyanır uyanmağ oradan alıp cebine koyduğun küçük çikinda pek kıymetli bir şeyin.mi vardı?.. Sanki nasırının üstüne basmışım gibi Necdet yüzünü acı ile buruş- turdu. Sarardı Bana kaçamak bir cevab verdi — Hiç... Öyle mühim bir şey değil. Çıkmadan bana ald eski bir hatıra var da. Necdetin daha fazla bir şey söyle- mek istemediğini anladım. Ben de israr etmedim. Fakat küçük çıkının sırrı bende büyük bir merak uyan- dırmıştı. Ertesi günü Necdetle bera- ber kaplıcaları ile meşhur bir şehre gelmiştik. Gene beraber bir kaplıcanın yüzme havuzuna girmeğe karar vermiştik. Kaplıcaya girdiğimiz zaman üzeri- misdeki kiymetli eşyayı, paramızı Maybolmasın diye kasaya teslim edi- yorduk. Baktım Necdet evvelâ küçük çıkı- nini çıkardı: — Bunu iyi bir yere saklayınız... dedi. Arkadaşım parasına, kiymetli yüzüğüne, kıravat iğnesine, son de- rece pahalı bir fiatle satın aldığı saa- tine pek o kadar ehemmiyet vermi- yordu. Onun en ziyade düşündüğü, kaybolmasından korktuğu şey küçük çıkınıydı. Bu çıkın gün geçtikçe bende son- suz bir merak uyandırıyordu. Necdetin o kadar ağzını aradığım halde küçük çıkının esrarıfı bir tür. Jü öğrenememiştim. Seyahatten dön- dük. Bir gün başka bir arkadaşımla çalgılı bir yaz bahçesinde otur- muş dereden tepeden konuşuyorduk. Bir aralık içimizden biri Necdetten bahsetti: — Size tuhaf bir şey söyliyeyim mi? deği. Necdetin mühim bir sırri r... Cebinde küçük bir çıkın gezdi- riyor. «Bunu okaybedeceğim diye ödü patliyor. Bu çıkının esrarını da kimseye söylemiyor. Hemen ben de atıldım: — Evet... Onunla birlikte seyahat ederken bu benim de dikkatime çarp- tı. Lâkin Necdetin çıkınındaki esrarı bir türlü öğrenemedi Biri sonsuz bir merakla sordu: — Acaba çıkında ne v Herkes dudak büktü, Bir iki arka» Gaş aynı kelimeyi mırıldandılar: — Bilmem ki!, Nihayet hep birden Necdetin kü- çük çıkınında ne olduğunu öğrenme- ğe karar verdik. Hem bu bizim için de pek güç bir iş olmıyacaktı. Nec. detle aynı yazihanede çalışıyorduk. O ekseriya ceketini iskemlenin arka- sına asar. Odadan dışarı çıkardı. Çi- kın da ceketinin cebinde dururdu. İşte Necdetin ceketini asıp odadan dışarı çıktığı bir zaman küçük çıkını açmak içindeki şeyleri görmek ka- bildi. Lâkin arkadaşımızın gizli bir şeyini karıştırmak çok garib bir ha- reketti. Fakat içimizde, safdiliği ile meşhur Orhan isminde bir arkadaşı- mz vardı. O: — Siz işi bana bırakınız, diyordu ben meraktan çatlıyacağıma ne ya- par, yapar bu çıkının sırrın öğrenirim... Çünkü Necdetin küçük çıkınının İçinde ne olduğunu öğrene- mezsem meraktan deli olacağım Orhan hemen o günü faaliyete geçti. Necdet gene ceketini iskemle- UK ÇIKIN sinin arkasına asmış, bir iş için oda- dan dışarı çıkmıştı Orhan hemen yerinden fırladı. Necdetin cebinden küçük çıkını çıkardı. Bunu açarken meraktan ve heyecandan âdeta elle- ri titriyordu. Nihayet çıkının düğüm- lerini çözdü. Hepimiz büyük bir me- rak içinde onun etrafına toplanmış- tık. Bir de baktık çıkından çıka çıka ne çıksa beğenirsiniz? Dört beş tane küçük çakıl taşı. Bir de büyük itina ile kâğıda sar) mış, eskilikten küflenmiş bir toplu iğne... Necdetin böyle her zaman yanında gezdirdiği, fellik feltik sakladığı şey- ler bunlar mıydı?. Açılan küçük çıkının karşısında he. pimiz şaşkın şaşkın biribirimize ba- kıyorduk. Çıkının bezini, küçük ça- kıl taşlarını, küflü toplu iğneyi Or- han eline aldi. Bunları yakından tedkik ediyordu, Lâkin bu esnada di şardea bir ayak sesi işittik. Necdet geliyordu. Çıkını tekrar bağlamak İçin vakit yoktu, Muzip Orhan: - Necdeti bu garib hamallıktan kurtarayım!.. diyerek elindeki küçük çakıl taşlarını alınca pencereden di- şarıya fırlattı, Bundan sonra hepimiz rlerimize oturduk. Necdetin o günü küçük çıkınının başıma gelenlerden haberi ; Lâkin ertesi sabah yazıhaneye ge- lince onu müthiş bir telâş içinde bul- duk — Çikinim kayboldu!... di- ye kıyametleri koparıyordu. Olanı biteni ona anlattığımız zaman bey ninden vurulmuşa döndü, Mütema- diyen bize: — Ne yaptırız?... Ne yaptınız? Ha- yatımın en mühim aşk hatıralarını yokettiniz... diyordu. Necdet biraz sükünet bulunca bu çakı * taşlarile küflü toplu iğneyi niçin sakladığını sorduk; — Ah, dedi, bu benim ilk gençlik Aşkımuğ hikâyesidir. Çitlembik gibi ufak tefek genç bir kız sevmiştim Onunla komşu idik. Pencetelerimiz karşı karşıya idi. Sabahları beni uyandırmak için pencereme bu kü- çük çalul taşlarını atardı, Ben de uyanıp onun yanına koşardım. Bâ- zan bana fena halde kızardı. O za- man yanında taşıdığı bir toplu iğne- İ 2145 hafif musika — yi koluma batırırdı, Hey gidi günler | hey.. Aradan tamam 22 sene geçti Kadriye ismindeki bu kızı bir türlü unutamadım. İşte o çakıl taşlarile, küflü toplu iğneyi dalma yanımda taşıyordum. İlk aşkıma aid hatırala- rı sokağa attınız... Yazıklar olsun size... Bu hadiseden sonra aradan bir ay geçti. Bir gün hep beraber Floryaya gidiyorduk. Bir vagonda şişman yaş- li bir kadın gözümüze ilişti, Bu kadı- ni görür görmez Necdetin ağzından bir isim döküldü: — Kadriye.. Biz hepimiz hayretier içinde kal- mıştık. Hatırası senelerce taşman sev- gili bu mıydi? Necdet: — Aman yarabbi... diyordu, ne ka dar değişmiş, ne derece sakil bir ka Arkadaşımı iz bundan sonra çalal taşlarını sokağa atan Orhana döndü: — Orhancığım!., dedi, iyi ki o ça- Wil taşlarile iğneyi sokağa atmışsın... Beni bu suretle lüzumsuz bir hamal- lıktan kurtarmış oldun... Hikmet Feridun Es Abone ücretleri Türkiye Ecnebi 400 m0 1450 ww >» 800 8 >» a Posta ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylı 1600 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul | göndermek Hzımdır. 1100 kuruş , , , © Cemazilâhir 11 — Hirzır 84 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı B.T 922 480 847 138 151 Va 247 452 1220 1617 1930 2122 İdarebane: BatAli civarı Acımusluk sokak Dd Kİ Türkiye Radyodifüryon Postaları Dalga trunlüğu 164$ m. 182Ke/4120Kw. Ankark Radyosu TAÇ. 1074 m. 16195 Ke. Ankara Radyosu TAP. Tüm. 9485Ke TÜRKİYE SAATİLE Cuma 23/7/039 12,30: Program, 1248: Türk müziği -Pi, 13; Memleket sat ayarı, ajans ve meleo- roloji haberleri, - 14: Müzik (Beet- hoven - Piyano 'konsertosu No. 5 - Pİ /s. Ew. 5. 20Kw. 19: Program, 19,05: Müzik (Melodiler - | Pl), 1915: Türk müziği (Hami heyet), 20: Memleket sani ayarı, ajans ve me- teoroloji haberleri, 20,15: Konuşma (Haf- talık spor servisi), 2030: Türk müziği; 1 — Hümam peşrevi, 2 — Badi - Segâh şarkı - Ruhumda ölen, $ — Zeki arif - Segâh şarkı - Mızrabı bırak, 4 — LAW? ağu - Suzinâk şarki - Benim yarem gibi Yare bulunmaz, $ — Halk türküsü - Bmi- nem sılada yas tutup ağlar, 6 — Lâtif uğu - Hicaz şarkı - Niçin şeb ta seher, 7 — Mustafa Nafiz - Hicaz şarkı - Göğ- slinde açılmış, 8 — Ahmed Rasim - Hi- caz şarkı - Can hastasıyım, 9 — Artaki » Kürdili hicazkâr şarkı - Artık ne siyah gözlerinin, 10 — Kürdik hicarkâr şarkı - Güller açmış bülbül olmuş, 2110: Ko- nuşma, 2125; Neşeli plâklar - R. 2130: Müzik (Radyo orkestrası - Şef: Hasan Fe- | rid Alnar): 1 — Sehübert - Bitmemiş sen- foni # minör, 2 — Grler - 1 inci Per Günt silt, 2230: Müzik (Operet parça- ları - PL), 23: Son ujans haberleri, zi- Taat, esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (fiat), 23,20: Müzik (Cazband - PI), 23,55 - 24: Yarınki program Avrapa ( İstasyonları Saat 20 de Dansig 20 piyano ve viyolonsel — Ham- burg 20 valsler — Brünn 20,20 sevilen me- lodiler — RBeromünster 2055 #aksolon — Florans 20 salon muzikası — Hiversum TI 20,55 askeri muzika — Londra 2030 or- kestra — Bolya 2015 Morazt'ın «Figaro'- nun İzdivacıe opera — T 20,15 hafif muzika ve marşlar. Saat 21 de Berlin 2115 hafif muzika — Frankfurt 21,15 karışık muzika — Hamburg, Leipzig Künigsberg 2135 or- h 71.15 orkestra — Stuttgart ikası — Viyana 21,15 ka- Prag 2115 karışık musi- Bari 2115 Yunanc neşriyat Bükreş 2120 Vagner'in «Valküre. opera- sı — Grenoble 21,30 - 2330 konser — Marsilya 2130 - 2330 konser Paris P.'T,'T. 2130 - 2330 konser — Rennes 2130 - 2330 hafif musika Stokholm Toulouse 2145 dans, Saat de * Münih 22,20 piyano ve orkesira Prag 22,10 orkestra — Florans 2230 konser — Milano 22 Papanti'nin «Valse deli Ovest» operası Roma 2230 senfon. konser. Saat de Berlin, Frankfurt, Hamburg, Könlgsberg, Leipzig 2330 - 1 hafif muzika — Breslav 2430 - 1 dans — Danzig, Kolonya, Münih 7330 dans — Bluttgarl 2330 salon muzi- kası — Viyana 23,30 salon musikası — Pressburg 23,15 çingene çalgısı — Floranş 23,20 dans — Sofya 23 dans — Stokholm 2315 senfon. konser. Sant Zi den sonra Stuttgart 24 hafif muzika Çek muzikası Londra 24.10 dans — Milâno 24 dans — Hamburg, Münih l « 4 orkestra — Statt- 21,15 operet m Prag 4 E « Memuriyetten ihraç. Mekik yapan: Abide - Edipler. Güneş - Alman parası. Yama - Lâyık. Gün - Aşık ve temiz lisan. 1 — içe giyilen elbiseler. 2 — Çetebaşının maiyeti - yazdır. 3—br .cins çerez 4 — 'Tenkid « Sıfat edatı. 5 — Bohemyalı - Tersi zili dairedir. 6 — Tersi bir sa; - Tersi asmaktan emir - Kasap satar, 7 — Uzak yer. 8 — Çak değil - Büyükler. 9 — Şikâyetin başı - Br? bine mensup. Yapıştırma - Kasık Gecen bulmacamızın balli Koldan sağa: 1 — Mareşallk, 2 — Uzamak, Adi,3 — Kefal, Adam, 4 — Ar, Eser, 5 — Vites, Esnaf, 6 — Ait, Ca, 7 — Mahi, Girift, 8 Bim, Hisli, $ — Emelecek, 10 — İtap, Nara. Yukardan aşağı: 1 — Mukavemet, 2 — Azeri, Al, — Raf, Töhinet, 4 — Emaye, Ma, 5 — Şal, Ba, Hep, 6 — Ak, İğ, 7 — Asetilen, 8 — Lades, Reca, $ — idareciler, 10 — Kim, Fatiha, Tersi be- içki le beraber yenen hma mezhe- 10 Budapeşte 24 orkestra — | Tefrika: No. 14 LEYLÂ ie MECNUN Yazan : İskender Fahreddin Ömer, Leylânın kendisini sevmediğini biliyordu. Maksadı sadece Şeyhe damad olmaktan ibaretti Diye mırıldandı. Zombo, Leylânın ok torbasını ve yayını yerde atik miş görünce, Leylânın Kaçırıldığına hükmetmişti. Biraz ötede, Can beyin yayı da, ayni vaziyette yere atılmıştı. Acaba Can bey nereye gitmişti? Zombo yarasını sırtındaki gömlek- ten kopardığı bir bez parçasile sar- dı. Sürüklenerek kalenin üst sahan- Mığında dolaştı: — Can bey... Aslanım... Nereler- desin? Diye haykırdı. Burçların eski, kırık taşları ara sından boğuk bir ses cevap veriyordu: — Zömbo,.. Sen yaşıyor musun? Yoksa öldün de göklerden mi bana haykırıyorsun? Zombo taşların arasında yatan relsin oğlumu gördü: — Merak etme, Can bey! dedi, Tan- rı bizi korumuş. İkimiz de yaşıyo- ruz. Fakat, Leylâ nerede? — Onu yurduna götürdüler, Zom- bol O giderken, kalbimi koparıyor- lar sandım. İçimde açılan bu yara- nın acısına nasil tahammül edece ğini? Bir müddet karşı ağlaştılar, Can bey ayağa kalkmıştı Etrafına bakındı. Dizlerinin üstün- duramıyacak kadar mecalsizdi. Ben çok bitkinim, Zombo! Sen yar ralanmamış olsaydın, bana bakar, dağlarda arkadaşlık yapardın. Sen- den, bundan sonra bir yardım göre- ceğimi ummuyorum. Bak, dizlerini yerden kaldıramıyorsun! Babam cen- karşıya geçerek ge gitmemiş olsaydı, Mehdiden senin | hesabını görmekte gecikmezdi. Sana bir at bulsam da şehre İnebilsen... Seyid Ahmed belki harekete gelir ve Şeyh Mehdiye: «Bu yaptığın işi be- gendin mi?» diye haber gönderirdi. — Mehdi, şüphe yok ki, kendi | yaptığı işten memnundur. Şeyh Ah- mede gelince, benim yaralanışımdan onun da memnun olacağı muhakkak» tar. — Neden? Sen, babamın biricik namuslu ve sadık kölesi idin! O seni korumağa meçbur değil mi? Zombo ölgün gözlerini Can beye çevirdi: — Aslanım! Seyid Ahmed benim eski düşmanımdır. Babanız cenge gi- derken, beni de birlikte götürmek 1s- temişti. Keşke gitseydim Neden gitmedin babamla bera- ber? — Anneniz bıraktı beni — Annem çocuk değil ya?... — Çocuk değil amma, korunmağa | lâyık ve muhtac bir çocuğu var... Can bey önüne bakarak başını sal- ladı: — Demek, babam beni korumak için bıraktı seni... Öyle mi? — Evet Bana yaptığın iyiliği ölünceye kadar unutmuyacağım, olmasaydı: görebilir miydim? Sen onu bana ge- tirdin.. bu kaleye bizi yerleştirdin. ve günlerce bize şehirden yiyecek, içecek taşıdın! Yaran iyi olursa, yine bana yardım edersin, değil mi? — Canımı fedaya hazırım, iyileşe- rü ummuyorum, Kalbim kopacak ,arpıyor. Bana bir yudum su ve- rir misiniz! Can su destisini aradı. Desti kavga arasında kirilmış, su- lar akıp gitmiş, Can bey, kölesine ve- recek bir yudum su bulamadı. Ve biraz sonra Zombo gözlerini ka- | pağı, Öldü, Leylâ evleniyor Leylâ üç gündür hasta kimse ile konuşmuyordu. Şeyh Mehdi: — Ömerle evleninceye Kadar kızı- mın yüzünü görmek istemem. Demişti. Leylânın babası, kızının yatıyor, kaçtığına ei pie eni. ee versin ki, Mehdi bu işte kumazca davranmış ve: — Kızımı. kaçırdılar, Onu buldur- dum... Diyerek, kızının kendi arzusuyla kaçmadığını kabile arasında yây- muştı. Araplar, aile reisinin haberi ve rişası olmadan bir yâbancıya kaçan kızları meş'um telâkki ederek tekrar aile içine almazlardı. Şeyh Mehdi bunu bildiği için, Leylânın vaziyetini bu suretle kurtarmış oluyordu. Gerçi Arap kabilesi içinde Leylânın Can beyle seviştiğini bilmiyen yok gibiydi Fakat, herkes Leylânın zorla kaçırıl- dığına inanmiğ ve bu yüzder. Urman kabilesine atip tutmağa başlamıştı Şeyh Mehdi: - Uç gün içinde düğün hazırlığı bitsin, Bu hafta mutlaka kızımın d ğünü olacak Demişti. “Şeyhin emri her tar ilân edilmiş, uzak kabileleri yeye se akınları ba Ömer, Leylânın kendisine eğeceğini, kalbini ona vereceğini um. muyordu Leylânın yüreğinden Can beyin sevgisirti çıkarmağı cağımı sanmıyorum Diyordu. Ömerin bir maksadı ve bir hedefi vardı: Şeyhe damad olmak. İşte o h“'tlar Ömer, Leylânın kalbini başka bir İ erkeğe verdiğini bildiği halde ondan sevgi ve bağlılık görebileceğini uma- cak kadar budala bir adam değildi. O, düğün hazırlıklarını gördükçe se- viniyordu. Fakat, Leylâya kavuşacağı için değil, Şeyhe damad olacağı için. Şeyh Mehdinin de böyle bir dama da ihtiyacı vardı, Yarın hastalanacak ve ölecek olursa, yerine, çok güvendi- ği damadından başka geçecek kimse yoktu. Gerçi Şeyhin çölde bir kardeşi vardı amma, Mehdi onu çoktan uzaklaştırmıştı. Mehdinin, kardesi Saide itimadı yoktu. Şeyh Mehdi, kızını bir çok düşün- celerle Ömere vermeyi tercih etmişti. Leylâ ortada kurbanlık bir koyuna benziyordu. Kimin bıçağı keskin ise, boynunu © vuracaktı. Can bey sakin, mütevazı, haksızlığın düşmanı, kalb kırmaktan çekinir bir gençti. Sevgi- | lisine zorla"sahip olmayı hiç bir za- man düşünmemiş. Hatta (Kirikkale) de geçen günlerde bile; «Bu işler zorla olmaz!; diyerek bir hayli vic- dan azabı çekmişti, O gün Şeyh Mehdinin birbirine bağlanan büyük çadırları önünde Arap rakkaseleri milli nlarile du- TUp dinlenmeden oynuyorlar... Misa» firler damadla gelini bekliyorlardı. rlardı ylânın çocukluk arkadaşı olan genç kızlardan biri: — Seyid Ömer çok yakışıklı, cesur bir cengâverdir. Onu sevmiyorsun? O, yoldan geçerken, kabilenin bütün kızları pencerelere koşuşuyorlar, yollara dökülüyorlar... Onu görmek için birbirlerini çiğner- ler. Sen neden ona karşı lâkayıdsın, Leylâ? O, senin için biçilmiş kaftan- dır. Kabilemiz arasında sana ondan daha lâyik bir erkek varmı? Diyordu. Leylâ gelinlik elbisesini zorla giydi, başını arkadaşının omuzuna dayadı; çok neden Canıma bin can katsalar, Ağzıma bal akıtsalar. Gözüm yine Can beydedir. Israr etme, haydi çekil Bu aşk beni, günler değil Yıllarca - yormaz - bekletir, Kırıkkalede and içtik; Aşk yolundan Canla geçtik. O benim oldu, ben onün.. Gidin bana onu bulun, Kızlar gülüştüler. Ve hep bir ağız- dan: Leylâ gildr kahramar dağlarda dola vermiş. .. mış. Ömer gibi bir beklerken, erseriye gönül pısında (Arkası var)